dereyi boylayan dağların gözyaşları denizde balık tutuyordu zamanın nerede durması gerektiğini bilmeyen genç bir kütük kahve köşelerinde sürükleniyordu öğle vaktinin kıyısına balıklarla birlikte karnını doyuruyordu martılar ‘yosun…’ diyorlardı ne de güzel giderdi ekmeğin arasına içlerinden biri açlıktan çığlık attı kalabalığın tam ortasına geçtikleri köprü, mezarlarına uzanan merdivenin basamaklarına benziyordu neredeyse aşk omzuna çarpacaktı ama yine de o, oralı olmayacaktı çünkü acıkacaktı belki de susayacaktı ‘ölüm…’ diyorlardı ne de çok zoruna gidiyor yaşayanların içlerinden biri ağıt yaktı kalabalığın tam ortasına erken ölüm hiç yaşamadan vurdu onları kalbi bir kez olsun atmadan durdu dünyanın en temiz yerine dışkılandı çocuklar çünkü onlar güneşi sarıya boyayanlardı siz de tanıyorsunuz onları mavi gözlü turuncu saçlı maceraperest çocukları putperest ebeveynlerine siz de tapıyorsunuz yeşil dağların mavi gözyaşlarını siz de siliyorsunuz kızıyorsunuz gözleri yere damlayınca
Her an yanıbaşımda yatmasaydı
Ben bu yükü taşıyamazdım
Sevinçlerime biraz hüzün katan odur
En çaresiz anımda
Issız bir dere kenarını