Yol gözlemek ya da dalgalar

Necdet Arslan
1433

ŞİİR


93

TAKİPÇİ

Yol gözlemek ya da dalgalar


Azıcık aralıklı kalan perdeden günün ilk ışıkları gülümseyerek giriyor odama. Gün, çağırdığım bir çocuğa benziyor; aydınlık yüzlü, sevimli, umutlu.
Ufka bakıyorum. Minnacık bir kuştan farklı değil bekleyenleriyle kucaklaşmaya can atan yolcuları limana taşıyan gemi.

Hazır güneşi bulmuşken mavi dalgaları yara yara o yöne doğru mu gitsem? Düş benimkisi. Ne ki bilmem kaç milyon yıldan beri denizin ortasında kendi yazgısıyla duran şu irili ufaklı adalara ne demeli? Yanılmış olamam; yakınlaşan gemi değil, adalar yakınlaşıyor o gemiye…

Bahar geldi gelecek.
Nereden geldiğini sorsam vereceği yanıt şöyle olurdu: Beş altı aylığına gittiğim yerden!
Sabahın bu saatinde elinden tutup odamda ağırladığım gün de,ufuktan bu şehrin limanına yolculularını boşaltmak için yol alan gemi de bahardan farklı değil…
Belki de bu nedenle deneme formlu romanında “Yalnızlık gittiği yoldan gelir.” diyordu Selçuk Altun.

Sevdalardan nasıl geçilemiyorsa; aydınlıktan, yolda olanları beklemekten ve bahardan da vazgeçilemiyor.
İstanbul da Marmara’nın uçsuz bucaksız maviliğine birer benek gibi serpiştirilmiş adalar da bu sevdayla tutunuyor yaşama…

Her iki kanadını da sonuna değin açıyorum penceremin. Güneş, adımlarını biraz daha hızlandırarak limana doğru yol alıyor.
Denizin ortasında çakılı duran bir adadan ayrıkolmayan insanları düşündükçe ya da o tür içerikli öyküleri, romanları anımsadıkça…
Onlardan biriydi ‘gülen çocuk’ Adnan Özyalçıner Yüzleşmeler adlı yapıtının bir yerinde şunları yazıyordu:“Bombalarla altüst olmuş bir kentin ortasında,yıkıntıların arasında,döner bir koltuk bulmuştu çocuk.Aksayan ayağı gibi bir ayağı kısa olan,kırık kara bir koltuk. Çocuk, koltuğa oturup döndükçe gözü bir arkasındakiyıkıntıda parçalanmış kan bulaşığı eşyalara takılıyor,bir önündeki, bombardımanla devrilen kamyondaki şarapnel parçalarının uçurduğu kopuk yapraklı,güneş rengi top top portakallara. Hızla -fırdöndü hızıyla – döndürüp durduğu koltuğunda gülerek. Gözünden yaş gelinceye değin…”

Işık; karanlığı, kararsızlığı oyarak kendine yer açmakla kalmıyor, gecenin simsiyah örtüsünü de çekip alıyor üzerimizden. Bu aydınlanmayla aralanıyor gökyüzü, önümüze seriliyor uçsuz bucaksız genişlik…
Güneş rengi top top portakalları görmek gibidir ötelerden gelerek boynumuza sarılanlara kavuşmak.

Yıkık bir akşamüstünden geçerek indim şimdiye.
Şimdi simsiyah gecelerden biri daha dakikaları, saatleri eleyerek sabaha yürüyor. Dışarıda keskin bir rüzgâr var, soğuk adeta balkon kapılarına, pencerelere gidip gelip vurmakla meşgul.
Ya yalnızlığımla baş başa kaldığım bu odadaki rüzgâra ne demeli? Kendi sesimi kendime duyuramadığım bu ortamdaki bedenimin açık denizlerde üşüyen gemilerden hiçbir farkı yok.

Yaşamın soğuk yüzünden kurtulmanın türlü yollarından biri de okumak… Varsın soğuyan yağmurların damlaları çarpsın pencerelere.
Nasıl olsa ışıyacak zaman. O gökyüzünden maviler dolacak bu odaya, deniz masmavi kesilecek, adalar türlü renklere bürünerek yanından geçip gidecek gemileri ayartmaya kalkacak…

Gizini çözebilseydim eğer Oktay Akbal’ın biraz önce elimden bıraktığım o ünlü yapıtına ad verdiği aşağıdaki tümceyi aşırır ve avazım çıktığınca haykırırdım: “Yalnızlık Bana Yasak!”

Birbirinden yetkin çokça yapıt veren Akbal 28 Ağustos 2015 günü yürümüşsonsuzluğa. Ondan dört yıl önce yaşama veda eden Hulki Aktunç,2024 yılında okurla buluşturulan DAKTİLO GÜNLÜK adlı yapıtının bir yerinde belki de bu nedenle ilkin sözde sorusunu yöneltiyor, sonra da şöyle sürdürüyordu tümcelerini: “Kimmiş yalnız olan? diye kafa patlatmanın gereği bile yok aslında: Eşkıya yalnızdır! Hiçbir zaman olmadığı kadar hem de.Yalnızca tüfekler onun elinde işte; işte bu.”

Umut, tam da bu işte.
Her yıl iki üç aylığına gelip sonra daha sıcakcoğrafyalara giden baharların yeniden geleceğine inanarak avunmaktan ötebir şeyin gelmiyor olması dilime başka bir nedenden değil…

Eminönü’ne o uzun vapur yanaşıyor. Çıkış yerine doğru bir yoğunlaşma var, görüyorum. Biri bana o vapurdan el sallardı ve ben ona ‘koş artık!’ diye seslenirdim.
Şimdi orada yokum. Nedenini tanımlayamayacağım bir hüzün yayılıyor içimde…
Güneşin batma vakti yaklaşıyor. Denizin yüzeyindeki kırışıklar daha da belirginleşmeye, mavi ve kızıl dalgalar birbirine karışmaya başlıyor.
Tıpkı bilincimdeki türlü kırılmalarla ıssız kalabalıklara karıştığım gibi…

Şehir Mayıs / Haziran 2025

Necdet Arslan
Kayıt Tarihi : 6.9.2025 17:46:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!