Merdivenler göbeğinden kırılmıştır.
Basamaklar içe gömük, yıpranmıştır yağmurun neminden.
Ülkeler bölünüp birleşmenin eşiğinde,
bin yıllık haritalar silik kalemlerle çizilmiştir,
Yetmişinde ölecek soyluların elinde.
Zaten hiç yoktur ki dünyanın ve eşyanın kaderi.
Yağmur, gökkuşağından elenip düşüyor da avucuna,
İhtirasın, yoksunluğumdan elenmeden geçmiyor kalbimi.
Anlamda kararsızlığımız küstürecek bir çiçeği dalında.
Yorumlarımızın ucu kapalı, pencerelerimiz kilitli yüzlerimize.
Seviyor, yıldırıyor, tüketiyor ve kayboluyoruz.
Yakılan şehirlerde
Temeli acılara perçinlenen
Endülüs Minareleri...
Anne karnında ölen bir yahudinin,
Çığlıksız çekilen her çilenin,
Gölgesinde büyüyen bir çocugun,
Şarta şart koşuyor misal alemi üstüme.
Hani bir adım atsam, es geçtiğim milyonlarca ihtimalin hatrı kalır içimde.
Yine de varılacak bir yer olmalı,
Bütün ihtimallerin kesiştiği,
Matematiğin ve güzelliği sistematik kalıplara sıkıştıran tüm bilimlerin göz yumduğu...
Bir gazete yaprağında...
Lekeli, çamur sıçramış yüzüne.
Gördüm, gördüğüm gözler benimdi.
İsmin satır satır, kelimelerin çaresizlikleri çarpti yüzüme.
Yüzümü döktüm, döktüğüm yüz benim miydi?
İnatla tutuştu yalnızlığımın denizinde
Pazar akşamları biraz
pazartesidir, takvimlerin
Erken koparıldığı evlerde.
Herkes kendi yarasının
Sızısında yaşıyor.
Ne gökyüzüne bakan var,
Ne de bardaktaki çayını
Son yudumuna kadar içen...
Hasretin,
Yaşam sancısı aralanıyor,
Ve aralandıkça ağırlaşıyor zihin.
Tüm kargaşalar uçurum tazeliyor
yere çakıldıklarıı her an.
Ontoloji yalan söylemeye devam ediyor,
hiçliğimize baka baka.
Bütün sessizlikler hep seni hatırlatırken,
Sessizliğin neden başıboş evreni hatırlatır bana?
"İsa yüreğim" çarmıhlarda şimdi.
Akşamın ufukları çöktü uzaklara,
Perdeleri çek yüreğine,
Kimse anlamasın gözlerinden seni.
Ben de zalimdim,
Perdeleri çekip güvercinleri
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!