Fatih Yılmaz Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Ant ...

  • ahmet haşim

    01.01.2007 - 02:04

    MÜSLÜMAN SAATİ

    İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu...”Saat”ten kasdımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır...Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden,ırktan ve an’aneden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu üslub-ı hayata göre de 'saat'lerimiz ve 'gün'lerimiz vardı... Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin ederdi... Madenden sağlam kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az çok münasebetdar bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan takribi bir sıhhatle haberdar ederlerdi...Zaman namütenahi bahçe ve saatler orada açar, gah sağa, gah sola mail, güneşten rengarenk çiçeklerdi... Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, mühtelif evkatın kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir geceyarısına kadar uzanan yirmidört saatlik 'gün' tanılmazdı... Ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik,kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı... Müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakayiini bu saatlerle ölçtüler... Gerçi, feleki hesabata göre bu 'saat' iptidai ve hatalı bir saatti, fakat bu saat, hatıralatın kudsi saatiydi... Zevali saatin adat ve muamelatımızda kabulü ve ezani saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkıthanelere bırakılmış metruk bir 'eski saat' haline gelişi, hayatı tarz-ı rüyetimiz üzerinde vahim bir tesiri haiz olmamış değildir... Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi... Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş lakayt dostlardı...Gelen yabancılar ise hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanılmaz bir hale getirdiler... Yeni “ölçü” bir zelzele gibi,zaman manzaralarını etrafımızda zir ü zeber ederek eski 'gün'ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun,bulanık renkte bir yeni “gün” vücuda getirdi... Bu müslümanın eski mesut günü değil; bedmestleri, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür.... Unutulan eski saatler içinde eksikliği en ziyade hasretle tahattur edilen saat akşamın onikisidir... Artık “oniki” solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin müslümanlara hitap ettiği, sokakların lacivert bir sisle kapandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir... Akşam telakkisinden koparak, gah öğlenin hararetinde, gah gece yarılarının karanlığında mevhum bir zamanı bildiren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır... Yeni saat, müslüman akşamının mahzun ve muşaşa dakikasını dağıttığı gibi, yirmidört saatlik yabancı “gün”ün getirdiği maişet şekli de bizi fecir aleminden mehcur bıraktı...Başka memleketlerde fecri yalnız kırdan şehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle muztariplerin şişkin kapaklar içinden bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır... Bu zavallılar için fecrin parıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanlı ilmeğini aydınlatan bir ziyadır... Halbuki fecir saati,müslüman için rüyasız bir uykunun nihayeti ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır... Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir... Kubbe ve minareleri o alaca saatte görmemiş olan gözler, taşa en ilahi manayı veren o muhayyirü'l ukul mimariyi anlamış değillerdir... Esmer camiler, fecirden itibaren semavi bir altın ve semavi bir çini ile kaplanır ve İslam ustalarının natamam eserleri o saatte tamamlanır...Bütün mabetler içinde güneşten ilk ziya alan camidir... Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir...Şimdi heyhat, eski 'saat'le beraber akşam da, fecir de bitti... Birçoklarımız için fecir, artık gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor...Artık geç uyanıyoruz... Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz... Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık... Şimdi müslüman evindeki saat, başka bir alemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor... Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz...

    16 Mayıs 1921

  • Anlaşılmayan insan

    01.01.2007 - 00:51

    ramanujan...

  • Anlaşılmayan insan

    31.12.2006 - 18:17

    tesla...

  • yavuz sultan selim

    31.12.2006 - 09:11

    Yavuz'un,kendisine aşık olduğu ve adına şiirler yazdığı cariyesi,Mısır seferinden sonra sıranın kendilerine geleceğini bilen Batılı akrabalarının teşvikiyle,sefer hazırlıkları esnasında Yavuz'un huzurunda:

    -Sultanım! Bu uzun bir sefer olacak ve belki sizi bir daha görmem mümkün olmayacak; bu ayrılığa dayanamam,vazgeçseniz!

    Bunun yalnızca kadın hissiyatıyla söylenmiş sözler olmadığını gören koca Sultan ihanetin cezasını kendi kılıcıyla infaz ediyor...

  • yavuz sultan selim

    31.12.2006 - 09:05

    Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri,kendisinden kaçan Şah İsmail'i tehdit ve tahrik etmek için şu mektubu yazıyor:

    'Davete icabet edip,uzun yollar katederek memleketine girdik.Fakat sen meydanda bile görünmüyorsun.Padişahların ellerindeki memleketleri,onların nikahlısı gibidir.Erkek ve yiğit olanlar,kendi ellerinden başkasını ona dokundurtmazlar.Halbuki bunca gündür askerlerimle memleketine girip yürüyorum,hala senden haber yok.Seni korkutmamak için,askerimden 40 bin kişiyi ayırıp Sivas'la Kayseri arasında bıraktım.Hasma mürüvvet ancak bu kadar olur.Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır.Miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf giyip,serdarlık ve şahlık davasından vazgeç! '

  • salavat

    31.12.2006 - 02:07

    Biz dillerinden anlamasak da,yeni doğan bebekler ilk altı ay Peygamberimize selavat getirirlermiş,ikinci altı ayda da anne babasının günahlarının affı için Allah'a yalvarırlarmış...

    Veya tam tersi...Olacaktı...Yani ikinci altı ayda selavat...

  • işgal

    31.12.2006 - 01:55

    Melih Murat Dural...

    TUSİAD'ın 'Dış İlişkiler Komitesi' üyesi...

    Bu adamcağız, 'ALTAY GROUP'un da şu anki başkanı oluyorlar...

    Peki bu 'ALTAY GROUP' ne yapiyor? N'apmiyor ki...

    Bunun babası olan Nezih Mete Dural -ki şirketi 1957 yılında bu kuruyor- meşhur Lockheed skandalının buradaki başı; Hava Kuvvetleri Başkanı Emin Alpkaya ile birlikte hakkında soruşturma açılıyor ama, komutan 'emekli' oluyor,bu da birkaç ay yatarak 'beraat' ediyor...

    Bu aile ABD silah şirketlerinin buradaki temsilcisi...
    Önemli bir 'aile' ki internette resim veya haklarinda bilgi bulmak zor...

    Aklınızın bir köşesinde bulunsun diye buraya bu 'aile'yi not ediyorum...

    Bir de bir iki gün önce, Halis Toprak ile şirketinde otururken, elinde silahla dalan biri tarafından 'ayağından' vuruldu adamcağız; 'tanımıyormuş' tabii kim olduğunu...

    İlginç olan, orasının 'güvenlik şirketi' olması...

    Racon kesme mi dersiniz, 'karizmayı çizme' mi dersiniz veya 'hayırdir inşaallah' mi dersiniz orası size kalmış bu durum hakkinda... Ben aktardım sadece...

    Selam'da protokol caridir efendim...

  • mavi tuna

    31.12.2006 - 01:21

    'Ne yazık ki benim bestem değil...'

    Brahms

  • ciddiye almamak

    31.12.2006 - 00:29

    yahudi medyasının ağzıyla konuşanları...

  • edgar cayce

    30.12.2006 - 23:59

    swedenborg...

  • swedenborg

    30.12.2006 - 23:57

    cayce...

  • genç bakış

    30.12.2006 - 00:14

    gençliğin ekserisinin ne kadar zavallı bir halde olduğunun resmidir...

    -Çıktık açık alınla...

  • gammazlamak

    29.12.2006 - 15:29

    '...İslamcı mücadelenin fitilini ateşleyip,'Başyücelik'i İdeal olarak işaretleyen Büyük Doğu Mimarı'nın ideali için herkesi kullandığı dönemler...O dönemlerde kullandığı isim; A.Türkeş...Mezkur şahsın partisini paravan olarak kullanıp,Tandoğan Meydanı'nda toplanacak yüzbinleri (o döneme şahitlik eden Büyük Doğu'nun 'sakıt çocukları'ndan birinin ifadesine göre,500 bin kişi) Meclis'e yönlendirip,ihtilal yapmayı düşünen Üstad'ın niyeti A.Türkeş tarafından anlaşılıyor ve Ecevit'e ihbar ediliyor...Ve beklenen olmuyor...Planı alt-üst edilen Üstad kendisine ihanet eden şahsa ne yaptı? Cevabı okuyucunun idrakine havale ediyoruz...'

  • film replikleri

    28.12.2006 - 02:42

    -Bazı insanlar torunlarını çocuklarından daha çok sever...Sen ne düşünüyorsun?

    -Peki ya sen?

    -Ben çocuklarımı daha çok seviyorum...

    -Ben de...

    -Ama nasıl da değişmişler inanamadım...Shige eskiden çok daha sevecendi...Kız çocuklarının evlendikten sonra yabancıdan farkı kalmıyor...

    -Koichi de çok değişmiş...Ne kadar iyi bir çocuktu...

    -Çocuklar anne-babalarının umdukları gibi olmuyorlar hiçbir zaman...Yine de çoğu insandan iyiler,buna da şükür...

    -Evet,kesinlikle öyle...Halimize şükretmeliyiz...

    -Sanırım öyle...Kendimizi şanslı saymalıyız...

    -Evet,çok şanslıyız...

    (tokyo story)

  • william shakespeare

    27.12.2006 - 21:34

    ...tehlike anının verdiği basiretle...

    ...esen kal,güzel zalim...

    ...kıskançlığın bile 'güzel'den başka ad bulamayacağı bir karakteri vardı...

    ...ey zaman,sen düzeltmelisin bu karışıklığı,ben değil,
    bu,benim çözemeyeceğim kadar güç bir düğüm...

    ...vakit yatılamayacak kadar geç oldu...

    -Kaç yaşlarında?

    -Siz yaşta efendimiz.

    -Tanrım,çok yaşlı! Bir kadın kendinden büyüğe varmalıdır;
    ancak böylece ona uyabilir,kocasının gönlündeki yerini koruyabilir;
    çünkü delikanlı,kendimizi ne kadar översek övelim,
    duyduğumuz sevgi,kadınlarınkinden daha delişmen,daha kaypak,
    daha hırslı,daha kararsızdır,
    bu sevgi daha çabuk biter,daha çabuk kazanılır...

    ...nezaket kuralı olduğundan beri yapmacık bir tevazu;
    ne tadı kaldı dünyanın ne tuzu...

    ...saat boşa zaman harcadığımı çarpıyor suratıma...

    -Durun...Lütfen,hakkımda ne düşündüğünüzü söyleyin.

    -Olduğunuz gibi olmadığınızı düşünüyorsunuz bence.

    ...ne kadar yakışıyor alayın hareleri
    öfkeli hor gören dudaklarına!

    ...karşılıklı aşk güzeldir; ama daha güzeli,
    karşılık beklemeden kendini verenidir...

    ...şuna inan ki,dünyada erkeği kadın gözüne sokmakta yiğitlik sıfatından daha başarılı bir çöpçatan yoktur...

    ...sıkıntıdaki dostunu o durumda yalnız bırakması şerefsizliğini zaten gösterdi...

    ...bu işte bir yanlışlık olabileceğini,
    ama yine de bunun çılgınlık olmadığını
    aklım duygularımla bir olup fısıldıyor bana...

    ...haince bir kurnazlıkla...

    ...bir anda benden yirmi yıl uzaklaştı sanki...

    ...kötülük edecek olgunluğa erişti düşüncelerim...

    ...gözleri aldatan bir ayna sanki,
    olanla olmayan bir arada...

    ...gelecekte hiçbir tartışmanın hiçbir kavganın,
    hayran olduğum şu anın mutlu havasını
    bulandırmasına izin vermeyiniz...

  • daphne

    27.12.2006 - 02:34

    daphnis et chloe...ravel...

  • sugarcult

    27.12.2006 - 02:12

    şeker...kült...

    'şeker adamın laneti'

    çocuk ruhumda derin izler bırakan bir film...

  • ibni teymiyye

    25.12.2006 - 23:07

    Aşağıdaki bölüm Üstadın 'Doğru Yolun Sapık Kolları' adlı eserinin ikinci faslından, ortaçağ/yeniçağdaki sapık kolların işlendiği bölümden alınmıştır...

    '..ikinci devre, temas ettiğimiz gibi, hezeyan aklından sonra akıl hezeyanı çığrıdır ve İbn-i Teymiyye isimli kişiden başlar.

    «Hezeyan aklı» tabirinde ağırlık hezeyanda, «akıl hezeyanı»nda ise akılda... Birinde asıl, akıl taslayan hezeyan, öbüründe de hezeyana varan akıl... A-B çizgisi veya B-A hattı... Aynı şey... Fakat küçük bir (nüans-incelik) farkiyle ikincisi çok mühim ve nazik... Zira bu devrenin kapı açanı, günümüze kadar gelen ve günümüzde yeniden uyandırılmak istenen, İslam'a materyalist bakışın son derece tahripçi ve ilerideki ihtilatlariyle gayet tehditçi ilk örneğidir.

    Hicri 5. ve 6. Asırlarda Hasan Sabbah'a kadar gelen ve sonra bir müddet durdurulan hezeyan aklı,7. Asrın sonunda ve 8. Asrın başında İbn-i Teymiyye eliyle ve dış idrak perdesinde mantıki hissini verici bir şeytaniyet dehasiyle, arada devletini kurmuş ve günümüzün iman iddiasındaki sefil idraklerine kadar nüfuz etmiş olarak sürüp geldi.

    Ne gariptir ki, bazı muteber İslam ansiklopedilerinde, kıymet hükmü eserlerinde ve çağımızın birtakım karabaş beyaz sarıklılarında ve fetva hokkabazlarında İbn-i Teymiyye, akıl ermez bir itibar merkezi ve ihtiram hedefidir. 7.Asırdan beridir de, büyük bir velinin «dini içinden yıkan kafir» diye andığı bu itikat akrebini ateşle halkalayıcı bir davranış yapılamamış daha doğrusu, onun ilerideki ihtilatlarına karşı bir panzehir tertiplenememiş, bu mevzu küçümsenmiştir.

    Büyük bir alim olduğu, hele Hadis ilminde parmakla sayılacak İnsanlar içinde bulunduğu bir hakikattir. Fakat İmam-ı Gazali gibi bir hikmet dehasına saldıran ve onu hadis ilminde cahillikle suçlayan bu adam «kitap yüklü merkep» ölçüsünü yüzde yüz canlandırıcı haliyle cehaletin ta kendisidir.

    «Makul ve menkul (akıl ve nakil yoliyle gelen) ilimler arasında uygunluk» isimli 6 ciltlik eseri etrafında yüzlerce eser sahibi... Kimi felsefeye, kimi bid'atlere, kimi Hıristiyanlık hayal ve masallarına, kelam ilmine, Rafizilere, Şiilere ve Kaderiyyecilere çatan bu eserlerin yalnız başlıklarını okuyanlar, içinde bomba saklı bir çukulata kutusu gibi onu, en tatlı manada bir Sünnet Ehli mütefekkiri sanabilirler... Fakat kutuyu açıhnca bomba patlar ve «Kitab-ül-İman» isimli eserin sahibi bu sapığın, akli metoda hezeyan kusturan ve maverai idraki katleden «suret-i hak» peçeli bir imansız olduğu meydana çıkar.

    Davası, şu maddelerin çerçevesi içinde hulasa edilebilir: «Kur'an ayniyle, noktası noktasına zahirine göre anlaşılmalı ve ele alınmalıdır. Allah, Kur'anında Arş üstünde istiva ettiğini, zatiyle mekan ifade ettiğini mi bildiriyor, aynen böyledir ve onu şekil ve mekandan tenzih edici hiçbir mecazi idrake sebep yoktur. Allah (benim elim her elin üstündedir!) buyururken bu ifade mecazi değil, aynen vakidir. Bahis mevzuu el de bildiğimiz insan elidir.»
    Ve işin en korkunç tarafı şu hükümde:

    «Allah, ayniyle insan şekil ve suretindedir.»

    Nitekim bir gün Şam'da zehrini ürettiği demlerde minberden bir iki basamak iner ve şöyle der:

    - «İşte Allah, benim bu minberden indiğim gibi yere iner! »

    Serapa küfür belirten bu görüşten sonra talak (boşanma) ve zekat bahsinde şeriate tam zıt nice iddialar... Din ölçülerinin üçüncü temeli «icma-ümmetin toplu hükmü» usulüne aykırılık ve bu aykırılığın caiz olduğu hükmü... Hazret-i Ömer ve Ali'ye hücumlar ve onların güya yanıldıkları noktaları sayıya vurmalar... İmam-ı Gazali ve Muhiddin Arabi'yi küfürle itham etmeye kadar gitmeler.

    Ve en hassas tehlike noktası ve nasipsizlik ifadesi olarak, tasavvufu, batın temelini, topyekun evliyayı, ruhu, ruhaniyeti inkar etmesi ve onlara yönelmeyi küfür sayması, türbe ve mezarları ziyarete şirk göziyle bakması, hatta Allah Resulünün Kabe'den üstün bilinen mukaddes Ravzasına kadar ruhaniyet yollarını tıkamaya kalkması...

    Bu adam, apaçıktır ki, dış dünyayı dışların dışından beş hasseden başka hiçbir anlayış ve seziş melekesine sahip değildir ve İlahi idrakten yana kör ve topaldır.

    İbn-i Teymiyye, aklı çıkmaz sokaklara sürücü ve güya mantık zırhı içinde yürütücü ve topyekün insan ve kainatı kaybettirici nazariyelerinin, kendisinden 4 asır sonra da batı materyalizmasına akraba bir mahiyet kazanmasına ve arınmasını bekleyen İslamı temelinden çürütme istidadının doğmasına vesile olmasaydı ele alınmaya değmezdi. Fakat belirttiğimiz hususiyetleri bakımından, İslamı arınma davasının en büyük düşmanları arasında yer alıyor ve kozasında ölen bir böcek gibi eserlerinin ölü muhafazası içinde bırakılmaya gelmez bir mahiyet arzediyor.

    Bugünkü Vehhabiliğin, başıboş içtihad davranışlarının, her türlü reformcuların, her türlü ruh ve mana zedeleyicilerinin, doğrudan doğruya, yahut dolayısiyle babası İbn-i Teymiyyedir ve onu «İslam materyalisti» diye yaftalamak yerinde bir teşhistir. Zira o'nun sistemi Allah ve Resulüne inanmanın değil, inanmamanın ve ancak böyle olursa tersinden mantıkı bir tertibe girmesi kaabil bir görüş belirtmektedir ve güneşi kabul edip ışığını kabul etmemek gibi bir akıl hezeyanı içine düştüğü tezat kuyusunu sadece herşeyi inkar etmek suretiyle kapatabilir ve tezadsız bir küfür olarak kalır. Oysa, en büyük tezad içinde küfür... Allaha, yani gaibe inanan, böylece gaibler ve sırlar alemine bel bağlayan bir anlayış nasıl olur da ruhu, ruhaniyeti reddeder, Kur'andan başlayarak herşeyi beş hasse planına bağlar ve Yaratıcıya insanı vasıflar verir? ...

    Bütün bu verdiğimiz bilgiler gerçeğe öylesine uygundur ki. Batı kaynaklı ve Cumhuriyet mamülü bir eser olmasına rağmen sanki Sünnet Ehli diliyle konuşuyormuşçasına, Maarif Vekaletinin yayınladığı «İslam Ansiklopedisi»nde bile kayıtlıdır.

    İbn-i Teymiyye devri Osmanlı Devletinin kuruluş zamanlarına tesadüf eder. Merkezini kurduğu yer, Mısır... Mısır Sultanının huzurunda bazı din adamlarıyla tartışmalara girişir ve neticede Kahire kalesinde hapse atılır. Bir müddet sonra kurtulur. Mısır'dan çıkar ve aynı yolda devam ettiği için Şam zindanına atılır.

    İslam alimleri İbn-i Teymiyye mevzuunda değişik fikirlere yer vermiş ve bir kısmı onu rafizilik ve küfürle suçlandırırken bir kısmı da ilmine hayran ve iddialarına taraftarımsı veya sükuti bir tavır takınmışlardır. İbn-i Batuta ve İbn-i Hacer gibi büyükler o'nun sapıklığına inananlar arasındadır. Buna mukabil, birkaç asır sonra gelecek ve en tehlikeli yolu açacak olan Mısırlı Şeyh M. Abduh tarafından kurulan «Mısır Islahat Fırkası» onun eserlerine kucak açmış ve yerinde görüleceği gibi, İslamı asliyetinden inhiraf ettirmekten başka manaya çekilemez reformculuk cereyanının ilk destekçisi saymıştır.

    Kur'an ve Hadisin zahirine göre itikat ve amel etmek ve bu iki emir kutbunun hakikatine erme yolunda ne «İcma», ne de «Kıyas» gibi hiçbir vasıta tanımamak, maverai her anlayış ve görüşü dibinden kazımak ve böylece başta Kur'an ve Hadis bulunmak üzere topyekün kainatı elden çıkarmak ve ebedi helake yol açmak metodundaki bu adam, birkaç cilt içinde serptiği zehirli tohumların, nihayet bir devlet ve maddecilik dünyasına uygun bir zihniyet ağacı haline gelmesinden başlıca sorumludur.

    «Arınma Çağında İslam»ın da, içten başlıca bozguncusu olarak tam bir teşrih ve tahlile tabi tutulması gereken habaset merkezi...

  • ibni teymiyye

    25.12.2006 - 23:02

    İBN-İ TEYMİYYE

    Şimdi bütün bu yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibaret kuru akıl çerçevesine döküşlerin; ona da nasıl inandıkları ayrı bir mesele teşkil etmek üzere 'Nas-Kur'ân hükmü' dışında hiç bir şey kabul etmeyişlerin ve Kur'ân'ı kuru akla göründüğü gibi ele alışların baş temsilcisi İbn-i Teymiyye'ye sıra geliyor.

    Sekizinci Hicrî Asrın bu kuru kafası, kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan 1 asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemaleddin'e (Cemaleddin-i Efganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzüre bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki (reform) culara doğrudan doğruya veya dolayısiyle dayanak olmuştur.

    Bir âlim, evet... Fakat... Kuru, hedefini şaşkın, sır âleminin vecde düşürücü müşahedesini kaybetmiş ve derinliğine hikmet ufuklarını karanlığa boğmuş bir ilim, hiçbir şey bilmemekten daha kötüdür. îbn-i Teymiyye bu ikinci sınıfın baş örneğidir; ve mesleği, kısaca, şeriati dış çehresiyle ele almak, onu uzunluğuna ve genişliğine ele alırken derinliğinden mahrum ederek hacimden uzaklaştırmak ve satıh haline getirmek ve bu yolda İslama bir nevi maddecilik ve kuru akılcılık getirmeye kalkışmış olmaktır. Yâni İbn-i Teymiyye, şeriati doğrulayıcı akla, onun gördüğünden-ötesini kabul etmemekle, farkında olmaksızın bir nevi selâhiyet ve hâkimiyet tanımış oluyor ki, akla böyle bir selâhiyet ve hakimiyet tanımak, hem aklı, hem imanı anlamamak ve dalâletin en dipsizine düşmek oluyor. Eğer insan 'ben Kur'an-ı aklımla tefsir ederim' dese de tefsiri Beyzavî Tefsirinin aynı olsa yine küfürdedir. Aynı akılla Allah'ı inkâr edenler, ters tarafından İbn-i Teymiyye ile aynı daire içinde mahpusturlar. Bu bahis gayet girift ve uzundur ve İbn-i Teymiyye mektebinin bazı ihtilâtları, hattâ son zamanlarda yurdumuzda talebe kaydetmeye kadar giden sirayetleri ve kolayca yerleşme avantajı bakımından ne kadar üzerinde durulsa yeridir. Akla bahşedilen öyle bir kolaylık ve ucuzluk ki, yarım akıllara İlâhî esrara karşı bir nevi horozlanma sevdasını veriyor, İlâhî esrarı çözülmüş şifre kâğıtları halinde sepete attırdığının farkında olmuyor; ve işte bu haliyle günümüzde İslâm Enstitülerine kadar sızmış ve bazı gruplar arasında modalaşmış bulunuyor.

    Tasavvufu inkâr etmek, Resuller Resulünün ruhâniyet ve bâtınını tanımamaya varır ki, hem de sözde şeriatten yana görünmenin maskesi altında topyekûn ve en hain şekilde küfre ulaşır. Bu gibilerin (diyalektik) tekerlemeleri ise, (Sokrates) in buluşiyle, flüt çalana inanıp da flüte inanmamak derecesinde hayalî bir abes ve hamakat teşkil eder. Anlaşılmaza inanıyor da onun tecellilerindeki sırrîlik ve gizliliğe inanmıyor! ! !

    Koca İmam-ı Gazalî... Aklı akılla tükettikten sonra şöyle der:

    '- Aklın hudut noktasına vardım ve gördüm ki, onunla erişmek boş hayâl... Peygamberin ruh feyzine yapışmaktan ibaret her şey... Öyle yaptım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın ötesidir.'

    Bunlarsa aklı tüketip ötesine geçenler değil, en iptidaî aklın tükettikleri...

    '- İbn-i Teymiyeye, dini içinden zedeleyen kâfir...'

    Bu sözü, ben söylemiyorum; 'Altun Silsile'nin 33'üncü halkası, 14'üncü Hicrî ve 20'nci Milâdî Asrın « irşad kutbu » söylüyor.

    Kocakarıların hayâl aynasındaki mevhum çizgilerle, Allah'ın esrar perdesindeki sonsuzluk nakışları ve tasavvufun sahtesiyle gerçeği arasında ayırd edici meleke, işte İbn-i Teymiyyede mevcut olmayan selim akıl ve mümîn kalbleri ışıldatıcı ilâhî nurdur. Nur yoksunu, o...

    (Necip Fazıl,Türkiye'nin Manzarası)

  • sağlık

    25.12.2006 - 22:46

    Sağlık bulayım diye hemen herkesin tükettiği bitkisel çayların bilinçsiz kullanım halinde hayatınızı karartabileceğini biliyor muydunuz?
    Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Leyla İyilikçi, bitkisel ilaçların bazılarının, ameliyatlardan birkaç gün önce alınması halinde, hastayı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bırakabildiğini söyledi.

    Ekinezya bitkisinin cerrahi yaklaşımdan mümkün olduğunca erken kesilmesini öneren Doç. Dr. İyilikçi, bu ürünün kullanılması halinde hastanın tedaviye ve ilaçlara geç yanıt verebileceği uyarısında bulundu. Sarımsağın kan basıncını ve kolesterolü düşürdüğünü kaydeden İyilikçi, bu ürünün de cerrahiden en az bir hafta önce kesilmesi gerektiğini ifade etti.

    Doç. Dr. İyilikçi, ördek ayağı, baldırıkara, gümüş kayısı gibi ürünlerin cerrahi müdahaleden 5 gün önce, gingseng gibi ürünlerin ise en az 36 saat önce kullanımımın kesilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

    Doç. Dr. İyilikçi, herbal ürünlerle ilgili şu bilgileri verdi:

    'Tarçın, yaşlılığın getirdiği hasarları önlemektedir. Kan şekerini düşürür. Meyan kökü, ameliyat öncesi kan basıncı artışı, aritmiye neden olur. Operasyon sırasında EKG değişiklikleri ortaya çıkabilir. Birçok ilacın metabolizmasını değiştirebilir. Isırgan otu, ülkemizde oldukça sık bulunan tohum, kök veya yaprak çayı şeklinde tüketilmektedir. İdrar artırıcı, ödem çözücü, demir eksikliğini gidermek, anemiyi önleyici, prostat büyümesine karşı kullanılır. Ağır kalp ve böbrek hastalıklarında diüretik etkisi nedeniyle elektrolit değişikliklerine neden olabilir. Yeşil çay, antioksidan, kolesterol ve yağ asitlerini düşürür. Kilo kaybı, kan basıncı ve kan şekerini düşürebilir'

  • kelime oyunu

    25.12.2006 - 22:11

    -Lütfen beni sıkboğaz etmeyin...

    -Peki şık bir boğaz gezisine ne dersiniz?

  • tükeniş

    25.12.2006 - 22:10

    İETT otobüslerinde sabah sabah ayakta bekleyerek derse yetişmeye çalışmak...

  • sözün bittiği yer

    25.12.2006 - 17:24

    belki alakasız gelebilir ama,bu terim bana Tarkovski'nin şu satırlarını hatırlattı...

    '...daha önce de belirttiğimiz gibi,sinemayı tiyatrodan ayıran şey,filmin,kişilikleri bir mozaik şeklinde film şeridine kaydetmesi,yönetmenin de sonradan bunlardan sanatsal bir bütünlük meydana getirmesidir...Buna karşın tiyatro,spekülatif çözümlemeciliğin çok büyük önem taşıdığı bir oyunculuk çalışmasının yürütülmesini talep eder...Tiyatroda bütünün göz önünde tutularak kişiliklerin ilkesinin belirlenmesi,oyunda rol alan insanların eylem şemasının ana hatlarıyla çizilmesi,oyuncuların birbirlerini ne şekilde etkileyeceğinin,oyundaki davranışlarının ve sebeplerinin genel olarak işlenmesi gerekir...Oysa sinemada önemli olan,o anki durumun,ruh halinin aslını bulmaktır...Bazen bu doğruya ulaşmak,oyuncuları çekim boyunca kendi hayatlarını yaşamaktan alıkoymak ne kadar da zordur! Rolünü canlandıran bir oyuncuya,kendini en iyi şekilde ifade etme olanağı tanıyan ruhsal durumunun en derin köşelerine nüfuz etmek ne kadar da zordur! '

  • kült film

    25.12.2006 - 16:26

    'Ukigusa' (1959)

    Yasujiro Ozu

Toplam 983 mesaj bulundu