Oysa… 
ne kadar çabuk erirmiş karlar meğer, 
şimdi daha iyi anlıyorum,
seni.
Dün gece yeniden baktım, 
bende kalan o fotoğraflarına
Saçına taktığım çiçekler, 
daha renklerini düşürmemişler dudaklarına.
gülümsüyorsun. 
içindeki gökkuşağı yirmi bir yaşında.
Güzel sokaklarında İstanbul’un.
Üstüne düşürüyorsun saçlarının gölgesini.
Bütün palaslarında lavanta kokuları, 
konuk ederken seni.
Burada araya giriyorum, 
kusura bakma.
Bu, yüreğimin çevirmesidir zaman çarkını.
işte o zaman böyle yaşanabilirdi ancak
sıyrılarak, 
gecenin sağır  karanlığından
İster misin,
önümüze, yorgunluk kahvemiz konsun.
gözlerimiz gökteki ayı ,yıldızları  izlerken.
Dünden, yarınlara geçerken.
Göğsümüze mutluluk dolsun,
ister misin şimdi.
Ezberimize saklanmış sözler yeniden söylensin.
Yarınları da bu gece gibi yaşamak adına.
Yani bir başka hazırlık olsun doğacak şafaklara.
Fecir ile başlayan,
güneşin batışıyla biten vakitler adına .
Şimdi mevsim karakış .
Hangi havayı çeksem içime, 
sen dolarsın
Yağmur  mevsimlerinin 
türkü gözlü, 
kaçak ceylanı olmuş sevdan dolar.
Yalnız gözlerim vurmuş seni.
Adını sen koymuşum.
Akıp giden zamanın.
Şarkıları dinliyorum aynı ses ve besteden..
Sevmek istiyorum seni.
Gül dikeniyle kanatıp ellerimi.
Vakit bulabilirsem şimdi,
bir damla kan ile sileceğim,
yapraktaki parmak izlerini.
İstasyondan kalkan son trenin gidişiydi.
Bir sonbahar akşamıydı.
Kendi bulutlarımın yüreğimi ıslattığı, 
yağmur sancısı gözyaşlarımdın.
Ve aynı anda, 
dişlediğimiz elmanın hatırına,
el salladığımdın.
Bir de söz etmiştim ya gözlerindeki ışıktan.
Ve sende sanıyorum hala, 
umudu kesilmemiş yarınlar.
İşte geldim.
Bütün tezgâhların toplandığı ,
akşam vakti,
alaca saatlerde.
Eve  sadece birkaç basamak kala,
fişek gibi bir çocuk fırladı içimden.
Yuvarlandı merdivenlerden aşağıya.
Bir an önce izlemek istedim seni.
Sessizce.
Öylece baka- kaldım ,
ne yapacaksın  diye.
Beni görünce
Geceye kokun sinmiştir diye 
Hatta seni uyandırmadan, 
Önce ben kalkardım yataktan, ikimizin yerine.
Sonra çayı demlerdim, 
perdeleri açardım
güneş bir müjde gibi girerdi içeri.
Hatırlar mısın.
Çay da demini almış olurdu iki bardaklık
biri senin içinse banadır diğeri.
Kahvaltı biterdi, 
sabah keyfine son atım ,
sererdim günlük gazeteyi önüne.
Okumak istediklerini okurdun.
Yüzümü de yıkamazdım 
göz izlerin silinmesin diye.
hala farkında mısın.
Aşkım ,derdim sana.
Bir tel saçın olsun, 
bir damla terin,
yatağım sen koksun .
Başka bir şey istemem Mevla’dan.
Bizim oynadığımız oyun, sadece kendi senaryomuzdu
Suflörün fısıltıları bir kulağımızdan girip., 
öbüründen çıkardı
Ve gözleri mahmur sabahlarda, 
ilk ışıkları ile uyanarak günün,
hiç kimseye ait olmayan her yerine,
el koyardık yeryüzünün.
Gülüp, eğlenerek.
Başıboş mevsimlerde,
açan akasya ağaçlarına yaslanıp
diplerine papatyalar ekerdik.
Her birini 
tek-tek koklayıp...
Kör tutkun karayelle
Anılara yel vururduk keşişlemeyle beraber
Bulutlar İstanbul’a konsun isterdik.
İçinde her şeye inat 
fosfor yüklü çizgiler belirirdi.
Olmayacak bir zaman dilimini
aydınlatırdı ansızın.
Bir hayal içindeydik…
Rüzgara direnen uzak dağ ateşinden,
öyle güzel ışıklar yanıyordu ki uzaklarda, 
korkuyordum birisi sönecek diye.
Biraz daha yel verse de yelpaze, 
takılıp dolaşalım poyrazın peşine 
karışalım isterdim düşlerin içlerine
O eski resimlere
Belki dokunmuştur diye elin 
Kaygım ondan dolayı
Sakın elleme emi, 
olduğu gibi dursun 
Sarp dalgalar, mor güvertede .
Ay ışığı rengi parlatsın tuzlarını.
Gece bitmesin…
Terlerimiz inci taneleri gibi dizilsin yer yatağımıza
Giderek parlayan ışıklar olsun ,
hayallerimiz.
redfer
Kayıt Tarihi : 30.10.2025 10:17:00
 
 
 
 
 Şiiri Değerlendir
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!