Selahattin Aykurt Adlı Üyenin Nedir Yazıları ...

  • butan

    02.05.2008 - 11:24

    RÖPORTAJ:BUTAN KOMÜNİST PARTİSİ(MAOİST) GENEL SEKRETERİ VİKALP BUAT'DA HALK SAVAŞI ENGELENEME


    Wednesday, 14 November 2007
    BKP(M) : 'Butan Halk Savaşı Engellenemez'

    19 Haziran 2007

    Röportajı Gerçekleştiren: T. P. Mishra, Bhutan News Service

    Butan Komünist Partisi (Marksist Leninist Maoist) [BKP(MLM) ] 2001’in ortalarında kuruldu ve kuruluşunu 2003’te kamuoyuna deklare etti. Parti, mevcut rejimi bir bütün olarak alaşağı etmek ve devamında bu Himalaya krallığında bir halk hükümeti kurmak üzere, halk savaşı metodunu savunuyor. BKP(MLM) en çok, sürgün Butanlıların yaşadığı Jhapa Camplarındaki büyük olaylardan sorumlu tutuluyor. Bhutan News’in BKP(MLM) genel sekteri ‘Vikalpa’ ile, posta usulü ile yaptığı röportajda, Vikalpa, Partilerinin misyonunun her koşul altında, halkın hakları için mücadeleyi sürdürmek olduğunu söyledi.

    BNS: Neden Butan’da bir Komünist Parti kurma ihtiyacı hissettiniz?

    Vikalpa: Nerede baskı varsa, orada başkaldırı da söz konusudur. Ve isyan, her zaman hükümranlığın baskısını parça parça alt edip, özgür toplumu kurmaya muktedir bir güç taşır. Fakat, isyanı başlatmak, devrimci bir partiyi gerektirir. Yine, devrimci bir parti yaratmak devrimci bir ideolojiyi gerektirir. Söz konusu olan ideoloji ise 21.yüzyıl için Marksizm Leninizm Maoizm’dir. Bu sebeplerden ötürü Komünist Parti’yi Butan’da inşa etmeye karar verdik. Bununla birlikte, eski parti ve organizasyonlar, kendilerini insanların yalnızca politik olarak istihdam edildiği “şirketler”e indirgeyen, iradelerini diğer ülkelerdeki güçlere teslim eden kurumlar olup, kendi bencil düşlerinden ibarettirler. Şu halde bu parti ve organizasyonlar iki grup halinde değerlendirilebilir: Butan yanlısı ve ABD yanlısı. Özgürlük özlemi ve sevgisi içinde olan Butan halkının ve sürgün edilmiş devrimci Butanlıların, yani bu topraklara ait insanların yüzde 95’lik kesimi için Komünist Parti’yi kurmaya karar verdik. Tüm bunlara dayanarak, Butan’da, MLM çizgide bir Komünist Parti’nin ihtiyaç olduğu konusunda karar kıldık.

    BNS: Partiniz bu süreçte neler yapıyor?

    Vikalpa: Şu an, partimiz ülkeyi elinde tutan yüzde beşlik feodallere karşı yüzde 95’lik kesim için mücadele yürütmektedir. Bundan dolayı, partimiz, devlet gücünü, o gücü elinde tutan yüzde 5’lik kral feodallerinden, yüzde 95’lik kesimi oluşturan köylülere ve çalışan sınıflara geçirmeyi istiyor. Bunun politik bilinç temelinde “dünyayı sarsacak devasa bir devrimle” mümkün olacağı kesin. Bu bağlamda, politik bilinci yükseltmek ve devrimin gereklerini ivedilikle yerine getirme konusunda hızlı bir hazırlık içindeyiz.

    BNS: BKP(MLM) neden sürgün edilmiş Butanlıların yaşadığı kamplarda sorun yaratan bir etkinlik içerisinde?

    Vikalpa: Partimiz kamp bölgelerinde sorun yaratmıyor. Butan rejiminin temel metodu, ‘sessiz bir devlet terörü’ uygulayıp, adalet özlemi içinde olan insanları “terörist” ithamıyla suçlamak, yine aynı yolla halkın ulusal hareketinin karşısında anti-ulusal bir hareket örgütlemek ve ulusal hisler taşıyanları terörist ilan etmektir. Onlar halkın düşmanıdır ve kullandıkları bu metod düşük yoğunluklu komplolarının sembolüdür. Bu hainler her nasılsa, bazı medya organlarının kullanarak kafa karışıklığı yaratmaktadır. Butan halkı onları asla bağışlamayacaktır.

    BNS: Partiniz, Birleşik Devletler’in üçüncü ülke yerleşimi önerisi ile ilgili ne düşünmektedir?

    Vikalpa: Şimdi, kamplarda yaşanan olaylar oldukça dramatiktir. BKP(MLM) ’nin kuruluşundan önce hiç bir parti sürgün Butanlılar sorunu ile ilgili olmamıştır. Fakat Parti, 2001’deki kuruluşundan ve resmi deklarasyonunun yapıldığı 2003 yılından sonra, yalnızca Butan’daki monarşik yapıya tokat atmakla kalmamış, Hindistan’da ve Birleşik Devletler’de Butan konusunda tezahür eden dramatik durumla ciddiyetle ilgilenmiştir. Birleşik Devletler’in Güney Asya diplomatı olan Julia Taft ile Hindistan Güvenlik Yüksek Komiseri Brajesh Mishra’nın Butan üzerine bir dizi görüşmelerde bulunması ise, dünya emperyalistlerinin ve Butan feodalizminin sürgün Butanlılar konusuna olan ilgisini, dahası bu konuda nasıl da kolektif bir irade birliği için çabaladıklarını ve Butan hareketinin etrafını sarıp parçalamak için nasıl entrikalar çevirdiklerini gösterir niteliktedir.

    Butan Feodalizmi ve dünya emperyalistleri, BKP(MLM) ’nin halka yönelik olan programlarını yalnızca kaygıyla değil, büyük bir korkuyla karşılamaktadır. Onlar, kampları, BKP(MLM) ’nin örgütlendiği temel alanlar olarak görmekteler. Fakat, onların bu metafizik düşünceleri, onların bu yanılsamaları, onları partinin Butan içindeki faaliyetlerini görememe zaafına düşürmektedir. Bu düşünceleri, kampları sökmek istemelerinin ve kampta yaşayanlara ülke dışında iş vaatlerinde /dolar vaatlerinde bulunmalarının temel sebebidir. Ne var ki, krallık elitlerinin ve Birleşik Devletler yetkililerinin bu vaatlerinin dahi gerçekliği yoktur. Onlar yalnızca komprador sermaye ile çalışırlar. Geçmişte demokratik mücadele içinde liderlik yapmış kimi sözde liderlerin ABD yanlısı faaliyetleri de bunu kanıtlamaktadır.

    Sonuç olarak, kampta yaşayan bazı saf, akılsız insanların, iş ve cömert ücret vaatlerine aldanıp, el altından birtakım formları doldurduğu, kompradorların himayesine girerek, kampta olay çıkardığı ve partimizi olaylardan sorumlu tutmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Olaylar medya kanalıyla yanlış yorumlanmakta, konu sansasyonel gazeteciliğin insafına bırakılmaktadır. Onlar, BKP(MLM) kadrolarının bazı hatalarını kullanarak, kendi terörlerini örtbas etmek ve olanların sorumluluğunu BKP(MLM) ’ye yükleyerek bizleri kitlelerden ayırma hevesi içindedirler. Diğer yandan bu yaptıkları partinin savaş yönelimini kesinleştirmekte, kendi sonları yakınlaştırmaktadır. Tüm bunlarla birlikte, bu olanlar Butan devriminde dost ile düşmanın net bir şekilde ayrılması adına küçük de olsa olumsuz bir etki yaratmıştır.

    BNS: Sürgündeki parti kadrolarının Butan’a dönmesi olanaklı mıdır?

    Vikalpa: Bizim toplumumuzda söylenegelen eski bir deyim vardır: “Niyet varsa, yol da vardır” Eğer, kararın yüreğinin içinden geliyorsa, onun önünde durabilecek engel yoktur. Üstelik BKP(MLM) ülkenin içinden örgütlenmiş ilk ve tek partidir. Kadrolarının büyük bir çoğunluğu Butan içindedir. Bu, devrimimizin baskın yönüdür. Sürgün kamplarında yaşayan Butanlılar, devrimimizin yalnızca “ek” olan yönüdür.

    BNS: Bu parti, Butan halkının geleceğini nasıl görmektedir?

    Vikalpa: Monarşiyi bir bütün olarak alaşağı etmedikçe Butan halkı için bir gelecek yoktur. Güney Butan nüfusunun yüzde ellisini oluşturan ve Sadhri ile Tshangla dillerini konuşanları kapsayan büyük bir kesim birkaç ay evvel uygulanan yeni seçim programındaki F-4 ve F-5 planlamaları suretiyle özel bir kayıt altına alınmış ve bu suretle vatandaşlık haklarından mahrum edilmişlerdir. Bu kesimin devlete dönük herhangi bir talebi söz konusu değildir. Bu onları ülkeden tahliye etme niyetlerini gösteren çarpıcı bir gelişmedir.

    BNS: Partiniz “İç Savaş” diye adlandırdığınız süreci ne zaman ilan edecek?


    Vikalpa: Büyük ve şanlı partimiz BKP(MLM) , İç Savaş için değil “Uzun Süreli Halk Savaşı” için hazırlık yürütüyor. Fakat ulusun özgürlük hareketi ile sınıf mücadelesini birleştirme politikası, etkili bir ilerleme göstermesi amacıyla kamuya açıklanmıştır. Eğer bir yabancı müdahalesi söz konusu olursa, yabancı unsurlara karşı bütün diğer parti ve örgütler de dahil olmak üzere devlet iktidarıyla (monarşiyle) bile bir ulusal cephenin oluşturulabileceği bir Ulusal Savaş halini alacaktır. Fakat devlet iktidarı (monarşi) bir ihanet içine girerse, en sonunda, Butan’ın ve Butan halkının egemenliğini muhafaza etmek için İç Savaş dışında bir seçenek kalmayacaktır.

    BNS: Bu partinin Nepal ve Hindistan’daki radikal güçlerle herhangi bir bağlantısı bulunuyor mu?

    Vikalpa: BKP(MLM) bir asalak olmadığı gibi dış yardım alan bir harekete de inanmıyor. Bağımsız bir partidir ve kendi yaratıcılığı içinde bir örnek sunmaktadır. Nepal ve Hindistan’daki adı geçen radikal güçlerle ilişkimize gelince, bu güçlerle herhangi bir bağlantımız yok. Fakat komünist güçler arasında manevi bir destek ilişkisi her zaman vardır, çünkü ideolojik temelimiz ortaktır.

    BNS: Butan sınırları içinde partinizin nüfuzu altında ne kadar bölge vardır?

    Vikalpa: Partimiz 22 Nisan 2003’te kamuoyuna ilan edilmesinden bu yana Butan’daki 20 bölgenin 16’sında ve sürgün bölgelerindeki yedi kampın hepsinde duvar yazılama, afişleme, broşür dağıtımı, bayrak asma ve açık ve kapalı alan toplantıları düzenleme programlarını başarılı bir şekilde yürütüyor. Bunlar proletarya partimizin nüfuzunu ve yeterliliğini göstermektedir. Bunların yanı sıra, yaklaşık dört yıldan bu yana partimiz hem nitel hem nicel olarak kitleler içinde sağlam bir yer edinmiş durumdadır. Fakat kaç bölgede mevzilerimizin bulunduğunu açıklamak için doğru bir zamanlama değil. Şartlar olgunlaştığı zaman bunu da açıklayacağız.

    BNS: Hindistan’ın Butan’ın iç işlerine belirgin müdahalesinin üstesinden gelmek konusunda partinizin stratejileri nedir?

    Vikalpa: Hindistan halkı bizim yanımızdadır; fakat Butan’daki feodal monarşik sistem Hindistan yayılmacılığı ve dünya emperyalistleri tarafından destekleniyor; bu yüzden de partimiz, parti kadrolarının daha sonra mutlak monarşiyle savaşırken bu iki gücün karşısında durabilmeleri ve buna fikren hazırlıklı olmaları için şimdiden onları eğitiyor. Demin de bahsetmiştik, şartlar gerektirdiği zaman savaş Ulusal Savaş biçiminden İç Savaş biçimine dönüşebilir. Hepimiz 21. yüzyıl Marksizm-Leninizm-Maoizm’inin bilimsel savaş sanatıyla donanmış durumdayız; bu nedenle de bir İç Savaş patlak verdiğinde müdahaleci unsurların ne pahasına olursa olsun mağlup olacağı kesindir. Bu türden unsurlar Vietnam’ın, Çin’in, Küba’nın ve daha pek çoğunun tarihinden dersler çıkarmalıdır. Bunlar bağımsız Butan halkının öfkesine maruz kalacaklardır.

    BNS: Sürgünde kurulan diğer siyasi partiler dahi BKP(MLM) ’ye karşı çıkıyorlar. Neden partiniz Butan Hareketini Yönlendirme Komitesi (BHYK) içinde yer alamadı?

    Vikalpa: Demokratik bir birlik için bu partilere defalarca gittik, fakat bir sonuç alamadık. Hatta teklif ettiğimiz önerinin bir nüshasını sunabiliriz. Fakat sürgündeki siyasi parti ve örgütler, gerçekte, kitleler için ter dökmek istemiyor. İstedikleri tek şey, gerçek meseleyi konuşmaktan çok onun çevresinde dönüp durmak. Bizi kendi cephelerine almadıkları gibi girmemizi de istemiyorlar.

    Tabiatlarında var olan bu eğilime bir son vermek zorundadırlar. BHYK ile ilgili söylenebilecek ilk şey, ideolojik temelinin net olmadığıdır. Bunun dışında, halkın duyarlıklarını korumuyorlar. Ayrıca, kuruluşu sırasında sıkıntı çekmedik ve izole edilmiş değildik. Biz BHYK’yi sürgündeyken kendilerini sadece kırtasiye işleriyle sınırlamış olan, tahliye edilmiş Butanlıların bir örgütlenmesi olarak görmekteyiz. Kendilerini kırtasiye işleriyle sınırlamış ve devlet baskısı korkusuyla Halk Savaşı’ndan kendilerini izole etmiş unsurlarla bir ittifak oluşturmanın bir anlamı yok.

    Şunu güçlü bir şekilde ifade ediyoruz ki; BKP(MLM) dışında hiçbir siyasi partinin Butan’da mevzisi yok ve biz de mücadelelerini yalnızca sürgün faaliyetlerine hapsetmiş unsurlarla girilecek bir ittifakın yanında değiliz. Eğer BHYK, Butan’daki halkın davası için hazırsa o zaman BKM (MLM) ile arasında mesafeyi azaltmak ve hem legal hem de illegal mücadele için hazırlanmak zorundadır. Butan’ın nesnel ve öznel koşulları nedeniyle güç kullanmaksızın herhangi bir ilerleme sağlanamaz. Ancak BHYK’nin böyle bir alternatif için adım atması durumunda BKP(MLM) ile BHYK arasındaki ittifakın gerçek bir anlamı olacaktır.

    BNS: Butan’da 2008 yılında yapılması önerilen seçimlere nasıl bakıyorsunuz?

    Vikalpa: Güç kullanımı yoluyla halk karşıtı anayasayı zorla kabul ettirerek yapılan bir seçimin meşruluğundan söz edilemez. Geçmişte, henüz anayasa yokken yasadışı bir otokrasi vardı, fakat 2008’den sonra anayasal monarşi örtüsü altında (halk üzerinde) yasal bir otokrasi yaşanacak. Bu seçimin uluslararası kamuoyunun gözünü boyamaktan öte bir anlamı yoktur.

    BNS: Butan’daki demokrasi hareketi neden hep başarısız oldu? Partinizin Butan’da demokrasinin kurulmasına yönelik iyimserliği ne ölçüdedir?

    Vikalpa: Butan’daki demokrasi hareketinin başarısızlığının ardında pek çok sebep sayılabilir; fakat “ideolojinin sefaleti” bunların arasında esas olanıdır. Başkan Mao Zedung, ideolojinin doğruluğu ya da yanlışlığının her şeyi belirlediğini söylemiştir. Eğer ideoloji doğruysa, ihtiyaç duyulan her şey elde edilebilir; eğer yanlışsa elde bulunanlar bile zamanla kaybedilir. Bu, Butan devriminde de yansımasını bulmaktadır.

    Eski siyasi partiler ve örgütler, doğru ideoloji ve taktiklere sahip olmadıkları için [başarısızlığa uğradılar]. Ne halkın desteğini kazanabildiler ne de askeri bir güce sahip oldular. Butan devriminin temel bileşenlerini anlamak noktasında başarısızlığa düşerek labirentte yollarını kaybettiler. Feodal monarşik sistem bu türden hatalar yüzünden Butan demokratik mücadelesini küçümsemiştir. Fakat Marksizm-Leninizm-Maoizm’in bilimsel temelinde yükselen BKP(MLM) bu türden hatalı faaliyetlere bir son vermek ve Butan devrimine doğru bir yönelim kazandırmak için kurulmuştur. Butan devriminin bileşenlerini doğru bir biçimde tespit etmiş ve yeni ve güzel bir Butan kurmak üzere doğru bir hat belirlemiştir.

    Eğer tarihsel 9. Merkezi Konferans [CC? ] toplantısında oluşturulup önemle tavsiye edilen “Butan devrimi üzerine beş sentez ve üç direktif”ine bakıldığı zaman her şey çok açık biçimde anlaşılacaktır. Doğru durumun doğru bir şekilde değerlendirilmesine bir örnektir [bu belge]. Partimiz doğru bir ideolojik temele dayandığı ve halktan kitlesel bir destek gördüğü için halk iktidarı kurulmasında ve halkın ülkenin gerçek sahibi olmasında partimizin öncü bir rol oynayacağına dair tam bir umut besliyoruz.

    BNS: Zaferi kazanacağınızı nasıl bu kadar kesin iddia edebiliyorsunuz?

    Vikalpa: Butan’daki devrim tek bir parti için kazanılmış bir sorumluluk değildir. Özgürlüğüne bağlı halkın yanında ve mutlak monarşinin karşısında olan bütün siyasi partiler, örgütler ve bireyler bu dönemde bir platformda birleşmek durumundadırlar. Geçmişin örgütsel ve bireysel (siyasi) hatalarının farkına varılır ve güçlü bir birlik altında yer almaya cesaret edilirse Butan’ın küçük kukla kralı bir mum gibi eritilecektir. Bu türden bir mücadele içinde yabancı provokasyonlar da güçlü bir şekilde engellenebilecektir.

    Diğer siyasi parti ve örgütlerde devrimci bir ruh olmadığı için, BKP(MLM) , söz konusu demokratik cephenin inşa edilmesinde öncü rol oynayacaktır. Siyasi partilerden bazıları partimiz tarafından önerilen bu konu hakkında henüz bir yanıt vermemiş olsa da, BKP(MLM) adına onlara bütün samimiyetimle Butan topraklarında mutlak değişiklikler uğruna böylesine şanlı bir başlangıç için herhangi bir kazanılmış hak ve şüphe söz konusu olmaksızın zamanında adım atmaları için çağrıda bulunuyorum. BKP(MLM) yakın bir geçmişte Butan kralına çok esnek bir talep mektubu yollamıştır. Ben, bir kez daha, bütün samimiyetimle kendisine sorunu ciddiyetle ele almasını ve [mektubun] hükümet nüshasını bir an önce yayınlamasını öneriyorum. Eğer bu bizim zayıflığımız olarak değerlendirilirse, o zaman “devlet iktidarı” gereken her türlü durumla karşı karşıya kalmaya hazırlıklı olmalıdır. Hiçbir güç halkın adalet ve değişim mücadelesini durduramaz. Bütün gerici kuvvetler halk mücadelesinin yarattığı kasırgayla süpürülüp temizlenecektir.

    [Kaynak: News Blaze, Apfa News

    Çeviri: Solun Doğusu, İngilizce]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • butan

    30.04.2008 - 22:34

    BUTAN'DA HAREKETLİLİK MAOCULAR SİLAHLI MÜCADELEYİ BAŞLATTI....


    Saturday, 09 February 2008


    Butan, 9 Şubat 08 - KR

    Butan Komünist Partisi (Marksist Leninist Maoist) yeni bir açıklama ile silahlı mücadele dekleresyonunda bulundu.

    Dört gün önce yayınlanan basın açıklamasına göre parti, Kuzey illerinden Samchi’de 3 Şubat günü patlayan bombanın sorumluluğunu da üstlenerek, eylemin hükümetin seçimle ilgili dökümanlarını imha etmeye yönelik olduğunu vurguladı.

    Bundan yaklaşık 10 ay önce 13 maddelik bir bildiri yayınlayan BKP(MLM) , krallık otoritesinin yerine çok partili demokrasiye geçilmesini istemiş, Butanlı mültecilerin yurtlarına dönmesi ve toprak reformu yapılması gibi bir dizi konuda taleplerini ilan etmişti.

    Açıklamada şu sözlere yer verildi. “Hitler rejimini andıran Wangchuk monarşisini tarih sahnesinden silmek ve yeni bir Butan yaratmak için halk savaşını başlatıyoruz.” Açıklamada, partinin yeni bir Butan için Wangchuck monarşisine son verilmesi gerektiğine karar verdiğine yer verildi.

    Açıklama şöyle devam etti. “Butan hükümeti, 13 maddelik talebimize tatmin edici yanıtlar vermek yerine, zorba yöntemlere başvurarak ve yalancı bir seçim tezgahlayarak bizi silahlı mücadeleye zorlamıştır.

    Ocak ayının ilk haftasında parti içindeki muhalifler genel sekreter Bikalpa’yı, oportünist, kendiliğenci ve sağcı olduğu iddiasıyla tasfiye etmiş, Birat’ın genel sekreterliğe getirildiği yeni bir yönetim komitesi kurulduğunu duyurmuşlardı. Aynı zamanlarda parti, ulusal meclis seçimlerinin yapılacağı Mart ayından önce silahlı mücadeleyi başlatacağını duyurmuştu.

    Açıklama, partinin ilk safhada “feodal unsurlara” karşı özel askeri operasyonlar düzenleyeceğin ve hükümetin kırlık alanlardaki fiziki alt yapısına yöneleceğin ve Butanlı mültecilerin mutlaka topraklarına geri döneceği, işgal edilen toprakların ise muhakkak boşaltılacağı ifadeleriyle sona erdi.

    [Kaynak: Kantipur Report

    Çeviri: Solun Doğusu]

    WWW.SOLUNDOĞUSU.NET

    1

    A

    Y

    I

    S

    A

    TAKSİM'E

    Ç

    A

    Ğ

    R

    I

  • butan

    30.04.2008 - 16:56

    BUTAN'DA 8 KOMÜNİST YAKALANDI

    Saturday, 23 February 2008
    Bhutan Polisi Seçimleri Sabote Edeceği Şüphesi ile 8 İsyancıyı Yakaladı

    Bhutan, 21 Şubat 08 – China Post

    Bhutan Polis Güçleri, seçimleri engellemek üzere bombalı eylem hazırlığında olan 8 komünist isyancıyı yakaladığını bildirdi.

    Polis yetkilisi Kipchu Namgyel, yakalanan şüphelilerin, geçen hafta ülkenin güneyinde meydana gelen seri bombalama eylemlerinin sorumluluğunu üstlenen Bhutan Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist) adlı partiye üye olduklarını söyledi.

    Şubat’taki bombalı saldırılarda yaralanan olmazken, Ocak ayındaki bombalamada bir kişi yaralanmıştı. Bu tutuklamalarla birlikte BKP(MLM) amacına ulaşamadı.

    Namgyel, eylemlerin Mart ayında gerçekleşecek ve bütünüyle monarşik bir yapıda olan Bhutan Krallığını uzun süre sonra demokrasi ile tanıştıracak olan seçimleri engellemeye yönelik tasarlandığını ifade etti.

    Namgyel, Mart’ın 24’ünde gerçekleşecek olan seçimin güvenliği için kesin bir hassasiyet ile hareket ettiklerini sözlerine ekledi.

    Butan’daki huzursuzluk 1990’larda 100 bin etnik Nepalli’nin zorla yurtlarından göç ettirildiği günlerden bugüne durulmuyor.

    İsyancılar ise, Bhutanlı etnik Nepalliler sürecinde dışında bırakıldığı için seçimlerin adil olmayacağını belirttiler.

    Bhutan mültecileri geri almayı redderek mültecilerin radikal solcular tarafından istismar edildiğini iddia ediyor. Nepal’in hemen doğusunda yer alan kamplarda ise bir çok komünist grup her geçen gün güçleniyor.

    Bhutan güvenlik güçleri de, şüphelileri, Hindistan sınırındaki mülteci kamplarında yakaladı.

    Patlayan bombalarla gözler, sorunlara ve barış için yapılması gerekenlere çevrildi.

    Devlet güdümlü Kuensel gazetesi editörü ise, en son yazdığı makalede şöyle yazdı: “Dünyanın en çok savaş görmüş bölgelerine baktığımızda pek çok büyük savaşın tek bir patlama ile başladığını görürüz. Sorunlar hakkında kaygılanmak için illa birilerinin yaşamanı kaybetmesine gerek yok”

    [Kaynak: The China Post

    Çeviri: Solun Doğusu]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

    1
    M
    A
    Y
    I
    S
    A

    TAKSİM'E

    Ç
    A
    Ğ
    R
    I

  • hüseyin üzmez

    29.04.2008 - 10:36

    ÜZMEZ, VAKİT'İ ÜZDÜ! !

    Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in 14 yaşındaki B.Ç.’ye “cinsel istismarda” bulunmaktan tutuklanması, köktendinci görüşleriyle tanınan Vakit gazetesi açısından güç bir durum yarattı.
    Vakit, bir süre önce Emniyet’in yaptığı telefon dinlemelerine dayanarak, Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk’un “Fashion TV’de Rio Karnavalı’nı izlediğini ve 83 yaşında olmasına rağmen aşna-fişnelerle ilgilendiğini” alaycı bir üslup içinde iddia etmişti.
    Aynı Vakit gazetesi, kendi yazarıyla ile ilgili ayrıntılardan bu kez kaçındı. Gazete yazarlarından Hasan Karakaya ortada “Bir Ergenekon komplosunun dahi olabileceğinden” söz ederken, aynı gazeteden Abdurrahman Dilipak ise “Üzmez üzdü” başlıklı yazısında, “Bazı işler bilinir, ama kimse sesini çıkarmaz. Bazıları da bu işleri bilir ama gizler, tâ ki günü gelince servis edilir” diyerek yine bir tür “komplo” iddiasına işaret etti.
    Muhafazakar gazeteler, Üzmez’in tutuklanması olayını karşısında ilk gün genellikle görmezden gelmeyi tercih etti. Örneğin Yeni Şafak ilk gün çok küçük bir haber olarak verirken, dün birinci sayfasından fotoğraflı olarak duyurdu, ancak olayın “Müslüm Gündüz-Fadime Şahin operasyonunu hatırlattığını” vurgulayarak, komplo olabileceğini ima etti.
    Zaman, ilk gün iç sayfalarında küçük gördüğü haberi Hüseyin Üzmez’in “Vakit Yazarı” olduğunu belirtmeden verdi. İkinci gün (dün) ise hiç görmedi.

    Zaman Gazetesi bugün ise Okur Editörü imzası ile şu yazıya yer verdi:

    'Birkaç gündür Hüseyin Üzmez ile ilgili haberler medyada yer alıyor. İddialar çirkin, hadise basına yansıdığı kadarıyla mide bulandırıcı.
    Bazı meslektaşlarımız, 'Bu olayı niye yazmıyorsunuz? ' diye bize sitem edip ağır eleştiriler yöneltiyor. Üzülerek söylemek zorundayız ki, bazı meslektaşlarımız bu tür konulardaki yaklaşımımızı bilmiyor. Sadece Üzmez konusunda değil bu tür hadiselerde biz hep aynı ilkeli yaklaşımımızı sergiliyoruz. Biz, ünlü bir yazar/TV sunucusunun bir otel odası görüntüsünden de tek bir satır bahsetmemiştik. 40 yıllık arkadaşları bile o şahsa o kadar ilkeli yaklaşmadı. Üzmez olayını ilk servis eden haber ajansının bir çalışanının mide bulandıran benzer olayından da tek bir satır söz etmedik. Bir haber kanalını yıpratmamak için grafiker çalışanı ile ilgili haberlerde de soğukkanlı tavrımızı muhafaza ettik. Onlarca örnek sıralanabilir. Yanlış anlaşılmasın; 'yanlışlar gizlensin' demiyoruz; tam aksine 'kanun üzerine gitsin' ancak genellemeler yapılarak kitleler üzerinde linç kampanyası da yapılmamalıdır. Sonuçta gazetelerimizi çocuklar da aileler de okuyor. Kim tarafından işlenirse işlensin yüz kızartıcı bir konuyu tasvir ederken toplum psikolojisini de göz ardı etmemek, sorumlu yayıncılıktan vazgeçmemek gerekiyor. Önemli olan, herkese eşit mesafede durup yayın yapabilmek. 'Bizimkiler iyidir, sizinkiler kötüdür' anlamına gelecek her türlü yayın insan haysiyetini hiçe saymak olduğu gibi toplumsal barışı da tehlikeye atan bir tutumdur. Bu tavrı herkese göstermek çok mu zor? '
    Star ilk gün küçük gördü, ikinci gün ise “Tek kişilik hücrede” başlığı ile 11. sayfada kısa fotoğraflı olarak verdi. Üzmez’den ise sadece “yazar” diye bahsetti, Vakit yazarı olduğuna değinmedi. Milli Gazete haberi iki gün de hiç bir şekilde kullanmadı.

    Ilıcak’tan sert eleştiri
    Sabah gazetesi’nden Nazlı Ilıcak ise “Azgın Teke” başlığını attığı yazısında ise şu görüşlere yer verdi:
    “14 yaşındaki bir kıza tecavüz etmiş. Anlaşılıyor ki, kızı annesinden ‘satın almış! ’ Ne biçim anaysa? Kızın rızası yerine annenin rızası... Herhalde bu şekilde, ‘din bezirganı’ adam, işi kitabına uydurduğunu sanıyor. Meğer kendinden 47 yaş küçük bir de karısı varmış. İmam nikâhlı eşi 25 yaşlarında; tecavüz ettiği ise 14 yaşında. Karısının babasını, “Peygamber efendimiz, Ayşe anamızla 9 yaşındayken evlendi” diye ikna etmiş; böylece aradaki yaş farkını makul göstermiş.
    Hüseyin Üzmez gibilere, dindar değil, din istismarcısı denir.
    ...Bir çift sözüm de muhafazakar gazetelere: Hüseyin Üzmez’in ahlaksızlığını, arka sayfalarda ufacık göstermek doğru mu arkadaşlar? Bu adam dindar filan değil ki! Dolayısıyla, ‘Bizden olanı teşhir etmeyelim’ psikolojisine girmeye gerek yok.”

    MİLLİYET GAZETESİ 29 NİSAN

  • hüseyin üzmez

    29.04.2008 - 10:33

    VAKİT YAZARI 14 YAŞINDAKİ KÜÇÜK KIZA TECAVÜZ ETTİ

    Vakit gazetesindeki tutucu yazıları ve kavgacı tavırlarıyla tanınan 76 yaşındaki Hüseyin Üzmez, 14 yaşındaki B.Ç.’ye tecavüz suçlamasıyla önceki gece Bursa’nın Mudanya ilçesinde gözaltına alınarak tutuklandı

    Bülent CİVANOĞLU/ Fuat KARS
    ----------

    Vakit Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Hüseyin Üzmez, küçük yaştaki kıza tecavüz ettiği ihbarı üzerine Cuma gecesi 23.30’da Mudanya’da gözaltına alındı. İnegöl’de oturan 14 yaşındaki B.Ç.’ye tecavüz ettiği iddia edilen Üzmez’le birlikte kızın annesi ve babası da emniyete götürüldü.

    Doktor eşliğinde ifade

    Emniyetteki sorgusunun ardından Mudanya Adliyesi’ne götürülden Üzmez’in bitkin olduğu ve koluna giren polislerin desteğiyle yürüdüğü dikkati çekti. İfade verirken fenalaşması üzerine de adliyeye doktor çağrıldı. Tedavi gören ve sürekli ilaç kullanan Üzmez’in ifadesi doktor kontrolünde alındı.

    8-15 yılla yargılanacak

    Mahkemeye verdiği ifadenin ardından tutuklanan Üzmez, Bursa E Tipi Cezaevi’ne gönderildi. 76 yaşındaki gazeteci, 15 yaşından küçük çocukla ilişkiye girmekten TCK’nın 103. maddesine göre “çocuğun cinsel istismarı” suçundan 8 yıldan 15 yıla kadar hapis istemiyle Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanacak.

    Çocuk şikayet etmese bile...

    Hukukçular, kız 15 yaşından küçük olduğu için rızasının dikkate alınmayacağını ve kızın şikayetini geri alması halinde bile Üzmez’in aynı suçtan yargılanacağını söylüyor.

    Kızın ailesi mi zorladı?

    Tecavüze uğradığı öne sürülen 14 yaşındaki B.Ç.’nin annesi L.Ç. ile babası B.Ç. de adliyede kızlarını Hüseyin Üzmez’le birlikte olmaya zorladıkları iddiasıyla ifade verdi.

    ’Bana komplo kurdular’

    Cezaevine konulmadan önce parmak izi alınması için Bursa Emniyet Müdürlüğü’ne getirilen Üzmez, mendilini çıkarıp gözyaşlarını sildi. Bu sırada gazetecilerin “Neden böyle yaptınız? ” sorusuna “Bana büyük komplo yaptılar. Mahkeme aşamasında konuşmayacağım. Daha sonra hesaplaşacağım” yanıtını verdi.

    Eşi kendinden 50 yaş küçük

    Kavgacı üslubuyla tanınan Hüseyin Üzmez, Bursa’da 9 Ocak 2003’te Nilüfer Evlendirme Dairesi’nde, kendisinden 50 yaş küçük hafız Ayşe Yılmaz’la nikah masasına oturmuştu.

    Anne de tutuklandI

    Hüseyin Üzmez’in birlikte olduğu 14 yaşındaki B.Ç. ve babası Bekir Ç.’nin şikayeti üzerine gözaltına alındığı ortaya çıktı. Büşra Ç.’nin annesi Livaze Ç. ‘Kızını fuhuşa zorlamak’ suçundan tutuklandı. Baba Bekir Ç. ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. İnegöllü 14 yaşındaki B.Ç.’nin anne ve babasıyla bir süredir Hüseyin Üzmez’in Mudanya’nın Hasanbey Mahallesi’nde bir apartmanda yazlık olarak kullandığı eve gidip geldiğini söyleyen komşuları, ailenin küçük kıza Üzmez’le birlikte olması için baskı yaptığını ileri sürdü.


    WWW.GAZETEVATAN.COM 29 NİSAN

  • hüseyin üzmez

    29.04.2008 - 10:24

    İSLAMCI YAZARLARDAN TECAVÜZ BAHNELERİ

    Fatma AKSU/İSTANBUL

    İslami camia, 'ağabey' olarak niteledikleri Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in 14 yaşında bir kıza cinsel taciz suçlamasıyla tutuklanması karşısında önce şoka girdi, sonra 'tecavüz gibi' mazeretler üretmeye başladı. Camianın yazarlarının neredeyse hepsi 'komplo teorileri' yazarken, tutuklanmayı Ergenekon Operasyonu’na kadar vardıranlar bile oldu.

    Ya cinnet ya da hap içirdiler

    EMİNE ŞENLİKOĞLU (Yazar) : Hepimiz şoke olduk. Eğer öyle bir şey yaptıysa ona yazıklar olsun. Ama yapmadıysa da bu bir komploysa, komplo kuranları Allah kahretsin. Vakit yazarı denmesi acı bir şey. Hüseyin Üzmez’in ailesiyle görüştüm. Eşi 'Böyle bir şey yok' diyor. Yaptıysa cezasını çeker. Haberlerde duyar duymaz Hüseyin abiyi aradım. 'Bacım mahkemeyi bekle, söyleyeceğim bu kadar' dedi. Kız da 14 yaşında değilmiş. Hüseyin abinin tecavüze kalkışacağına inanamıyorum. Öyle bir şey yaptıysa da kesinlikle cinnet geçirmiş derim. Şu anda inanmıyorum. İlerde deliller ne gösterir bilemiyorum. Eşiyle arasındaki yaş farkında Hüseyin Üzmez’in suçu yok. Kendilerinden küçük kız alanlara, 'Yaşlı bunaklar' demişimdir. Evlendiklerinde gidip, 'Hüseyin abiyle kavga etmeye geldim' dedim. Eşi, 'Emine abla onun hiç suçu yok. Kara sevdayla aşık oldum. ’Benimle evlenmezsen intihar ederim’ dedim, evlendik' diye anlatmıştı olanları. Hüseyin abinin, namus konusunda bilinçli olarak yanlış yapacağı kanaatinde değilim. Ya bir cinnet geçirdi, ya bir hap içirdiler diye düşünüyorum. Yüzde 99 böyle bir şey yapmaz ama kalbini Allah bilir.

    Toplumsal lince dönüşmesin

    SİBEL ERASLAN (Vakit) : Hüseyin Üzmez, büyükbaba... Üzgünüz, şaşkınız. İnanamıyorum böyle bir şey olduğuna. En kısa zamanda hak yerini bulacaktır. Komplo olduğunu düşünmek istiyorum. Hayata bağlanmak istiyoruz. Hepimiz üzerinde şok tesiri yapıyor. Asla düşünmüyorum böyle bir şey yapacağını. Çok ihtiyar ve hasta kendisi. Böyle bir ithamla acı çektiğini düşünüyorum. Eşiyle yaş farkı üzerinden yola çıkarak, birini potansiyel suçlu ilan etmek benim hukuk vicdanıma aykırı. 18 yaşından küçük biri üzerinden toplumsal lince dönüşmesi beni rencide ediyor.


    Patetik bir ruh halinin tezahürü

    ÖZLEM ALBAYRAK (Yeni Şafak) : Eşiyle arasında 50 yıllık yaş farkı bulunması, genç kadınlara karşı cinsel zaafları bulunduğunu itiraf ettiği röportajları, kendi hikayesini yazdığı romanının içeriği, ’kıllanma’ gerektiren cinsten veriler. Eğer bir komploysa bile bu, ateşine atılacak odunları kendi eliyle taşıdığını teslim edebiliriz. Eğer doğruysa pekala bu olay pedofilidir ve patetik bir ruh halinin tezahürüdür. Bir çocuğu istismar etmek benim vicdanımda suçtur. Türkiye’deki bir kesim, 'Hz. Ayşe 9 yaşındayken Peygambere nikahlandı' rivayetiyle, 'Anadolu’da dindar aileler kızlarını çocuk yaşta evlendiriyorlar' argümanını biraraya her getirdiğinde, aslında İslam’ın 'pedofiliye gizli icazet verdiğini' düşünmüş, ama bunu dillendirecek cesareti asla bulamamıştı. Bu olay bu bilinçaltını açığa çıkardı. Artık erken evlendirilmenin İslam’dan değil gelenekten sadır olduğunu, Ayşe anamızın ise evlilik yaşının 9 değil, 17 ya da 25 olduğu yönünde muhtelif rivayetler olduğunu söylesek de faydasız.

    Ergenekoncu tezgah

    HASAN KARAKAYA (Vakit) : Eğer yanlış yapan, çirkinlik yapan insan, bizim içimizden biri ise onu asla savunmaz, ona asla sahip çıkmayız. Bu konuda ölçümüz gayet açık. Ölçümüzü, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed koymuş. Bizler de, 'İçimizden biri' dahi olsa, eğer hırsızlık yapmış, eğer sarkıntılık işlemiş, kısacası eğer 'yanlış, yamuk ve iğrenç bir iş' yapmışsa, onu ne savunuruz, ne de ona sahip çıkarız. Ancak, olayın üzerindeki esrar perdesi henüz aralanmadığı için, ortada bir tezgah ve komplo olabileceği kuşkusu içindeyiz! ... Aklımıza, 'Ergenekon’cu tezgahlar' gelmiyor değil.

    Olayın bugün çıkması komplo

    ABDURRAHMAN DİLİPAK (Vakit) : Zina, bizim inancımızda büyük günahtır. 'Belki nikáh yapmıştır' denebilir, ama bu da örfe, yasalara aykırı, en azından yakışıksız bir durum. Ben bu işin bir komplo olmasını temenni ediyorum. Ahir ömrümde, bu yaşlı adamın, mahkemede söyleyeceklerini merakla bekliyorum. Bana sorarsanız, ister gerçek, ister iftira olsun, bu olayın, bugün bu şekilde ortaya çıkması bir komplodur.

    Soruşturma gizli değil mi

    İHSAN KARAHASANOĞLU (Vakit) : Hüseyin beyin kendisi ile kısacık görüştüm. 'Olay komplo' dedi. Yargılamayı biz yapmayacağız. Yargılamayı, mahkeme yapacak. Biz ise ileri sürülen iddiaların ciddiyetini, olabilirlik ihtimalini kendi açımızdan tartışacağız. Nasıl ki Ergenekon soruşturması ile ilgili biz değerlendirmelerimizi yaptıysak, onlar da (diğer gazeteler) Hüseyin Üzmez aleyhindeki iddialar üzerinde kendilerince değerlendirmeler yapabilirler. Ama karar versinler hazırlık soruşturmasında gizlilik var mıdır, yok mudur?

    HÜRRİYET GAZETESİ 29 Nisan 2008

  • alevi

    28.04.2008 - 19:31

    ÇORUM KATLİAMI

    Çorum katliamı, ülke genelinde işlenen siyasal cinayetlerden, okul işgallerinden, Malatya, Kahramanmaraş, Gazi katliamlarından soyutlanarak; sağ-sol grupların çatışmasıyla değerlendirilemez. Bu katliamın, emperyalist güçler ve ülkemizdeki işbirlikçilerin ortak planlarıdır, eylemleridir.

    Genellikle etnik ve mezhep topluluklarının iç içe yaşadığı Doğu, İç ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde gelişen toplumsal muhalefeti baskı ve katliamlarla susturmak, solcu ve Alevileri göçe zorlamayı amaçlamaktadır. Çorum katliamı bu planın bir halkası ve uzantısıdır.

    Katliamın Ön Hazırlıkları: MHP ve MSP’nin dışarıda desteklediği Süleyman DEMİREL’in azınlık hükümeti, ırkçı-şeriatçı örgütleri korumuş, eylemlerine göz yumulmuştur. Ayrıca yansız görevini sürdüren Çorum Emniyet Müdürü Hasan UYAR görevinden alınarak, yerine Tunceli’de bir çok olaya adı karışan Nail BOZKURT, Milli Eğitim Müdürlüğü’ne MHP’nin militanı olarak tanınan Fethi KATAR getirilmiştir. Yine sağ görüşlü ve taraflı (AP iktidarında İçişleri Bakanlığı yapmış, zehir hafiye diye tanınan Faruk SUKAN’ın bacanağı) Rafet ÜÇELLİ’de Çorum valiliğine atanmıştır. Demokrat olarak bilinen 40’a yakın polis memuru tel emriyle başka illere ataması yapıldı. Bir çok okul yöneticisi ve demokrat öğretmenin, memurun sürgünü ve yer değişimi yapıldı. Devletin bir çok kurum, faşistlerin karargahı haline getirildi. MHP’lilere ruhsatlı silah verilmeye başlandı. Buna karşın, Çorum emniyetinde görevli sağcı ve ırkçı bilinen bir çok polisin başka illere ataması çıkarılmışken, ilişkileri kesilmeden Çorum’da görevlerinin sürdürdüler.

    ABD’nin Türkiye Büyük Elçiliği’nde görevli Robert ALEXANDIR PECK (CIA görevlisi olarak tanınır) Çorum’a gider. Çorum’da MHP’li il yöneticileriyle, vali ve CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’yla görüşür, MHP’nin etkin olduğu köy ve ilçeler,? ? ? Alevi-Sünni? ? ? hakkında bilgi edinmeye çalışır. Çorum’dan sonra Amasya ve Tokat’a gider. Amasya’da Alevi-Sünni, sağ-sol çatışması üzerine sorular sorar, ne zaman ve hangi ölçüdebir çatışma çıkabileceği hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu. (1) Bu değişim ve çalışmalar sürdürülürken; ülkücü örgütlerin halkı tahrik etmek için çalışmalarını sürdürüyorlardı. Çorum’da 19 Mayıs “Gençlik ve Spor Bayramı” kutlama hazırlıkları sırasında ülkücülerin Bayram töreninde kızların kıyafetlerini gerekçe göstererek halkı tahrik etmek amacıyla şu bildiriyi dağıtıyorlardı:

    “Müslüman namusuna sahip çık

    19 Mayıs gösterileri adı altında yine namus bacılarımızın iffet ve hayasına kahpeçe ve haince saldıracak bir gün geliyor. Yüreklerimizi parçalıyor, içimize kan akıtılıyor.

    Yine müslüman evlâdı kan ağlamaya kafir düzen tarafından soyularak, en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir. Bin yıllık mübarek tarihimize bundan büyük bir leke sürülebilir mi? Kurtuluş Savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı? Ey müslüman, düşün, süngüyle ama karnında çocuk çıkarken zihniyetle bu zihniyetin farkı ne? Namazını kıl, orucunu tut yeter; karışan mı var diyen gafil müslüman sen de düşün... Düşün ki, haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini. Şu haris-i Şerifi asla unutma, haksızlık karşısında susun, dilsiz şeytandır. Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere-İslâmcı Gençlik” (2)

    Gün SAZAK’ın Ölümü: Ülkücülerin CİHAD bildirisinden 9-10 gün sonra Ankara’da MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gün SAZAK (1. MC hükümetinde Gümdük ve Tekel bakanlığı yapmıştır.) , 27 Mayıs 1980 günü belirsiz kişilerce vurularak öldürüldü. Gün SAZAK Ankara’da öldürülmüş. Çorum’la uzaktan-yakından ilgisi yok. Eğer duygusal bir tepki olacaksa Ankara’da olması gerekirdi. Oysa Türkiye genelinde saldırı, tahrip ve cinayetler başlatıldı, günlerce devam etti. Özellikle Alevi-Sünnilerin, Türk-Kürtlerin iç içe yaşadığı kentlerde saldırı ve cinayetler halka yönetildi. Görülüyor ki, bu saldırı, cinayet ve katliamlar, duygusal bir tepkinin sonucu değil; perde arkası güçlerin ve planladığı, yönlendirdiği eylemlerdir...

    Çorum katliamı, Gün SAZAK’ın ölümü gerekçe gösterilerek başlatılmıştır. 28 Mayıs Çarşamba günü, Çorum’un en işlek caddesinde ve çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan sağcı gruplar (ülkücüler) elleri havada kurt işareti yaparak “kanımız alsa da zafer İslâmın, Kana kan, intikam” sloganlarıyla yürüyüşe geçmişlerdir. Yürüyüş korteji, kısa süre sonra saldırıya dönüşür. Cadde üzerinde bulunan solculara ait işyerleri tahrip edilmeye, yakılmaya başlanır. Yürüyüş kortejinin çevresinde görevli polislerin müdahalesi görülmez ve seyirciler.

    Çorum’un okullarında sağcıların baskısı, terörü boyutlanarak artar. Öğrencilerin derslere girmesini engellemeye çalışırlar. Öğretmenlere saldırırlar. 28 Mayıs günü başlatılan ilk eylem noktalanır. Sağcı gruplar ve MHP İl Yöneticileri toplanarak ilk günün eyleminin değerlendirmesini yapıyor, yeni saldırı hazırlıklarını planlıyorlardı. Ankara’dan Gün SAZAK’ın cenaze törenine katılanlar (Çevre ile ve ilçelerden) Çorum’a gelmeye başladılar. Ayrıca bazı yabancı turizm şirketleri de Çorum dışından MHP’li militanları Çorum’a taşıyorlardı. 29 Mayıs günü başlatılacak ve günlerce sürecek saldırıların planı, saldırı yapılacak semtler ve görevli olacakların listesi hazırlanır.

    29 Mayıs günü sabahıdır. Çorum’un işçisi, memuru, esnafı; öğrencisi ve halkı, günlük işlerini yürütmek için işlerlerine gitmeye hazırlanıyorlardı. Dışarı çıktıklarında, cadde ve sokakların faşist saldırganlarca işgal edildiğini, “Kana kan, intikam” sloganlarıyla saldırılarını sürdürdüklerine tanık olurlar. Saldırganlar ise rastladıkların dövüyor ve esir alıyorlardı. Solcu ve Alevilere ait işlerleri yağmalanıyor, tahrip ediliyor ve yakıyorlardı. Saldırıya uğrayanların, güvenlik güçlerine başvurduklarına “Toplumsal olaydır, müdahale edemeyiz” yanıtını alıyorlardı.

    Faşist saldırganlar, Çorum’un caddelerini, sokaklarını, meydanlarını işgal etmekle yetinmemişlerdir, Çorum’la komşu il, ilçe ve köylerle bağlantılı tüm yolları da işgal etmişlerdi. Araçlar durduruluyor, kimlik kontrolü yapılıyor, solcu ve Alevi olanları alıp işkence ediyorlardı. Sağırların, körlerin bile görebilecekleri bu hazırlıkların devlet tarafından görülmemesi olanaklı değildir. Ama önlem alınmamıştır...

    Saldırganların bir kolu, demokrat ve sol görüşlü Çorum Gazetesi’ne; sol yayın satan Bahar Kitapevi’ne saldırarak tüm eşyalarını, malzemelerini dağıtır ve tahrip ederler.

    Saldırganların büyük bir kolu da, solcuların, Alevilerin yoğunlukta olduğu Milönü Mahallesine yönelirler. Saldırının haberini alan Milönü halkı, yollarda barikat kurarak saldırıya karşı savunma direnişine girişirler. Başka bir kol, Kuruköprü, Üçevler, Sigorta ve Mutluevler semtine yönelirler. Bu semtlerde oturan solcu ve Alevilerin, saldırıdan habersiz ve savunma önlemlerini alamamışlardır. Mevcut güvenlik güçleri ise, bir bölümü yansız kalırken, bazı polislerde saldırganlara yardımcı oldukları saptanır. Bu semtte 45 yaşlarında Servet YILDIRIM isimli bir kişiyi öldürürler. Celal ERDOĞAN (öğretmen) , Salih YILMAZ (Öğretmen) , Turan KABAKULAK, Vedat ELİAÇIK, Hüseyin ŞİMŞEK, Sefer EKEN, Sezai GÜREN, Neşet AYDIN, Mustafa NALLICA Sadık VASIFOĞLU, Hasan KÖSE, Aşır DEMİREL isimli sol görüşlü kişilerde kurşunla ağır yaralanmışlardır. Yine Altınevler Semtinde evlerinin balkonunda oturan iki kizkardeşe silahla ateş edilmiş ve her ikisi ağır yaralanmışlardır. Bu semt ve mahallelerde bir çok ev ve işyeri de tahrip edilerek yakılmıştır.

    Sokağa Çıkma Yasağı: Olayların genişlemesi, karşılıklı çatışmaya dönüşmesi üzerine, Çorum Vali Rafet ÜÇELLİ, sokağa çıkma yasağı koyar. Savunma amacıyla halkın oluşturduğu barikatların kaldırılmasını ister. Saldırıya uğrayan halk, sokağa çıkma yasağına uyarken; saldırganlar özgürce sokaklarda saldırılarını sürdürüyorlardı.

    Çorum kalesi yakınındaki semtlerde oturan halkın kurduğu bir savunma barikatına saldırganlar silahla ateş etmekte, ama barikatı aşamıyorlardı. Vali Rafet ÜÇELLİ, halkın kendini savunması için kurduğu bu barikatın kaldırılmasını Jandarma Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE’ye emir verir. Halk ise, can güvenlikleri için kurdukları barikatı kaldırmamakta direnirler. Vali ise, barikatın mutlaka kaldırılmasını, yolun trafiğe açılmasını istemektedir. Jandarma Yarbay Vural GÜRİDE ile Vali arasında geçen konuşma şöyle:

    Vali: lütfen Ankara-Samsun Karayolu trafiğe açılsın.

    Yarbay Güride: Sayın Valim yolu açmak için silah kullanmak zorunda kalacağız. kan akar, bu da olayları tırmandırır.

    Vali: Her şeye karşın yol trafiğe açılmalıdır.

    Yarbay Güride: Kan dökülür, ben açamam sayın valim. Buyurun siz açın.

    Halk barikatını kaldırmaz. Ama başka bir semtteki zayıf bir barikatı aşan 19 AN 709 plakalı, kırmızı renkli Reno marka bir otomobil Milönü semtini silahla boydan boya tarar. Semt halkı panik içinde evlerine koşuşurlar. Yaralananlar olur. Mahalleyi silanla tarayan otomobilin plakasının bir traktöre ait olduğu, otomobilin içinde polislerin olduğu kanaati oluşur (3)

    İki Polisin Ölümü: Mayıs’ın 28-29-30-31. Günleridir. Dört günden beri karşılıklı çatışmalar sürmektedir. Bu arada Alevi ve solculara ait bazı ev ve işlerleri tahrip edilmiş ve yakılmıştır. Bir çok kişi yaralanmış, bazıları da öldürülmüştür. Halkın güvenlik güçlerine (polise) güveni olmadığından barikatlarla semtlerini korumaya çalışıyorlardı. Bunun farkına varan vali, askeri birliklerden yardım ister. Askeri birliklerin devreye girmesiyle saldırılar ve çatışmalar denetim altına alınmış görünse de; bunu fırsat bilen Emniyet güçleri, direnen mahallelerde operasyonlara giriştiler. Operasyon sırasında Multuevler-su deposu yakınında, yol ortasında kurşunlanarak öldürülmüş bir erkek cesedi bulunur. Yapılan kimlik tespitinde cesedin polis memuru Abdurrahman KOCAK’a ait olduğu belirlenir. Daha sonra Milönü’nde başka bir polisin öldürüldüğü, birinin de yaralandığı ortaya çıkar. Polis öldürme olayında yaralı kurtulan polis memuru Mehmet BEKTAŞ ifadesinde:

    “trafikteki servisler kaldırılmış olduğu için, sabahları işe değişik vasıtalarla gidiyordum. O sabah Muzaffer YEŞİLYURT’la birlikte Milönü’nden geçerken boş bir arsadan üzerimize dört el ateş edildi. ‘durun, teslim olun, silahlarınızı atın’ diye bağırdılar. Muzaffer silahını çekip ateş etmeye başladı. Benim Kırkkale tutukluk yapmıştı. Onlar ateş etmeye devam ediyorlardı. O sırada Muzaffer vuruldu ve düştü. Düşünce ateş edenler uzaklaştılar. Muzaffer ‘hemşerim beni kurtar’ dedi. Eğilip baktığımda ölmüştü. Onun tabancasını aldım ve kaçanların arkasından iki el ateş ettim. Bu sefer 100-150 kişi olarak bana doğru geliyorlardı. Yapacak bir şey yoktu, kaçarak bir apartmana girdim. Bu sırada attıkları bir tuğla alnıma gelmişti. Ev sahibi ‘Girecek benim evi mi buldur, defol’ dedi. Beni kovalayanları da içeri aldı. Üzerime atladılar ve beni sürükleyerek sokağa çıkarttılar. O sırada kendimi kaybetmişim. Eşim Gülay beni oradan olarak, hastaneye gütürmüş” (4)

    Polislerin ölümüyle ilgili başka söylentilerde bulunmaktadır. Söylentiye göre Mehmet BEKTAŞ’la, birlikte gelen polis Muzaffer YEŞİLYURT’a Milönü’ndeki barikatların kaldırılmasını teklif eder. Muzaffer (demokrat olarak bilinmektedir) karşı çıkınca, Mehmet BEKTAŞ silahını çekerek Muzaffer’i vurur. Barikatların yanında bulunanlarda olayı görüyor, Mehmet BEKTAŞ’ın arkasına düşüyorlar. Olay açıklığa kavuşamıyor. Ama solcular suçlu görülerek iki kişi gözaltına alınır, yargılama sonucu ağır hapis cezası verilir.

    Polisler, Milletvekillerini Saldırıyorlar: Çorum katliamı nedeniyle CHP’Li milletvekilleri (Şükrü BÜTÜN, Ethem EKEN, Senatör Abullah ERCAN) olayları yerinde incelemek üzere gelmişlerdir. Milletvekilleri, CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’nun makamında otururlarken, biri heyecanla içeri girer. Saldırganların dışarıda iki genci silahla yaraladıklarını, yardımcı olunmasını söyler. Milletvekilleri de hemen dışarı fırlayarak yaralı gençlerin bulunduğu yere giderler. Orada polis ekibinin beklediğini, yaralılara yardımcı olmadıklarını görürler. Milletvekilleri yaralılara yardım etmeye çalışırken, polis ekibinin içinde bulunan Kemal MARAŞLI “Olayların sorumlusu sizlersiniz. Polisleri siz öldürdünüz, komünistler” kışkırtmasıyla polis ekibi milletvekillerine saldırırlar. Polislerle milletvekilleri itişirken, milletvekili Şürkü BÜTÜN’ün belindeki tabancası yere düşer. Polis Kemal MARAŞLI hemen tabancayı alarak milletvekiline çevirir. O sırada iki genci silahla yaralayan MHP’lilerde gelir ve polis ekibiyle birlikte milletvekillerine saldırırlar. Karşılıklı itişme sürerken, başka bir polis ekibi de olay yarine gelir, tabancalarını çekerek saldırgan polislere ve MHP’lilede çevirirler. Böylece milletvekilleri de saldırıdan kurtulmuş olurlar. (5)

    İçişleri Bakanı Vekili Çorum’da: Çorum olayı tırmanarak cinayetlere dönüşmektedir. İçişleri Bakanı Vekili Orhan EREN, Jandarma Genel Komutanı Org. Sedat CELASUN’la birlikte Çorum’a gelirler. Çorum’da teşkilatı bulunan siyasi parti il yöneticileri, Çorum milletvekillerinin katılımıyla bir toplantı düzenlenir. Saldırı olayı değerlendirilir. Çorum Valisi Rafet ÜÇELLİ, tek yanlı ve timsah gözyaşlarıyla olayları anlatır. Bu anlatımın etkisinde kalan Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN: “Biz gerekli yerlerden emir aldık. Milönü’ne tanklarla girip olaylara son vereceğiz” dediğinde; Çorum CHP Milletvekili Ethem EKEN, “nasıl olur paşam? Milönü’ne tanklarla girmek neyi çözer? Bu daha çok kan dökülmesine neden olur. Belki bir Milönü hiçbir şey değil ama, Türkiye’de 14 milyona yakın Alevi vatandaş yaşamaktadır. Milönü’ne tanklarla girip kan döküldüğünde tüm ülkede büyük olaylar çıkar”yanıtını verir. Sonuçta oluşturulan bir komite Milönü’ne giderek halkla görüşürler. Can güvenliği garantisi sonucu barikatlar kaldırılır.

    Vali - Emniyet Müdürü Görevden Alınıyor: Çorum’da Kuruköprü, Sigortaevleri, Terlemezevler, Milönü, Kale, Esnafevler, Şenyurt, Bahçelievler, Karşıyaka, Nadık Mahallelerinde ve semtlerinde saldırılar devam etmektedir. Semt halkı kurdukları barikatlarla savunmalarını sürdürmektedirler. Askeri birliklerin müdahalesi sonucu saldırı olayı kısmen de olsa denetim altına alınmıştır.

    Çorum halkı, saldırı ve katliamın valinin ve Emniyet Müdürünün yanlı tutumlarından kaynaklandığını açık açık söylemektedirler. Basın olayı yerinde incelemekte, haber yapmaktadır. Böylece Vali Rafet ÜÇELLİ ile Emniyet Müdürü Nail BOZKURT’un yanlılığı gizlenemez olmuştur. İstemeye istemeye her ikisi görevden alınırlar. Yüksel ÇAVUŞOĞLU Çorum Valiliğine, Erdem YURTSEVER’de Emniyet Müdürlüğüne atanırlar.

    Çorum katliamında yansız görev yapan Çorum İl Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE, polislerin solculara, Alevilere karşı kinli tahriklerini, MHP’li saldırganlara nasıl yardımcı olduklarını görmekte; buna karşı önlemler almaktadır. Jandarma komutanı, demokrat ve yansız tutumlarıyla halka güven veriyordu. Ne var ki saldırgan faşistler; komutanın tutumundan memnun değiller. Çorum MHP’li milletvekilleri Mehmet IRMAK Çorum’a gelir. Jandarma İl Komutanı Vural GÜRİDE’ye “Niye engellemiyorsun” diye çıkışır ve baskı yapar. Milletvekillerinin baskıları Yarbay GÜRİDE’yi etkilemez. Bu kez Çorum’da olaylar nedeniyle görevli bulunan askeri birlik komutanı General Şahabettin ESENGÜL’e giderek ve Jandarma Komutanının tutumundan memnun olmadıklarını değiştirilmesini isterler. General ESENGÜL, kendisine yapılan baskıyı şöyle anlatmaktadır:

    “İsimlerini dahi hatırlamak istemiyorum. Bu milletvekilleri devamlı suretle yaranın kabuklanması değil, kanamasını istiyorlardı. İşleri güçleri Ankara’da belirli odakları tahrik etmek ve almış olduğu yetkilerle Çorum’a gelip karma karışım etmekti. Bu iki milletvekili olayların tarafımdan bastırılmasını memnuniyetle karşılamadılar. Yani ne istiyorlardı? Bir taraf korunsun, diğer taraf öldürülsün. Yani katalizor rol oynamayacaksınız. Güvenlik tedbirleri tam olarak almayacaksınız. Bir kesim ki ona Sünni kesim diyebilirsiniz, Alevileri esasen sıkışmış bir bölgede çevirmiş, onların üzerine saldırıp imha etmek istiyorlardı. Fevkalede küstah bir tavır içindelerdi” (6)

    MHP’lilerin baskısı sonucu Jandarma İl Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE görevden alınır.

    Çorum Dışına Taşan Ölüm: Çorum’un giriş-çıkış yolları, faşistlerin işgalindedir. Araçlar durdurularak içindekiler indirilip kontrol ediyorlardı. İçlerinde solcu-Alevi olanları alıp götürüyorlar ve işkence ediyorlardı. Çorum-Ortaköy yolu, Ovasarap Köyü’nün (Sünni, MHPP yoğunlukta) yakınından geçmektedir. Ovasaray Köyü’nde 35-40 MHP’li militan yolu kapatır. Çorum’dan Kozluca Köyü’ne (Alevi Köyü) giden bir kamyonu durdururlar. Kamyonda bulunan Selahattin ve Metin ARDIÇ isimli iki genç kardeşi indirirler. İşkenceden, sorgulamadan geçirirler. Selahattin silahla ağır yaralanır, acı içinde yerde kıvranır. Selahattin’in küçük kardeşi Metin henüz 10 yaşında. Ağabeyinin kanlar içinde yerde yatışını, eli silahlı faşistlerin hakaret ve küfürlerini gördükçe korkudan titremekte, hüngür hüngür ağlamaktadır. Faşistlerden biri kamyonun yönünü Çorum’a doğru çevirir, yaralı Selahattin’i ve Metin’i kamyonun şoför mahaline kor. Metin daha küçük kamyonu kullanmasını bilmiyor. Selahattin ise kurşunla ağır yaralı, sürekli kan kaybetmektedir. Çaresizlik içinde Selahattin direksiyonu eline alır, kardeşi Metin’in katkısıyla Çorum-SSK Hastanesine yetişirler. SSK Hastanesi, ülkücülerin denetinde ve üs olarak kullanılmaktadır. Kan kaybı nedeniyle Selahattin yürüyemez olmuş, koltuğuna girilerek SSK Hastanesinin acil bölümüne yetiştirilir. Görevliler “Sen sigortalı değilsin, ancak devlet hastanesi bakar” diye hiç ilgilenmezler. Devlet hastanesine götürecek kimse yok. Acılı haber babası Cemal’a ulaşmış, koşarak yetişir. Kan gereklidir. Selahittin’in kan grubunu belirlemek için kanı alınır, bir şişeye konulur, babasına verilir; Kan tahlil merkezine gönderilir. Acılı baba, kan şişesiyle dışarı çıktığında, SSK Hastanesinin bir görevlisi “Komünistler burada kan tahlili yapamazlar” diyerek baba Cemal’ın elindeki şişeyi alır, barikatlara vurarak kırar. Kan tahlili zamanında yapılmadığı için gerekli kan bulunamamış; Selahattin’de fazla kan kaybından yaşamını yitirmiştir. (7)

    Alevi köylerinin yolları işgal altındadır. Ahmetdoğan, Çobandoğan, Savak ve Yoğunşehit köylerinde yaşayan Aleviler dışarı çıkamıyorlardı. Hayvanlar içerde, insanlar içerde, ekinler tarlada. Eli silahlı faşistler yollarda (8)

    Ankara’da ameliyat sonucu yaşamını yitirmiş bir Alevi kadının cenazesi Çorum’daki köyüne götürülmektedir. Kuruköprü mevkiinde eli silahlı faşist bir grup tarafından durdurulur. Arabada bulunanlar indirilerek kimlik tespiti yapılır. Alevi oldukları anlaşılınca ölü sahiplerine hakaret edilir, coplanırlar. Bununla da yetinilmez, cenazeyi açmak isterler. Ölü sahipleri defin ve yola çıkma belgelerini göstererek, güneş batmadan cenazenin köye yetiştirilmesini rica ederler. Adı üzerinde faşist, ölüye de saygıları olmaz. Bir yanda cenaze tekmelenmekte, bir yan da cenaze sahiplerine işkence edilmektedir. Bunca hakaretten sonra içlerinden biri “Bırakın şu pezevenkleri, cehennem olup gitsinler” söylemiyle cenaze arabası birakılır.

    Ceset... Ceset...: Faşistler, insan avındalar, önüne geleni dövüyor ve öldürüyor, işkence ediyorlardı. Mutluevler semtinde bir inşaatta iki ceset bulunur. Kimlik belirlemesinde birinin Yahya BARAN’ın, diğerinin de Osman AKSU’ya ait olduğu ortaya çıkar. Her ikisinin elleri ve gözleri ağızları bağlandığı, vücutlarında 18’er kurşun yarası olduğu saptanır.

    Çorum-Eskiekin Köyü sınırları içinde, buğday tarlalarında iki gencin cesedi ortaya çıkar. Osmancık-Mehmet Teze Köyü nüfusuna kayıtlı Kazım GÜLER’e ait ceset ile kurşunla delik-deşik edildiği ve kimliği belirlenemeyen diğer bir cesedinde aynı biçimde önce işkence, sonra silahla öldürüldüğü; Bayat’ın Gökboğaz mevkiinde Şeref ŞAHİN adında bir gencin silahla taranmış cesedi; Elvan Çelebi köyü sınırları içindeki tarlalarda SSK Çorum Hastanesi’nde çalışan Necati GÖKTAŞ’ın silahla taranmış cesedi bulunmuştur. Tarlalarda cesedi bulunanların tümünün solcu ve Alevilere ait olduğu; cesedi bulunmayan nice kayıp bulunduğu saptanmıştır. (9)

    28 Mayıs 1980’de başlatılan saldırı ve katliam, askeri birliklerin müdahalesiyle biçimsel olarak denetim altına alınmıştır.

    Katliamın TEMMUZ Dönemi: Taşeron olarak kullanılan faşistlerin amacı, Çorum’ a bağlı ilçe ve kasabalarda oturan solcuları, Alevileri baskı ve katliamlarla göçe zorlamak, süreç içinde bölgenin denetimini ele geçirmektir. Çorum halkı K. Maraş katliamından ders çıkarır. Saldırının ilk günü kendi olanaklarıyla kurdukları barikatlarla güvenlik önlemlerini almışlardır. Ayrıca Çorum’ un Sünni inançlı toplumunun MHP’liler dışında kalanlar, saldırganlara destek vermemişler, hatta bir bölümü saldırıya uğrayanların yanında yer alarak direnmişlerdir. 28 Mayıs 1980 de başlatılan faşist saldırı bu nedenlerle amacına ulaşamamıştır.

    Faşistler, Mayıs’ ta başlatılan saldırıdan gördükleri eksiklikleri gidermeye, Sünni halkın katılımını sağlamaya çalışıyorlardı. Ayrıcı dışarıdan faşist militan ve silah getirmeye, saldırıya engel olan devlet görevlilerini kentten uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Kendi içlerinde ekipler oluşturarak mahalle, kasaba ve köy çalışmalarına yöneldiler.

    Çorum halkı, faşistlerin bu hazırlıklarının katliama dönüşeceğinden kuşku duyuyor ve ilgilileri uyarmaya çalışıyorlardı. AP Çorum İl Başkanı Yardımcısı Erol ŞAHİN, CHP İl Başkanı Cemal SOLMAZ’ la birlikte vali ve emniyet müdürüyle görüşürler. MHP'nin saldırı hazırlıklarını ileterek önlem alınmasını isterler... (10)

    Aynı tarihte yeşil renkli 19 AT 535 plakalı ve 131 Murat markalı (Adnan EZEJDER’ e ait) bir otomobil, sol görüşlülerin oturduğu semtlere dalıyor, çevreye ateş açıyor, ateş sonucu Hatice İLHAN isimli bir lise öğrencisi ağır yaralanıyor. Bu gelişmeler ve tahrikler olurken; Ülkücüler, halkı savaşa çağıran bir bildiriyi Çorum ve ilçelerinde dağıtmaktadır. Bildiri şöyle:

    “ Büyük Türk Milleti,... Son bağımsız Türk Devleti üzerinde oynanan hain oyunları, komploları, planları görmemek için artık kör, hatta hain olmak gerekir. Türk varlığını dünya üzerinden silmek isteyen emperyalist güçlerin yerli uşakları, komünist ler, vatan hainleri, bölücüler, Türk Devleti’nin temeline dinamit koymak isteyenler ellerindeki Rus ve Çin yapısı silahlarla ne yapmak istemektedirler.

    Bu eli silahlı eşkıyalara karşı kesin tavrı almak, dur demek zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir. Kıymetli hemşehrilerimiz, Müslüman Türk Milletini bataklığa sürüklemek isteyen, bölmek, parçalamak, yok etmek isteyen komünist cinayet çetelerine karşı uyanık olalım. Türk Devleti’ni yok etmek isteyen bu hain emperyalist güçlere karşı yılmadan çekinmeden, canı pahasına mücadele veren ülkücü Türk Gençliği’ ne destek olalım. Büyük cihada hazırlanalım.

    Ülkücü Türk gençliğinin her ferdinin cesetleri birer birer çiğnenmedikçe bu mübarek vatan topraklarına komünizm girmeyecektir. Ülkücü Türk gençliği barış zamanı bir karıncanın ayağına basıp incittiği zaman bundan üzüntü duyacak kadar yufka yürekli olduğu gibi, aynı zamanda vatan hainleri için sokaklar dolusu idam sehpası dikecek kadar da gaddardır. Burası da böyle bilinsin. Bizi komünist kurşunları değil, milletimizin susuşu öldürüyor. Kanımız aksa da zafer İslam’ın. Yolumuz Allah’ın yolu-ÜLKÜCÜ GENÇLİK (11)

    Faşistlerin bir katliama hazırlandıkları valiye bildirildiği, ayrıca ülkücülerin halkı savaşa çağırdıkları bildirisi ortadayken, Çorum Vali’ si ve emniyeti önlem almaz. Tam tersine solcuların ve Alevilerin yoğunlukta olduğu semt v mahallelerde operasyon başlatır. 100 e yakın erkek ve genci gözaltına alırlar. Faşistlerin örgütlü olduğu semtlerde operasyon başlatılmaz. Onlar çatılarda, tepelerde mevzilerini kurmakta, ağır makineli tüfeklerini yerleştirmektedirler. SSK hastanesini de üs olarak kullanırlar.

    1 Temmuz 1980. Salıyı çarşambaya bağlayan gecedir. “Ya susturacağız, ya kan kusturacağız “ sloganıyla ikinci katliam başlatılır. Terlemez Evler ile SSK Hastanesi civarında yerleştirilen uzun menzilli silahlarla solcu ve Alevi evlerine ateş açılır. Katliamın başlatıldığının işaretidir. Faşistlerin egemen olduğu Bahçelieveler, Mutluevler, Etievler, Yavrutuna, Terlemez Evler, Ulukavak, Çatalhavuz, SSK Semt ve mahallelerinde silah sesleri, kenti çınlatmaktadır. Çorum’ un üstüne karaduman çökmüştür. Semtin tüm telefon şebekeleri kesilmiş, haber alınamamaktadır.

    Çarşamba günü, Çorum’ un pazarıdır. Çevre köy ve kasaba halkı, Çorum’ daki çatışma ve saldırıdan habersizdirler. Pazarda satacak ürünleri traktör ve minibüslerle Çorum’ a doğru yola çıkarlar. Yollar maskeli ve silahlı faşistlerce tutulmuştur. Kent pazarına gelen tüm araçlar durdurulur, kimlik kontrolü yapılır, Alevi ve solcular alınarak kendi karargahlarına götürülür. Elleri, ayakları ve ağızları bağlanarak işkence ederler. Pazara götürdükleri eşya ve ürünleri yağmalanır, araçları yakılır. Günün bilançosu 4 ölü 10 yaralı, 50 ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılmıştır. Bu gelişmeler üzerine vali sokağa çıkma yasağı kor. Solcular, Aleviler sokağa çıkma yasağına uyarken saldırganlar kollarını sallayarak rast gele ateş ediyor, ev ve işyerlerini yakıyorlardı.

    Olayı yaşayan tanıklar anlatıyor:

    YUSUF: Sarılık Köprübaşı Mahallesi, 2. Cihan sokakta oturuyorum. Hastahanede evrak memuruyum. Göreve gidiyordum. Büyük bir kalabalık cami yandı diye bağırarak geliyorlardı. Bunlardan 100 kadarı evimin önünde toplandılar. “Kızılbaşlar’ ı yakın yıkın” diye bağırıyorlardı. Bu sırada Harmancıklı Rıza CANCAN’ ı kurşunlayarak evinin önüne attılar. Benim evi ateşe verdiler Çocuklarım kaçtı. Beni yakaladılar, iyice dövdüler, sonra Harmancıklı Elvan’ın evine götürüp, Harmanlıkta elimi ve ayağımı bağlayarak astılar. Yanımda aynı biçimde üç kişi daha asılıydı. Birisi Kemal ULUMAN’dı, diğerini tanıyamadım. Bunlardan biri dişiyle ipi çözdü, bizi de kurtardı. Ufak bir duvardan atladım. Zor yürüyordum. Çok kan kaybetmiştim. Duvar dibine yatarken çocuklarım beni arıyormuş. Seslerini duydum, buradayım dedim. Yanıma geldiler, beni alıp Harmancıklı Elvan’ın evine götürdüler. Burada beni gördüler, tekrar dövdüler, tekrar bağladılar. Çok yalvardım, dinlemediler, dövmeye başladılar. Bazı komşular bağırtımı duyarak gelip araya girdiler beni hastaneye götürdüler...

    Hatice KALTAKÇI: Kalabalık bir grup evimin önüne geldi. Kocamı alıp götürdüler; önce bir bakkala, sonra bir kahveye soktular. Buradan çıkardılar, başıma bir torba geçirdiler, önlerine kattılar, sopalarla vurdukça düşüyordu. Ben korktum, bayıldım. Böyle devam etmişlerdi. Şehir dışına kadar hapishanenin arkasına çıkınca orada ölmüş, otların içine atmışlar. Kocamı beş gün aradım. Hastane morguna getirmişler, tanıyamadım. Tanınacak hal koymamışlardı...

    Halil COŞKUNER: SSK Hastanesi arkasında oturuyorum. Simel Beton Boru Fabrikasında çalışan işçiyim. Akşam üzeri eve geldim. Babam beni çarşıya gönderdi. Eve döndüm, yemeğe oturmuştuk. Kuruköprü yöresinden gelen bir grup evi sardı. ‘yakacağız’ dediler. Hemen camları kırmaya başladılar. Bunlar baba-oğul komünist dediler. Bizi önlerine aldılar, ellerinde tüfek ve tabanca vardı. ‘Yürü orospu çocuğu komünistler’ diye vuruyorlardı. Babamın kafası, yüzü kandı. Kuruköprü’de bir harabe eve soktular bizi, soydular. Babamda 4000 TL ile bendeki 50 TL’yi aldılar; bizi bağladılar. Kimisi ‘Bunları kafalarını keselim, kimileri gözlerini oyalım’ diyorlardı. Dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı, bizi bırakarak kaçtılar. Bir jandarma iki polis bizi gördü, çözdüler ve hastaneye götürdüler. Hastanede bir polis ifademi alıyordu. Bana ‘Ulan doğru söyle orospu çocuğu’ diye bağırıyordu. Korkumdan onun dediği gibi ifade verdim. (12)

    Kanlı Cuma: 4 temmuz sabahı, vali bir gün önce koyduğu sokağa çıkma yasağını kaldırdı. Faşistler ise halkı tahrik etmek için kendi adamlarını değişik camilere dağıtırlar. Cuma namazının bitiminde içeri girerek “Ey müslümanlar, solcular-Aleviler Milönü’ndeki Alaaddin Cami’ye bomba attılar. Cami yanıyor, namaz kılan müslümanları katlediyorlar” diye bağırırlar. Tahrik sonucu Cuma namazından çıkanlar eline ne geçirmişlerse topluca Milönü’ne koşarlar. Çorum’un değişik camilerinden binlerce tahrik edilmiş insan Milönü’ne yığılmıştır.

    TRT’nin Tahriki: TRT’de “Çorum’da Alaaddin Cami’sine patlayıcı madde atılması ve dışarıdan ateş açılması ile olaylar başladı.” Haberini aralıklarla sık sık vermektedir. Çorum’da da telsizlerle “Aleviler camiyi bombaladı” söylentisi yaygınlaşır. Evinde oturan tarafsız Sünniler istemeye istemeye yayılan dedikoduların etkisiyle Milönü’ne koşarlar.

    Oysa Alaaddin Cami’ye ne patlayıcı madde atılmış, ne de dışarıdan ateş edilmiştir. Çorum Cumhuriyet Savcısı Ertem TÜRKER, konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır:

    “Alaaddin Casi’sinin bombalandığı haberi olaydan bir saat önce bütün şehirde duyulmuştu. O sırada ben merkez jandarma karakolu’ndaydım. Cami bombalandı diye polis telsizi duyurdu. Bu telsizin hemen arkasından bir askeri telsiz duyuldu. Yüzbaşı Naiz ‘Bombalama olanağı yok, hangi polis bu haberi verdi? ’ diye bağırıyordu.”

    Böyle bir haberi askeri yetkililer vermemiş, vali’de haberi doğrulayıcı veya yalanlayıcı açıklamada bulunmamış. TRT’nin Çorum muhabiri böyle bir haber vermediğini söylemektedir. Haberi yayan poliste ortaya çıkarılmamış. (13)

    Bu kasıtlı haber üzerine Çorum Halkının çoğunluğu Milönü’ne yığılmış, Milönü halkı ise korku sonucu kendi güvenliklerin için barikat kurmaya çalışmışlardır. Çorum’un tüm semt ve mahallelerinde silah sesleri, alevler yükselmektedir. Mahallelerde “İmdat... İmdat...” çığlıkları yürekleri parçalıyordu. O günün haberleri iç açıcı değildi. İskilip yolu üzerinde Yazı Mahallesinin çıkışında bir kadın 7 kişinin elleri bağlı olarak silahla öldürülmüş bulunur. SSK Hastanesinin morgunda 7 ceset bulunmaktadır. Ölü sayısı 17’ye çıkmış. Kimliği tespit edilenler: İsmail SOLMAZ, Veli SOLMAZ, Hasan BAĞZIK, Rıza CANDAN, Ahmet DOĞAN, Şükrü YALÇIN, Mehmet YILMAZ, Mehmet ŞAHİNCİ, Mustafa YILDIRIM, Aziz GÜNDOĞDU, Ali PAÇACI...

    Tanık BEKTAŞ: Beni evden alarak zorla Çukurörenli Karabebek adlı birinin evine götürdüler. 74 yaşında olduğumu, hacca gittiğimi, ibadetli bir müslüman olduğumu, 17 nüfuslu bir ailenin büyüğü olduğumu söyledim. Dinlemediler, gözlerimi bağlayarak küfürlerle tekmelemeye başladılar. İçlerinden biri müdahale ederek beni bıraktılar. Daha sonda torunum Bekir beni aramaya çıkmış. Onu da yakalayarak gözlerini, ellerini bağlamışlar, dayaktan geçirmişler, işkence etmişlerdi.

    Faşistlerin Kadına Saygısı: Kartal ailesi Alevidir. O gün kapılarını sıkı sıkıya kapatmış, korku içinde dışarıdan gelen sesleri dinlemektedirler. Çok geçmeden kapıları çalınır, camları kırılır ve “Dışarı çık, öldüreceğiz sizi” diye bağırırlar. Kapı kırılmak üzereyken, Satılmış KARTAL kapıyı açar, elleri sopalı, silahlı bir grup içeri dalar. Kargaşadan Satılmış KARTAL kendisini dışarı atarak bitişikteki apartmana gizlenmeye çalışır, Ama karısı Gökçen KARTAL’ı yerlerde sürükleyerek dışarı çıkarırlar. Gökçen KARTAL, orta yaşlı bir ev hanımıdır. Dövüle dövüle bir eve götürürler. Orada külotunu çıkararak sokakta sallamaya başlarlar. Sonra el ve ayaklarını urganla bağlayarak ev sahibi Süleyman ÜREYEN’le birlikte götürülür, işkence edilerek öldürürler. (14)

    Saldırı ve sarkıntılık nedeniyle adının açıklanmasını istemeyen bir kadın başından geçenleri şöyle anlatıyordu:

    “İki çocuğum ve komşu kadınla birlikte bir bodruma saklanmıştık. 25-30 kişilik bir grup bizi bodrumda buldular. ‘bunlarda s...min kızılbaşları’ diyerek bizi dövmeye dışarı çıkardılar. Zincirlerle ve sopalarla durmadan edep yerlerimize, memelerimize, vuruyorlardı. Yanan evimizin yanına getirdiler. Benimle beraber olan komşu kadın külotuna saklamış olduğu 17 bin lirayı belki bizi bırakırlar diye adamlara verdi. Yine bırakmadılar. Silahların dipçikleriyle vurarak bizi bir adamın evine teslim ettiler. Gecenin on ikisine kadar orada kaldık. Yüzü maskeli bir adam Ben kadınları almaya geldim’ diyerek bizi evden aldı. Komşu kadın ve yanımda iki küçük çocuğumla bizi bir bağ evine götürdüler. Orada bizi çırılçıplak soydular. ‘Sizi çırılçıplak heryerde gezdireceğiz’ dediklerinde korkudan altımıza ettik. Ancak bizi bırakmadılar. Çocukları bağ evinde bırakıp, bizi (iki kadın) başka bir yere götürdüler. Dört kişi nöbet tutar gibi değişerek geldiler... Ben bayılmışım. Onlarla durmadan kendimin Sünni olduğumu söyleyerek yalvarıyordum. Bırakmadılar. Ekmek filan yiyecek bir şey vermediler. Karşımızda bir bidona su koydular, çocuklar ağlıyor ve su istedi. ‘Kızılbaşları zaten susuz öldürüyorlar’ diyerek çocuğa bile su vermediler. Ertesi gün ikinci zamanı olmuştu. Bir ıslık sesi duyduk. Bunun üzerine yanımızdakiler kaçıp gittiler. Biz de oradan yürüyerek ayrıldık. Askerler teslim olduk...” (15)

    Polis Panzeri Ölüm Kusuyor: Polis panzeri ve arkasındaki üç sivil araba ile Çorum’da operasyona girişirler. Panzer, mahalleden geçerken hedef gözetmeden ateş açar, Hatun DURSUN isimli hamile bir kadın kafasından aldığı iki kurşun yarasıyla yaşamını yitirir. Öğretmen Hüseyin ÖZDEMİR ağır yaralanır. ÖZDEMİR, saldırıyı şöyle anlatır.

    “Ben saldırı günü arkadaşlarla birlikte Milönü’nde kahvede oturuyorduk. Birden bir panzer sesi duyduk, dışarı çıktık. Halk dışarıda toplanmıştı. Panzer hedef gözetmeksizin halkın üzerine ateş ediyordu. Halktan da panzere taş atmaya başladı. Mahallede bir süre dolaşarak panik yaratmaya çalıştı. Benim de içinde bulunduğum kalabalığa doğru ateş ederek gelmeye başladı. Nasıl ki, tank savaşta karşı tarafı tararsa, panzer de öyle ateş ediyordu. Baktım panzerin altında kalacağız, arkadaşlar kendimizi yol dışına atın diye bağırdım. Kendimi, yolun kenarında bulunan 1.5 metrelik bir çukura atarak çiğnenmekten kurtuldum. Bir müddet sonra arkadaşlar beni sağlık ocağına, oradan Çorum devlet hastanesine götürdüler.” (16)

    Tıp öğrencisi Süleyman ATLAS’da panzerde atılan kurşunla omuzundan yaralanır. Panzerdeki polisler yaralı öğrenciyi alıp SSK Hastanesine götürmek isterler, ancak orada bulunan kadınlar “Aman çocuğu vermeyin, Bunlar SSK’ya götürüp orada öldürecekler” diye bağırırlar. Polisler kararlı ve zorla yaralı Süleyman ATLAS’ı panzere alarak SSK Hastanesine götürürler. Bir gün sonra Süleyman ATLAS’ın işkenceyle öldürülmüş cesedi babasına teslim edilir.

    Katliam ve Köylüler: Kızılkaya Köyü Alevidir. Çorum katliamının acılı haberini radyoda duyarlar. Çorum’dan gelen komşularından öğrenirler. Çorum’da yakınları bulunmaktadır. Yakınlarının durumunu öğrenmek için Çorum’a gidenlerin yolu kesilir, rehin alınırlar. Bir daha da haber alınamaz. Köyün her evinde ağıt ve gözyaşları dinmiyor. Ama kayıplarını arayamıyorlardı. Çünkü yollar faşistlerin işgalindedir. Jandarmaya başvururlar. Köylülerin yanına 10 kadar jandarma verilir, tarlalarda ölülerini aramaya çıkarlar. Karşılaştıkları durum şöyle:

    “Mercimek tarlasına geldiklerinde tüyler ürpertici bir durumla karşılaşırlar. Paçacı’lara (Ali PAÇACI) ait traktör yarı yanmış vaziyette orada bulunmaktadır. Traktörün tekerleklerinden bir kısmı yanmış, yakıt deposu patlamış, arka göbek toprağa oturmuştur. Traktör ve toprak arasında yarı yanmış durumda baba Ali PAÇACI’nın cesediyle karşılaşırlar. Cesedin bir çok yerinde kesici aletlerle meydana gelmiş yaralar mevcuttur. Özellikle boyun arka kısmında bulunan, boyuna yarı yarıya indirilmiş bir darbe kafayı öne düşürmüştür. Oğlu Veysel’inde işkence edilerek öldürülmüş cesedi bulunur.

    Arpa tarlası içinde başka bir ceset daha bulunur. Çorum’un birinci olayından beri kayıp olan Yoğunpelit Köyü’nden Musa KİREÇLİ’nin her tarafına kurt düşmüş ve kokuşmuş cesedi bulunur.

    Yaydığı köprüsü civarında şoför Ali GÜNDOĞDU ile tarla sahibi Rıza AYVAZ’ın kolları kesilmiş, kafa derisi yüzülmüş cesetleri ile; Salman adlı bir kişinin başı kesilerek öldürülmüş cesedi; Ali TEKEL’in bacanağı Selman ESER’in kafası kesilmiş, ayaklarından asılmış cesedini bulunlar...” (15)

    Tanık Abbas AŞAN: Olay günü karayollarından maaşımı aldım, köyüme dönüyordum. İkizler Benzinliği yanında bir grup beni yakaladı. Sopalarla dövdüler, üzerimdeki 9 kin lirayı aldılar. Beni bağladılar. Kömür deposu yanında üstü açık mandıra olarak yapıldığını bildiğim yere götürdüler. Oraya vardığımda çeşitli yerlerinden yaralı, dayak yemiş 6-7 kişi daha vardı. Onları da bağlamışlardı. Bunlardan daha sonra ölün Hüseyin ŞİRİN’le beni sırt sırta bağladılar. İkimizede tekrar vurmaya başladılar. Biz kendimizden geçmiş durumda yerde yatıyoruz. Tanımadığım bir kaç kişiyi nöbetçi bırakıp gittiler. Geceyi öğlece geçirdik. Sırtımda bağlı Hüseyin ŞİRİN’in öldüğünü anladım. Çünkü hiç hareket etmiyordu. Tahminen gece yarısı ölen Hüseyin’i sırtımdan çözdüler. Tekrar alimi ayağımı bağladılar. Hüseyin’i de “Bu ölmüş atalım ekinlerin içine” diye alıp götürdüler. Sabah olmuştu gün ağırmıştı. Caniler beni ve yaşar ÖLMEZ’i ikizlerin benzinliğinin altındaki asfalta götürdüler. Orada ikimizi yatırarak tabancayla ateş ettiler. Beni kafamdan, Yaşan ÖLMEZ’i kolundan vurdular. Öldü zennederek bırakıp gittiler. Tanımadığım bir kaç kişi gelip bizi bekçilere gösterdiler. Onlar polis çağırdı, hastaneye götürüldük. (18)

    Sivillerin Şovu: Çorum’da faşistler insan avının peşindeler. Apartman çatılarında uzun menzilli silahlarla solcu-Alevilerin evlerini tarıyorlardı. Sokak ve mahallelerde solcu ve Alevilere ev ve işyerleri yakılıyordu. Ev ve sokaklarda insanları toplayarak esir kamplarında işkence ediliyordu. Telefon, su şebekeleri kesik. Kimi polisler resmi elbise ve silahlarıyla faşist grupla birlikte halka ateş ediyorlardı. Onlarca ölü, yüz binlerce yaralı. İkiye bölünmüş Çorum...

    Böyle bir ortamda İçişleri Bakanı Mustafa GÜRCÜGİL, Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN, Emniyet Genel Müdürü İsmail DOKUZOĞLU helikoplerle Çorum’a gelirler. Kent üzerinde bir kaç dönüşten sonra vali, Emniyet Müdürü ve askeri yetkililerle görüşür, aynı helikopterle Ankara’ya dönerler. İçişleri Bakanı mustafa Gürcügil, dinlemek üzere Antalya’ya giderler. Antalya’da basına şu ilginç açıklamayı yapar:

    “Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir. Devlete destek düşüncesiyle hareket eden sağ bir grup, bunların karşısına çıkmıştır. Aslında siyasi gayeli ve siyasi gayeli ve siyasi hedefli olan sol gruptur..(19)

    Süleyman DEMİREL (Başbakan) : “Eğer bu fitne CHP’den destek görmezse, devlet bu fitneyi çok kısa bir zamanda söndürür. CHP neyi söylemeye çalışıyor. Günlerdir bu meseleyle uğraşıyoruz... Bu hadiselerin arkasında CHP var..(20)

    Bülent ECEVİT: “....olayı sağ militanların başlattığı bilindiği halde iktidar bunu saklayıp bir komünistlik tehlikesi varmış görüntüsünü vermeye çalışmaktadır. Hükümetin Çorum’daki olaylarda da taraf olduğu, taraflardan biriyle birlik olduğu ve onların suçlarını örtbas etmeye çalıştığı ortadadır...”(21)

    Siyasiler, Malatya, K.Maraş, Sivas, katliamı gibi, Çorum katliamınıda kapatmaya çalışıyorlardı. Çorum katliamını başlatan faşist örgütler, katliamı planlayan ve destek veren perde arkası güç ve örgütler ortaya çıkarılmamıştır. Alevi-Sünni; sağ-sol çatışmasıyla kılıflayarak dosya kapatılmıştır.

    Çorum Katliamının Bilançosu: 57 ölü, 200’ün üstünde yaralı; 300’e yakın ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılması; binlerce ailenin göçüyle noktalanmıştır.

    KAYNAK:

    ) Cüneyt Arcayürek: Darbeler ve Gizli Servisler, Sf: 221
    ) Çorum Gazetesi: 23.07.1980
    ) Sadık Eral, Anadolu’da Alevi katliamı, Sf: 88
    ) Sadık Eral, a.e.g. Sf:94
    ) Cumhuriyet Gazetesi, 02.06.1980
    ) Nokta Dergisi, Sayı: 22 (08.06.1986)
    ) Sadık Eral, a.e.g. Sf: 103-105
    ) Cumhuriyet Gazetesi, 08.06.1980
    ) Hürriyet Gazetesi, 05.06.1980
    ) Aydınlık Gazetesi, 09.07.1980
    ) Çorum Gazetesi, 24.07.1980
    ) Çorum Gazetesi, 26.07.1980
    ) Sadık Eral, a.eg. Sf: 129
    ) Nokta Dergisi, Sayı: 22 (08.06.1980)
    ) Sadık Eral. a.e.g. Sf: 159
    ) Çorum Gazetesi, 31.07.1980
    ) Sadık Eral, a.e.g. Sf: 151, Aydınlık Gazetesi, 08.07.1980
    ) Çorum Gazetesi, 30.07.1980
    ) Cumhuriyet Gazetesi, 14.07.1980
    ) Cumhuriyet Gazetesi, 11.07.1980
    ) Milliyet Gazetesi, 11.07.1980

    WWW.PSAKD.ORG

    1
    M
    A
    Y
    I
    S
    A

    TAKSİM'E

    Ç
    A
    Ğ
    R
    I

  • proleterya

    28.04.2008 - 19:25

    Proletaryanın Stratejisi ve Taktiğinin Temel

    İlkeleri ve Marx ve Engels'ten Örnekler

    Marx daha 1844/45'te eski materyalizmin esas eksikliklerinden

    birini, yani eski materyalizmin, devrimci pratik faaliyetin şartlarını kavramayı ve önemini değerlendirmeyi beceremediğini tespit ettikten sonra bütün hayatı boyunca, teorik çalışmaların yanı sıra proletaryanın sınıf mücadelesinin taktik meselelerine de büyük bir özenle eğilmiştir. Marx'ın bütün eserleri, özellikle 1913'te dört cilt halinde yayınlanan Engels'le mektuplaşmaları bu konuda muazzam bir malzeme sunmaktadır. Bu malzeme henüz tamamen toplanmış, sınıflandırılmış, incelenmiş ve çözümlenmiş olmaktan uzaktır. Bu yüzden burada biz, çok genel ve kısa açıklamalarla yetinmek zorundayız. Bu arada Marx'ın, materyalizmi, meselenin bu yanı olmadığı sürece haklı olarak yarım, tek yanlı ve yarı ölü olarak nitelendirdiğini özellikle belirtmek isteriz. Marx, proletaryanın taktiğinin esas görevini, metaryalist-diyalektik dünya görüşünün bütün temelleri ile kesin bir uyum içinde belirledi.

    Ancak mevcut toplumun istisnasız tüm sınıflarının karşılıklı ilişkiler bütününün nesnel bir şekilde incelenmesi ve dolayısıyla bu toplumun nesnel gelişme derecesinin ve öteki toplumlarla karşılıklı ilişkilerinin incelenmesi, ilerleyen sınıfın doğru taktiğinin temelini oluşturabilir. Burada bütün sınıflar ve bütün ülkeler durağan değil, dinamik yönleriyle ele alınır, yani hareketsiz halde değil, hareket içinde (bu hareketin yasaları, her sınıfın varlığının ekonomik şartlarında doğar) . Hareket ise sadece geçmiş açısından değil, aynı zamanda gelecek açısından da dikkate alınır; yalnızca yavaş değişmeleri gören 'evrimcilerin' yüzeysel anlayışına göre değil, diyalektik bir şekilde incelenir.

    Marx, Engels'e şöyle yazıyordu: 'Buna benzer büyük gelişmelerde yirmi yıl, bir gün bile etmez, oysa bunun ardından öyle günler gelebilir ki, bunlar yirmi yıla bedeldir…' Proletaryanın taktiği, her an, her gelişme aşamasında insanlık tarihinin bu nesnel olarak kaçınılmaz diyalektiğini göz önüne almalıdır; bir yandan siyasi durgunluk çağlarından ya da kaplumbağa adımlarıyla ilerleyen sözümona 'barışçı' gelişmeden, ilerleyen sınıfın bilincini, gücünü ve mücadele azmini geliştirmek için yararlanmalı, diğer yandan bütün bu yararlanma çalışmalarını sözkonusu sınıfın hareketinin 'nihai hedefine' yönelterek onları, 'yirmi yıla bedel olan' büyük günlerin büyük görevlerini pratikte çözmeye hazırlamalıdır. Bu noktada Marx'ın iki sözü özellikle önemlidir: birincisi Felsefenin Sefaleti'nde belirttiği ekonomik mücadele ve proletaryanın ekonomik örgütleri üzerine, ikincisi ise Komünist Manifesto'da be lirttiği proletaryanın siyasi görevleri üzerinedir. Birincisinde şöyle diyor: 'Büyük sanayi tek bir yerde bir yığın birbirini tanımayan insanı bir araya toplar. Rekabet onları çıkarlarına göre böler. Ama ücretlerini koruma kaygısı, patronlara karşı bu ortak çıkarları onları aynı direnme düşüncesinde birleştirir: Koalisyon. …Başlangıçta tek tek kurulan koalisyonlar, gruplar meydana getirirler ve her zaman bütünleşmiş sermaye karşısında birliğin korunması işçiler için ücretlerini elde etme gayretinden daha önemli bir hale gelir… Bu mücadelede —gerçek bir iç savaş— gelecek bir çarpışmanın bütün unsurları birleşir ve gelişir. Bu noktaya bir kez ulaşıldı mı, bu sefer birlik siyasi bir nitelik kazanır.' İşte ekonomik mücadelenin ve sendikal hareketin birkaç on yıllık, yani proletaryanın güçlerini 'gelecek çarpışmaya' hazırlama uzun döneminin programı ve taktiği. Buna Marx ve Engels'in belirttiği sayısız noktayı da eklemek gerekir. Marx ve Engels İngiliz işçi hareketi örneğinde endüstriyel 'refahın' nasıl 'proletaryayı satın almak' …, onu mücadeleden alıkoymak çabalarına yol açtığını, esasen bu 'refahın' işçileri nasıl 'yozlaştırdığını' …; İngiliz proletaryasının nasıl 'burjuvalaştığını, öyle ki bütün uluslar içinde en burjuva olan bu ulusun (İngiltere) , işi burjuvazinin yanı sıra bir burjuva aristokrasisine ve bir burjuva proletaryaya sahip olmaya kadar vardırmak istediğini' …; proletaryanın 'devrimci enerjisinin' nasıl 'uçup gittiğini' …; 'İngiliz işçilerinin gözle görülür burjuva hastalığından kendilerini kurtarana kadar' nasıl az çok uzun bir dönem beklemek gerektiğini…; İngiliz işçi hareketinin nasıl 'eski Çartistlerin coşkusundan' yoksun olduğunu; İngiliz işçi önderlerinin nasıl 'radikal burjuvazi ile işçiler' arasında bir çeşit ara unsur haline geldiğini…; 'İngiliz işçisinin' İngiltere'nin tekelci konumu yüzünden ve bu tekelci konum altedilmediği sürece nasıl 'daha ileri gitmek istemediğini' göstermişlerdir. İşçi hareketinin genel gidişi (ve sonucu) ile bağıntı içinde ekonomik mücadele taktiği burada hayret verecek şekilde kapsamlı, çok yönlü, diyalektik, gerçek devrimci bir bakış açısıyla ele alınmaktadır.

    Komünist Manifesto siyasi mücadele taktiği olarak Marksizmin şu ilkesini koyuyor: 'Onlar (komünistler) işçi sınıfının en yakın amaçları ve çıkarlarına erişmek için mücadele ediyorlar, ama onlar aynı zamanda şimdiki hareket içinde hareketin geleceğini temsil ediyorlar'. Marx bu görüşe uygun olarak 1848 yılında Polonya'da 'Tarım Devrimi' partisini, yani '1846 Krakov Ayaklanması'nı başlatan partiyi' destekledi. Marx 1848 ve 1849'da Almanya'da aşırı devrimci demokrasiyi destekledi ve o zamanlar taktik üzerine söylediklerinden hiç bir zaman dönmedi. O, Alman burjuvazisini, 'başından itibaren halka ihanet etme' (ancak köylülükle bir ittifak burjuvaziye, hedeflerini tam olarak gerçekleştirme imkanını yaratabilirdi) 've eski toplumun soylu temsilcileriyle uzlaşma eğiliminde olan' bir unsur olarak ele aldı. İşte Marx'ın, burjuva-demokratik devrim çağında Alman burjuvazisinin sınıf durumu hakkındaki toparlayıcı tahlili budur. Bu tahlil, toplumu hareket halinde, —hem de sadece hareketin geriye dönük yanıyla da değil—… ele alan materyalizmin çok güzel bir örneğidir: 'Kendine inançsız, halka inaçsız, üsttekilere diş gıcırdatan, alttakiler önünde tir tir titreyen… dünyayı saran kasırgadan ürkmüş… hiçbir yönde enerjisi kalmamış, her yönü taklide kalkan… inisiyatifsiz — kendini, sağlam ve dinç bir halkın ilk gençlik hareketlerini bizzat kendi içi geçmiş çıkarları adına yönetmeye mahkûm gören bunak ihtiyar.' Aşağı yukarı yirmi yıl sonra Marx, Engels'e yazdığı bir mektupta … 1848 Devriminin başarısızlığına sebep olarak, burjuvazinin, 'özgürlük uğrunda savaşmayı göze almaktansa kölelik içinde barışı tercih etmesi' ni göstermiştir. Marx, 1848/49 Devrimi çağı sona erdiği zaman her türlü devrimcilik oyunlarına karşı çıktı (Schapper-Willich ve onlarla mücadele) ve âdeta 'barışçı' bir şekilde yeni devrimleri hazırlayan yeni çağda çalışmayı öğrenmeyi talep etti. Marx'ın hangi düşünceyle bu çalışmanın uygulanmasını talep ettiği, Almanya'nın 1856'da, yani en koyu gericilik dönemindeki durumunu değerlendirişinden anlaşılabilir: 'Almanya'da her şey, proleter devrimini, köylü savaşının bir çeşit ikinci baskısıyla destekleme imkanına bağlı olacaktır.' … Marx, Almanya'da demokratik (burjuva) devrim tamamlanmadığı sürece sosyalist proletaryanın taktiğinde bütün dikkatini köylülüğün demokratik enerjisinin geliştirilmesine yöneltmiştir. Marx'a göre Lasalle'in tavrı 'nesnel olarak bütün işçi hareketinin Prusyalılara gammazlanması' idi…, diğer şeylerin yanında o tam da 'junkerlere ve Prusya milliyetçiliğine destek sağladığı' için. Engels 1865'te, plânlanan ortak bir basın bildirisiyle ilgili olarak Marx'la yazışmalarında şöyle diyordu: 'Esas olarak bir tarım ülkesi olan bir ülkede sanayi proletaryası adına sadece burjuvaziye hücum etmek, öte taraftan tarım proletaryasının büyük feodal aristokrasi tarafından ataerkil bir şekilde 'sopayla' sömürülmesine tek kelimeyle değinmemek büyük bir alçaklıktır.' 1864-1870 döneminde, Almanya'da burjuva-demokratik devrimin tamamlandığı dönem, Prusya ve Avusturya'da sömürücü sınıfların bu devrimi yukarıdan tamamlama yöntemleri yüzünden birbiriyle mücadele ettiği dönem sona erdiği zaman Marx sadece Bismarck'la flört eden Laselle'i mahkûm etmekle kalmadı; aynı zamanda da 'Avusturyacılık'a (Austrophili) kapılan ve partikülarizmi savunan Liebnecht'i de doğru yola çağırdı; Marx, Bismarck'a olduğu kadar 'Avusturyacılar'a karşı da aynı acımasızlıkla mücadele veren devrimci bir taktik talep ediyordu; öyle bir taktik ki, 'galiplere', Prusyalı junkerlere adım uydurmayan, aksine derhal ona karşı mücadeleyi yeniden ele alacak bir taktik, hem de Prusyalıların askeri zaferlerinin meydana getirdiği temel üstünde … Enternasyonal'in 9 Eylül 1870 tarihli ünlü bildirisinde Marx, Fransız proletaryasını zamansız bir ayaklanmaya karşı uyarıyordu; ama buna rağmen ayaklanma patlak verince (1871) , bu sefer Marx büyük bir coşkuyla kitlelerin 'gökleri fetheden' devrimci inisiyatiflerini selamladı (Marx'ın Kugelmann'a Mektubu) . Marx'ın diyalektik materyalizm görüşü açısından bu veya buna benzer birçok durumda devrimci eylemin yenilgiye uğraması, proletaryanın mücadelesinin genel gidişatı ve sonucu açısından, işgal edilmiş mevzileri terk etmekten, mücadele etmeden teslim olmaktan ehvenişerdi. Böyle bir teslimiyet proletaryanın moralini bozar, onun mücadele yeteneğini yok ederdi. Siyasi durgunluk ve burjuva lagelitesinin hüküm sürdüğü dönemlerde legal mücadele araçlarından yararlanmayı mükemmel bir şekilde değerlendiren Marx, 1877/78 yıllarında Sosyalistler Yasası'nın çıkarılmasından sonra Most gibi birinin 'devrimci lafazanlığını' şiddetle mahkûm etti. Ama o zamanlar Sıkıyönetim Yasası'na bir cevap olarak illegal mücadeleye geçmede yeterince sağlamlık, kararlılık, devrimci tavır ve hazırlık göstermeyen resmi Sosyal-Demokrat Parti'ye geçici olarak egemen olan oportünizmi de en az onun kadar, hatta ondan da fazla yerdi. (Lenin, 'Karl Marx', Tüm Eserler, cilt XVIII, s. 40-45)

    YOL İŞÇİ SINIFI'NIN YOLUDUR

    WWW.KİBRİSTASOSYALİSTGERCEK.NET

    1

    M

    A

    Y

    I

    S

    A

    T A K S İ M ' E

    Ç

    A

    Ğ

    R

    I

  • Taksim

    28.04.2008 - 16:03

    1 Mayıs'ta Taksim'de Olacağız

    Haklar ve Özgürlükler Cephesi 11 Nisan günü Taksim Tramvay Durağı'nda bir basın
    açıklaması yaparak 1 Mayıs'ta Taksim'de olacağını duyurdu.

    Saat 13.00'de başlayan açıklamada '1977 1 Mayıs Katliamının Hesabını Sormak İçin
    Taksim'de Olacağız' pankartı açılırken 'Taksim 1 Mayıs Alanıdır Yasaklanamaz' dövizleri taşındı.
    Eylemde sık sık 'Yaşasın 1 Mayıs, Taksim 1 Mayıs Alanıdır, Bu Alan 1 Mayıs Alanıdır' sloganları atıldı.
    İstanbul HÖC Temsilciliği adına basın açıklaması yapan Ersin Koca 'Ekonomik ve
    siyasal isteklerimizi, sorunlarımızı, ekmek, adalet ve özgürlük talebimizi dile getirmek için; tüm halkımızı, işçileri, köylüleri, memurları, öğrencileri, aydınları, esnafları, gecekonduluları, tüm ezilen ve sömürülenleri, 1 Mayıs alanına davet ediyoruz. Tüm ilerici, demokrat, devrimci, vatansever sendikalarımızı, odalarımızı, derneklerimizi, tüm halk örgütlülüklerini 1 Mayıs Alanı'na dvet ediyoruz. Bu yıl bütün Türkiye olarak tek alanda; 1 Mayıs alanında olacağız. Tüm emekçileri bir kez daha Taksim 1 Mayıs Alanına davet ediyoruz' dedi.
    Açıklamanın ardından 40 HÖC üyesi Galatasaray Lisesi'ne kadar bildiri dağıtarak tüm insanları 1 Mayıs alanına davet ederek eylemlerine son verdiler.

    Devrimci 1 Mayıs İçin İleri!

    Ankara Devrimci 1 Mayıs Platformu, birleşik, kitlesel ve devrimci 1 Mayıs için alanlarda olmaya çağrı yaptı.
    Yüksel Caddesi'nde 10 Nisan Salı günü saat 12.30'da toplanan platform üyeleri '1 Mayıs Kızıldır Kızıl Kalacak, Yaşasın1 Mayıs Biji Yek Gulan, Yaşasın Hakların Kardeşliği' sloganlarını attılar.
    77 Taksim katliamının 30. yılı olması nedeniyle katliamın hesabının sorulması amacıyla herkesi 1 Mayıs alanlarında olmaya çağırdı.

    1 Mayıs'ta Taksim'e

    1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacaklarını açıklamak için Ankara'da birçok Demokratik Kitle Örgütü, Siyasi Parti ve Sendikalar bir araya gelerek bir basın toplantısı düzenlediler.

    11 Nisan Çarşamba günü saat 11.00'da Nazım Kültür Evi'nde biraraya gelen DİSK, Barış Derneği, Türkiye 78'liler çalışma Grubu, TKP, HÖC, Halkevleri, Kaldıraç, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Öğrenci Kolektifleri, HKP, Anadolu Araştırma Derneği, İşçi Gazetesi, Yurtsever Cephe'nin temsilcileri 1 Mayıs'ta Taksim'de olacaklarını basına duyurdular. Kurumlar adına konuşan DİSK/Genel-iş Sendikası Genel Başkanı Mahmut Seren '1 Mayıs'a doğru yol aldık' diyerek sözlerine başladı.

    Seren 1 Mayıs 1977'den 1 Mayıs 2007'ye, aradan geçen 30 yılda verilmeyen hesapların olduğunu belirterek, bu hesapları sormak için Taksim'deyiz olduklarını bildirdi. 2007 1 Mayıs'ı için yoğun bir sansür uygulandığını belirten Seren 1977 1 Mayıs'ın da bu kadar teknolojinin gelişmemesine rağmen 1 Milyon insan'ın Taksim Meydanı'na çıktığını, yine yüz binlerin oraya çıkacağını söyledi.

    1 Mayıs'ın birlik, mücadele ve barış günü olarak alanlara taşıyacaklarını belirten Seren, 'sıkıntılar çok nettir' diyerek, sıkıntıların bu ülkeyi yönetenlerde olduğunu söyledi.

    'Emek Platformu İle Yer Almak İsterdik'

    '1 Mayıs'ta Emek Platformu ile Taksim'de olmayı isterdik' diyen Seren, işçi sınıfının sermayeyle işbirliği içinde olan kurumlar olmadan Taksim'e çıkacaklarını söyledi.

    2007 1 Mayıs'ın da ikili görevle çıktıklarını söyleyen Seren, '1 Mayıs emeğin bayramı olarak yasalaşmalı, resmi tatil ilan edilmelidir. 1977 1 Mayıs katliamının sorumluları açığa çıkarılarak hesap sorulması için meclis araştırma komisyonu kurulmalıdır' dedi. Katillerin ortaya çıkarılarak, 77 1 Mayıs şehitlerinin hesabının sorulması için Taksim'de olacaklarını belirterek 'Yaşasın İşçi Sınıfının, Emekçilerin ve Ezilenlerin Birliği' dedi.

    Basın emekçilerinden birinin Taksim'de olacaksınız ama aynı zaman da buradada kutlayacak mısınız? Sorusuna yanıt olarak yalnızca İstanbul Taksim'de kutlayacaklarını belirterek 1 Mayıs'a katılmanın önemini anlaşılması gerektiğini ifade etti.

    KESK'in neden burada olmadığını soran bir başka basın emekçisinin sorusuna ise, bunun KESK'in kendi sorunu olduğunu, geçen yıl Emek Platformu'nun İstanbul Taksim diyerek masadan ayrıldığını belirtti. Ankara'da yapılacak etkinliklere de başladıklarını bildirerek, 28 Nisan da henüz belirlenmeyen bir yerde, şölen düzenleyeceklerini Taksim'e gitmenin coşkusunu yaşayacaklarını ve buradan da topluca gideceklerini ifade ettiler.

    'Taksim Bizim Yasal Meşru Hakkımızdır'

    İstanbul'da izin alma sorununun yaşandığını bununla ilgili valiliğin bir açıklama yayınladığını bildiren bir basın mensubunun sorusu üzerine Seren, 'Biz Taksim'e gireceğiz. Taksim ne kuşatılmış bir yerdir, ne de kuşatılacak bir yerdir. Her maç sonrası açılıyor, kutlamalar yapılıyor. 2911'e muhalefette etmiyoruz. Bu bizim yasal meşru hakkımızdır' dedi.

    Haklar ve Özgürlükler Cephesi tarafından 1 Mayıs ile ilgili yapılan açıklama şöyle;

    '1 Mayıs'ta Türkiye'nin dört bir yanından İstanbul'a, Taksim Meydanı'na
    1 Mayıs emekçilerin, yoksulların, devrimci-demokratların, öğrencilerin, aydınların, emekten yana olanların her yıl umutla beklediği kavga günüdür. Emekçilerin bayramı olarak kabul edilse de, bugün artık yitirilen emekçilerin anma gününe dönüşmüş durumdadır. Bu nedenle emekçiler bir bayram bir kutlamadan çok yitirilen emekçilerini anma gününe dönüştürdü 1 Mayısı…
    Ülkemizde de 1977 yılından bu yana anma yanı daha ağır basmaya başladı. 500 bin emekçi 77 1 Mayısında meydanları doldurmuştu. Buna tahammül edemeyen iktidar provokasyon yaratıp saldırmış ve 35 emekçi katledilmişti Taksim meydanında. Bu saldırıdan sonra yeni uygulamalar bir birini takip etmeye başladı. Yasaklar konuldu emekçilerin önüne. 1 Mayıs alanı olan Taksim emekçilere yasaklandı ve 79'dan bu yana emekçiler kendilerine ait olan bir alanda 1 Mayıs'ı kutlayamaz oldular.
    Yasaklanan yere kanları dökülmüştü emekçilerin, panzerlerle ezilmişti bedenleri, sokaklar sahipsiz ayakkabılarla, çantalarla, şapkalarla dolmuştu… Kan dolmuştu sokak aralarına ve kurşun yağmıştı üstlerine…
    Kan dökülen bir toprak parçası bin kat daha değerli olur. Bunun içim Taksim Meydanı artık bir meydan olmaktan çıktı emekçiler nezdinde. Mücadele alanı, kavganın, emeğin, alın terinin adı oldu. Taksim meydanı emeğin ve emekçinin harmanlandığı yer oldu artık.
    Taksim meydanı 1 Mayıs alanıdır. Ogün onun ismi konuldu. Ogün 35 insanın canıyla o isim oraya yazıldı. Taksim meydanı '77'den bu yana 1 Mayıs alanı olarak kabul edildi, kimse bunun aksini iddia edemez ve herhangi bir engel de koyamaz. 500 bin kişinin yürüdüğü bir yere, alana kimsenin yasak koyma yetkisi yoktur, koymamalı.
    Bedelini ödeyenlere bırakmalıdır.
    Taksim meydanı popçulara, 'şampiyonluk' kutlamalarına, gözdağı için gövde gösterisi yapanlara açık, ama asıl sahiplerine kapalı olamaz, asıl sahiplerine yasaklanamaz.

    1 Mayıs alanının üzerindeki yasak derhal kaldırılmalıdır!
    Bu yasağın son bulması için 1 Mayıs'ta Taksim de olalım. 35 emekçinin yanında,
    şehit düştükleri yerde, onların yanı başında olalım.

    Katliamın sorumluları yargılanmalıdır!
    1 Mayıs 1977 katliamının 30. yıl dönümü. 30 yıl önce 35 emekçi katledildi ve bugün bu konuda hiçbir sonuç yok. Katiler ellerini kollarını sallayarak çekip gittiler. Katliam hakkında o kadar çok bilgi açığa çıkmasına rağmen hiçbir şey yapılmadı. Hiçbir soruşturma yürütülmedi. Katiller 30 yıldır ne yargılandılar ne de cezalandırıldılar.

    Katliamın sorumlularının cezalandırılması için 1 Mayıs'ta alanlarda olmalıyız. 30 yıldır yerini bulamayan adaletin yerini bulması için 1 Mayıs'ta Taksim'de olmalıyız.
    Katliamı unutmadığımızı, katillerin yakasını bırakmadığımızı göstermek için 1 Mayıs alanında olmalıyız.
    Tüm emekçiler olarak '77 1 Mayıs'ında Taksim'e yürüyen 500 binlerin kavgasını,
    umutlarını, mirasını omuzladığımızı ve sürdürdüğümüzü göstermek için 1 Mayıs alanı olan Taksim Meydanı'nda olalım. O alanda şehit verdiğimiz emekçilerin hesabını sormak için gücümüzü birleştirelim.
    2007 1 Mayıs'ı sadece İstanbul sokaklarından, gecekondularından, atölyelerinden ve caddelerinden yürümeyeceğiz; BÜTÜN TÜRKİYE GENELİNDE YÜRÜYECEGİZ TAKSİM 1 MAYIS ALANINA. 2007 1 Mayıs'ı ülkemiz genelinde tek bir alanda olmak ve tek 1 Mayıs olması için bütün güçlerimizi birleştirmeliyiz İstanbul'da…
    BU GÜNDEN İTİBAREN BÜTÜN TÜRKİYE'Yİ İSTANBUL 1 MAYIS ALANINA YÜRÜMEYE VE 500 BİN EMEKÇİNİN MİRASINI SAHİPLENMEYE ÇAĞIRIYORUZ…
    Ekonomik ve siyasal isteklerimizi, sorunlarımızı, ekmek, adalet ve özgürlük
    talebimizi dile getirmek için; tüm haklarımızı, işçileri, köylüleri, memurları, öğrencileri, aydınları, esnafları, gecekonduluları, tüm ezilen ve sömürülenleri, 1 Mayıs Alanı'na davet ediyoruz. Tüm ilerici, demokrat, devrimci, vatansever sendikalarımızı, odalarımızı, derneklerimizi, tüm halk örgütlülüklerini 1 Mayıs Alanı'na davet ediyoruz.

    Bu yıl BÜTÜN TÜRKİYE OLARAK TEK ALANDA; İSTANBUL 1 MAYIS ALANINDA OLACAĞIZ. TÜM EMEKÇİLERİ BİR KEZ DAHA TAKSİM 1 MAYIS ALANINA DAVET EDİYORUZ.'

    Ankara Devrimci 1 Mayıs Platformu'nun yaptığı açıklamada şöyle denildi;

    '1 Mayıs ezenle ezilenin temel ve güncel sorunlar üzerinden karşı karşıya geldiği o günkü durumlarına ve güçlerine göre birbirlerini sınadıkları, bir anlamda hesaplaştıkları bir mücadele günüdür. İşçi sınıfı ve emekçiler 1 Mayıslara en yakıcı sorunları ve gündemleri ile hazırlanır bu talepler etrafında alanlara çıkarlar.

    1 Mayıs'ın ortaya çıktığı tarihe dönüp baktığımızda, bundan tam 171 yıl önce, işçi sınıfının en temel talepleri ile harekete geçtiğini görürüz. 'Hepimiz birimiz için! ' sloganı ile başlayan bu mücadele, işgününün 8 saate indirilmesi talebi ile devam eder. 1886'da bu taleple yüz binlerce işçi greve çıkar. Polis provokasyonu sonucu işçiler katledilir. 3–4 Mayıs'ta da gösteriler ve çatışmalar devam eder. Bu eylemlere önderlik eden 4 işçi önderi göstermelik bir yargılama sonucu Kasım 1887'de idam edilir. Sınıfın kendi talepleri uğruna verdiği dişe diş mücadele ve bu uğurda ölümsüzleşenler adına 1 Mayıs, dönemin işçi örgütleri tarafından işçi sınıfının
    uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü ilan edilir. Ve o günden bu güne 1 Mayıslar işçi sınıfı ve emekçi kitleler tarafından bir mücadele günü olarak örgütlenir.

    Bu çerçevede 2007 1 Mayıs'ı yaklaşmaktadır. Emperyalist işgalin ve saldırganlığın arttığı, milyonlarca işçi ve emekçiye kölelik ve sefalet koşullarının dayatıldığı, ırkçı, şovenist histeri dalgasının tırmandırıldığı, tüm bunlara devletin baskı, yasak ve terörünün eşlik ettiği bir dönemde 1 Mayıs'ı karşılıyoruz. Böylesi bir dönemde bu saldırılara karşı tarihsel ve güncel anlamına uygun birleşik, kitlesel, devrimci bir 1 Mayıs'ın örgütlenmesi hayati önem taşımaktadır.

    Emperyalist savaşa ve saldırganlığa karşı halkların devrimci birliği için 1 Mayıs'a!
    ABD emperyalizmi, kanlı ve kirli çıkarları için dünya halklarına kan kusturmaya devam ediyor. Filistin halkının on yıllardır karşı karşıya kaldığı saldırıların yanı sıra, Irak halkı dört yıldır işgale karşı direniyor. Halkların birbirine kırdırılması, direnişlerinin en vahşi yöntemlerle boğulmak istenmesi, tüm bunlar dünya halklarının gözleri önünde yaşanıyor. ABD emperyalizmi, bu kez de gözünü özellikle İran'a dikerek, tüm Ortadoğu halklarını tehdit etmeye devam ediyor. Emperyalist saldırganlığın önüne geçebilmek, ABD emperyalizminin Ortadoğu'ya yönelik kanlı ve kirli planlarını bozabilmek, direnen Ortadoğu halkları ile dayanışmayı yükseltmekten, halkların devrimci temelde birliğini yaratabilmekten geçiyor. İşçi sınıfının uluslararası dayanışma gününde enternasyonal dayanışmayı yükseltmek, emperyalizme ve onların yerli işbirlikçilerine gereken yanıtı verebilmek için 1 Mayıs alanlarında yer almalıyız.

    Devlet terörüne, şovenizme ve milliyetçiliğe karşı 1 Mayıs'a!
    Egemenler on yıllardır bu topraklarda yaşayan halkları yok saymış, her türlü baskı ve terörü uygulayarak sindirmeye ve yok etmeye çalışmıştır. Kürt halkı on yıllardır devletin inkâr ve imha saldırısı ile yüz yüze yaşıyor. Varlığı inkâr ediliyor, demokratik hak ve özgürlükleri çiğneniyor, dili ve kültürü hiçe sayılıyor. Onyıllardır Ermenilere yönelik uygulanan sindirme ve tümden yok etme politikası Hrant Dink'in katledilmesiyle yeni bir boyut kazanmış bulunuyor. Halkları birbirine düşman etmek için en kirli yol ve yöntemlere başvuruluyor, tırmandırılan şoven-gerici
    kampanyalardan medet umuluyor. Şovenizmin panzehiri halkların birleşik devrimci mücadelesidir. Ve şimdi 1 Mayıs'ta, hepimizin Kürt olduğunu, hepimizin Ermeni olduğunu, halklarımızın ve tüm dünya halklarının kardeş olduğunu haykırmanın zamanıdır.

    Açlığa, yoksulluğa ve sosyal yıkım saldırılarına karşı 1 Mayıs'a!
    Bu gün, sömürü düzeni emekçilere Kölelik yasalarıyla, sosyal kazanımlara dönük saldırılarla, düşük ücret politikalarıyla tam bir yıkım dayatmaktadır. Açlık, yoksulluk ve sefalet koşulları gün be gün derinleşmekte, emekçilerin yaşamları her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Bu gün işçi ve emekçiler gündelik talepleriyle, bu taleplerinin yanı sıra temel taleplerini yükselterek 1 Mayıs'ta egemenlerin karşısına birleşik ve kitlesel bir şekilde çıkabilmeli, bu taleplerin kazanılması doğrultusundaki kararlılık 1 Mayıs alanına da taşınabilmelidir. 1 Mayıs'ın devrimci çağrısı bunu gerektirmektedir.

    Emekçilere kapatılmış alanlar açılmalı Taksim yasağı kaldırılmalıdır!
    Bilindiği gibi 2007 1 Mayıs'ı sınıf mücadelesi tarihimizin önemli bir günü olan 1 Mayıs '77 katliamının 30. yılına denk gelmektedir. 37 insanımızın katledildiği ve o günden bugüne devletin katliam geleneğinin bir simgesi haline gelen '77 Taksim 1 Mayıs katliamının yıldönümü önümüzdeki 1 Mayıs'a tarihsel bir anlam yüklemektedir. Bu çerçevede 'Taksim yasağının kaldırılması ve 30 yıl önce yaşanan katliamın hesabının sorulması' talebi ile işçi ve emekçi kitleler 1 Mayıs alanlarında olmalıdır.

    Bizler 2007 1 Mayıs'ının emperyalist saldırganlığa, sosyal yıkım saldırılarına, neo-liberal politikalara, Kürt ulusuna yönelik imha ve inkâr uygulamalarına, ırkçılığa ve şovenizme, devlet terörüne yanıt olacak bir tarzda tarihsel ve güncel anlamına uygun olarak birleşik, kitlesel ve devrimci bir zeminde kutlamayı hedeflemekteyiz.'

    Ankara Devrimci 1 Mayıs Platformu İçinde yer alan kurumlar şöyle; 'Alınteri, BDSP, DHP, HÖC, Kaldıraç, Partizan.

    1 MAYISA ÇAĞRI

  • alevi

    28.04.2008 - 15:54

    MARAŞ KATLİAMI (24 ARALIK 1978)

    Maraş Katliamı iki solcunun öldürülmesiyle başladı. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978'de gerçekleştirildi. Katliamın hazırlık süreci 8 ay öncesine kadar gitmektedir.

    MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in çeşitli dönemlerdeki konuşmaları ve MHP'nin Maraş'taki etkinlikleri katliama örnek delillerdir. Katliamdan bir hafta önce, Alevilerin ve solcuların çoğunluk olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını ifade eden bazı kişilerin 'tuhaf' bir nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri dolaşarak, evlerde kaç kişinin yaşadığı gibi sorular sorarak ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boya ile işaretlemişlerdir. Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Bu işaretlemelerin amacı, Alevi ve Solcu evlerini belirlemek ve kendi yandaşlarına zarar vermemektir.

    Çiçek Sineması Olayı:

    Ülkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen 'Güneş Ne zaman Doğacak' adlı film 16 Aralık 1978'de Çiçek Sineması'nda gösterime sokulur. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir patlayıcının patlamasıyla bir tahrik başlar. Salonda film sırasında sık sık 'Müslüman Türkiye' 'Milliyetçi Türkiye' “Koministler Moskova'ya”, 'Başbuğ Türkeş' gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, 'Bunu solcular attı' yollu söylemleriyle diğer izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT ve CHP binalarına slaganlar atarak yönelmiş ve saldırılarda bulunmuşlardır.

    Polisin olaya el koyarak, olayın ülkücüler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlaması sonucu bazı kişiler gözaltına alınır. Patlamanın arkasındaki kişinin Ökkeş Kenger olduğu anlaşılır.

    20 Aralık'ta akşam saatlerinde 'Alevi ve Solcuların çoğunlukla gittiği Yeni Mahalle'de bulunan Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Sonraki akşam bir başka patlamada sağ görüşlü Güngör Gençay adlı birisinin evine atılır. Aynı akşam (21 Aralık 1978) Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu'da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. 'solcu' öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami'ye doğru yola çıkar. Bu arada faşist ve sağcı gruplar cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylerden adam getirmek için 'Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım ” yollu çağrı propagandalarda bulunurlar. Öte yandan Maraş Müftüsü de resmi araçlarla kenti dolaşarak Sünni halkı kışkırtmıştır.

    Devlet Hastanesi Başhekimi'nin, Cumhuriyet Savcısı'nın zorlamasına rağmen cenazeleri Cuma namazının bitimine denk getirmesi, işlemleri geciktirmesi başka bir soru işaretidir.

    Cenaze kortejinin camiye doğru giderken polis ve askerler pankartlara kadar her şeyi toplarlar. Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar 'Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar' sloganlarıyla saldırıya geçerler. Üzerlerinde bulunan taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırmalarının ardından polisin grupların arasından çekilmesi ve jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji dağılır ve cenazeler sahipsiz kalır. Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.

    Gruplar halinde kent içine yayılarak Aleviler’in yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamışlardır. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar. Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100'e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.

    Alevi ve Solculara Yönelik Toplu Katliamlar:

    Faşist gruplar, cenaze töreninden sonra nasıl bir saldırı planı hazırlayacaklarını ve saldırı için kullanacakları sopa, demir çubukları, kazma, kürek, benzin ve gaz gibi malzemeleri temin ederek belli evlerde saklamaya hazırlanıyorlardı.

    23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, 'Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar' yönlü çağrılar ve duyurular yapılmaya başlanır.

    Aleviler’in yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlarken, bir yandan da işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddeler atılmaya başlanır. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar.

    Polisin ve askerlerin bir haftadır başlayan ve son günlerde yoğunlaşan hazırlıklara yeterince önlem almamaları veya genel geçer önlemler alarak hareket etmesi saldırganların kentte istedikleri gibi hareket ederek Maraş'ı ele geçirmelerine neden olur.

    Katliamı gerçekleştirenler, kadınlara tecavüz ederler, hamile kadınların karınlarını deşerler, kundaktaki çocukları bağazlarlar, kurşun sıktılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ederler, kadınların memelerini keserler. Çocukları gözlerinden şişlerler, insanları baltalarla saldırıp öldürürler.

    Saldırganların 'Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, ”kadınlarımızı katlediyorlar, Camileri ateşe veriyorlar' biçimindeki propagandaları yüzünden daha önce tarafsız kalan birçok Sünni kökenli vatandaşlarımız da olaylara katılmaya başlamışlardır. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak Mahallelerinde bulunan cami imamları da propaganda ve saldırılarda yer alırlar. Mahalle muhtarı olaylara katılmayanları zorlayarak silah, patlayıcı ve yanıcı maddeler toplar. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat ve silahlar taşır mahallelere. Saldırganlar işaretli evlerin yanında YSE binası, Sağlık Ocağı, çarşı Karakolu ve Sağlık Müdürlüğünü, işgal edip yakarlar.

    Bir çok mahallede, sokakta, evde, polisler hiçbir şeye karışmazken, askerler son anda saldırıya uğrayanları kurtarmaya çalışırlar.

    Askerlerin ellerinden sığınanları alıp kurşuna dizen saldırganlar, Sağlık Ocağından, Devlet hastanesine getirilenleri kurşuna dizmeye, öldürmeye başlarlar.

    22 Aralık'ta faşistler tarafından başlatılan katliam beş gün sürmüştür. Devletin tüm kurumları, yetkilileri ve güvenlik güçleri durumu kontrol edememişlerdir.

    Kent dışına kaçışlar çoktan başlamıştı. Öte yandan aileleri, yakınları, çocukları Maraş'ta olanlar da kente girmeye çalışıyorlardı. Katliamda rahat hareket edenler MHP'li taraftarlardı. Katliamın ganimetini de onlar topluyordu.

    Meydanları kontrol etmeyi başaran saldırganlar 'Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı'nın kellesini isityoruz' sloganları her yanı kaplamıştı. Askerlerin tüm önlem ve kuşatmalarına rağmen faşistler Hükümet konağında bulunan ve oraya sığınanları katletmek istiyorlardı.

    Olayları, katliamı yakından izleyen ve faşistlerin kellesini istedikleri İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ise, katliamın, solcuların tahrik etmesi sonucu çıktığını söylemekteydi. Özaydınlı bu sırada bir de Türkeş'i ziyaret ederek, alınacak önlemleri konuşuyordu. Olaylar Türkeş'in tam da istediği gibi gelişiyordu zaten... Türkeş 'Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” derken, hükümette ülkücüleri bu gözle görüyor ve koruyorlardı. Öte yandan askerlerin olayları önleme çabalarına yanıt olarak 'komünist asker' sloganları bile atıyorlardı. Öyleki jandarma Alay Komutanlığı'nı bombalama eylemi bile gerçekleştirmeye çalışmışlardı.

    Sağlık Bakanı Mete Tan, Türkoğlu İlçesi yakınında ülkücüler tarafından durdurulur, taş ve silahla beraberindeki konvoya saldırılarda bulunulur. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında pazarlıklar yapılır. Bakan, ancak bu pazarlıktan sonra Maraş'a girebilir.

    Aynı biçimde Topçam ve Karabıyıklı köyü yakınlarında Adalet Bakanı Mehmet Can, Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ve Devlet Bakanı Salih Yıldız'ın da önü kesilir, silahlı ve taşlı saldırılara uğrarlar.Güvenlik güçlerinin müdahalesi saldırıyı engeller, ancak, Bakanlar Maraş'a korku içinde girebilmişlerdir.

    Kentte yangınlar sürüp, sokaklarda cesetler kokuşurken, faşistler ise 'Yaşasın Başbuğ Türkeş' propagandalarıyla sokaklarda dolaşıyorlardı.

    Maraş'a gelmenin ötesinde ancak Hükümet Binası'ndan çıkamayan Bakanlar ve Milletvekilleri bir ortak bildiri hazırlayarak barış çağrısında bulunurlar. Olayların bitmesi ve kayıpların daha da büyümemesi yönünde ifadelere yer verilen bildiride, “Şerefli Türk Ordusu'na ve Güvenlik Kuvvetlerine yardımcı olunuz, evlerinizde istirahat ediniz” deniyordu. Ayrıca Milletvekilleri olayların tamamen durması için Maraş Müftüsü'nünde konuşmasını istemelerine rağmen Müftüye ulaşmaları mümkün olmaz.

    Maraş Katliamı'nı gerçekleştirenler çatışmaları çevre köylere de taşırıyorlar. Köylüleri 'Maraş'taki solcular, koministler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar, mahallelerde Sünni müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar. Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş'a getiriyorlar. Biz de Maraş'a giriş yollarını kontrol edelim. Bir bölümümüz de Maraş'ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim' biçiminde kışkırtmalarla çevre Sünni köyler de olayların içine çekilmişlerdir. Bunun sonucunda çevre yolların giriş ve çıkışlarını kontrol altına alanlar da yolcuları sorgulamaya, Alevi olanlara işkence yapmaya, bazılarını da öldürmeye kadar götürmüşlerdi işi.

    İmamların Rölü ve Kini: 22 Aralık günü Cuma namazında Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız'ın söyledikleri olayın dincilerle, faşist ülkücülerin nasıl bir araya geldiklerini ve ortak hedeflerini nasıl örtüştürdüklerini göstermektedir. Kara İmam, Cuma vaazında 'Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır' diyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, 'Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun' diyorlardı.

    Maraş'ta bu tahrik ve propagandalar, tertipler katliam, yakma yıkmalar, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilir. Olaylarda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Alevi nüfusunu, yüzde 80'inin Maraş'ı terk ettiği istatistiklere geçmese de biliniyor.

    DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR

    İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş Katliamı’nın gün ışığına çıkartılması için özel bir ekibi görevlendirir Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanı’na sunar. Ancak raporun içeriği gizli tutulur. Gündem Dergisi, bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:

    “18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir. Atılacak dinamit için Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci başkan Leblebici Ankara’ya hareket eder...

    “15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’) , 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur...

    “Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman Ilıksoy’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve çarşı karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıdığını ifade eden Cuma Avcı isimli şahıs da karakola getirilir... Salman Ilıksoy, polis memuru Mahir Güney ve polis memuru Hasan Aydın, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma Avcı’nın karşısına çıkarılır. Cuma Avcı ortada bulunan polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek tanıdığını bildirir. Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma Avcı’ya, ‘o polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi? ’ gibi şeyler söylenir. Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir...

    “Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli...isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.

    “19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır. Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken Milli Piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı. ‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini Milli Piyangocu olarak tanınan 26 değişik isimli şahısların Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.

    “Milli Piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.

    “22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.

    “İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin Eryaman isimli şahıs, Kahramanmaraş İli 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.

    “Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin Turgut, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir”

    Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.

    Yaşayanların Ağzından Katliam

    Meryem Polat: “Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.

    Kamil Berk: '23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır ‘Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”

    Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun? ’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor? ’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”

    Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim? ’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun? ’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.

    “Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan... Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım...”

    Asker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen “Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi) , şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi) , Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,

    “Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,

    ”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra) , iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.

    BASINDA KATLİAM

    Hürriyet(26.12.1978)

    “Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör...Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi’ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.

    “Mağaralı Mahallesi’nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.

    “Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsü’nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü”

    Cumhuriyet: (25.12.1978)

    “24.12.1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler; bin kişilik bir grup Vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.1. piyade tüfeklerinin bulunduğu, Vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.

    “Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.

    ”YSE Bölge Müdürlüğü’nün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesi’nde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.

    “Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.”

    Aydınlık (16.01.1979)

    “Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi.’Elimize geçen kominist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Sizin orada durum nasıl? ’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.

    “Hemen Vilayeti aradım. çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut Kuşat girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü. ‘Ağabey Komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk”

    Davanın Sonucu ve Yargılanmalar

    Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nin gerekçeli kararı şöyledir:

    804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse; 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu

    WWW.PSAKD.ORG

    1
    M
    A
    Y
    I
    S
    A

    TAKSİM'E

    Ç
    A
    Ğ
    R
    I

  • alevi

    28.04.2008 - 15:46

    MARAŞ KATLİAMI (24 ARALIK 1978)

    Maraş Katliamı iki solcunun öldürülmesiyle başladı. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978'de gerçekleştirildi. Katliamın hazırlık süreci 8 ay öncesine kadar gitmektedir.

    MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in çeşitli dönemlerdeki konuşmaları ve MHP'nin Maraş'taki etkinlikleri katliama örnek delillerdir. Katliamdan bir hafta önce, Alevilerin ve solcuların çoğunluk olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını ifade eden bazı kişilerin 'tuhaf' bir nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri dolaşarak, evlerde kaç kişinin yaşadığı gibi sorular sorarak ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boya ile işaretlemişlerdir. Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Bu işaretlemelerin amacı, Alevi ve Solcu evlerini belirlemek ve kendi yandaşlarına zarar vermemektir.

    Çiçek Sineması Olayı:

    Ülkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen 'Güneş Ne zaman Doğacak' adlı film 16 Aralık 1978'de Çiçek Sineması'nda gösterime sokulur. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir patlayıcının patlamasıyla bir tahrik başlar. Salonda film sırasında sık sık 'Müslüman Türkiye' 'Milliyetçi Türkiye' “Koministler Moskova'ya”, 'Başbuğ Türkeş' gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, 'Bunu solcular attı' yollu söylemleriyle diğer izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT ve CHP binalarına slaganlar atarak yönelmiş ve saldırılarda bulunmuşlardır.

    Polisin olaya el koyarak, olayın ülkücüler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlaması sonucu bazı kişiler gözaltına alınır. Patlamanın arkasındaki kişinin Ökkeş Kenger olduğu anlaşılır.

    20 Aralık'ta akşam saatlerinde 'Alevi ve Solcuların çoğunlukla gittiği Yeni Mahalle'de bulunan Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Sonraki akşam bir başka patlamada sağ görüşlü Güngör Gençay adlı birisinin evine atılır. Aynı akşam (21 Aralık 1978) Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu'da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. 'solcu' öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami'ye doğru yola çıkar. Bu arada faşist ve sağcı gruplar cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylerden adam getirmek için 'Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım ” yollu çağrı propagandalarda bulunurlar. Öte yandan Maraş Müftüsü de resmi araçlarla kenti dolaşarak Sünni halkı kışkırtmıştır.

    Devlet Hastanesi Başhekimi'nin, Cumhuriyet Savcısı'nın zorlamasına rağmen cenazeleri Cuma namazının bitimine denk getirmesi, işlemleri geciktirmesi başka bir soru işaretidir.

    Cenaze kortejinin camiye doğru giderken polis ve askerler pankartlara kadar her şeyi toplarlar. Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar 'Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar' sloganlarıyla saldırıya geçerler. Üzerlerinde bulunan taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırmalarının ardından polisin grupların arasından çekilmesi ve jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji dağılır ve cenazeler sahipsiz kalır. Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.

    Gruplar halinde kent içine yayılarak Aleviler’in yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamışlardır. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar. Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100'e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.

    Alevi ve Solculara Yönelik Toplu Katliamlar:

    Faşist gruplar, cenaze töreninden sonra nasıl bir saldırı planı hazırlayacaklarını ve saldırı için kullanacakları sopa, demir çubukları, kazma, kürek, benzin ve gaz gibi malzemeleri temin ederek belli evlerde saklamaya hazırlanıyorlardı.

    23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, 'Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar' yönlü çağrılar ve duyurular yapılmaya başlanır.

    Aleviler’in yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlarken, bir yandan da işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddeler atılmaya başlanır. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar.

    Polisin ve askerlerin bir haftadır başlayan ve son günlerde yoğunlaşan hazırlıklara yeterince önlem almamaları veya genel geçer önlemler alarak hareket etmesi saldırganların kentte istedikleri gibi hareket ederek Maraş'ı ele geçirmelerine neden olur.

    Katliamı gerçekleştirenler, kadınlara tecavüz ederler, hamile kadınların karınlarını deşerler, kundaktaki çocukları bağazlarlar, kurşun sıktılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ederler, kadınların memelerini keserler. Çocukları gözlerinden şişlerler, insanları baltalarla saldırıp öldürürler.

    Saldırganların 'Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, ”kadınlarımızı katlediyorlar, Camileri ateşe veriyorlar' biçimindeki propagandaları yüzünden daha önce tarafsız kalan birçok Sünni kökenli vatandaşlarımız da olaylara katılmaya başlamışlardır. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak Mahallelerinde bulunan cami imamları da propaganda ve saldırılarda yer alırlar. Mahalle muhtarı olaylara katılmayanları zorlayarak silah, patlayıcı ve yanıcı maddeler toplar. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat ve silahlar taşır mahallelere. Saldırganlar işaretli evlerin yanında YSE binası, Sağlık Ocağı, çarşı Karakolu ve Sağlık Müdürlüğünü, işgal edip yakarlar.

    Bir çok mahallede, sokakta, evde, polisler hiçbir şeye karışmazken, askerler son anda saldırıya uğrayanları kurtarmaya çalışırlar.

    Askerlerin ellerinden sığınanları alıp kurşuna dizen saldırganlar, Sağlık Ocağından, Devlet hastanesine getirilenleri kurşuna dizmeye, öldürmeye başlarlar.

    22 Aralık'ta faşistler tarafından başlatılan katliam beş gün sürmüştür. Devletin tüm kurumları, yetkilileri ve güvenlik güçleri durumu kontrol edememişlerdir.

    Kent dışına kaçışlar çoktan başlamıştı. Öte yandan aileleri, yakınları, çocukları Maraş'ta olanlar da kente girmeye çalışıyorlardı. Katliamda rahat hareket edenler MHP'li taraftarlardı. Katliamın ganimetini de onlar topluyordu.

    Meydanları kontrol etmeyi başaran saldırganlar 'Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı'nın kellesini isityoruz' sloganları her yanı kaplamıştı. Askerlerin tüm önlem ve kuşatmalarına rağmen faşistler Hükümet konağında bulunan ve oraya sığınanları katletmek istiyorlardı.

    Olayları, katliamı yakından izleyen ve faşistlerin kellesini istedikleri İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ise, katliamın, solcuların tahrik etmesi sonucu çıktığını söylemekteydi. Özaydınlı bu sırada bir de Türkeş'i ziyaret ederek, alınacak önlemleri konuşuyordu. Olaylar Türkeş'in tam da istediği gibi gelişiyordu zaten... Türkeş 'Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” derken, hükümette ülkücüleri bu gözle görüyor ve koruyorlardı. Öte yandan askerlerin olayları önleme çabalarına yanıt olarak 'komünist asker' sloganları bile atıyorlardı. Öyleki jandarma Alay Komutanlığı'nı bombalama eylemi bile gerçekleştirmeye çalışmışlardı.

    Sağlık Bakanı Mete Tan, Türkoğlu İlçesi yakınında ülkücüler tarafından durdurulur, taş ve silahla beraberindeki konvoya saldırılarda bulunulur. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında pazarlıklar yapılır. Bakan, ancak bu pazarlıktan sonra Maraş'a girebilir.

    Aynı biçimde Topçam ve Karabıyıklı köyü yakınlarında Adalet Bakanı Mehmet Can, Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ve Devlet Bakanı Salih Yıldız'ın da önü kesilir, silahlı ve taşlı saldırılara uğrarlar.Güvenlik güçlerinin müdahalesi saldırıyı engeller, ancak, Bakanlar Maraş'a korku içinde girebilmişlerdir.

    Kentte yangınlar sürüp, sokaklarda cesetler kokuşurken, faşistler ise 'Yaşasın Başbuğ Türkeş' propagandalarıyla sokaklarda dolaşıyorlardı.

    Maraş'a gelmenin ötesinde ancak Hükümet Binası'ndan çıkamayan Bakanlar ve Milletvekilleri bir ortak bildiri hazırlayarak barış çağrısında bulunurlar. Olayların bitmesi ve kayıpların daha da büyümemesi yönünde ifadelere yer verilen bildiride, “Şerefli Türk Ordusu'na ve Güvenlik Kuvvetlerine yardımcı olunuz, evlerinizde istirahat ediniz” deniyordu. Ayrıca Milletvekilleri olayların tamamen durması için Maraş Müftüsü'nünde konuşmasını istemelerine rağmen Müftüye ulaşmaları mümkün olmaz.

    Maraş Katliamı'nı gerçekleştirenler çatışmaları çevre köylere de taşırıyorlar. Köylüleri 'Maraş'taki solcular, koministler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar, mahallelerde Sünni müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar. Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş'a getiriyorlar. Biz de Maraş'a giriş yollarını kontrol edelim. Bir bölümümüz de Maraş'ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim' biçiminde kışkırtmalarla çevre Sünni köyler de olayların içine çekilmişlerdir. Bunun sonucunda çevre yolların giriş ve çıkışlarını kontrol altına alanlar da yolcuları sorgulamaya, Alevi olanlara işkence yapmaya, bazılarını da öldürmeye kadar götürmüşlerdi işi.

    İmamların Rölü ve Kini: 22 Aralık günü Cuma namazında Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız'ın söyledikleri olayın dincilerle, faşist ülkücülerin nasıl bir araya geldiklerini ve ortak hedeflerini nasıl örtüştürdüklerini göstermektedir. Kara İmam, Cuma vaazında 'Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır' diyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, 'Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun' diyorlardı.

    Maraş'ta bu tahrik ve propagandalar, tertipler katliam, yakma yıkmalar, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilir. Olaylarda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Alevi nüfusunu, yüzde 80'inin Maraş'ı terk ettiği istatistiklere geçmese de biliniyor.

    DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR

    İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş Katliamı’nın gün ışığına çıkartılması için özel bir ekibi görevlendirir Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanı’na sunar. Ancak raporun içeriği gizli tutulur. Gündem Dergisi, bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:

    “18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir. Atılacak dinamit için Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci başkan Leblebici Ankara’ya hareket eder...

    “15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’) , 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur...

    “Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman Ilıksoy’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve çarşı karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıdığını ifade eden Cuma Avcı isimli şahıs da karakola getirilir... Salman Ilıksoy, polis memuru Mahir Güney ve polis memuru Hasan Aydın, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma Avcı’nın karşısına çıkarılır. Cuma Avcı ortada bulunan polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek tanıdığını bildirir. Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma Avcı’ya, ‘o polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi? ’ gibi şeyler söylenir. Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir...

    “Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli...isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.

    “19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır. Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken Milli Piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı. ‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini Milli Piyangocu olarak tanınan 26 değişik isimli şahısların Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.

    “Milli Piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.

    “22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.

    “İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin Eryaman isimli şahıs, Kahramanmaraş İli 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.

    “Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin Turgut, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir”

    Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.

    Yaşayanların Ağzından Katliam

    Meryem Polat: “Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.

    Kamil Berk: '23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır ‘Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”

    Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun? ’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor? ’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”

    Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim? ’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun? ’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.

    “Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan... Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım...”

    Asker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen “Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi) , şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi) , Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,

    “Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,

    ”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra) , iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.

    BASINDA KATLİAM

    Hürriyet(26.12.1978)

    “Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör...Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi’ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.

    “Mağaralı Mahallesi’nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.

    “Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsü’nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü”

    Cumhuriyet: (25.12.1978)

    “24.12.1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler; bin kişilik bir grup Vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.1. piyade tüfeklerinin bulunduğu, Vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.

    “Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.

    ”YSE Bölge Müdürlüğü’nün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesi’nde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.

    “Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.”

    Aydınlık (16.01.1979)

    “Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi.’Elimize geçen kominist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Sizin orada durum nasıl? ’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.

    “Hemen Vilayeti aradım. çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut Kuşat girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü. ‘Ağabey Komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk”

    Davanın Sonucu ve Yargılanmalar

    Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nin gerekçeli kararı şöyledir:

    804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse; 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu

    WWW.PSAKD.ORG

    1
    M
    A
    Y
    I
    S
    A

    TAKSİM'E

    Ç
    A
    Ğ
    R
    I

  • hüseyin üzmez

    28.04.2008 - 14:45

    HÜSEYİN ÜZMEZ: allah dostu, müslüman, katil nitekim bu günlerde zaatı muhterem sayın sapık hüseyin üzmez küçük kızları nikahına alıyor sonrada gazetelere cafcaflı yazılarla müslüman böyle olmalı şöyle olmalı diyor.
    İşin ası astırına bakarsak bu yazar tam bir katileştirme gençleri yoldan saptırmak için elinden geleni ardına koymamaktadır bu insanlıktan çıkan sapık hala kendine halk içinde saygı bekliyorsa hemen kendini öldürsün fakir aile kızlarının namusuna kadar göz dikecek kadar ahlaksızlaşmış ve yozlaşmış bir insancık olduğunu gösrterdi şimdi VAKİT gazetesi HUKUK savcılarını 'İŞTE O HAKİMLER DİYE YENİDEN ÖLÜM FERMANI ÇIKARTSIN ' şu saaten sonra vakitin okurları bir kez daha yazarları hakkında düşünsün ona göre gavur yada kafir diye damgaladıkları insanları karalamaktan vazgeçsinler utanmaz biri olduğunu her türlü anlmada gösterdi HÜSEYİN üzmez.
    Bu da hala teoratik bir düzen yani şeriyat isteyenlere örnek olsun şeriyat geri kalmış insanları ve analarınızı kadınları aşağılamaktan öteye geçmeyen bir sistemdir içi dışı tam bir yanılgı ile doludur onun için her dayim sosyalizim tüm fikir birikimlerinin üstündedir

    [email protected]

  • direniş

    27.04.2008 - 19:56

    15 16 HAZİRAN AYAKLANMASI YADA DİRENİŞİ..

    Dünya işçi sınıfının bir parçası olarak Türkiye işçi sınıfının sömürüye karşı verdiği mücadelede, 15-16 Haziran direnişi, yarattığı sonuçlar itibariyle ve özellikle de birleşen işçilerin kendi güçlerini kavramaları bakımından önemli bir dönemeç noktası oluşturur. Bu direnişin ortaya koyduğu mücadelecilik ve başkaldırı ruhu, bugün de hâlâ aşılamamış bir eylem olarak tarihimizde iz bırakmıştır.

    Ancak 15-16 Haziran genel direnişi, ne hiç beklenmedik bir gelişmeydi ne de yalnızca ulusal gelişmelerin bir ürünüydü. Onu kapitalizmin bu ülkedeki gelişmesinden ve içinde şekillendiği dünyanın genel atmosferinden kopuk olarak anlamak mümkün değildir. Bu nedenle, yeni 15-16 Haziranlara hazır olmak için önce onu gerçekten anlamak, ve bunun için de hem Türkiye’de hem de dünya çapında işçi sınıfı mücadelesindeki yükselişi hazırlayan ortama kısaca bir göz atmak gerekir.

    Cumhuriyet tarihinin ilk otuz yılı, işçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal haklarından tamamen mahrum bırakıldığı ve baskı altında tutulduğu yıllardır. Büyük kapitalist işletmelerin ve bankaların bizzat devlet tarafından kurulduğu ve devlet eliyle yerli bir burjuva sınıfının beslenip palazlandırıldığı (devletçilik denen şeyin tek ve gerçek anlamı budur) bu dönem, en başta sayısı gün geçtikçe artan işçi sınıfı olmak üzere genel olarak tüm emekçiler açısından tam bir baskı, gericilik ve devlet terörü önemidir.

    Bu tek partili burjuva diktatörlüğü döneminde, Türkiye işçi sınıfı, ne toplu sözleşme yapma hakkına, ne grev hakkına ne de gerçek bir sendikalaşma hakkına sahip olabilmişti. II. Dünya Savaşı boyunca faşist Almanya’yla flört eden fakat savaşın dışında kalan TC, baş tehdit olarak algıladığı yanı başındaki SSCB’nin savaştan galip çıkmasının da verdiği tedirginlikle, Batı dünyasına bir an önce kapağı atmak için türlü manevralara girişmeye başladı. Aynı dönemde, Avrupa’daki sözde demokratikleşme rüzgârının etkisiyle, 1947 yılında sendikalar kanunu çıkarıldı ama bu kanunda hâlâ işçi sınıfına toplu sözleşme ve grev hakkı tanınmamaktaydı.

    CHP’nin tek parti diktatörlüğüne karşı sözde bir demokratikleşme propagandasıyla iktidara yerleşen Demokrat Parti döneminin işçilere ve genel olarak sol harekete yönelik baskı yılları, Menderes iktidarının 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonucu devrilmesiyle birlikte yerini yeni bir döneme bıraktı. 60’lı yılların özellikle ikinci yarısı Türkiye’de kapitalizmin hızla geliştiği ve kentlerin hızla birer sanayi merkezi haline geldiği yıllar oldu. %10’lara varan ve hatta zaman zaman aşan yıllık büyüme hızının en temel sonucu, yepyeni, genç ve deneyimsiz bir proletaryanın ortaya çıkması idi. Sanayinin sıçramalı bir gelişme temposuna ulaşmasıyla birlikte yenilenen, büyüyen ve uyanan işçi sınıfının ve toplumsal muhalefetin etkisiyle, Türkiye’de 1960’lı yıllara, 1961 Anayasasının liberal atmosferi damgasını vuracaktı.

    Bir yandan kapitalizmin bu atılımıyla sosyalizm mücadelesinin gerçek öznesi olan işçi sınıfı kendi güçlerini toparlamaya başlarken, diğer yandan neredeyse 40 yıldır yasaklı ve baskı altında olan sol kitaplar da ilk defa açıktan yayınlanmaya ve sosyalist düşünceler geniş aydın kesimlerin, öğrencilerin ilgisini çekmeye başlıyordu. İşte böyle bir toplumsal ortamda, 13 Şubat 1961’de 12 sendikacı tarafından Türkiye İşçi Partisi kuruldu.

    Ne var ki, sınıf hareketinin daha bu doğum evresinin askeri darbeyle birlikte gelen bir anayasayla açılmış olması, işçi hareketinde ve genel olarak sol hareket içerisinde iki büyük yanılgı doğurdu. Birincisi, Sol hareket, ilerici aydınların yanısıra, orduyu da “emekçi halkın yanında, toplumcu, zinde bir güç” olarak görüyordu. Şüphesiz bu yanlış kavrayışın temelinde, Kemalizmin devrimci/ilerici bir güç olarak kavranması ve Kemalist rejim ve ideolojinin Ordu tarafından temsil ediliyor olması belirleyici rol oynuyordu. Yanlış bir anti-emperyalizm fikrinden kalkan bu kavrayış, işçi sınıfının devrimin temel motoru olduğu fikrine küçük-burjuvaca burun kıvırmakla kalmıyor, gözü önünde serpilip gelişen işçi sınıfının varlığını dahi tartışma konusu yapıyordu. İkinci yanılgı ise, işçi hareketinin mücadeleci sendikal önderleri arasında bile yaygın olan, 1961 Anayasasının işçi sınıfının her türlü yasal hakkını güvence altına aldığı yanılsamasıydı.

    1962 Aralığında Maden-İş üyesi 173 KAVEL işçisinin, gasp edilen haklarını almak için giriştikleri mücadele işçi hareketi açısından yeni bir dönemin açılışı oldu. Nitekim bu direnişle, bir işyeri düzeyinde kalsa bile yasal sınırların ötesine geçilmiş ve burjuvazi bir grev ve toplu sözleşme yasasını kabul etmek zorunda kalmıştı. Suyun yolu bir kez açıldıktan sonra gerisi de geldi. İşçi sınıfı kendi gücüne güvenmeyi öğrenmeye başladı. Türkiye’de ilk kez, gerçek anlamda yığınsal ve militan bir işçi hareketi tarih sahnesine çıkıyordu.

    Bu süreçte yüzlerce greve on binlerce işçi katıldı. Bilhassa özel sektörde patlak veren sayısız mücadele, yeni ve militan bir işçi kuşağının doğmasına yol açtı. Grevler göreceli olarak sayıca az ama sürece uzun gerçekleşiyor, bu da mücadeleye atılan işçilerin daha da bilinçlenmesinin önünü açıyordu. Ne var ki devlet güdümünde kurulan ve temel misyonu işçi hareketini devletin denetiminde tutmak olan Türk-İş’in sendikal çerçevesi bu harekete dar gelmeye başlamıştı. Yeni işçi kuşağı ve onun önderleri Türk-İş yönetiminin sözde “partilerüstü ve siyaset dışı sendikacılık” anlayışını eleştiriyor ve sendikal mücadeleye yeni bir kanal açmak istiyorlardı. Sınıf mücadeleci bir anlayışa sahip sendikaların Türk-İş’ten ihraç edilmesiyle birlikte yeni bir örgütlenme ortaya çıkıyordu: DİSK. 1967’de kurulan DİSK’e bağlı sendikaların yürüttüğü başarılı mücadele, işçi sınıfının diğer kesimlerini de etkiledi ve DİSK sendikal bir çekim merkezi haline geldi.

    İşte 15-16 Haziran’ın önkoşulları bu çerçevede şekillendi. DİSK bir yükselişin ürünü olarak doğmuştu ve hemen ardından bizzat onun varlığı yeni ve daha güçlü bir yükselişin nedeni haline geldi. Buna paralel olarak gelişen sol hareket de tabloyu tamamlayan ve tüm şekilsizliğine ve muğlaklığına rağmen yine de yükselen işçi hareketinin gittikçe siyasallaşmasını sağlayan faktör olarak şekillendi.

    Ama yalnız bu faktörler 15-16 Haziran genel direnişini anlamaya yetmez. Çünkü DİSK ile TİP arasındaki gayri resmi organik bağ dikkate alındığında, TİP içindeki devrimci gençliğin ve sol aydınların tutumlarının ne denli önemli bir rol oynayabileceği kendiliğinden anlaşılır. 60’lı yılların sonlarında, sol hareketin dikkatini ve ilgisini çeken yeni bir dalga yükseliyordu tüm dünyada: 1968 başkaldırısı.

    1968, egemen sınıfların bugünün genç kuşaklarını inandırmaya çalıştığı gibi, ne haylaz öğrencilerin bir isyanıydı, ne de yalnızca “bireysel özgürlük” için bir başkaldırıydı. Avrupa’da patlak veren ve çok kısa bir zamanda etkilerini tüm kapitalist ülkelerde gösteren 68 başkaldırısı, kapitalist üretim tarzının II. Dünya Savaşından beri biriken ve keskinleşen çelişkilerinin dışa vurumuydu. 68 başkaldırısı, çürüyen ve çürüdükçe saldırganlığı ve zalimliği daha da artan emperyalist kapitalizme karşı işçi sınıfının ve gençliğin devrimci bir tepkisiydi.

    Avrupa’da, özellikle Fransa’da ve İtalya’da 60’lı yılların ortalarında işçi sınıfında başlayan huzursuzluk ve grev dalgası, 1968’e gelindiğinde üniversite gençliğine de sıçradı. Bir yandan işçi sınıfını reformist partiler aracılığıyla düzene entegre etmeye çalışan, öbür yandan da öğrenci gençliği üniversitelerde burjuva eğitim sistemi aracılığıyla burjuva ahlâkına göre eğitip kapitalist toplumun iyi huylu, düzene sadık yurttaşları yapmaya çalışan burjuva devletler bir anda neye uğradıklarını şaşırdılar. Burjuva düzenin gerçek yüzü işçilerin ve öğrenci gençliğin bilincinde açığa çıkıyordu: Bir yandan refah toplumundan, özgürlüklerden ve ilerlemeden söz eden bu burjuva demokrasilerinin, öbür yandan Cezayir’de, Filistin’de, Vietnam’da, Latin Amerika’da yaptıkları, yoksul halklara reva gördükleri baskı, sömürü ve talan artık kitlelerden gizlenemez olmuştu. Nitekim 1968 baharında başlayan gençlik eylemleri kapitalist eğitim sisteminden, burjuva toplumun iki yüzlülüğünden bunalan gençliğin bir patlamasına, başkaldırısına dönüştü.

    68 Mayısında Fransa’da ve hemen ardından İtalya’da başlayan üniversite işgalleri öğrencileri, burjuva devletin silahlı baskı aygıtlarıyla, ordu ve polisle karşı karşıya getirdi. İşçiler öğrencilerin taleplerine de sahip çıkarak, giderek artan devlet terörüne karşı alanlara çıktılar. Fransa’da 8 milyon, İtalya’da ise 7,5 milyon işçi genel greve çıkarken, her iki ülkede de işçi sınıfının ve öğrenci gençliğin eylemleri ortaklaşmaya başlamış, fabrika işgalleri, kitlesel miting ve yürüyüşler, polisle çatışmalar günlük hayatın bir parçası haline gelmişti.

    15-16 Haziran direnişinin ardında yatan kendine güven duygusunun, hakkını sokaklarda arama anlayışının, devletin ordusu ve polisiyle çatışma içerisine girmekten çekinmeyen bir cesaretin ve militan cüretkârlığın, 1968 başkaldırısının bu topraklardaki bir uzantısı olduğunu görmemek için kör olmak gerekir.

    Fransa’da 68 baharında patlak veren üniversite ve fabrika işgalleri dalgası derhal Türkiye’ye de sıçradı. 1968 Haziranı’nda İstanbul Üniversitesinin işgaliyle yükselen gençlik eylemleri kısa zamanda tüm okullara yayıldı. Ama gözünü dünyada olup bitenlere diken yalnızca devrimci öğrenciler değildi, dahası bu devrimci öğrencilerin bir çoğu öğrendiklerini işçilere taşımaktan da geri durmadılar. Nitekim Avrupa’daki mücadele biçimleri işçi sınıfı hareketinde de yansımasını buldu: Derby işgaliyle birlikte Türkiye işçi sınıfı hareketinde de fabrika işgalleri önemli bir yer tutmaya başladı. Devrimci cüretkârlık ve militan mücadele anlayışı inanılmaz bir hızla işçi sınıfı içerisinde yayıldı.

    Aldığı ivmeyle bir adım daha öne çıkan işçi sınıfının militan eylemliliği, işçi hareketinin hem büyümesinde hem de niteliğinin gelişmesinde ikinci bir dönüm noktası oldu. Bu noktadan başlayarak işçi sınıfının kendiliğinden gelişen fakat devrimci bir öz taşıyan, fabrika işgalleri, boykotlar, yasadışı grevler gibi eylemleri patlak verdi. Aynı dönemde işçi hareketi ile yüzünü sınıfa dönen devrimci gençlerin buluşması, sınıf hareketinin gittikçe politikleşmesini de beraberinde getirdi. Nitekim, 1969 Şubatında ABD 6. Filosunun İstanbul’a gelişini protesto etmek üzere alanlara çıkanlar bir yıl önceki gibi yalnızca öğrenciler değildi artık. Bu kez işçiler de alanlardaydı. 1969 kışında patlak veren Singer işgali ve ardından yaz aylarındaki Demir-Döküm işgaliyle birlikte, direnişlerin artık fabrikaların sınırlarını aşarak tüm bir işçi bölgesine yayılmasına, kadınların da direnişlere militan bir temelde katılmasına tanık olunmaya başlanmıştı. 69 sonbaharındaki Gamak işgalinde, durum polisin silahlı saldırısına kadar ilerlemişti. Öldürülen direnişçi Şerif Aygün’ün cenazesi, binlerce işçi ve onlara destek veren öğrencilerle birlikte kaldırılırken, artık “evde çocuk ekmek bekliyor” gibi sloganlar bir tarafa bırakılmış, “kahrolsun kapitalizm”, “bağımsız Türkiye” gibi sloganlar öne çıkmaya başlamıştı. Sungurlar işgali de aynı şekilde gelişirken, Alpagut Linyit işletmelerinde ve Günterm işgalinde işçiler yalnızca işgalle kalmadılar, kurdukları işyeri konseyleri aracılığıyla işyerini çalıştırmaya devam ettiler.

    1968 başkaldırısının Türkiye’ye de hızla yansıması, öğrenci gençlik hareketinin hızla devrimcileşmesi, işçi sınıfı eylemliliğinin yasal sınırların ötesine taşması ve yükselen bu hareketin DİSK bünyesinde toplanması… İşte 15-16 Haziran 1970’in arka planında bunlar yatar.

    DİSK’in çatısı altında gerçekleşen işçi eylemliliği yükselip düzeni tehdit etmeye başladıkça, burjuvazi 274-275 sayılı sendikal yasaları değiştirerek DİSK’i tasfiye edecek yeni bir yasa tasarısı hazırlığına girişmişti. Üstelik bu yasanın hazırlayıcılarından biri de 70’li yılların sonlarında DİSK’in başkanlığına seçilecek olan o dönemin CHP milletvekili Abdullah Baştürk idi.

    Yasa değişikliklerinin mecliste kabul edilmesinin ardından, işçi temsilcilerinin de geniş katılımıyla yapılan kalabalık toplantıda DİSK eylem kararı aldı. DİSK yönetimi, bir protesto mitingi yapmayı planlıyor ve fabrikalardaki işçilere DİSK’ten gelecek talimatları beklemelerini salık veriyordu. DİSK’in planına göre miting 17 Haziranda yapılacaktı. Ancak DİSK’in kanuna karşı çıktığı ve protesto edeceği haberi bir anda tüm fabrikalara, işyerlerine, kahvelere ve hatta evlere kadar ulaştığında, zaten istim üzerinde olan işçi sınıfı kendiliğinden derhal sokaklara aktı.

    15 Haziran günü, 115 işyeri ve yaklaşık 75 bin işçiyle başlayıp, 16 Haziran günü 168 fabrikayı ve 150 bine yakın işçiyi kucaklayan 15-16 Haziran direnişi, modern sanayi proletaryasının beşiği olan İstanbul ve İzmit yöresini kapsadı. 15 Haziran sabahı İstanbul’da, Gebze’de, İzmit’te fabrikalar durdu. Her tarafta işçiler çeşitli yürüyüşler ve mitingler düzenliyorlar ve kent merkezlerine doğru hareket ediyorlardı. DİSK’in böylesi bir kararı olmamasına rağmen işçiler bu protestoları kendi inisiyatifleriyle ve elbette ki öncü işçilerin ve devrimcilerin yol göstermesiyle yalnızca iş bırakmakla sınırlamamışlardı.

    Ertesi gün Kartal’da, Levent’te ve Topkapı tarafında çatışmalar çıkmış, polis ateş açmıştı. Ordu, tanklarıyla ve zırhlı birlikleriyle gösterilere müdahale etmeye çalışıyordu. Askerlerin oluşturduğu barikatlar aşılıyor ve polisle çatışmaya girişiliyordu. Kimi devlet kurumları ve tanınmış kapitalist işletmelerin merkezleri taşlandı, harap edildi, yer yer yakıldı. Tutuklanan işçileri kurtarmak için işçilerin tutuldukları karakollar basıldı. Bazı polislerin silahlarına el konuldu. Kadıköy’deki çatışmalar özellikle çok şiddetliydi, polisin açtığı ateş sonucunda üç işçi öldürülmüş, 200 kişi yaralanmıştı. İstanbul’un iki yakasındaki işçilerin biraraya gelememesi için vapur seferleri tüm gün boyunca iptal edilmiş, Levent yakasından gelen büyük işçi koluyla, Unkapanı-Eminönü’nde biriken işçi kollarının birleşmemesi için Galata Köprüsü açılmıştı.

    Bu muazzam direnişin zayıf karnı ise akşam saatlerinde ordunun sıkıyönetim ilan etmesiyle açığa çıktı. DİSK yönetiminin işçileri sükûnete çağırmasının ardından işçiler fabrikalarına geri döndüler. Fakat bazı fabrikalarda iş durdurma ve iş yavaşlatma eylemleri devam etti. Türk Demir Döküm, Sungurlar, Derby, Elektrometal, Rabak, Auer, Çelik Endüstri, Otosan, Arçelik, Vita gibi büyük fabrikalarda işçiler kararlılıkla direnişe devam ediyorlardı. İşçiler, yasa geri çekilinceye ve eylemler sırasında tutuklanan sendikacılar serbest bırakılıncaya kadar direnişe devam etme kararı almışlardı. Fabrikalardaki direnişi ne asker ne de polis baskısı engelleyemedi. Fabrikalarda sürdürdükleri direnişe son vermeye ve işbaşı yapmaya işçileri ikna edenler DİSK temsilcileri oldu.

    Tüm bunların ardından gelen işten çıkarmalar, tutuklamalar, işkenceler ve davalar işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde estirilen terörün birer göstergesiydi. Üç ay süren sıkıyönetim sonunda işten çıkarılan işçi sayısı beş bini aşmıştı. Yine de burjuvazi DİSK’i yok etme emeline ulaşamadı ve yeni sendika yasası uygulamaya sokulamadan iptal edildi. DİSK’i yok etmek ve işçi sınıfının tüm sendikal kazanımlarını ortadan kaldırmak için burjuvazi 12 Eylül 1980’i beklemek zorunda kalacaktı.

    Sonuçlar

    Bu genel direniş, bulutsuz gökyüzünde çakan bir şimşek değildi, tersine, yıllara yayılan bir yükselişin ürünü olan kendiliğinden bir patlamaydı. Söz konusu hareketin içerisinde devrimci işçilerin ve devrimci militanların bulunması bu durumu değiştirmiyor. Çünkü hiçbir hareket bu anlamda kendiliğinden değildir. Her zaman her hareketin içinde kitleye oranla çok daha bilinçli, çok daha örgütlü bireylerin ve hatta devrimci grupların olması mümkündür. Ancak kitlelerin güvenini kazanmış devrimci bir siyasal önderliğin olmadığı koşullarda bu tip nüveler harekete geçirici bir etki yaratabilse ve ilk kıvılcımı çakabilse bile hareketin gelişim çizgisi üzerinde belirleyici bir etkide bulunamazlar. Nitekim, işçilerin haklı bir biçimde kendi örgütleri olarak gördükleri DİSK’i yaşatmak için giriştikleri bu büyük direnişin yine aynı DİSK tarafından rahatlıkla denetim altında tutulabilmesi bu gerçekliğin ifadesinden başka bir şey değildir.

    Benzer şekilde, 15-16 Haziran’ın tarihsel gerçekliğini çarpıtarak bu direnişin sendikasız, örgütsüz ve küçük işletmelerde çalışan işçiler tarafından gerçekleştirildiğini söylemek, tarihsel gerçekliği çarpıtmak anlamına gelir. 1965-71 dönemindeki yükselişe bakıldığında mücadelenin her daim en önünde olan, en kararlı bir şekilde mücadeleyi sürdüren işçilerin dönemin büyük fabrika ve işletmelerinin işçileri olduğu gün gibi açıktır. En başta metal sanayi olmak üzere petro-kimya ve madencilik sektörleri hareketin lokomotifi durumundaydılar.

    Yine aynı dönemdeki yükselişin temel taleplerinden birinin DİSK’e bağlı sendikalara geçmek olduğu hatırlanacak olursa, sınıf mücadeleci bir sendikal anlayışın ve bu anlayış temelinde geliştirilen mücadelenin işçi sınıfının geniş kitleleri için nasıl bir çekim merkezi haline geldiği ve gelebileceği gerçeğinin altını çizmek gerekir. Bir proleter devrimci partinin olmadığı, işçi sınıfının siyasal önderliğine aday tek partinin (TİP) de parlamentarist-reformist bir çizgi izlediği koşullarda bile DİSK’in verdiği mücadele burjuva rejim açısından ciddi bir tehdit haline gelebilmiştir. Bugün sendikalar böylesi bir mücadele anlayışından uzak duruyorlar diye sendikaları bir tarafa bırakıp “yeni ve temiz” işçi örgütleri yaratmaya çabalamak, işçi sınıfının örgütlü kesimini sendika bürokratlarının insafına terk etmek, ve dolayısıyla sendikal örgütlenmenin gerekliliği fikrini sınıfın geniş örgütsüz kesimleri nezdinde gözden düşürmek anlamına geliyor.

    15-16 Haziran, Türkiye işçi sınıfına ilk kez kendi gücünün muazzam boyutlarını göstermiştir. İşçi sınıfı böylece “kendiliğinden sınıf” olmaktan çıkıp “kendisi için sınıf” haline gelmiştir. Dahası işçi sınıfı devrimin önder gücü ve lokomotifi olduğunu dosta düşmana göstermiştir. Buna rağmen açıkça dile getirmeliyiz ki, Türkiye “sol” hareketinin büyük bir kesimi bu aşikâr kanıtı bile göremeyecek kadar küçük-burjuva bir karakterde olduğunu kanıtlamıştı. Bu büyük direnişin sergilediği muazzam gücü değil de, direnişin şu ya da bu şekilde sönümlenmesini dikkate alan küçük-burjuva akımlar, işçi sınıfından yüz çevirerek gerilla savaşı vermek üzere kırlara çekilmenin hazırlığına girişmişlerdi.

    Dönemin MDD çizgisinin hararetle savunduğu “İşçi-Ordu Elele” sloganının vahim yanlışlığı, işçilerin verdiği 3 ölü ve yüzlerce yaralıyla, katlandıkları işkencelerle, açılan davalarla ve ilan edilen sıkıyönetimle açığa çıkmış oldu. Nitekim, 15-16 Hazirandan bir yıl sonra ordunun gerçekleştirdiği 12 Mart darbesi, pek çok işçi ve devrimci öğrenciyle birlikte, “İşçi-Ordu Elele” sloganını hararetle savunan kızıla boyanmış milliyetçi aydınları da zindanlara
    kapatmıştı.

    Yalnızca 15-16 Haziran’ın militanlığı ve cüretkârlığı değil, 60’ların sonlarındaki her kazanım yasal sınırları aşan, meşruluğunu kendi gücünde ve haklılığında bulan bir özgüveni ifade eder. İşçi sınıfı kendi özgücüne ve örgütlülüğüne dayanarak yasal sınırları eylemliliğinde aşan bir mücadele çizgisine oturmadığı sürece kazanım elde etmek ve elde edilen kazanımları korumak mümkün değildir.

    15-16 Haziran direnişi, sınıfın eylemler içinde birleşik gücünü ortaya koymuştu. Ancak bu kadarıyla yetinmek mümkün değildir. Direniş sonrasında başlayan saldırıların yeterince göğüslenememesi, kazanımları elde edebilmek ve en önemlisi koruyabilmek için bunu mümkün kılacak düzeyde bir örgütlülüğün gerekli olduğunu gösteriyor. Aksi halde, en başarılı görünen eylemlerin ardından bile bir yenilginin gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.

    Bu büyük direnişin kanıtladığı gerçeklerin en başında şüphesiz işçi sınıfına önderlik edecek devrimci bir siyasal parti olmadıkça işçi sınıfının bu tür patlamalarının düzen tarafından her zaman savuşturulabileceği gerçeği gelmektedir. Lenin emperyalizm çağını proleter devrimler çağı olarak adlandırmıştı. Bu çağda işçi sınıfının kendiliğinden patlamaları her an olasıdır. Önemli olan bu tür patlamalar gerçekleştiğinde işçi sınıfına önderlik etme yeteneğinde ve gücünde bir devrimci partinin daha önceden inşa edilmiş olmasıdır.

    Sendikaları bir kez daha sınıf mücadelesinin güçlü mevzileri haline getirmek için ileri!

    Yaşasın 15-16 Haziran Genel Direniş ve Başkaldırı Ruhu!

    Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadele Birliği!

    Özgür Doğan 5 Haziran 2002


    TÜRKİYE DEVRİM TARİHİ.......

    WWW.MARKSİST.COM

  • gerilla

    27.04.2008 - 19:27

    GERİLLA NEDİR

    Ernesto Che Guevara

    Gerilla en üstün derecede bir kurtuluş savaşçısıdır. Halkın kurtuluş mücadelesinde öncü savaşçılar olmak üzere halktan seçilir. Gerilla savaşı, çoğu kez sanıldığı gibi, küçük çapta bir savaş ya da güçlü bir orduya karşı gruplaşan bir azınlığın yönettiği bir savaş değildir. Hayır; gerilla savaşı hüküm süren baskıya karşı bütün halkın savaşıdır. Gerilla hareketi onların silahlı öncüsüdür, gerilla ordusu bir bölgenin veya ülkenin bütün halkını içine alır. Kuvvetinin ve iktidar bastırmak için ne yaparsa yapsın, sonunda zafere ulaşmasının nedeni budur, yani gerillanın temelinin ve dayanağının halk olmasıdır. Küçük silahlı grupların, araziye ne kadar alışkın ve ne kadar hareketli olurlarsa olsunlar, tam donatımlı bir orduyu örgütlü bir şekilde sıkıştırmayı, böyle güçlü bir yardım olmaksızın sürdürebilecekleri düşünülemez. Deneyler göstermiştir ki, bütün haydutlar, bütün eşkıya çeteleri, sonunda merkezi iktidara yenik düşerler ve hatırda tutulmalıdır ki, bu haydutların eylemi bölge halkına çoğu zaman gerçek gerilla eyleminden daha önemli gibi görünür. Yani, tam anlamıyla onun bir karikatürü olsa da bir kurtuluş mücadelesi izlenimini uyandırır.
    Gerilla ordusunun, ya da en üstün haliyle halk ordusunun her üyesi, dünyanın en iyi askerinin niteliklerine sahip olmalıdır. Ordu sıkı bir disiplin uygulamalıdır. (sayfa 359) Köhnemiş askeri hayatın formalitelerinin, gerilla hareketine tekabül etmemesi, topuk vurarak ya da hararetle selamlamanın, secdeye gelerek üstlere tekmil vermenin bulunmayışı, bir hayal gücü genişliğiyle disiplinsizlik olarak yorumlanır. Gerilla disiplini bireyin kendi içindedir, derin inancından ve sadece, bir üyesi olduğu silahlı grubun etkililiğini muhafaza etmek için değil, aynı zamanda kendi hayatını korumak için üstlerine itaat etme gereksinmesinden doğmuştur. Ordudaki bir askerin herhangi küçük bir dikkatsizliği en yakındaki arkadaşı tarafından kontrol edilir. Her askerin başlı başına bir birim teşkil ettiği gerilla savaşında ise bir hata öldürücü olabilir. Hiç kimse dikkatsiz olamaz. Hiç kimse hem kendinin, hem arkadaşlarının hayatı tehlikede olduğu için, en ufak bir yanlışlık bile yapamaz. Bu gayri resmi disiplin çoğunlukla göze çarpmaz. Bu konuda bilgisi olmayan bir kimseye, üst dereceli subaylara gayet etraflı saygı gösterme sistemi dolayısıyla, nizami bir asker, bir gerilladan çok daha disiplinli görünür. Herhangi bir gerilla, önderinin talimatını basit ve canlı bir saygıyla yerine getirir. Bundan başka, kurtuluş ordusu, insanın en küçük bir zaafına bile yer vermeyen kusursuz bir ordudur. Baskı unsurlarına, bireylerin bir kışkırtmaya kurban olmalarını önleyecek istihbarat servisine sahip değildir. Etkili güç, kendi kendini kontroldür, sıkı bir görev ve disiplin bilincidir.
    Disiplinli bir asker olmanın yanı sıra, gerilla fiziksel ve zihinsel olarak çok çeviktir. Durgun bir gerilla savaşı düşünülemez. Gece, bu savaş için biçilmiş kaftandır. Arazi hakkındaki bilgisine dayanarak, gerilla geceleri harekete geçer, mevzilenir, düşmana hücum eder ve çekilir. Bu, eylem alanından çok uzağa çekilmesi demek değildir, sadece çekilme çok süratli olmalıdır. Düşman bütün bastırıcı güçlerini derhal hücum edilen noktada yoğunlaştıracak, hava bombardımanına başlayacak, alanı (sayfa 360) kuşatmak için tedbirli birlikler ve aldatıcı mevziler tutmak için askerler gönderecektir. Gerillalar ise sadece, düşman için bir cephe teşkil etmekle yetinirler. Kısa bir mesafe geri çekilip düşmanı bekleyerek, hücum edip yeniden geri çekilerek özel görevlerini yerine getirmiş olurlar. Böylece bir kaç saat, nihayet birkaç gün içinde ordunun gücü tüketilebilir.
    Halk askerleri, elverişli bir anda pusudan hücum ederler. Gerilla taktiklerinde başka temel aksiyomlar da vardır. Arazinin bilinmesi bir zorunluluktur. Gerillanın hücum alanına alışkın olması ve aynı zamanda bütün bağlantıların, geri çekilme yollarını, çıkmazları, dost veya düşman olanların evlerini, yaralı bir arkadaşın gizlenebileceği ya da geçici bir kamp kurulabilecek en emin yerleri bilmesi gerekir. Başka bir deyimle, eylemin sahnesini avucunun içi gibi bilmelidir ve bu mümkündür de. Çünkü halk, gerilla ordusunun büyük çekirdeği, her eylemin arkasındadır. Alanın sakinleri, taşıyıcılar, haberciler, hemşireler, yeni takviye kaynaklarıdır. Kısacası silahlı öncülerine çok önemli yardımcılar sağlarlar.
    Fakat bütün bunlar karşısında, gerillanın milyonlarca ihtiyacı karşısında, 'Niçin savaşıyorsunuz? ' diye soranlar olabilir. Bu sorunun yankılanan cevabı şudur: 'Gerilla, bir sosyal reformcudur. Gerilla halkın kendini ezenlere karşı öfkeli bir protestosu olarak silaha sarılır. Gerilla, silahsız kardeşlerini boyun eğmeye ve yoksulluğa mahkum eden sosyal sistemi değiştirmek için savaştır. İdarenin belirli bir andaki özel koşullarına karşı çıkar ve durumun izin verdiği nispette, bütün gücüyle idarenin kalıplarını parçalamaya azimlidir. (sayfa 361)

    Granma'da basıldığı gibi (İngilizce basımı) , Havana, 3 Aralık 1967

    .

  • hikmet kıvılcımlı

    24.04.2008 - 22:35

    Dr. Hikmet KIVILCIMLI

    VATAN PARTİSİ TÜZÜK VE PROGRAMI

    VATAN PARTİSİ ANATÜZÜĞÜ

    Birinci Madde - 'VATAN PARTİSİ' adlı siyasi kurulun merkezi İSTANBUL'dur.

    2 - GAYE ve KONU: Kişicil veya Oligarşik nüfuz yerine mutlak surette kanun yolu ile:
    a -) Devleti Halktan üstün değil, Halkı Devletten üstün tutan gerçek hürriyeti fiilen kurmak ve antidemokratik kanunları ayıklamak.
    b -) Müzmin işsizlik ile azgın hayat pahası kanser haline gelmiştir. Bunları köklerinden kazımak için, ikinci bir Kuvayimilliye seferberliği gerektir. Bu iktisadi seferberliğimizi, atom dahil en son sistem ağır sanayi temeline dayandırmak.
    c -) Milli üretim mücadelemizin para maddesini, -ne sadakayla, ne zorla- ancak UCUZ DEVLET ve BİLİNÇLİ TİCARET yolu ile sağlamak.
    d -) Bu mübarek iktisadi Kuvâyimilliye Seferberliğimizin güdücü ruhunu (başta işçi sınıfımız gelmek üzere) cahil-alim, köylü-şehirli.. bütün değer yaratan iyi niyetli vatandaşların; tamamiyle aşağıdan gelme ve tamamiyle serbest (TEŞEBBÜS + TEŞKİLÂT + KONTROL) 'larında bulmak; ve bu emelle, bütün organlarda bilfiil üretmenleri çoğunlukta görmek, yarımız olan kadını ön safta bulmak, gençliğe sonsuz inanmak.

    ÜYELİK

    3 - ÜYE OLMAK:
    a -) Siyasi Partiler Kanununa uygun, 18 yaşını bitirmiş, medeni haklı TC vatandaşı olmak ve Birinci Kuvâyimilliyeciliğimizin yeminini içmek:
    'Vatan ve milletin mutluluğuna ve esenliğine, milletin şartsız kayıtsız hakmiyetine aykırı bir gaye gütmeyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma namusum üzerine söz veririm.'
    b -) Parti gaye ve programını benimseyip yaymak ve Parti yasasına uymak.
    c -) Safi kazanca göre ayda 1 lira ile 100 lira arasında aidat ödemek. (Finans Divânı işsizlerden aidat almayabilir.)
    d -) Parti organlarından birinde fiilen çalışıp, toplantılara muntazam gelmek. (Üst üste üç toplantıya ve yılda topyekün beş toplantıya gelmeyen, çekilmiş sayılır.)

    4 - PARTİYE GİRME ÇIKMA ŞARTLARI:
    a -) 1 yıldan beri Partili iki üyenin tavsiyesi ile, parti organlarının tasvibi ve merkezce tescili yapılan vatandaş üye olur. (Birinci Kongreye kadar tavsiyeyi kurucu üyeler yaparlar.)
    b -) Parti üyesi yer değiştirirken, bulunduğu organdan belge alır ve gittiği yer organına katılır.
    c -) Partiden çıkmak serbesttir. Kendi çıkan bir hak arıyamaz.
    d -) Partiden çıkarma yetkisi Merkez Haysiyet Divânına düşer. Çıkarılan kimse, ancak ileriki Kongreye başvurabilir. (Otomatikman partiden atılanlar şahsen Kongreye başvuramazlar.)

    5 - PARTİ DİSİPLİNİNİN ÖZÜ: Hür teşebbüs kabiliyeti (inisiyativ) dir.
    a -) Bütün organların toplantılarında, her üyenin eleştiri hakkı sınırsız ve seçimlerde oy hakkı mutlak surette bir tektir.
    b -) Yetki ve sorumluluk kendiliğinden veya kuru kıdemle alınmaz. Yalnız ve ancak, yaratıcı (Bilgi + Tecrübe + Enerji) 'ye, lâkin, daima bir kararla verilir ve gene bir kararla geri alınır. Hiçbir görev, hiç bir partiliye kişicil hiç bir imtiyaz bağışlamaz. Partinin en alt kademe üyeliği işi, en şerefli faaliyettir. Mertebeler zincirinde en son halka Genel Başkan'dır.
    c -) Tartışmalar, istisnasız, organlar içinde, program ve gündeme göre, soyut ve genel değil, elle tutulur, her yanı belirtilmiş, şahsiyata ve hissiyata kaçmaz Prensip ve Fikirler etrafında, yıkıcı değil yapıcı şekilde olur.
    d -) Her tartışma: Nutuk çekmek ve lâfı uzatmak için değil, daima pratik ve ilerletici bir karara varmak için yapılır. Her karar bir organın eseridir ve o organın bölgesine giren bütün üyeler için parti emri olur.

    6 - PARTİDEN ÇIKARILMA'yı gerektiren başlıca disiplinsizlik unsurları şunlardır:
    a -) Kariyerizm (mevki hırsı ve gururu) gütmek.
    b -) Eleştirisini organ içinde yapmak yiğitliğini göstermemek ve organlar dışında korkakça dedikodularla soysuzlaşmak.
    c -) Organların çoğunlukla aldıkları kararlara uymamak.
    d -) Parti programı ve yasasına aykırı veya gizli söz ve harekette bulunmak. (Herhangi bir gizliliğe ve tahrike kayan üye, otomatikman Parti dışında kalır ve İl Yönetim Kurulu bu ihracı karara bağlar.)

    TEMSİLCİLER ve MAHALLİ KONGRELER

    7 - TEMSİLCİLİKLER ve KONGRELER:

    a -) TEMSİLCİLİK, partinin temel taşıdır. Küçük bir parti örneği halinde işler. Her köy ve muhtarlıktaki partililer bir yıl süreli Parti Temsilcisiyle Yedeğini seçerler. Parti Temsilcileri: Her şehir, kasaba, köy, işletme ve ilh. gibi vatandaş topluluğunun bulunduğu yerlerde Parti işlerini yürütürler:

    b -) İL ve İLÇE KONGRELERİ: Her yılın Eylül ve Kasım ayları arasında, birbirlerini tamamlayacak sıra ile toplanır. İlçe Kongrelerine üyelerinin hepsi katılarak İl Kongresi için 5'te bir delege seçer. İl Kongrelerine katılanların yarısı Büyük Kongreye asli, yarısı yedek delege seçilir. Ancak; Kanun gereğince: İlçe delegeleri 600'ü, seçilmiş il delegeleri 1000'i, seçilmiş Büyük Kongre delegeleri 1200'ü aşamaz. Her ilin partili TBMM Üyeleri, İl Yönetim Kurulu ile İl Haysiyet Divânı, başkan ve üyeleri O il kongresinin asli delegesidir.

    c -) KONGRE GÖRÜŞMELERİ: Her Kongre, programı, yasa maddelerini, Büyük Kongre ve Merkez Kurulu kararlarını gözönünde tutarak, bölgesinin bütün dâvâlarına çözüm yolları bulur.Kararlarını en kısa zamanda Merkeze bildirir. Kongreler arasında Yönetim Kurulları ayda bir'den az olmamak üzere, üyelerle sıkı temas, sohbet, görüşme ve danışma konferansları tertipler.

    d -) YÖNETİM KURULLARI: Her Mahalli Kongre, en çok ilçede 9, ilde 11 üyelik Yönetim Kurulunu, 3 kişilik yedeğini ve Başkanı seçer. Her Kurul, ayrıca, kendi içinden bir veznedar, bir muhasip seçerek gereken iş bölümünü yapar. En az haftada bir toplanır. Başkan, gerektiğinde yedekleri göreve çağırır.

    e -) İL HAYSİYET DİVANI: İl Kongrelerince iki yıl için seçilmiş 3 asil, 3 yedek üyeden kurulur. Partili kişilerle organlar arasındaki anlaşmazlıkları inceler. Öğüt ve paylama cezaları verir. Uzaklaştırma ve Partiden çıkarma istemlerini Merkez Haysiyet Divânına gönderir.

    BÜYÜK KONGRELER

    8 - BÜYÜK KONGRENİN KURULUŞU:

    a -) Genel Kurul toplantısı olan Büyük Kongre, Partinin en yüce yetkili organıdır. 2 yılda bir toplanır. Her gelecek toplantının gününü ve yerini kendisi kararlaştırır. Sebepler mücbirse, Başkanlık Divânı Kongre Kararlarının ruhuna uygun, teknik değişiklikler yapabilir.

    b -) BÜYÜK KONGREYE KATILACAKLAR; Üye delegeleri, Merkez Yönetim Kurulu ve Merkez Haysiyet Divânı üyeleri, Partili Bakanlar ve TBMM üyeleri, asli delegedir. Partililer, Halk, İşçi Sendikalarının ve Demokratik Kuruluşların Temsilcileri gözlemci üye olur.

    c -) OLAĞANÜSTÜ BÜYÜK KONGRE: Merkez Yönetim Kurulunun kararı veya 5'te bir Büyük Kongre delegesinin yazılı dileğiyle toplanır. Yalnız hedef tutulan belli konuları ele alır. Seçim yapmaz.

    d -) Büyük Kongrenin yeri, günü, saati ve gündemi en az üç gün önce hükümete bildirilerek iki gazete ile yayınlanır. Kongre Edebiyatı, en az bir ay önce (Olağanüstü Büyük Kongrede iki hafta önce) görüşülmek üzere alt organlara sunulur. Büyük Kongrenin geri bırakılması bir defa olur. Yeni toplantının gecikme sebepleriyle birlikte, kanuni bildirimi ve yayımı yapılır.

    9 - BÜYÜK KONGRENİN İŞLEYİŞİ:

    a -) Büyük Kongre Genel Başkanın nutkuyla açılır.

    b -) Çoğunluk varsa, Kongre için bir başkan, bir vekili ve kâtipler seçilir. Bu kurul, tutanakları, saklanmak üzere imzalar.

    c -) Gündemde mevcut ve 20'de bir üyenin dileği, yahut çoğunluğun kararı ile gündeme alınmış bütün Parti, memleket, dünya konuları görüşülür. Hesaplar incelenir. Bütçe tastik olunur. Program ve Anatüzük değişikliği, Merkez Yönetim Kurulu Kararı ile, yahut iki il kongresinin üç ay önceden yazılı isteği ile gündeme girer. 3'te 2 çoğunlukla kabul edilir. Büyük Kongre kararları, gelecek Büyük Kongreye kadar Partinin değişmez prensipleridir.

    d -) Büyük Kongre: Genel Başkanı, Genel Sekreteri, 19 kişilik Merkez Yönetim Kurulu ile 3 kişilik yedeğini, 7 kişilik Merkez Haysiyet Divânı ile 3 kişilik yedeğini seçer. Merkez Yönetim Kurulunun kimlikleri ile Anatüzük değişmeleri bir hafta içinde resmi makamlara bildirilir.

    M E R K E Z

    10 - MERKEZ YÖNETİM KURULU:

    a -) İş bölümü: Merkez Kurulu, Genel Başkanın yahut vekil edeceği Genel Sekreterin, yahut bir Merkez üyesinin başkanlığında toplanır. Bir sekreter iki üyeden derleşik üçer kişilik yedi divân seçer.

    b -) Başkanlık Divânı: Genel Başkanla Genel Sekreterin katıldıkları, genel yönetim, yürütüm ve uyum organıdır. Partinin bütün organlarını birer aylık tam yetki ile kontrol ve sevkeder. Genel Başkan kanalıyla, daimi toplantı halinde sayılır. Gerektiğinde Merkez Yönetim Kurulu ve Merkez Haysiyet Divânı yedeklerini göreve çağırır.

    c -) Organlar divânı, Kültür divânı, Finans divânı, İşçi Kuruluşları divânı, Aydın, Köylü, Esnaf Kuruluşları divânı, Kadın, Çocuk ve Gençlik divânı.. En az haftada bir toplanırlar. Sekreterlerinin başkanlığı altında, isimlerinin anlattığı konuları ele alıp yürütürler. Münasebetleri, Başkanlık Divânı kanalından geçer.

    d -) Merkez Toplantısı: Merkez Yönetim Kurulu en az ayda bir genel toplantı yaparak, Başkanlık Divânının ve Merkezin çalışmalarını gözden geçirip, yeni direktifler verir.
    Başkanlık Divânı lüzum gördükçe veya Merkez Kurulu çoğunluğu yazı ile diledikçe, Merkez Toplantısı Genel Başkan tarafından çağırılır.

    11- MERKEZ HAYSİYET DİVÂNI:

    a -) Partili kişilerle organlar arasındaki anlaşmazlıkları inceler.
    b -) Partinin bütün hesap işlerini dilediği zaman, en az yılda iki defa gözden geçirir.
    c -) Disiplinsizlik hallerinde, öğüt, paylama, uzaklaştırma ve partiden çıkarma cezalarını verir.

    12 - GENEL BAŞKAN ve GENEL SEKRETER:

    a -) Genel Başkan bizzat veya Vekili vasıtasıyla, Merkez Kurulunu ve Başkanlık Divânını toplayarak başkanlık eder.
    b -) Hükümet, başka parti ve merasimler önünde Partiyi temsil eder.
    c -) Bin liradan yukarı hesap ve masrafları imzalar.
    d -) Genel Sekreter: Yazışmaları, resmi defterleri idare, bin liradan aşağı hesapları imza, gerekince Genel Başkana yardımcılık veya vekâlet eder.

    MADDİ CİHETLER

    13 - PARTİNİN GELİRİ, GİDERİ:

    a -) Aidat, giriş ücreti (beş lira) , kanuni bağış.
    b -) Başkanlık Divânının onayı ile yapılacak yayın, takvim, rozet, kimlik kartı, eğlence, gezi, konferans, okul, temsil, yarış ve ilh. gelirleri.
    c -) Hangi organın hangi nisbette masraf yapacağını Merkez Kurulu tayin eder. Her yıl bilanço ve kesin hesaplar Finans Divânınca hazırlanıp, Başkanlık ve Merkez Haysiyet Divânınca imzalanır.
    İkibin liradan fazla para Başkan imzasıyla işçi veya esnaf, yahut köylü kredi kurumlarına yatırılır.
    d -) Partinin kapatılması halinde malları işçi sendikalarına, yoksa işçi hastanelerine, yoksa esnaf ve köylü kuruluşlarına bağışlanır.

    14 - PARTİNİN BÜRO İŞLERİ:

    a -) Üye Defteri: Üyelerin kimlikleri, giriş tarihleri, aidatları içindir.
    b -) Karar Defteri: Yönetim Kurulunun Kararları, üyelerinin imzaları altında, gün ve sayı sırasiyle yazılır.
    c -) Gelen - Giden Evrak Defteri: Gelen-giden evrak gün ve sayı sırasiyle yazılır. Gelen evrakın asılları, giderin örnekleri sırasiyle dosyalarında saklanır.
    d -) Gelir-Gider Defteri: Bütün paraların alındıkları, verildikleri yerler yazılır. Gelirlerin seri numaralı makbuzlarının dip koçanları ve giderlerin belgeleri dosyalarında saklanır.

    VATAN PARTİSİ PROGRAMI

    Vatanımızın 'Amerika' derecesinde yüksek teknikli medeniyet kurmasından bahsedilir. Lâkin, daima bir şey unutuluyor: Amerikayı Amerika yapan hız, Amerikalıların 111 yıl önce köleliği kaldırmak uğruna Vatandaş Harbini göze alabilmeleriyle, yani, keskin hürriyet kavgasıyle başlamıştır. Ve şu üç sebeple gelişmiştir: 1- Devletin kırtasiyeci ve askerci olmayışı (Tam Demokrasi) , 2- Derebeği artıklarının yokedilmesi (Toprak Reformu) , 3 - Sanayi sermayesinin ötekilerden üstün olması (Teknik Yaratıcılığı) .

    1- Devletin kırtasiyeci ve askerci olmayışı: HÜRRİYET ve UCUZ DEVLET bahislerinde,

    2- Derebeği artıklarını giderme: KÖYLÜ bahsinde,

    3- Sanayii her şeyden üstün tutma: SANAYİ ve İŞÇİ bahislerinde, ayrı ayrı program madde ve gerekçeleri olarak verilmiştir.
    Bu üç şart, modern medeniyet yükselişi için, birbirinden ayrılmaz bütündür. Biri eksik oldu mu, hiç birisi gerçekleşemez. Hürriyetsiz toprak reformu, yahut sanayileşme, kendimizi aldatmak olur. Aksine, büyük sanayimiz ve işçi dâvamız yoluna girmeden, ziraatimizi modernleştirmek, yahut hürriyetimizi sağlamak, -şimdiye kadarki tecrübelerden yüzde yüz anlaşıldığı gibi-, tatlı veya acı hayal olur.
    Programımız, o üç ana davayı, Türkiye halkına bütünlüğü ile sunmak için, iki büyük kısma ayırmıştır. Birinci Kısım: HÜRRİYET KATLARI, İkinci Kısım: İKTİSAT TEMELLERİ'dir. İktisat temelleri de ayrıca 5 bölümdür: 1 - İŞSİZLİK TEZİ, 2 - PAHALILIK ANTİTEZİ, 3 - SANAYİ SENTEZİ, 4 - İŞÇİ SENTEZİ, 5 - KÖYLÜ SENTEZİ.

    KISIM: I

    HÜRRİYET

    HÜRRİYETİN GEREKÇESİ

    A - DEMOKRASİ Halka inanmakla başlar.

    Abdülhamit, resmi İngiliz gazetesi Times'e şöyle demişti:
    'Beni Hürriyete muhalif görenler yanılıyorlar. Kullanmasını bilmeyen bir memlekete hürriyet vermek, kullanmasını bilmeyen birisine tüfek vermiye benzer. Herif, babasını, anasını, kardeşlerini öldtirür. Sonra döner kendi kendisini vurur.'
    Yani, 'Kızıl Sultan' millete inanmıyordu: Onun için, 'memleketi hürriyeti kullanmaya hazırlamak' bahanesiyle, 'Kanuniesasî'yi 33 yıl rafa kaldırdı. 10 Temmuz'da yeniden ilân etti. Lâkin, hürriyet, 31 Mart günü, Abdülhamidi temizlemedikçe yaşıyamıyacağını gordü.
    Gerçekte; millet değil, Osmanlı tefeci ağalarıyle acente bezirgânları hürriyete lâyık değillerdi. Onun için, Meşrutiyet, o derebeği artıklarının gölgeleri altında, polis kuvveti ile tutulan, kırtasiyeci bir askerî istibdatı, parlamentocu şekil'lerle süslemekten öteye geçemedi.
    Sonraları; kafalar değil, ağızlar değişmişti. 'Millet hürriyete lâyık değil' demeğe cesaret gösteremiyenler yapılan istibdatı, hürriyetlerin en âlâsı gibi övüyorlardı. Tek Parti Şefliği, yumruğunu masaya vurarak:
    'İdaremiz bütün mânasile halk idaresidir' (Meclis, 2.11.944 nutku) tehdidiyle herkesi susturuyordu. Demokrasi 'Vatanda anarşi ve sözü ayağa düşürmek' (Meclis, 24.5.945) sayılıyordu... Böylece, Hamit saltanatı kadar uzun süren yıllarda, Anayasamız kendisine zıt kanunlarla ateş çemberine alındı.. DP, iktidara gelmeden, mevzuatımızda binlerce antidemokratik kanun buldu. İktidara geçince, kendisinin 'Demirkırat' olmasını yeter buldu. Uluslararası Finans - Kapital Ağa DP+CHP Avadanlıklarını işleterek, Halkımızı: 'Seçim-geçim' dalaverelerinde 'oy davarı', NATO Kumarında 'Av davarı' yaptı. Kırat, Hak ve Hürriyetleri tekmelemekte büsbütün azıttıkça katırlaştı. Sille tokat Yassıada'ya gönderildi. 27 Mayıs: Finans-Kapitalin binbir Nemrutluklarına rağmen bir türlü kökü kazınamıyan Kuvâyimilliye Ruhu'nun yaptığı kör-ataktı. Çarçabuk 'başı bağlandı'. Adaleti zorlatıldı: Kuvâyimilliyeci geleneğimizin son yâdigarı olan Anayasamız 'Günah Tekesi' yapılıp kurban edildi. Kırat hortladı 'Adalet' Bezirganlığına çıktı. Vatan ve Millet 'sömür+ez'ine yeniden hız verildi. 12 Mart sürekavı: Ortak-Pazar'a toptan çıkarılışımızın kanlı şöleni oldu. Halkımız: Finans-Kapitalin kasap çengeline asılmış kanıyan çiğet.
    Vatan Partisi: 'Hakimiyet şartsız kayıtsız milletindir' buyruğunu, halk düşmanlığına giydirilmiş demogoji (lâf ebeliği) olmaktan kurtarmayı, Anayasalara ve Kuvâyimilliyeciliğimize işlenen cinayetlere son vermeyi görev bilir. Artık, bu cinayetleri kimse mübah görememelidir. Demokrasi halka inanmakla başlar. Halkın teşkilâtlanmasıyla olgunlaşır. Köle millet olmaktan kurtulmak için, Demokrasiyi bütünü ile kullanmaktan başka usül henüz keşfedilmemiştir.

    B - DEMOKRASİ: Fikre saygı, halka refahla gelişir.

    Millet hâkimdir, diyoruz. Bir hâkimin haklı karar verebilmesi için yalnız savcıyı dinlemesi yetmez, dâvacıyı da, suçluyu da, savunma ve kamu şahitlerini de, bilirkişileri de, jüriyi de ayrı ayrı dinlemesi, bütün delilleri ve belirtileri göz önüne koyması gerektir. Demek, hâkimiyet sahiden milletin olabilmek için en iptidaî şart: Fikirlerin hür olması, yani fikre saygı, fikri fikirle karşılamaktır.
    Vatan Partisi, mevcut öteki partiler gibi düşünmüyor. Bizde partilerden bir kısmını 'Ana', bir kısmını yavru, geri kalanları da öveği evlât veya sığıntı sayanların zihniyet ve marifetlerini pek iyi biliyoruz. Bizzat Ahmet Emin Yalman'ın şu sözlerini aslâ unutmadık:
    'Kendimiz gibi düşünmeyen adamı bir vatan haini, satılmış, bedbaht, acınacak bir gafil diye tahkir ederek üzerine saldırıyoruz. Hele siyasi parti münakaşalarında saygı ve tahammül, kaide değil, istisna...' (Vatan, 5.10.1948) .
    Fakat, herşeye rağmen, Vatan Partisi, Bilim ve Prensip Partisi kalacak, derebeği artıklarının peçelerini açacak, parlamento şekillerimize, halk hâkimiyeti özünü geçirecektir. İster askercil, ister sivil her türlü kırtasiyeci geriliği ve polisçi tahakkümü Halkımıza lâyık bulmayacaktır.
    Çünkü, peçeli veya peçesiz her istibdat: Yalnız aydınlık ve ruh düşmanı olmakla kalmaz, toplumcul sağlığımıza, iktisadi ve medeni varlığımıza da sinsi bir suikastdir. Tarihte Osmanlı geriliği başladığı zaman Osmanlı istibdadı ile katmerlenip zırhlanmıştır. Gerilik, bir avuç imtiyazlıyı ancak doyurur ve ancak imtiyazlıları cennette yaşatabilmek uğruna, yaşatabildiği ölçüde, tekmil milleti yoksulluğa boğar. Onun için; geriliği, farzumuhal, demokrasi bile haklı çıkaramaz. Bilâkis, Roozvelt'in dediği gibi: 'Demokratik bir âlemde kuvvet, umumi refah bakımından kendini haklı çıkarmalıdır.' (12.11.1944)
    Bizde hürriyet, Abdülhamit mantığı ile uygulanır, yani lâfta, kalırsa, ne iktisatça, ne medeniyetçe, ne toplumca, ne kültürce.. Hiç bir ileri adım ömürlü olamaz ve hele halkı rahat ettiremez. En basit millet menfaatleri, kimseye ağız açtırmadan, en batakçı ağalık hırsına ve zümre mütegallibeliğine kolayca kurban edilebilir. İleri memleketler için nedir, bilmiyoruz, bizim için hürriyet: Ölüm, dirim meselesidir.
    Vatanımız: Birinci Kuvâyimilliyeciliğimizin yâdigârıdır. Demokrasimiz: İkinci Kuvayimilliye seferberliğimiz olacaktır:

    Kuvayimilliye Milletçisiyiz: Mukadderatımıza tek yabancı karıştırmıyacağız.

    Kuvayimilliye Devletçisiyiz: Pahalı ve hazır yeyici devletin yerine, vatandaşa iş bulmayı birinci görev bilen ucuz ve üretmen devleti geçireceğiz.

    Kuvayimilliye Devrimcisiyiz: Her türlü maddi sömürüyü kaldıracağız.

    Kuvayimilliye Lâyikiyiz: Her türlü manevi sömürüyü kaldıracağız.

    Kuvayimilliye Halkçısıyız: Osmanlı artığı bezirgân ve hacıağa oligarşisinin önderliği yerine, çalışan çoğunluğumuzun önderliğini tutacağız.

    Kuvayimilliye Cumhuriyetçisiyiz: Halk tarafından, halk için idare, Adalet, ve Kültür sisteleri kuracağız.
    Parolamız: Hür, kuvvetli, bahtiyar Türkiye'dir.

    HÜRRİYETİN HEDEFİ: Fakir halk

    1 - DEMOKRASİ, (İkiyüz yıl önce yaşamış Frenk filozofu Condorcet'nin dediği gibi) : 'En kalabalık ve en fakir sınıfın maddi, manevi, ruhcul, toplumcul bakımdan iyileşmesi olmalıdır.'

    HÜRRİYET RUHU: Seçim

    2 - Seçimler hür, nisbi ve tam olacak. Asker, polis, jandarma, mahpus ayırdı yapılmayacak. Üç aydan beri mukimlik kaydı kalkacak. Medeni kanunun rüşt çağı (18 yaş) ile SEÇMEN olunacak.

    3 - SEÇİLEBİLİRLİK: 25 yaşında başlayacak. Siyasi mahpuslar ve (resmi yetkilerinden faydalanmamaları şartile) görevli memurlar ve askerler de seçilecek.

    4 - SİYASİ PARTİLER: En küçük vatandaş topluluğunun bulunduğu her yerde serbestçe teşkilâtlanabilecek. Ocak ve Bucak organları yeniden açılacak.

    5 - MİLLET VEKİLİ dokunulmazlığı adi suçlarda tamamen kalkacak ve siyasi kannaat ve faaliyetlerde mutlak kalacak. Millet Vekili maaşı, orta hayat endeksinden yukarı çıkmayacak. Ödenek yerine, bütün taşıt, ve seyahat masrafları (devletçe sağlanamayan yerde faturası devletçe ödenerek) bedava olacak. 'Yirmibeş seneden beri ilk defa konuşuyorum', 'Ömrümüz Meclisin kahvesinde geçti' diyen Millet Vekili yerine, iş ve üretime bağlısı geçecek. Her Millet Vekili, 100 köyle şahsan muhabere ve temas edip, seçmenlerine sık sık hesap vermeye gidecek. Veremezse, Dernekler Kanunu 18. maddesi nisabı ile geri çağırılabilecek. Partisinden çekilen, Millet Vekilliğinden de çekilecek.

    6 - B.M.MECLİSİ, özüyle ve sözüyle Kuvâyimilliye Meclisi olacak. Senato kalkacak. Yürütme yetkisini de doğrudan doğruya kullanabilecek. Anketler Meclis kürsüsünde kalmayıp, olay yerinde bilfiil yapılacak. Hükümetten şikâyet vatandaşın demokratik haklarını ilgilendirdiği vakit, yerinde incelemeyi Meclis üyeleri sonuçlandıracaklar.

    7 - KANUNLAR, bilhassa bir kurucu, meclis toplanarak, baştan başa gözden geçirilecek. Kanun sayısı fevkalâde azaltılacak. Yargıtay başkanının dahi hangisinin yürürlükte olduğunu bilmediği mevzuat labirenti, ilkokul gören vatandaşın bile yolunu bulabileceği kadar sadeleştirilecek. Halkın kolayca anlıyacağı dile çevrilecek. Sayıları bir ara 8000 dıye gösterilen antidemokratik ve Anayasa'ya zıt kanunlar kaldırılacak. HALK OYLAMASI (Referandum) esası konacak.

    HÜRRİYETİN İNSANI: Teşkilâtlı Millet

    8 - HALK KURULUŞLARI: Bugün devletin sırtına boş yere yükletilmiş hadsiz hesapsız görevleri kendi üzerine alacak. Öyle tam teşkilâtlı millet haline girebilmemiz için, yalnız şehir ve köy ahalisi değil, öğretmen, adliyeci, ve memurlar da hür sendikalar, serbest birlikler, cemiyetier, kulüpler ile cihazlanacaklar. O sayede en cılız kişi bile teşkilâtına arkasını dayayarak, hakkını yorulmadan arıyacak. Dağınık millet, en tabiî haklarını arayamayan mazlum millet kavramı kalkacak.

    9 - KOOPERATİFLER üzerinde bilhassa durulacak. Kooperatif, merasimi yıllarca süren, ağır masraflı teşebbüs halinden çıkacak. Halkın en geniş yığınları kendi teşebbüsleri ve kontrolları altında birleşecekler. Tüketim kooperatifleri iç ticaretin tanziminde esas rolü oynıyarak bir taraftan vurgunculuğu imkânsızlaştıracak, öte taraftan darmadağınık ufak sermayecilikleri üretime katılmak üzere serbestleştirecek. Kredi kooperatifleri, halkın 'köy bankası' adını takacağı şekilde tefeci ve bezirgân dümeni olmaktan çıkacak. Üretim kooperatifleri, öncekilerle işbirliği ederek, köyde, şehirde küçük üretmenleri en modern teknik ve usüllerle yükseltecek.

    HÜRRİYET MÜEYYİDESİ: Adalet bağımsızlığı

    10 - HAKİMLER: Ölü formül olarak bırakılan Anayasamızın 'Millet adına yargılama' buyruğunu diriltip işletmek için Millet tarafından seçilecekler. Asker-sivil adalet ikiliği kalkacak:

    11- HUKUKÇU SENDİKALARI savcılar ve avukatlar da dahil, bütün meslekten adliyecilerin sicil, terfi testlerini hazırlayacak ve mesleki menfaatlarını koruyacak.

    12 - ADALET KONGRESİ: Her yıl, bütün hukukçuları toplandırıp mevzuatımızın genel gidiş ve uygulaması üzerinde etütler yapacak ve ANAYASA MAHKEMESİ'nin antidemokratik konulardaki çalışmalarını inceliyecek.

    13 - SUÇ'ların basın ve siyaset çeşitleri ayrılıp, mutlak surette açık oturumlarda yargılanacak. Cezaevleri, terbiyeci bir müdürle selfguvernement (kendi kendini yönetim) . usulünce idareye tabi tutularak, çalışma esasına bir o kadar kültür eklenecek. Her medeni ülkede şart olan rejim-politik uygulanacak: Siyasî suçlarda mutlak surette ve adi suçların dahi iş ve kültür testlerine uymuş bulunanlarında sabıka denilen lânet damgası kaldırılacak. Irz suçu dışında idam cezası olmıyacak.

    14 - JÜRİ usulü bütün mahkemelere sokulacak. Köyler ve uzak semtler için BİNDİRİLMİŞ MAHKEMELER bulunacak. Geçim endeksine kadar gelirlilere bedava dilekçe ve dâva hakkı gibi, hukukçu sendikalarında bağımsızlığını kazanmış, geçimini hak sigortaları cihetinden sağlamış bedava avukat imkanı da verilecek.

    HÜRRİYETİN BEŞİĞİ: Kültür bağımsızlığı

    15 - Hak arıyan adliyeci gibi, HAKİKAT arıyan ve İNSAN YARATAN öğretim, eğitim ve bilim cihazlarımız da, ülkemizde gerçekten KEŞİF ve İCAT ruhunu beslemek için tam istiklâle kavuşacak. Bütün eğitmen, öğretmen ve profesörler; KENDİ KÜLTÜR SENDİKALARI'nda şahsiyetlerini ve menfaatlerini koruyacaklar. Hükümet, bir öğretim kanunu ile, öğretim kollarını, öğretmen vasıflarını, okul masraflarını belirtmekle kalacak ve özel müfettişleriyle yalnız o kanunun uygulanmasını kontrol edecek. Başka şekilde, öğreticilerin hayat, istikbal ve faaliyetlerine karışmıyacak.

    16 - ÖĞRETİM SİSTEMİ. Bilhassa kol işiyle kafa işi arasındaki uçurumu doldurma hedefini güdecek. İLKOKULLAR.: Çevre üretimlerinin tarla veya fabrika ve ilh.. sistemine göre.. TEKNİK ve ORTAOKULLAR: Memleket sanayi plânında ayrılmış o yerin pratik iktisadi ihtiyaçlarına göre programlanacak. YÜKSEK ÖĞRENİM: yabancı yayınları aşırmalarla rızıklanan kürsü ötülgenliği yerine, memleketimizin yerüstü, yeraltı, insan, hayvan bütün varlıklarını inceliyerek, ekonomi ve üretim şartlarımızı geliştirmiye fiilen yarar ORİJİNAL emeği geçirecek; lâboratuvarını tarlalarımıza ve atelyelerimize bağlıyarak BİLİM YAPMA görevini sınaî kalkınma hamlemizle taçlandıracak.

    17 - Öğretim DEMOKRATLAŞTIRILACAK. Ezberciliğe değil, güçlükler karşısında çözüm yolları bulma, yani hafıza yerine yaratıcı zekâyı işletme prensibi, öğretim ve eğitimin baş prensibi olacak. Ismarlama ayakkabı gibi her öğrenciye, kişiliğini ezmiyen ısmarlama eğitim güdülecek. 'Fazla diplomalı bize gerekmez' kaygısı ile, İMTİHAN'lar öğrenci 'turnikesi', yahut salhanesi haline sokulmıyacak. Dönen öğrenci nisbeti öğretmenin, öğretim sisteminin ve öğretim araçlarının nitelikleri ile kıyaslanacak ve testlere girecek. Öğretimin her kademesine her yaş ve cinsten her vatandaş imtihan vermek şartı ile girip belge alabilecek. Her yerde gece-gündüz işleyen HALK ÜNİVERSİTELERİ kurulacak.

    HÜRRİYETİN KONTROLU: Prensip Basın - Yayını

    18 - Kanunlar, hiç bir prensip ve fikir tartışmasını önliyemiyecek. Basında küfür ve şahsiyat ifratı ile en hayatî meselelerde gerçeği saklama (susuş kumkuması) tefritini gidermek üzere, ilk tedbir: Bütün yazarlar sendikalandırılacaklar, ve halk hizmeti gören gazetelerin fikri ve idari istikametlerinde oy sahibi edilecekler. İlâncılık millileştirilecek. Basın-Yayın (Radyo, Televizyon, Sinema ve Tiyatro dahil) halk kuruluşlarının ortak yönetimine verilecek. Cinayet ve açık saçıklık edebiyatı durdurulacak, oradan tasarruf edilen milli enerjiler insancıllığa ve ülkücülüğe yükseltilerek, üretim hayatımızı, iş kahramanlarımızı belirten konulara aktarılacak.

    HÜRRİYETİN UYGULAMASI: Hoşgörü ve Sağlık

    19 - HÜKÜMET TARZI: Milli Mücadele'nin ilk yıllarındaki eleştiriye katlanma ruhuna sadık kalacak. Basma kalıp damga ve umacı politikası ile yıldırma usülleri kaldırılacak. Bakanların kanunüstü durumlarına son verilecek; aylık ve ödenek Millet Vekilininkinden farklı olmıyacak, yolluk orta bir memura verilenden yukarı çıkmıyacak. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde olduğu gibi, her bakan Meclis önünde teker teker sorumlu olarak seçilecek.

    20 - MEMUR'ların kendi kendilerini yetiştirip, menfaatlerini koruyacakları MEMUR SENDİKALARI kurulacak. DEVLET Mensuplarının karınları ve kafaları doyurularak halk hizmetinde verimleri arttırılacak. Memurla sivil vatandaş arasında adalet ikiliği ve hak uçurumu kaldırılacak.

    21 - Çok eski zamandan kalma VALİ, KAYMAKAM, NAHİYE MÜDÜRÜ gibi Saltanat Makamları kaldırılacak. Yerlerine, Batı Demokrasilerindeki gibi veya muhtarlarımız gibi, halk tarafından seçilmiş mahalli idareciler geçecek; mahalli polis o seçme idarecilerin emrine verilecek.

    22 - ANAYASAMIZIN kamu hukuku maddeleri ile, İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ hükümleri, kısıntısız olarak, kitaptan hayata geçirilecek. Her alanda, kapı-komşumuz ve tarihcil yoldaşımız olan Yakın Doğu Halklarıyla bilhassa işbirliğine gidilecek.

    23 - SAĞLIK işleri, kültür ve adaletimiz gibi, başlı başına bir kanunla hekim ve hasta bakıcı sendikaları yardımı ile, bağımsız millî iradeye kavuşacak, AİLE HEKİMLİĞİ kurumu kurulacak ve her yuvayı tabiî abone sayıp; ırk sağlık-korumasını geliştirecek. Hastaneler tıp ve halk kuruluşlarının kontrolu ve seçimiyle idare edilecek.

    24- SPOR: Kulüplerimizin memleket ve dünya ölçüsünde tam hareket serbestlikleri tanınacak. Spor, kalbi ve öteki içorganları yıpratan, zekâ aleyhine adale urlaşmasına yol açan ve birkaç 'kahraman' yetiştirmek için yüz binlerce kişiyi seyirci durumunda battallaştıran kumarlaştırılmış şeklinden çıkarılacak. Sporla hareketlerimiz şiirleşecek ve zekâmız toplumcullaşacak. Milyonlarımızın Beden ve Beyin uyumunu arttırmak için, her çağda ve her sağlıkta vatandaşa spor alanı, âleti ve imkânı sağlanacak.

    HÜRRİYETİN GÜCÜ: Demokratik Ordu

    25 - Modern orduda her tek erin bilinci zaferi yarattığına göre: bilfiil çalışanlar askere gidince, geride kalanlarına en az geçim endeksine eşit yardım yapılacak. Terhis edilince makul tazminat ödenecek. Hizmet ocağı, toplumcul + teknik + Kuvayimilliyeci okul haline getirilecek.

    HÜRRİYETİN SENBOLÜ: Müdahalesiz vicdan

    26 - Her yurttaş, yer, içerken olduğu gibi, dinî ve manevî ihtiyaçlarını giderirken devlet veya kişi karışmasına uğramıyacak..

    HÜRRİYETİN DÜNYASI: Gerçekçi dış siyaset

    27 - Hiç bir soyut fikre, ölü düstura ve kuruntu duyguya kapılmayacağız. Kim, ağır sanayi hamlemizi hakkıyle desteklemek üzere, en az faizle en uygun yardımı yaparsa (Yabancı Sermaye maddemize bakıla) onunla dost olacağız. Cihana, O.İ.T.'nin (Milletlerarası İş Teşkilâtı'nın) anatüzük girişini hatırlatacağız.
    'Fukaralık nerede bulunursa bulunsun, herkesin refahı için bir tehlikedir.'

    HÜRRİYETİN RAKAMI: Toplumcul istatistik

    28 - Türkiye'mizde olanları peçeleyip tedbirleri felce uğratan en derebeğice zulümlerden biri de 'RAKAMLARIN İSTİBDADI'dır. İstatistiklerimizde geçim seviyeleri, gelir basamakları, üretim, teknik, aile ve teşkilât dereceleri belirtilecek. Böylelikle hem medeniyet aşkımız özentilikten kurtarılacak, hem hükümetimiz kör yoklamaları ile bocalamama imkânını bulacak, hem de milletimiz, alın yazısını düzeltme çarelerini kavrıyacak.

    KISIM: II

    EKONOMİ (İktisadiyat)

    Bugün bin vatandaşımız içinde dokuzyüz doksan altısının uykusunu kaçıran iki müzmin illetimiz var: 1 - İşsizlik korkusu, 2 - Pahalılık kâbusu.

    BİRİNCİ ÇİZİ

    İŞSİZLİK

    GEREKÇE: İşsizlik 'ÜMMÜLHÂBÂİS = KÖTÜLÜKLERİN ANASI'dır. Yarım milyon sanayi işçimiz varken: 'Bütün yurt mâhkemelerine bir yılda bir milyona yakın iş gelmekte' idi. (Ulus, 21.12.1946) Bugün, resmî açıklamalara göre açık işsizlerimizin sayısı 5 milyona yaklaşıyor. Mahkemeler ve hapishaneler dolup taşıyor. Ona karşılık tütün tüketimi 1938'in 12 ayında 13,5 milyon kilodan 1942'nin yalnız 5 ayında 17,5 milyon kiloya çıkar. Bakanlarımız bile, açıkça: 'Millet kendini içkiye verdi' diyorlar. 1938 den 1939'a kadar teşviki sanayi işletmelerinin ürünü % 16, suçlar % 31 artar. Bütün bu hal, işsizliğin millete dayattığı taksitli intihardır. Hapishaneyi (16 yaşındaki Necdet gibi) 'cennet' sayan işsizler ülkesindeyiz. Onun için, vatanımızın can düşmanı işsizliğe karşı MUKADDES CİHAD ilân etmek boynumuza borçtur.

    1 - MUKADDES CİHAD İLÂNI: Bütün memleket radyoları ve bekçileri, sabah, akşam ezanlarından sonra, şehir ve köy meydanlarında şu büyük millî gerçeği her gün haykıracaklar:

    'Tarlada, fabrikada, karada, denizde, havada çalışmak: masa başında; salonda, sarayda oturmaktan çok daha üstün şereflidir! ..'

    'İnsan için, işten gayrısı yalandır! '

    2 - İŞSİZE SES: En büyük, şehirlerimizin en kıyı mahallelerinden, en ücra köyümüzün dağ başına kadar, her nerede bir tek yurttaş işsiz kalırsa, orada, özel, resmî, bütün telefon, telgraf ve ulaşım araçları derhal, bedavadan o yurtdaşa açık tutulacak. Masraflar belediyelerce ödenecek.

    3 - İŞSİZE İMDAT: İşsizliğe karşı mücadele için, köylere kadar otomatik işleyen bağımsız halk teşekkülleri kurulacak. Yangın çıktığı vakit, bütün taşıtlar nasıl itfaiyeye yol veriyorsa, tıpkı öyle, bir işsizin haberi geldi mi, tekmil devlet cihazı ile halk ve belediye kuruluşları, işsiz vatandaşın imdadına, yangına koşarca, yıldırım süratile koşacak. İşsizliğin görüldüğü ocağa veba girmiş, zelzele çarpmış, bomba düşmüş gibi, yardım ekipleri yarışacak. Hükümetin birinci görevi: Eşkiya bastırmaktan önce, işsize iş bulmak olacak.

    4 - İŞSİZE TAZMİNAT: İşsizlik, toplum halinde yaşayan hiç kimsenin tek başına kabahati olmadığı için, her işsize iş bulamayan ilgili teşekkül ve kurumlar, en az geçime elverişli bir ücret ve tazminat ödeyecek. Bu hususta ihmali görülenler, başta Cumhurbaşkanı ve Bakanlar gelmek, bütün devlet erkânı da dahil olmak üzere, zincirleme kendi ceplerinden işsizlik tazminatını ödemeye (sembolik mahiyette olsun) katılacaklar.

    5 - İŞSİZE İŞ: Memleketimizden her yıl ihraç edilen 80-90 milyon kilo üzüm, 30-40 milyon kilo incir, 70-80 milyon kilo tütün, hatta maden ve benzeri birçok ilk ve ham maddeler, dış pazarlara gitmezden önce kendi işçilerimizce âzamî derecede elden geçirilip işlenecek, standartize edilecek. Bu suretle, hem kalitesi yükselecek mallarımıza daha çok müşteri bulunacak; hem hayat pahamızı arttırmakta hayli rol oynayan döviz açığımız kapanacak; hem de kendi işçilerimiz eli böğründe beklerken, başkalarına iş vermek durumundan kurtulunacak.

    İKİNCİ ÇİZİ

    PAHALILIK

    GEREKÇE: Hayatın pahalanması: Fiyat rakamının şu veya bu olması değil, vatandaş geliri ile alım gücünün düşük ve iratçılık ile devlet giderlerinin yüksek olmasıdır. Onun için:

    1 - GELİR POLİTİKASI: Memleketin her bölgesi için özel GEÇİM ENDEKSLERİ çizilecek. Endeksleri, yalnız bakanlık veya ticaret odaları değil; İşçi, memur, esnaf, aydın, kadın ve köylü teşekkülleri de hazırlayacak. Her vatandaşın EN AZ GELİRİ o geçim endekslerine göre uygulanacak.

    2 - FİYAT POLİTİKASI: Vatandaş ihtiyaçlarından hangi kısmının, vatandaşın enaz gelirinden ne kadarı ile karşılanacağı, barometrenin ibresi gibi, gözönünde tutulacak. Meselâ: Kira, ısıtma, aydınlatma, su, radyo masraflarını içine alan BARINMA giderleri, vatandaş gelirinin en çok 10'da birini; yiyecek, içecek masrafları en çok 6'da birini; devlet masrafları ve vergiler en çok 10'da birini geçmiyecek. Bugünkü hesaba göre: Geçim endeksine kadar olan gelirlerde vergilerimiz yarı yarıya, kiralarımız beşte birinden onda birine kadar indirilecek.

    3 - İRAT POLİTİKASI: Kiralar iki cins akara (yani, kira getiren mülklere) göre ayarlanacak.
    a) İhtiyaç akarı: İşçi, memur ve esnafın aile tasarrufu ile kurdukları yapılardır. Bunlarda bütün kiralar, geçim endeksine ulaşıncaya kadar, serbest bırakılacak.
    b) İrat akarı: Geçim endeksinden yukarı gelir sağlayan kira yerleridir. Bu akarın kira hadlerini ev-kadınları temsilcileriyle tüketmen kuruluşları takdir edeceklerdir. Anlaşmazlık çıkarsa, jürili mahkeme karar verecektir. Yıllık kira, gerçek bina maliyetinin 20'de birinden yukarı çıkarılmayacaktır.

    4- DEVLET POLİTİKASI: a) Vasıtalı vergiler, Türkiye'de 13 yılda bütçenin yarısından üçte ikisine çıktığından, ilk hedef olarak bu nisbet tersine çevrilecek.
    b) Vasıtasız vergiler: Geçim endeksi derecesine kadar olan gelirlerden alınmayacak: Ondan yukarısında ilerleyici vergi (bugünkü rayiçle: 5.000 - liradan yüzde 5; 10.000 liradan yüzde 15; 50.000 liradan yüzde 35; 100.000 liradan yüzde 75 ve. ilh.) alınacak.
    c) Bütçedeki, her tek milyon masraf, fiyatları iki milyon yükselttiğine göre, bütçeyi ilk merhalede beşte bir azaltarak, 'emsâl üssü' yoluyla fiyatların en az üçte bir düşmesi sağlanacak.
    d) Enflasyon: On yılda onbeş misli kâğıt para arttıran usul kaldırılacak.
    e) Devletin ürettiği mallar: İşverenlere maliyetinden ucuz, Halka pahalı satılmayacak.

    5 - HALK POLİTİKASI: a) Halk teşkilâtı: İşçi, köylü, memur, esnaf, aydın bütün meslek zümrelerimiz 'Merih' yıldızından uzman getirtmeyi beklemeden, kendi teşebbüs ve kontrollarile TÜKETİM KOOPERATİFLERİ halinde teşkilâtlandırılacak.
    b) Fiyat Kontrolü işi: Memur ve tüccarlardan alınıp, anılan halk ve kadın temsilcileri ve kuruluşlarına verilecek.
    c) Mesken işi: Bir zaman büyük şehirlerimizde yangına karşı zengin, fakir herkesin katıldığı gönüllü teşekküller nasıl var idiyse, tıpkı öyle, evsizlere imece yoluyla inşaat seferberliği bir çeşit gönüllü millî spor derecesine çıkarılacak. Maliyeti çok, ömrü az, sağlığa aykırı izbecikler yerine, sokakları şakülileştiren ucuz, konforlu, blok inşaat: Halk Kuruluşları, Belediyeler ve Devletçe desteklenecek.
    d) Büyük Vurgunla Mücadele: Esnafcık 10 kuruşluk malı 15'e satınca, memurcuk 100 kuruşu zimmetine geçirince nasıl mahkemeye düşüyorsa, tıpkı öyle; 7 üzüm tüccarının kayrılarak, bir kalemde 6-7 şer milyon kazanması, Bir milyon vatandaşın fındığına yarı fiyat verilip, iki misli kâr edilmesi, bir bankerin 3 günde söylenti ile 4-5 milyon lira vurması, 23 milyon köylünün buğdayından 3 yabancı, 3 yerli firmanın 300-350 milyon ele geçirmesi gibi vurgunlar da normal ticaret icabı sayılmayarak adalete teslim edilecek.

    BİRİNCİ SONUÇ

    SANAYİLEŞME

    GEREKÇE:

    İşsizliği bir numaralı düşman ilân etmek, hayat pahalılığını karantinaya almak, ortadan kaldırmaya yetmez. Her iki âfetin kökü: Sanayileşme tempomuzun yavaşlığında gizlenir. Müzmin üretim kıtlığı: İşsizliği, işsizlik: Çalışanların kazanç düşüklüğünü peşinden sürükler. O zaman, işsizlikle pahalılık birbirini doğuran rezil çenber halinde vatandaşların boyunlarına asılmış lânet halkası olur. Netekim:

    1- HAYAT PAHASINDAN EN AZ ETKİLENENLER SANAYİ MEMLEKETLERİDİR: İkinci Emperyalist Savaşta (1939 ilâ 1942) hayat pahası: Yüzde hesabiyle, savaşa giren İngiltere'de 17, Almanya'da 8 iken, Türkiye'de 500'ü buldu. Macaristan'da 44, Bulgaristan'da 54 idi. Savaşa girmemiş vatanımızın, savaş görmüş küçük komşularından 8-10 misli, büyük batılılardan 30-60 misli fazla pahalılığa boğulması, dizginsiz bezirgân ve tefeci ilişkileri gibi ekonomik ve toplumcul bir çok sebepler yanında, bilhassa üretimimizin modernleşmemiş olmasından ileri gelir.

    2 - İŞSİZLİĞE ÇARE, İŞ HACMİNİ GERÇEKTEN GENİŞLETMEKTİR. Bizde yapıldığı gibi, işsizlik tehdidi altında bir kısım çalışanları günde 13 saat yıpratırken, öteki kısmını yarım gündelikle kısmî işsizliğe mahkûm etmek, işsize iş bulmak sayılamaz. Bir yumurtayı 10 kişiye taşıtmamak veya işçiyi takatı üstünde yorgunlukla ezmemek için, tek çare, memlekette iş hacmini sahiden genişletecek daima artan hızlı sanayileşmedir.
    Batının 400 yılda aştığı basamakları biz birkaç 4 yılda atlamaya mecburuz. Bu mecburiyetlere inanarak, her toplumcul sınıf, zümre ve tabakanın en vatansever, en namuslu, en canlı ve en ileri unsurlarını feragatle içine alan genel bir millî seferberlik açmaya mecburuz. Birinci Emperyalist Savaştan sonra İSTİKLÂLİMİZİ kurtarmak için, nasıl demir çarık, demir asâ, Batılılara Karşı Birinci Kuvayimilliye hareketimizi başardıysak, aynı imanla bugün de İSTİKBALİMİZİ KURTARMAK için, BATILILAR DERECESİNE yücelmeyi hedef tutan Ekonomik bir kutsal cihada, İkinci SINAİ KUVAİMİLLİYE hareketine mecburuz. Türkiye'nin sanayileşmesine hiçbir parti muhalif değil. Fakat, bütün kurulu partilerden ayrıldığımız iki ana prensip var:

    1 - TEMEL FARKI: Başka partiler, yabancı uzmanlara uyup, küçük sanayi ile çöplenmemizi, makineleri dışarıdan getirmemizi yeter buluyorlar. Vatan Partisi ağır BÜYÜK SANAYİİ, modernleşmemizin temeli ve mihveri sayar.

    2 - USUL FARKI: Başka partiler, yukarıdan, kırtasiyeci bezirgân durgunluğuna yaslanarak, kaplumbağa yavaşlığı ile gidişimizi yeter buluyorlar. Vatan Partisi, birkaç yılda çağ değiştiren Kuvayımilliyeci geleneğimize lâyık bir hamle ile, çalışan halkımızın feragatli dinamizmini hareketimize motor yapmak istiyor. Halkı, iktidara kadar üzerine binilip, iktidara gelince geri çevrilen bir araba değil, ekonomik ve toplumcul hayatımızın özü sayıyor.
    Tarımımızı dahi ilerletmek için, vatanımızda AĞIR SANAYİ önce zaruridir. Çünkü: Makine yapan memleket, yapamıyanı haraca bağlayabilir. Sonra, bizde ağır sanayi mümkündür de. 1950 yılında sanayi üretimimiz; ihtiyaçlarımızın 3'de ikisini, çelik, makine ve kimya üretimi, ihtiyaçlarımızın 3'te birini karşılıyordu. Ne çare ki, sanayi faaliyetimiz 1938 yılı yüzde 15,6 iken, 1952 yılı 12,9 a, 1974 yılı 11.2'ye düştü. Bu nisbet sömürge Tayland'da 14.8, Filipin'de 18.5, Yunanistan'da 23.9 iken, bizdeki gerisin geri gidiş: CHP'nin DEVLET KAPİTALİZMİ gibi, DP LİBERALİZMİ'nin (!) de 'plânlı KARMA EKONOMİCİLİK'in de derdimize deva bulamadığını gösterir.

    ELVERİŞLİ SERMAYE

    1 - ÖZEL SERMAYE: Vergi kaçakçılığı uğruna, üretimimizi tahta perdeciklerle bölük pörçük eden, verem yuvası işletmeleri toplum bünyemizde çıban gibi açan BESLEME SANAYİ himaye değil, tasfiye edilecek. Vatanımıza en modern sanayii getirecek şahsi teşebbüsler teşvik görecek.

    2 - YABANCI SERMAYE: Siyasî müdahale ve ekonomik imtiyaz istemeyecek. Ağır sanayimize tekniğin son sözünü getirecek. Geldiği ülkedekinden düşük ücret ve çalışma şartları öne sürmeyecek. Medenî milletlerdeki rayiçten üstün faiz ve kâr almayacak. 10 yıl sonunda, (amortismanını bitirip) işletmeyi Türkiye halkına devredecek.

    BİLİNÇLİ TİCARET

    3 - DIŞ TİCARET: Yalnız malımızı alanın değil, malımızı değerile alanın malı, milletlerarası eksiltme yoluyla alınacak. Ömrü altı ayı geçmeyen ve vurgunculuğun balık avladığı bulanık su haline gelmiş dış ticaret rejimleriyle zaten bozuk ticarî dengemiz mahvedilmeyecek. İthalât ihtiyaçlarımız, açıkça belli sanayileşme plânımıza göre istikrarlı mertebeler zincirine konarak TAHSİSAT keyfî idaresi imkânsızlaştırılacak. Lükse haraç ödenmeyecek. Yabancı fatura hileleri, dış ticaret ataşelerimizle sıkı kontrol edilecek. Hilenin önüne geçilemeyen branşlar, millileştirilecek. Dış ödemeler dünyanın en pahalı değil, en ucuz dövizi ile yapılarak enaz 800 milyon tasarruf yapılacak. Döviz kaçakçılığını besleyen acentelikler kamulaştırılarak, en az 4 milyarlık ödeme açığımız kapatılacak. Demir, çelik ve makine ithalâtı kamulaştırılarak, uluslararası eksiltme yoluyla en az 3 milyarlık ithalâtçı ve toptancı kârı ağır sanayimize ayrılacak: Devlet tekelindeki ürünlerin ihracatı, üretmen sendika ve teşekküllerinin kontrolu altında devlet eliyle yapılarak, hem bitmez dedikodular durdurulacak, hem, her yıl en az 3 milyarlık ihracatçı kârı gene sanayimize yatırılacak. Böylece, yalnız dış ticaret kanalıyla 9-10 milyar millî tutumluluğumuz millet kalkınmasına yarayacak.

    4 - İÇ TİCARET: Millî sermayemizi çarçur eden başıbozukca israflar önlenecek. Her yıl, milyarlarca liramızı üretim dışı bırakan reklâm masrafları yerine, en iktisatlı tanıtma ve satma cihazı olan kooperatifler kurulacak. Küçük tasarruflar, büyük üretime teşvik edilecek. İratcılığı ve müflis bezirgânlığı himaye eden gelenekleri giderecek usul ve kanunlar konulacak. Her köşede bir sarraf gibi emlâk ve arazi havaoyunu ile ikramiye kumarını kışkırtan değer yaratmaz tenbel iratçılığı ağır vergilere tabi tutulacak. DEVLET BANKALARI: Bir taraftan millî sanayileşme plânımızı desteklerken, diğer taraftan küçük şehir ve köy üretmenlerini üretim kooperatiflerine çeken ilk madde ve apre istasyonlariyle verimlendirecek. ÖZEL BANKALAR'dan her biri, mevduatlarını, kendi seçecekleri üretim dallarında, para sahipleri için de daha istikrarlı bir verim sağlayacak olan üretim seferberliğimize destek yapacaklardır.

    UCUZ DEVLET

    5- UCUZ İDARE: Devlet, belediye, özel idare ve her türlü mahalli bütçelerle, her türlü Devlet ve yarı-resmi ekonomi kuruluşlarında fuzuli, kırtasiyeci lükse, mirasyedice israflara son verilecek. Batakçı DP bile iktidara gelirken 1,5 milyarlık bütçede 300 milyon lira (yani,5'te bir) tasarruf imkânı bulduğuna göre: Masraflar en az dörtte bir kısılacak; on yılda 8 misli artarak fiyatları yirmibeş misli pahalandırmış bulunan müsrif bütçe usûlü kaldırılacak.

    6- VERİMLİ MEMUR: Millî mücadeleyi zafere götüren hükümet kadroları bütçemizin % 3 ilâ 5'ini tuttuğuna göre, bu ilk Kuvayimilliyeci: uygun devlet geleneğimiz ideal sayılacak. Para enflasyonu ile atbaşı giden MEMUR ENFLASYONU durdurulacak. Fiili üretimde daha yüksek hayat standardı sağlanarak, esasen ezici çoğunluğu üretimden sun'î olarak koparılmış bulunan memurlara gönüllü olarak katılacakları büyük sanayi cephemizde gerçekten yaratma alanı açılacak. Memurların hem bedenleri MASABENTLİK'in binbir sancılı artritizm illetinden korunacak, hem ruhları olumlu değer yaratıcılığın manevî saadetile yücelecek.
    Başta bakanlar gelmek üzere, büyük memurlara: İsveç'in tramvayda ölen Başbakanı; karısı hem öğretmenlik, hem ev işleri görürken, kendisi de her sabah bisikletle Bakanlığa giden Savunma Bakanı örnek tutularak, barem yapılacak. Büyük memurlar lehine küçüklerin tırpanlanması usulleri kaldırılacak. Tek tek memurların aylıklarında millî gelire göre meydana gelen alçalma önlenecek. Böylelikle, kafa ve mideleri doyurulan memurlardan bazılarının sürçmeleri önlenecek. Memurun yükselme ve gönenmesinde, neçelik yerine niceliğe (Kaliteye) önem verilecek; fişlerle test usulü esas tutulup, memur sendikaları söz sahibi edilerek; azil ve tâyinlerde kişicil ve indî etkilere set çekilecek.

    BÜYÜK SANAYİ

    7 - İKTİSADİ MİLLET KURULUŞLARI: Büyük sanayimizde çalışanların yüzde altmışını benimsemiş İktisadi Devlet Teşekküllerinin yönetimine (Bugün olduğu gibi Finans-Kapitâl Tekelleri ve Bankalar değil) Halk Kuruluşları katılacak. Hesapları Sayıştay vizesinden geçecek. Her işletmenin teknik ve idari güdümünde, İşçi Temsilcileri çoğunlukta olacak.

    8 - PLANLI BÜYÜK SANAYİ: Ucuz devlet, bilinçli ticaret kanallarından ve toprak reformundan doğacak tasarruf ve döviz fonlarına dayanarak, bir Meclis devresi olan 4 yıl için, 18 milyar liralık Birinci Ağır Sanayi Plânı kurulacak. Şimdiki bütçemizin en az 20'de biri ile 5 milyarlık motor, 5 milyarlık tersane, 4 milyarlık oto-traktör, 4 milyarlık tarım ve sanayi makineleri fabrikaları kurulacak. 2'nci dört yılda sanayiye elverişli atom pilleri, kimya işletmeleri, elektrik santralları kurulacak. Milletlerarası eksiltme yolu ile, hiçbir batıl itikatla, bönyargıyla kösteklenmeksizin, sermaye gelmediği zaman patent ve ihtisas parayla satın alınacak.

    İKİNCİ SONUÇ

    İŞÇİ MESELESİ

    GEREKÇE: Üretimimizin modernleşmesi, yalnız makina ve usullerimizi ele almakla gerçekleşemez. İyi aletsiz ve usulsüz insan çalıştırmak nasıl geriliği ebedileştirirse, tıpkı öyle, insanı bilinçsiz makine gibi kullanmaya kalkışmak da, en değerli millî zenginliğimizin, yani işgücümüzün önce verimini alçaltır; sonra da asıl korkulan tehlikeyi: Makine düşmanlığını getirir. Netekim, yıllardan beri tarım ve sanayide makineleşmeyi ilerletemeyişimizin baş sebebi: Şehirde, köyde mutlak sömürüyü; az ücretle çok çalıştırmayı kaldıramamış bulunmamızdır. Batıda, işçilerin mutlak sömürüye karşı direnmeleri başladıktan sonradır ki, işverenler kârlarını daha mükemmel makinelerle üretim yapmaktan başka yolda bulamıyacaklarını anlamışlar, ve o işçi zoruyla, bugünkü şahika makina medeniyeti yükselebilmiştir. Onun için, hükümetimizin de dahil bulunduğu OİT'nin Birleşik Milletler Sosyal ve Ekonomik Şûrasına verdiği raporda bile şöyle denir: 'Çalışan sınıfların hayat şartlarının düzeltilmesi 'iktisadî kalkınmanın birinci hedefidir.' İş şartları ve sosyal şartlar düzelmedikçe, yeni malzemeler verilmesi ve en iyi üretim usullerinin kullanılması beklenen bütün neticeleri hasıl etmiyecektir.'

    'Birçok kimseler için adaletsizliği, yoksulluğu ve mahrûmiyeti kaplayan iş şartları, öyle bir hoşnutsuzluk yaratır ki, bu durum: barışı, Cihan Ahengini tehlikeye sokabilir.'

    1 - SİYASET: Nüfus artışımızın 20 misli çabuklukla artan, en uyanık, ve en teşkilât kabiliyetli (teşkilâtlanmaya ve teşkilâtlamaya en yetenekli) toplumcul kümemiz: İŞÇİ SINIFIMIZ, siyasetimize kuyruk değil, BAŞ olacak.. Türkiye Halkı: Siyaseti günlük ekmeği kadar ciddiyetle benimseyen işçi evlâtlarına, bütün demokratik haklarımızla beraber, memleket hayrına ekonomik hayatımızı da (bütün çalışanlarımız gibi) aşağıdan kontrol etme hürriyetini de vererek, milli sanayimizin Batılı ülkeler derecesinde verimli ve yüksek olmasını sağlayacak.

    2 - SENDİKA: Türkiye'de bir sendikalar meselesi değil, sendikalar faciası vardır. Sendikalar Devlet içinde özel bir Devletçilik haline getirilmiştir. Bir yol Sendikaya yazılan işçi, ömür boyunca o sendikanın 'tebaa'sı durumuna giriyor, uygunsuzluk görüp çıktığı zaman bile 'dayanışma aidatı' adıyla vergi ödemek zorunda kalıyor. Sendika aidatını işçinin kendi eliyle vermesine bile izin verilmiyor. Devlet yılda iki öğün vergi alır; sendika, her ay başı alacağını hazırca kesilmiş, biçilmiş olarak cebinde buluyor. Böylece, işçi sınıfımız sendika gangsterlerine tutsak ve sağmal, vurgunculuğa yem ediliyor.
    Vatan Partisi, bu vurguncu sendika gangsterliğine ve sendika faciasına son verecek. Sendika: İşçi sınıfımızın kültür ve bilincini yücelten bir HAYAT OKULU, Millî Mücadele Teşkilâtı olacak. İşçi sigortaları başta gelmek üzere, iş ve işçi hayatımızı ilgilendiren bütün tesisleri kontrol edecek. Ücret kesintileri, tazminatlar, süre uzatmaları ve işten çıkarmalar, sendikaların rızası dışında yapılmıyacak.

    3 - İŞÇİ TEMSİLCİLERİ BİRLİKLERİ: Sendikasız işçiler de, seçtikleri temsilciler vasıtası ile, gerek kendi menfaatlerini, gerekse millî üretimimizin ekonomik menfaatlerini güden İşçi Temsilcileri Birlikleri kuracaklar.

    4 - ESNAF OLMAYAN İŞÇİLER: Esnaf Dernekleri Kanununun 8'inci maddesi ile eski sistem kuruluşlara ısmarlanan ve işçi nüfusumuzun yarısını tutan gerçek işçi vatandaşlarımız, bağımsız ve hür işçi sendikaları kuracaklar.

    5 - DANIŞMA: Ekonomik ve sosyal kanun tasarıları, Ticaret ve Sanayi Odalarından geçtikleri gibi, İşçi Kuruluşlarından da geçecek.

    6 - İŞ KANUNU: Yalnız 'Teşviki Sanayi' kuruluşlarile sınırlandırılmayacak özel, resmî, küçük, büyük bütün sanayi işletmeleri gibi, tarımın, ticaretin, kredinin her koluna da yaygınlaştırılacak.

    7 - BÜYÜK İŞÇİLER KONGRESİ: Her yıl toplanacak. Bu kongreye Sendikalar gibi İşçi Temsilcileri Birlikleri ve Siyasî Partiler de katılacak. Orada, iş hayatımızı ilgilendiren bütün mevzuat ve meselelere dair teklif ve dilekler hazırlanacak.

    8 - KOLLEKTİF İŞ SÖZLEŞMESİ: Batı Avrupa'nın sömürgelerinde bile 1939'dan beri uygulanan toplu ve yazılı iş sözleşmeleri, işçi sendikaları elile, ve az işçili yahut sendikasız yerlerde temsilci birlikleri, yoksa en yakın sendika aracılığı ile yapılacak. Böylece; işverenlerle gangster sendikacılar arasında geçen Yahudi-pazarlıklarında işçinin iki yıllığına köle gibi alınıp satılmasına son verilecek.

    9 - MİLLETLERARASI MEVZUAT: Türkiye'nin de imzaladığı O.İ.T. (Milletlerarası İş Teşkilâtı) nın 1914'den beri işsizlik, sağlık, azami süre, asgarî ücret, kadın, çocuk, sigorta ve ilh.. hakkındaki kararları ciddiye alınacak.

    10 - İŞ MÜFETTİŞLERİ: Sadece hekimler arasından, İşçi Temsilcileri Birlikleri ve Sendikalar tarafından aday gösterilip, bağımsız Hâkimler Kurulu kararı ile seçilecekler ve azledilecekler. Tek işçi vatandaş dahi, müfettişlere dava açabilecek.

    11 - SÜRE: Çabuk yıpranma, damar sertliği, tansiyon, kalp krizlerine karşı tavsiye edilen 5 günlük hafta genelleştirilecek. ('Tanrının haftası yetmiyor artık' Alman İdari Servisleri Baş Hekimi Fulde) . Birinci Emperyalist Savaşta bile yazın 12 kışın 9 saat süren çalışma müddetinin, fiilen 13 saate çıkarılma imkânı kapatılarak, haftada azamî 40 saat iş uygulanacak. Yılda enaz bir ay ücretli tatil verilecek. Emeklilik: işin ağırlığına ve cinsiyete göre hakça uygulanacak. Kadınlarımız: en çok 20 yıllık, erkeklerimiz:,ençok 25 yıllık çalışma ile emekliliğe hak kazanacaklar.

    12 - ÜCRET: Birinci Emperyalist Savaşa kıyasla bugün 250 lira olması gereken gündelikler, hayat pahasına göre, enaz iki misline çıkarılacak. Üretimimizin verimi % 12 artarken, ücretler % 11 azaltılmayıp, çoğaltılacak. Kişi emeğinin ve millî verimliliğin zararına olan prim usulü kaldırılacak: Ücretler, her haftabaşı muntazam ödenecek. Genel tatil günleri tam ücretli olacak. O günler çalışana üç gündelik verilecek. İşyerlerine gidiş-dönüşte geçen zaman iş süresinden sayılacak, günde 8 saati geçen çalışmalar % 100 zamlı ödenecek. Kadın, çocuk, din, ırk, hürlük, mahpusluk farklarına bakılmaksızın: AYNI İŞİ görene AYNI ÜCRET verilecek.

    13 - GREV: İşverenin kısmî veya tam gizli lokavtlarına hiçbir kanunla mani olunamadığı B. M. Meclisinde dahi belirtildiğine göre, işçilerimizin alınyazıları arz ve talep kanununa bağlı kaldıkça, grev, hem işçilerimizin biricik meşru nefis savunması olacak, hem de işletmelerimizi mutlak sömürü yerine makine kullanmaya sevkederek, millî ilerleme ve refahımızın canlı zembereği haline girecek. Bu kadar önemli bir hak hiçbir alanda, hiçbir bahane ile kısıtlanamıyacak, geciktirilemiyecek, lokavtlar yasaklanacak.

    14 - SAĞLIK ŞARTLARI: İş, yalnız yaşama çaresi bir angarya olmaktan çıkıp yaşamanın en manalı şartı ve kişinin yaratma saadeti haline getirilecek. İşçilerimizin yalnız 'Mikrop Yatağı' işyerleri değil, 'Medeniyet Tarihini yalancı çıkaran' barınma yerleri de, iş müfettişi hekimler tarafından gözetilip iyileştirilecek. GECE işinin başlaması ve bitmesi, yazın 18'den 8'e, kışın 17'den 9'a kadar sayılacak. Gece zammı % 50 den az olmayacak.

    15 - ANALIK: Daha 1915 yılı sayıları birkaç yüzü geçmiyorken, 10 yılda erkek işçilerin 4'te birini aşan kadın işçilerimize hor bakışlar, vatan hiyaneti sayılacak. Doğumdan iki ay önce sonrası için ücretli izin verilecek. Sütannelik ve sun'î emzirme işlerine Belediye kontrolü ve yardımı sağlanacak. Bütün işyerlerinde, biri yetişemezse birkaç işletme birleşerek, bir tek anne için dahi kreş ve çocuk yuvası kurulacak.

    16 - ÇOCUK: Sanayi büyüdükçe okul yerine işe giden çocuklar, esnaf çırağı durumundan kurtarılacak. Çalıştıkları yerde yetiştirilmeleri için, çocuklar yarım günleri normal ücretle fabrika okulunda veya en yakın sanayi bölgesi okulunda öğretim görecekler.

    17 - İŞSİZLİK SİGORTASI: İşçi, işsiz kaldıktan sonra dünyanın en güzel sigortalarının dahi uygulanması ve yararı bulunamıyacağına göre, birinci derece önemli olan, asıl işsizliğe karşı sigortalanma, işveren hesabına ve millî ölçüde kurulacak.

    18 - KISMİ İŞSİZLİK: Velev tamir, temizleme bahaneleriyle de olsa angarya hizmetler, sendikaların rızası dışında ücret kesintileri yaptırmak gibi, kısmî işsizlik yaratmak da suç sayılacak.

    ÜÇÜNCÜ SONUÇ

    KÖYLÜ MESELESİ

    GEREKÇE: Dünyamızın beşte dördünü tutan geri tarım bölgelerinin ortalama tarım işçisi verimi, ileri memleket tarım işçisinin altıda biri kadardır. Amerika'da 1 tarım işçisi, tarım dışında çalışan '13-14 kişiyi besler'. Türkiye'nin tarımda çalışan altı kişisi, tarım dışında çalışan ancak bir kişiyi besleyebilir. Yani tarımımızın verimi, Amerikadakinin 72 ilâ 84'de biri demektir. Bir vilâyetimiz kadarcık Belçika'da Türkiye nüfusunun 1/4'i yaşıyor. Adam başına iki dönüm toprak ekilebildiği halde Belçika, tarımcıl besinin onda sekizini kendisi yetiştiriyor, hatta bir kısım da tarım ürünü ihraç ediyor. Biz, en az 25 misli toprağımızla, hâlâ yabancıdan buğday sokarak açlıktan kurtuluyoruz. Bu rakamlar, toprak faciamızın dehşetini göstermeye yeter, sanıyoruz.
    Halbuki, Amerika'da 111 yıl önce yapılmaktan korkulmamış toprak reformu ile, bugün yalnız boş duran tarlalarımız işlense, yıllık 15 milyon ton fazla buğdayımız olur. Millî gelirimizin ziraat bölümü iki mislinden fazla çoğalır. Fazla ürünün yarısı ihraç edilse, bugünkü bütün ihracatımızdan fazla vatanımıza altın getirir. O dövizle dünyanın muazzam fabrikalarını kurarız. İç pazarlarımızın milyarlarca artan talebi, kurulan yeni sanayimize geniş müşteri olur. Onun için, modernleşmemizin temeli olarak Büyük Sanayimizin tutunmasında birinci şart: İŞÇİ MESELESİ ise, ikinci şart: KÖYLÜ MESELESİ'dir.

    KÖYE DEMOKRASİ

    1 - KÖY HEYETLERİ: Hükümet veya mütegallibe nüfuzu karışmadan, tam hür seçimlerle kurulacak. Seçilen muhtar ve heyetten herbiri, seçmenlerin beşte birinin isteği ile (Dernekler Kanunu 18. maddesi hükmüne göre) her zaman değiştirilebilecek. Bugün kaymakam emri ile yapıldığı gibi, halkın seçtikleri yukardan azledilmiyecek. Karakol telefon ve telâkileri (haberleşme araçları) , köy heyetlerinin de ulaştırma aracı olacak.

    2 - JANDARMA ve MEMUR'ların devlet nüfuzunu kişicil maksatlarda kullanmaları ve 'misafirlik' angaryaları şiddetle yasak edilecek. Köylünün karakol veya memurdan şikâyeti tekrar karakola veya memura havale edilmiyecek.

    3 - HER MİLLETVEKİLİ: yüz köyün sırdaşı olacak. O köyler halkıyla mektuplaşıp, sık sık buluşacak. Şikâyetleri yerince inceleyip sonuçlandırmaya çalışacak. Mebusundan memnun olmayan köy, beğendiği mebusu sırdaşlığa kabul edecek.

    4 - KÖY GEÇİM ENDEKSİ'nden aşağı seviyeli, fakir köylü ailelerinden vergi alınmayacak.

    5 - BİNDİRİLMİŞ MAHKEMELER: Hayvan sırtından helikoptere kadar her araçtan faydalanılarak, şikâyetlere ve dâvalara yerinde, çabuk usulle bakacak. Yalnız suç ve cinayetleri takiple kalmayacak, toprak meselelerini, borç hadlerini, toprak ve su kiralarını kontrol edecek; tefecileri ve vurguncuları koğuşturacak.

    6 - KANUNLAR: Köy hayatını ilgilendiren mevzuat tasarıları, ziraat odalarından geçtikleri gibi, aynı haklarla Köylü Kuruluşlarından, Sendikalarından ve Kooperatiflerinden de geçecek. HALK OYLAMASI (Referandum) usulü; şehirler gibi, köyler için de canlı ve işler hale getirilecek.

    7 - BİNDİRİLMİŞ SAĞLIK EKİPLERİ: Eczaneyi ameliyethaneyi ve hekimi, hastabakıcıyı köylünün ayağına götürecek. Köy kanununun sağlık maddeleri hekim sendikaları ve odalarınca, köyün ev, su vs. imar işleri mimar, mühendis ve tarım kuruluşları ile köylü birlikleri tarafından hazırlanıp, daima gözönünde uygulanacak.

    8 - BİNDİRİLMİŞ KÜLTÜR EKİPLERİ: Beşte biri okuma, yazma bilmeyen köylünün ayağına bütün memleket için sistemli bir plân dahilinde sinema, tiyatro, kütüphane, mevsim okulu vs. götürülecek, böylece hem işsizlikten kırılan aydınlara yararlı iş, ülkü ve ekmek bulunacak; hem köylümüzün en başta üretim bilgisi gelmek üzere, hürriyet eğitimi, hayat aşkı ve siyaset bilinci geliştirilecek.

    9 - KÜLTÜR ERLERİ: Okulların tatil aylarında, 500 den yukarı nüfuslu 8000 köyümüze kur'a ile üçer üniversiteli, 500 ilâ 150 nüfuslu 16.000 köyümüze birer üniversiteli ile ikişer liseli gönüllü olarak, belli programlarla yazlığa gönderilecek. Kültür erlerinin geçimleri, asker nafakası ayarında devlet ve belediyelerce ödenecek. Böylelikle, aydın gençliğimiz maddî-manevî sağlık kazanarak, halkı tanıyacak ve memlekete bağlanacak. Eski medreseliler kadarcık olsun, köye boğaz tokluğuna bilgi, teknik, heyecan ve sevgi götürüp, köyün dâvalarını getirecek.

    10 - SERBESTLİK: Köylüyü, köy sınırları içerisinde hapseden kast ruhlu kültür ve idare sistemleri kaldırılacak. Herkes gibi köylü de vatanın dilediği köşesine gidip, istediği işe katılabilme imkânları bulacak. Belediyeler, sendikalar ve diğer Halk Kuruluşları köyden şehire akın edenleri derli toplu bir plân ve hazırlıklarla karşılayacak.

    TEŞKİLÂT ve EKONOMİ POLİTİKASI

    11 - TARIM İŞÇİLERİ SENDİKALARI: Sayıları milyonları aşan yanaşma, götürücü, aylıkçı rençberler ve tarım işçileri iş mevzuatına göre özel sendikalarla toplanacaklar. Çalışma şartları, süreleri, mahallî geçim endekslerine uygun enaz geçim endeksleri belirtilecek. OİT'nin 'Sosyal Adalet İçin' eseri der ki, 'Cihan barışı için sanayi işçilerinin sosyal ilerlemesi kadar, toprak işçilerinin sosyal ilerlemelerinin de esaslı bulunduğunu, 20. Yüzyılımızda görmeyen kimdir? '

    12 - TOPRAKSIZ KÖYLÜ BİRLİKLERİ: Toprak reformunda anarşiye ve kırtasiyeciliğe yol açılmaması için temel teşkilât olacak.

    13 - TARIM KOOPERATİFLERİ: Köylünün kendisi tarafından kurulup kendisi tarafından kontrol edilecek. Ortak 100'ü geçince binbir güçlük çıkarılmayacak. Bugünkü gibi 22 milyonda 50 bin imtiyazlı kişinin tekelinde, bir çeşit şirket yavrusu olmayacak; milyonlarca üretmeni dağınıklıktan kurtaracak. Şehirle köy arasındaki uçurumu (Felemenk'te olduğu gibi) doldurmaya çalışacak. Kooperatifler, hükümet veya tüccar emrindeki birliklerin kontrolünden kurtarılacak. Büyük Sanayi rekabeti karşısında el ve ev sanayiini kaybeden köylüye, büyük çiftliklere kıyasla daima daha pahalıya malolan malzeme ve eşyaları ucuza mal edecek. Ortaklarına piyasadan pahalı mal satmayacak. Satarken birbirile rekabete düşerek, bereket yıllarını bile felâket yılına çeviren küçük ekincilerin mallarını değeri ile satacak. Ortaklarının malını ölü fiatına almaya kalkışmayacak. Küçük ekinciyi modern üretime (bilim ve tekniğe) kapalı kalmaktan kurtaracak.

    MİLLİ BİRLİKLER; Bütün tarımcıl meslek birlikleri, sendikalar, federasyonlar şeklinde, yurt çapında federasyonlar, konfederasyonlar kuracaklar.

    14 - KREDİ: Bizim güzel geleneğimize göre, tefecilik ve faizcilik toplumcul haram ve suç olarak en sıkı koğuşturmaya uğratılacak. Bugünkü yüzde 18,5 banka faizi, köy işletmesi kooperatifleştikçe en az haddine indirilecek; büyük çiftlikler için arttırılacak, küçük ekinciye düşürülecek. Öylelikle devlete olan borcun 12 misli, banka borcunun 6 misli olan faizci borçlarıyla köylünün sömürülmesi önlenecek. Üretim Kooperatifleri kanalıyla verilen ödünçlerin taksitleri, ürün alınınca ödenecek. Kredi, takati büyük olan köylülerden çok takatsız köylüye sağlanacak. İpotek ve teminat yerine, kooperatif ve Köy Birliklerinin kefaleti ve sorumluluğu geçecek.

    15 - FİYAT POLİTİKASI: On yılda, giyim eşyası 9 misli pahalanırken, tahıl fiyatlarının 4 misli olması gibi tarım ürünleri aleyhine sanayi ürünlerinin fiyat artışı durdurulacak. Köy ürünlerinin gerçek köylü kooperatifleri eliyle ihracatı kolaylaştırılacak; ofisin idare ve kontrolü Köylü Birliklerine bırakılacak. Ofis, kurtlu malları, valilerin bile reddedecekleri kadar pahalıya satan bir kapalı kutu olmaktan çıkarılacak.

    Köylümüzün yarısı topraksızlıktan, buğday satın almak zorunda kaldıkça derebeği artığı mütegallibe ile bezirgânların vurgunlarına yol açan aşırı himayeciliğe de kalkılmıyacak. Ancak, modern üretimi küçük ekincilere kadar götürmekle tahılın maliyet fiyatları indirilecek.

    KÖYLÜYE TOPRAK

    16 - TUTUM: Küçük ekincilerimiz, esasen cılız olan sermayelerini toprak satın almada harcarlarsa, sonraki her teşebbüsleri parasızlıktan felce uğrayacağı için, Amerika'nın 1862 'Homestead kanunu' usullerine göre, topraksız ve yarı göçebe nüfusumuz, orta halli üreticiler durumuna getirilecektir.

    17 - SÜRE: 45 yıldır faiz rayici düştükçe pahalılaşan topraklar, tarım makineleştikçe büsbütün ateş pahasına çıkacağından, toprak dağıtımını vurgunculuktan kurtarmak üzere, vakit geçirmeksizin devlet elindeki boş topraklar en geç altı ay içinde istimlâk edilecek. Boş topraklar en geç bir yıl içinde dağıtılacak.

    18 - ŞEKİL: 1915 ten beri çıkmış kanunlar memur eliyle bir türlü neticelendirilemediğine ve B. M. Meclisinde bu işi memurların 500 yıldan önce bitiremiyecekleri belirtildiğine göre, Tarım Bakanlığının 8 milyon saydığı topraksız köylülerimizin doğrudan doğruya seçecekleri TOPRAKSIZ KÖYLÜ BİRLİKLERİ kurulacak ve bu teşekküller BİNDİRİLMİŞ MAHKEMELERİN gözetimi altında, yukarıki süreler içinde toprak dağıtımını gerçekleştirecekler.

    19 - BOŞ DEVLET TOPRAKLARI: Devlet elindeki en az 14 milyon dönüm boş arazi derhal, 125.695 topraksız rençber ailesinden herbirine, verimlilik derecesi gözönünde tutularak 50 ilâ 70 er dönüm ve pek az topraklı köylü ailelerine o nisbette bedava dağıtılacak. Böylelikle yılda, (çayır, bahçe hariç) yalnız tahıl 7 milyon ton, şimdiki rayiçle 25-27 milyar lira fazla ürün millî gelirimize katılacak, ve aynı nisbette devlete gelir sağlayacak.

    20 - BOŞ ÖZEL TOPRAKLAR: 4700 toprak ağası ile, 418 toprak beğinin elindeki arazi, 2,6 milyon köylü ailesi topraklarının 2,5 misli fazla iken, bu arazinin 19 milyonu, ne sahibine ve ne millete hayır getirmez bir halde duracağına, 1938'deki vergi veya kira bedelleri ile istimlâk edilecek. Topraksız ve az topraklı köylü ailesinden her birine 25 ilâ 45 er dönüm dağıtılacak. Böylelikle yılda (çayır, bağ hariç) , yalnız hububat 10 milyon ton, bugünkü rayiçle 35-40 milyar lira fazla ürün millî zenginliğimize katılacak.

    Bu topraklar, 50 yıl vadeli ve faizsiz taksitlerle ödenecek. Aile başına 50 dönümden fazla yer için 10 sene vade ile % 2 faiz konulacak.

    21 - GASPEDİLMİŞ YERLER: Osmanlı toprak düzeninde 'mirî', 'vakıf', 'metruk'ı, 'mevat' sayılmış yerleri gayri meşru emrivakilerle tasarrufuna geçirmiş olan aşiret reisi, mütegallibe gibi derebeği artıklarının durumları, Bindirilmiş Mahkemeler ve Topraksız Köylü Birliklerince mahallinde incelenecek. Haksız iktisaplar, sahiplerine veya köy tüzel kişiliğine geri verilecek.

    22 - EK DÜZEN - Bir asırda bitmiyeceği B. M. Meclisinde belirtilen kadastroyu beklemektense, tarla ve köy sınırları gibi cinayetler kaynağı olmuş durumu, köylü teşekkülleri bindirilmiş mahkemeler nezaretinde düzenliyecek. Büyük arazi tekeli yüzünden hayvan yetiştiriciliği imkânlarını kaybetmiş bulunan köylülere, her köy için gerekli OTLAK ve BALTALIKLAR tesbit edilecek. Kır suları, mutlak adaletle üleştirilip, gerçek ihtiyaca göre sıraya konacak.

    EKİNCİLİĞE TEKNİK

    GEREKÇE: Büyük çiftliklere nazaran her ayrı küçük ekinci için modern tarım tekniğini ve malzemesini elde etmek ve benimsemek çok pahalı olacağından, şimdiye kadar yurdumuzda denenmiş cihazlanma metodlarımızın olumlu ve mükemmelleştirilmiş uygulanışı bütün yurda yaygınlaştırılacak.

    23 - TARIM KOMBİNALARI (Kuruluşlar - bütünü) : İşlenebilir topraklarımızın 5'te dördü boş kaldığına göre, İkinci Cihan Harbi kıtlığımıza çare olan ve kısa zamanda mevcut orta ve büyük arazi sahiplerimizin yekünü kadar ürün yetiştirerek, harp sonu yurdumuzu buğday ihracatçısı yapan TARIM KOMBİNALARI, özel bir kanunla bağımsız iktisadî millet teşekkülleri halinde geliştirilecekler. Ülkücü Fen adamları ile, tarım işçi sendikaları yönetiminde ve devletin yalnız kanunî kontrolü altında, tarımcıl kalkınmamızın modern kaleleri ve örnek çiftlikleri haline getirilecekler.

    24 - DEVLET TEKNİĞİNDEN FAYDALANMA: Tarım kombinaları ile Devlet çiftlikleri, komşu köylerin en fakir ekincilerinden başlayarak, orta köylüsüne kadar ki aile topraklarına sürme, ekme, gübreleme, tohum islâhı ve bilimcil usul (metot) yardımlarında bulunacaklar. 1941 yılı 1060 traktörle yalnız kombinalar bile, zirai çevrelere 10'da bire yakın fiili yardımda bulunabildiler. Memlekete 40 bin traktör girdikten sonra dahi yarı boş duran makinaların sayısı bugün 100 bine ulaşmıştır. 4'te 3'ü boş yatan bu makinalar, köydeki tarımcıl üretimimizin, tamamen yeni teknik araçlarla donatılıp verimlendirilmesi için teşkilâtlandırılacak.

    25 - ZİRAİ DONATIM KURUMU: 2.2.1943 günü 'Yurt içinde 500 kadar temsilcilerin TÜCCARDAN seçilmesi' kararlaşmışken 51 temsilciliğin zor kurulabilmesi, asıl ilgililerin, yani çalışan köylünün işten uzak tutulması ile açıklanacağına göre, modern tarım tekniğinin kolayca ve ucuzca küçük ekincilerimize kadar ulaşabilmesi için, Donatım Kurumları bezirgân tekelinden çıkarılacak. Bilfiil üretici ekincilerle Topraksız Köylü Birliklerinin yeni bünyeli heyetleri emrine verilecek. Önce 500 nüfustan yukarı 8000 köy arasından en uygunları etrafında yüzer traktörlü modern teknik istasyonları ile işe başlanacak. Orada kazanılan kuvvetlerle, ikinci ve üçüncü merhalelere geçilecek. İstasyonlara yakın daha küçük köyler, dilerlerse, Kurum ağları içine katılacaklar.

    26 - BİLİM ve TEKNİK TEŞKİLATI: Tarım Bakanlığı, tarım işletmelerinde fiilen çalışan tarım uzmanlarının geniş ağı haline sokulacak. Hayvan, sebze, orman, sınai tarım, meyvalı bitkiler, süs bitkileri ve her çeşit tahıl için ayrı ayrı Bilim ve Teknik İSTASYONLARI gerek devletçe gerek diğer teşekküllerce kurulacak. ÜNİVERSİTE, ve ENSTİTÜ' ler bilhassa bitki ve hayvan ve toprak islâhları için araştırmalar, uygulamalı bilim yapacaklar. Millî gelirimize her yıl 5-6 milyarlık zarar ettiren tarıma muzur hayvanlara ve tarım hastalıklarına karşı Tarımcı ve Baytar müfettişler, BİNDİRİLMİŞ TARIM EKİPLERİ halinde çalıştırılacak.

    27 - ORMAN İDARESİ: Köylerimizin 4'te birine yakını orman içinde veya civarında yaşadıklarından, orman işletme ve koruma görevlerine, bindirilmiş mahkemelerin kontrolü altında, bir tatil (dinlenme) günü, başta Cumhurbaşkanımız gelmek üzere, eli çapa tutan her vatandaş bir ağaç dikerek AĞAÇ BAYRAMI'nı kutlayacak.

    28 - TOPRAKSIZ BÖLGELERE SANAYİ: Toprağı kıt veya tarıma elverişli olmayan bölgelerde, sınai tarım ve tarımcıl sanayi refah getiremiyecekse Millî Üretim Seferberliği plânımız gereğince, sanayi ile geçim imkânları sağlanacak.

    TÜRKİYE DEVRİM TARİHİ......

  • pazar

    24.04.2008 - 22:15

    KANLI PAZAR....


    Gazeteci Ergin Konuksever’in üstteki fotoğrafı, aslında bir dönemin panaroması gibidir. Gericiler tarafından bıçaklanan, dövülen bir devrimci genç ve olayı büyük bir keyifli izleyen toplum polisi...
    16 Şubat 1969... Yer Beyazıt... 30 binin üzerinde işçi ve öğrenci, 6. Filo’yu protesto mitingi yapıyor...
    6. Filonun protesto edilmesi, Amerikalılar dışında kimi, neden rahatsız etsin? Ama onlar, ABD ve işbirlikçi oligarşinin kanlı maşaları bu işler için vardır. Daha iki gün önceden, Milli Türk Talebe Birliği’nin Cağaloğlu’ndaki salonunda yapılan hazırlık toplantılarında ABD uğruna “şehadet” yeminleri edilmeye başlanmıştır bile.
    14 Şubat’ta yapılan “Bayrağa Saygı”(!) mitingi, olacakları haber vermektedir. Bir yıl önce yine 6. Filo protestolarına set çekmek isteyen polisçe öldürülen Vedat Demircioğlu anısına devrimcilerin yaptığı anma gösterileri ilk bahanedir. ABD elçiliğinin organize ettiği Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin Başkanı İlhan Darendelioğlu, mitingte “Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme zamanı gelmiştir” diye bas bas bağırmaktadır.
    “Din elden gidiyor”du yine! Komünistlerin kökü kazınmalıydı. Endonezya’da yarım milyon komünistin bir haftada nasıl “temizlendiği” gerici yayın organlarında ballandıra ballandıra anlatılıyordu. 15 Şubat 1969 günü hazırlıklar tamamlanıyor, Adapazarı’ndan, Bolu’dan otobüslerle adam taşınıyor, sopalar yaptırılıyor, bıçaklar bileniyordu.
    Şimdilerde “gönül adamı” pozlarında ortalıklarda gezen Nur cemaati
    liderlerinden Mehmet Şevki Eygi, 15 Şubat’ta Bugün gazetesinde, “cihada hazır olunuz” diye emrediyor ve devam ediyordu: “Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak! .. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır.”
    Pazar günü ise artık her şey hazırdır... Beyazıt’tan başlayıp Taksim’de sona erecek olan anti-emperyalist miting için işçiler, öğrenciler toplanmaya başlarken, aynı saatlerde Beyazıt Camii ve Dolmabahçe Camii doluyordu.
    Saat 14.00... Beyazıt’ta toplanan yaklaşık 30 bin kişi yürüyüşe geçiyordu sonunda. Sultanahmet, Sirkeci, Karaköy, Tophane... Bu arada Taksim’de gerici gruplar toplanmaktadır. Polis de asıl gücünü Taksim’e yığmış beklemektedir. Askerden de yardım istenmiştir.
    Yürüyüş kolu, Gümüşsuyu’ndan çıkıp Teknik Üniversite önüne geldiğinde gençlik önderleri bir değerlendirme yapıp Taksim’e bir öncü grup göndermeye karar verirler. Asıl kitle ise üniversitenin arkasından dolaşarak alana girecektir. Ancak yaklaşık 400 kişilik öncü grup Taksim Alanı’na girdiği anda katliam başlamıştır bile
    Yarbay Celal Küçük’ün yıllar sonra Nokta dergisine anlattıkları, her şeyi yeterince aydınlatıyor: “Olay günü sabah dokuzda Taksim’e gittim. Osman Gülkılık ve İhsan Kuranar filan inzibat kulübesinde toplanmışlardı. Ben gittim, durumu söyledim. Kuraner’e ‘önlem alın’ dedim. Korkunç bir sessizlik vardı. Olay çıktı çıkacak. Adamların ellerinde tesbih, demirler, sopalar, Dolmabahçede sabah namazını kılmışlar, tıklım tıklım meydana doluyorlar. Taksim Alanı’nın etrafına açılıyorlar. Orta boş kalıyor. Giren öldürülecek. Toplum polisi de Opera’nın önünden Vakıf İşhanı’na doğru bir kama atıp gelen irtibatı kesiyor ve girenlerin üzerine aletli hücum başlıyor. Kitle silahsız, canını kurtaran Sıraselviler’e, Kazancı’ya kaçıyor. Sonuç 2 ölü, 200 yaralı. Polisin hiçbir müdahalesi olmadığı gibi yere düşen silahı alıp sahibine veriyor. Bir kıta onbeş dakika sonra geliyor alana, ama olan olmuş. Gruptan biri bir megafon alıyor eline ve ‘şimdi de, Cumhuriyet’e, Milliyet’e gideceğiz’ diyor.”
    Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan... Gün akşam olduğunda, anti-emperyalist güçler, Taksim’de iki canlarını vermişlerdir.
    Gericiler günlerdir boşuna yazılar yazıp “Endonezya’daki komünist kıyımını” övüp boşuna cihad çağrıları yapmamışlardı. Bütün soruların yanıtı 16 Şubat akşamı verilmişti. Her şey ortadaydı.
    Üstelik, Genç Sinemacılar Grubu, Taksim alanındaki bütün olayları filme çekmişler ve TV’ye vermişlerdi. Ama filmin gösterimi dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından engelleniyor, Meclis’te konuya ilişkin görüşmeler ise 20 dakikalık bir süreye sıkıştırılmaya çalışılıyordu.
    Dönemin Valisi Vefa Poyraz ise aradan yirmi yıl sonra bile utanma duygusundan yoksundur: “Kanlı Pazar olayı İrticai bir hareket değil, sol bir hareketti. 171 sayılı kanuna göre sol yürüyor, bu yürüyüşe mani olmak isteniyor, İdare de bunları önlemek istiyor. Ama Taksim’de ani bir halk hareketi, ani bir karşılaşma oluyor, iki kişi maalesef hayatını kaybediyor. Olay öncesi de Bugün gazetesi’nde çıkan Mehmet Şevket Eygi Bey’in yazıları, toplu namazlar, filan... Namaz kılıyorlar, ama bunlar kendi içlerinde maksatlı olabilir, camiye gidip insanları yargılayamazsınız.”
    “Komünistlerin kokusunu alma” iddiasıyla nam yapmış olan İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a göre ise olay “tamamen komünistlerin tertibi”dir. “Tam bir ihtilal provasıydı o. Eğer tedbir almamış olsaydık, büyük hadiseler olacaktı.”
    16Şubat 1969... Gericiliğin ve Amerikan uşaklığının kanlı tarihinde bir sayfa...
    Ve iki şehit: Duran Erdoğan, Ali Turgut Aytaç...
    Emperyalizme karşı savaş sürüyor; onların açtığı yoldan...

    TÜRKİYE DEVRİM TARİHİ

    WWW.BRİKAT-LAR.DE

  • 1 Mayıs İşçi Bayramı

    24.04.2008 - 22:06

    1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI 1977 TAKSİM KATLİAMI


    Sosyalist Barikat 12. Sayı (Nisan 2003)

    İşçi sınıfının tarihindeki en büyük katliamlardan biri olan 1 Mayıs 1977, oligarşinin kirli tarihinin de bir parçasıdır.
    Uluslararası işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün 50 yıllık aradan sonra Türkiye’de 1976 yılında yüzbinlerce kişinin katıldığı kitlesel bir gösteriyle kutlanması, oligarşiyi büyük ölçüde tedirgin etmişti.
    DİSK’in organize ettiği 77 1 Mayıs’ı ise bu kez daha güçlü ve kapsamlı bir biçimde kutlanacaktı.

    Büyük ölçüde TKP’nin etkinliği altında olan DİSK, 22 Nisan günü yaptığı açıklamada 1 Mayıs’a katılacak örgütleri ve atılacak sloganları ilan ediyor ve 20 bin DİSK görevlisinin güvenlik için hazır olduğunu duyuruyordu. Bu arada sağcı-faşist basın kışkırtıcı yayınlarına hız vermekteydi. Örneğin 20 Nisan gününün Ortadoğu gazetesi “Sol 1Mayıs’ta Halkı Galeyana Getirmek İstiyor” şeklinde manşet atmıştı. 1 Mayıs gününün Tercüman’ında ise Rauf Tamer, ”Arabalar tahrip edilecek, inşallah aldanırız ama, kanlar akacak. Çeşitli solcu gruplar arasında slogan kavgasıdır bu” diye yazıyordu. 30 Nisan tarihli Bayrak gazetesinin manşeti de, “DİSK ve Maocu Gruplar arasında çatışma bekleniyor! ” şeklindeydi.
    Aslında provokasyon daha mitingin afişleri asılırken başlamış ve 18 Nisan gecesi Kocamustafapaşa’da öldürülen Sadık Canaslan adlı öğrencinin sol içi çatışmada vurulduğu söylentileri yayılmıştı. Cinayetten ötürü suçlanan İGD yönetimi bir açıklamayla olayla ilgilerinin olmadığını duyurmuş; fakat bu kez 28 Nisan sabahı İzmir’de yapılan afişlemelerde İdris Türkoğlu adlı bir başka öğrenci öldürülürken aynı iddialar öne sürülmüştü.
    Ve 1 Mayıs 1977 sabahı... Türkiye’nin her yanından akın akın gelen işçiler ve devrimci yurtseverler alandaki yerlerini almaktadırlar.

    Yürüyüş son derece düzenlidir ve katılım yaklaşık 500 bin civarındadır. Saatler 19.00’u gösterirken katılımın umulanın çok üstünde olması nedeniyle miting hâlâ bitmemiş, Anadolu’dan gelen kortejler henüz alana girememiştir. Bu arada DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler de konuşmasını tamamlamak üzeredir.
    İlk silah sesi o an duyulur. Daha sonra alana hakim noktalardan kitlelerin üzerine kurşun yağmaya başlar. İlk silah sesi olayı başlatmak için bir işarettir. DİSK’in kürsü sorumlusu Sıtkı Coşkun’un “Sular İdaresi üzerinde ateş eden insanlar var. İhtar ediyoruz. Bunları etkisiz hale getirin, alın...” diye yaptığı anons işe yaramaz. İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın toplum polisinin amirine sorduğu “Bu duvarın üzerinden ateş edildi bize. Bunlar polis midir, görevli midir? ” sorusu da yanıtsız kalır ve İsvan coplanır. Daha sonraki soruşturmalarda ise bu kişiler tamamen reddedilir; zaten boş kovanlar da anında toplanmıştır.
    Ateş açılan noktalardan bir diğeri olan Pamuk Eczanesi’nin üst katında ise tabancalar ve mermi kovanları bulunacaktı.

    Alanın tarandığı bir başka merkez de Inter Continental Oteli’ydi. Daha sonra otelin beşinci ile altıncı katının camlarında içeriden atılmış kurşunların delikleri görülecekti.
    Günaydın gazetesinden Necati Doğru, ”5.katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum, ‘polisler’ yanıtını aldım” diyordu. 510 numaralı odada ise MİT yuvalanmıştı
    Tüm bunların yanısıra, dikkat çeken bir başka grup ise, ellerindeki çantaları bir an bile yere bırakmayan ve o gece uçakla ülkeyi terkeden 8-10 kişilik Amerikalıydı.
    Son derece açık olan şey, ateşin kalabalığı kürsüye doğru sıkıştırarak panik yaratma amacıydı. Panzerler kitleyi sıkıştırıyor ve insanları en dar yokuşa, Inter Continental Oteli ile Pamuk Eczanesi arasında kalan Kazancı Yokuşu’na doğru yöneltiyordu. Olaylar başlamadan az önce Kazancı yokuşu başına park edilen mavi renkli bir Fiat kamyonet ve yerlerde rastgele duran tekerlekli el arabaları

    Kazancı’ya iniş ve çıkışı engelliyorlardı. Sel halinde akan insanlar kamyonetin iki yanından ve el arabalarının üzerinden geçerek Kazancı Yokuşu’ndan aşağıya doğru kaçmaya çalışıyorlardı. Tam bu sırada yokuşun biraz aşağısındaki garajdan çıkan beyaz renkli bir Renault uzun menzilli silahlarla kitleyi tarayacaktı.
    Beyaz Renault’da bulunan polis memuru Necati Tınaz, daha sonra bu durumu ”üstümüze geldiler havaya ateş ettik” diye açıklayacaktır.

    Sonuçta o gün Taksim Alanı’nda 126 kişi yaralanmış, 34 kişi de şehit düşmüştü. Ölümlerin 28’i ezilmeler sonucu meydana gelmişti. Yalnızca 25 kişi Kazancı Yokuşu’nda ezilerek Meral Özkol ise panzer altında kalarak yaşamını yitirmişti. Olayda 2000’e yakın mermi atıldığı saptanmış, buna karşın yalnızca 5 kişi kurşun yarası nedeniyle ölmüştü. Açılan davanın iddianamesinde, amacın “halk üzerinde yılgı, korku ve panik yaratmak” olduğu vurgulanıyordu.

    Ertesi gün boyalı basın, beklendiği gibi sol içi çatışmayı öne çıkarıyor ve “Maocu vatan hainleri işçi bayramını kana buladı” (Günaydın) , manşetleri atıyordu. Sol gazeteler de hâlâ olayın ne olduğunu anlamamakta ısrarlıydılar. TKP’nin organı Politika’ya göre “1 Mayıs töreni tam bittiği sırada Maocu ve terörist oldukları ileri sürülen grupların silahlı saldırısına uğramıştı.” Diğer taraftan de benzer açıklamalar birbirini izliyordu.
    Olayların sonrasında devrimci sosyalist hareket ve Dev-Genç gibi yapılar ise olayın CIA tarafından tezgahlandığını, sol içi bir olay olmadığını vurgulamışlardı.
    Olayı yakından yaşamış biri olan Şükran Ketenci ise, “Bence olayı başlatmada araç olma anlamında, yürüyüşe alınmayan gruplar suçlansa bile, olayın boyutlarını büyüten, yönlendiren çok daha değişik güçlerdi” diye açıklama yapıyordu.
    Yarım yüzyıllık uzun bir aradan sonra Türkiye’de ikinci kez kutlanan 1 Mayıs, böyle sonuçlanmıştı. 8’i kadın tam 34 kişinin kanı Taksim Alanı’nı kızıla boyamıştı. Amaç, her zamanki gibi aynıydı: yükselen kitle hareketini boğmak, devrimci gelişmeyi önlemek.
    İşçi sınıfı, şehitlerini unutmadı ve sonsuza dek unutmayacak...

    WWW.BARİKAT-LAR.DE

  • Hindistan

    23.04.2008 - 11:41

    HİNDİSTAN KOMÜNİST PARTİSİ(MAOİST) 'TEN AÇIKLAMA: YOLDAŞ RAJAMOULİ'NİN ÖLDÜRÜLMESİ ÜZERİNE


    Thursday, 25 October 2007
    E-posta aracılığıyla ulaşan basın bildirisi metni:

    24 Haziran 2007

    Naveen adıyla bilinen Merkez Komite üyesi ve aynı zamanda Karnataka eyalet komitesi sekreteri olan Rajamouli yoldaş, 22 Haziran [2007] günü, Kollom Kerela bölgesinde, öğleden sonra saat iki’de Andra özel polisi tarafından yakalandı. Ona tarifsiz işkenceler yaparak, hiçbir yasal kural ve normu uygulamadan onu öldürdüler.

    E-posta aracılığıyla ulaşan basın bildirisi metni:

    Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ’ten Açıklama: Yoldaş Rajamouli’nin Öldürülmesi Üzerine

    24 Haziran 2007

    Naveen adıyla bilinen Merkez Komite üyesi ve aynı zamanda Karnataka eyalet komitesi sekreteri olan Rajamouli yoldaş, 22 Haziran [2007] günü, Kollom Kerela bölgesinde, öğleden sonra saat iki’de Andra özel polisi tarafından yakalandı. Ona tarifsiz işkenceler yaparak, hiçbir yasal kural ve normu uygulamadan onu öldürdüler. Sonra da her zaman olduğu gibi sahte bir çatışma senaryosu tezgahladılar. Ne var ki katil polis yetkililerinin verdikleri bilgiler gerçeği yansıtmamaktadır. Egemen sınıfın bu suç örgütleri, sermaye egemenliğinin süreğenliğini sağlamak için, insanların güvenliğini sağlamak kisvesiyle, sivil toplumu [halkı] kandırmakta, mafyatik usüllerle toplum karşıtı her türlü etkinlikte bulunup toplum karşıtlarını korumaktadır. Andra Pradesh’in Reddi hükümeti (Reddi, Hindistan-Andra Pradesh bölgesinde bir üst sınıf kastıdır) yoldaşımızı kendi koyduğu kurallara dahi uymaksızın katletmiştir.

    Yoldaş Rajamouli, sade ve çok yönlü bir insandı. Karnataka’nın sorumluluğunu ise 2005 yılının Kasım ayından bu yana sürdürmekteydi. Aktifliği, mücadele şevki ve askeri alandaki muazzam birikimi diğer yoldaşlarımız üzerinde belirgin etkisi olan özelliklerindendi. Bir buçuk yıldır, Karnataka’ya hakim olmak ve bir sekreterin nitelikleri uyarınca yönetmek adına azimli bir çaba içindeydi. Aynı zamanda Yoldaş, 5. konferasta partinin Karnataka örgütünde beliren sağ oportünist çizgiye karşı çok başarılı bir mücadele yürüttü.

    O, gerek askeri alanda, gerekse politik alanda durmak bilmeyen bir savaşçıydı. Geçtiğimiz dönemde gerçekleşen birlik kongresinde çok önemli tartışma maddelerini münazaraya açtı. O, zamanını halkı ve partisi için harcadı. Onun şehit düşmesi, bütün Hindistan merkezi örgütümüz ve Karnataka örgütümüz için çok büyük kayıptır. Halkımız ve partimiz büyük bir devrimci liderini ve askeri öğretmenini kaybetmiştir. Ailesinin ve halkımızın tüm acı ve üzüntüsünü paylaşıyoruz. Anne ve babasına ise, Hindistan devrimine böyle bir lider yetiştirdikleri için minnet duyuyoruz.

    Devrimci hareketin böylesi tiksindirici insanlık suçları ile engellenemeyeceği bilinmelidir. Devrim doğal olarak büyüyen bir olgudur, gericiler ise bu zorba sömürücü dünyanın doğal olarak ölen bir olgusudur. Önderlik ve liderler halkın mücadelesi içinde ortaya çıkarlar. Devrim ise, sömürü ortadan kalkana kadar durmayacak, sömürünün olmadığı eşitliğe ve özgürlüğe kavuşana kadar sürecektir.

    Bu alçakça cinayeti şiddetle lanetliyoruz!
    Bütün katiller cezalandırılmalıdır!
    İnsan hakları organizasyonlarını ve aktivistlerini bu devlet cinayetinin aydınlatılması için göreve davet ediyoruz.
    Tüm halkımızı, demokratları, halkın yanında saf tutmuş örgütleri ve reform yanlılarını bu cinayeti kınamaya, faşist yönetime ve onların kiralanmış üniformalılarına karşı savaşmaya çağırıyoruz
    Devrimci selamlarımızla

    HKP(M) Karnataka Eyalet Komitesi adına

    Gangadhara

    [Kaynak: indianmaoist.blogspot

    Çeviri: Solun Doğusu

    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • Hindistan

    23.04.2008 - 11:38

    HKP(M) KOMİTE ÜYESİ (SANDE RAJAMOULİ) ÖLDÜRÜLDÜ

    Sunday, 21 October 2007
    [Hindistan] Andra Pradesh Eyalet başkanı N. Chandrababu Naidu’nun ölümden döndüğü eylemi gerçekleştiren Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ikinci başkanı Sande Rajamouli, Andra Pradesh eyaletinde hazırlık içinde olduğu bir eylem sırasında polis pususunda öldürüldü.


    47 yaşındaki Naxalist lidere karşı, Chhattisgarh, Andhra ve Orissa eyaletlerinde yaklaşık 120 operasyon düzenlenmiş, sekiz ayrı ülkede aranan Rajamouli’nin başına ‘Rs 16 lakh [1.600.000 rupi]’ ödül konmuştu.

    Rajamouli, Karnataka bölgesindeki grup operasyonlarını düzenleyen kişi olmakla birlikte, genel sekreter Muppala Lakshman Rao’dan (Ganapati) sonra HKP(M) hiyerarşisindeki ikinci kişi olarak biliniyordu.

    HKP(M) Merkez Komite Üyesi Sande Rajamouli Öldürüldü

    23 Haziran 2007

    [Hindistan] Andra Pradesh Eyalet başkanı N. Chandrababu Naidu’nun ölümden döndüğü eylemi gerçekleştiren Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ikinci başkanı Sande Rajamouli, Andra Pradesh eyaletinde hazırlık içinde olduğu bir eylem sırasında polis pususunda öldürüldü.

    47 yaşındaki Naxalist lidere karşı, Chhattisgarh, Andhra ve Orissa eyaletlerinde yaklaşık 120 operasyon düzenlenmiş, sekiz ayrı ülkede aranan Rajamouli’nin başına ‘Rs 16 lakh [1.600.000 rupi]’ ödül konmuştu.

    Rajamouli, Karnataka bölgesindeki grup operasyonlarını düzenleyen kişi olmakla birlikte, genel sekreter Muppala Lakshman Rao’dan (Ganapati) sonra HKP(M) hiyerarşisindeki ikinci kişi olarak biliniyordu.

    Görgü tanıkları bir kadının lideri koruduğunu, o sırada, başka bir isyancının karanlıktan yararlanarak kaçtığını ileri sürdü. Andra polis şefi Ravindra, çatışmanın Anantapur bölgesi, Dharmavaram tren istasyonu civarında gerçekleştiğini belirterek, “Kadın militan kaldırıldığı hastanede öldü; diğer Maoist ise kaçmayı başardı” şeklinde konuştu.

    Aynı zamanda HKP(M) ’nin Askeri Komisyonu’nun merkezi karar birliğinde de yer alan Rajomouli, eyalet başkanı Naidu’nun ve Telegu Desam partisi başkanın, Banjali tapınağı yolunda uğradıkları ve ölümden döndükleri sarsıcı suikasttan sorumlu tutuluyordu. Patlamanın Naidu’nun aracının biraz uzağında gerçekleşmesi nedeniyle Naidu, şiddetli patlamadan çeşitli yerlerinden yara almış, bazı kemikleri kırılmış ama kurtulmuştu. Rajomouli’nin ölümü, 1969’dan bu yana 7500 insanın yaşamına neden olduğu iddia edilen Maoist çatışmanın öznesi HKP(M) ’ye vurulan en son darbe oldu.

    HKP(M) askeri kadroları, geçen yıl, içlerinde eyalet sorumlusunun da olduğu bir çok liderlerini kaybetmelerine karşın Karimnagar yerlilerini kazanıp, kendilerini güvene alacak güçlü Namalla ormanlarını ele geçirme gayreti içindeydiler.

    [Kaynak: The Telegraph – India

    Çeviri: Solun Doğusu]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • israil

    23.04.2008 - 11:21

    (FKÖ) RAPORU: İSRAİL ORDUSU,HAZİRAN'DA 11 FİLİSTİNLİ ÇOCUĞU KATLETTİ


    Thursday, 25 October 2007
    30 Haziran 2007

    Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) dış ve içişleri biriminin cumartesi günü yayınladığı rapora göre İsrail ordusu Haziran ayında Filistinli 11 çocuğu öldürdü. Çocuklardan beşinin İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde yer alan Refah’a yerleştirdiği kara mayınları yüzünden öldüğü belirtildi.

    FKÖ Raporu: İsrail Ordusu, Haziran’da 11 Filistinli Çocuğu Katletti


    30 Haziran 2007

    Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) dış ve içişleri biriminin cumartesi günü yayınladığı rapora göre İsrail ordusu Haziran ayında Filistinli 11 çocuğu öldürdü. Çocuklardan beşinin İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde yer alan Refah’a yerleştirdiği kara mayınları yüzünden öldüğü belirtildi.

    “İşgal Altındaki Ulus” adını taşıyan rapor, 2007 Haziran ayı boyunca İsrail ordusunun Filistinlilere karşı işlediği suçlardan oluşuyor.

    Rapor, İsrail ordusunun, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere yönelttiği saldırıların sayısındaki artışa dikkat çekiyor. Saldırılar, sivillerin keyfi olarak kaçırılmasından özel mülke zarar verilmesine kadar genişleyen bir yelpazede gerçekleşiyor.

    Raporda ayrıca İsrail ordusunun kıyı bölgesini tecrit etmesi, yasadışı duvar örmesi ve doğu Kudüs’ü ele geçirmeye çalışması yönünde yürüttüğü politikalardan bahsediliyor.

    Rapora göre 2007 Haziranı’nda öldürülen 11 çocuğun yanı sıra, tıbbi bakım göremediğinden ötürü İsrail konsantrasyon kampında yaşamını yitiren bir Filistinli mahkûm da var. Haziran ayı boyunca 120 Filistinli, İsrail ordusunun açtığı ateş yüzünden yaralandı.

    Rapor, Doğu Kudüs’teki İsrailli yetkililerin, izinsiz yapıldığı gerekçesiyle beş Filistinli ailenin evini yerle bir ettiğine dikkat çekiyor.

    Batı Şeria’nın kuzeyinde yer alan Nablus’ta ise İsrail ordusu Filistinlilere ait 20 haneyi yok ederken, 180 sivili de kaçırdı.

    2007 Haziran ayı boyunca, Batı Şeria’nın güneyinde yer alan El Halil’deki İsrailli yerleşimciler, Filistinli çiftçilere ait 250 zeytin ağacını yok ederken, çeşitli türdeki 400 ağacı köklerinden sökerek İsrail yerleşim bölgelerine dikti ve 13 dönüm araziyi yok etti.

    [Kaynak: IMEMC News

    Çeviri: Solun Doğusu]

    Posted in Filistin, Haber | No Comments

    Comments are closed.
    KURTULUŞ YOK YA TEK BAŞINA YADA HİÇ BİRİMİZ YADA HEP BERABER....! ! ! ! ! ! ! ! ! !

    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • israil

    23.04.2008 - 11:16

    İSRAİL ORDUSU ŞUBAT AYINDA 32 ÇOCUK KAÇIRDI


    Monday, 18 February 2008
    32’si Çocuk Olmak Üzere 300 Filistinli İsrail Ordusu’nca Kaçırıldı

    Filistin, 17 Şubat 08 - IMEMC

    Nafha Tutuklu Haklarını ve İnsan Haklarını Savunma Derneği Medya Departmanı’nın açıklamasına göre İsrail, Şubat’ın başından bu yana, Batı Şeria ve Gazze’ye yaptığı saldırılar sırasında 300 yerleşimciyi kaçırdı.

    Kaçırılan yerleşimcilerin 32’si ise çocuk.

    Dernek, kaçırılan 200 yerleşimcinin Batı Şeria’dan, 100 yerleşimcinin ise Gazze’den olduğunu belirtti. Bununla birlikte 32 çocuk uluslararası hukuk ve Dördüncü Cenova Anlaşması’na aykırı olarak sorgulama merkezlerine sevkedildiler. Kaçırılan çocukların yaşları 14 ile 18 arasında değişiyor.

    Kaçırılanların çoğunun Batı Şeria’nın güney bölgesinde yer alan Hebron’dan olduğu, Hebron ve çevresindeki köylerden 75 yerleşimcinin kaçırıldığı ifade edildi.

    37 yerleşimci Nablus’da, diğerleri ise Bethlehem, Ramallah, Qalqilia, Jerusalem, Salfit, Jericho ve Al Biereh’de kaçırıldı.

    [Kaynak: International Middle East Media Center

    Çeviri: Solun Doğusu ]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • Nepal

    22.04.2008 - 20:30

    21 NİSAN 2008 İTİBARİYLE NEPAL SEÇİM SONUÇLARI

    Monday, 21 April 2008
    Parti
    Sandalye

    Parti
    Sandalye


    CPN-Maoist (Nepal Komünist Partisi-Maoist)
    120
    NWPP (Nepal İşçi Köylü Partisi)
    2

    NC (Nepal Kongre Partisi)
    37
    NSP-M
    4

    CPN(UML) [Nepal Komünist Partisi (Birleşik Marksist Leninist) ]
    33
    PFN
    2

    MPRF (Madesi Halkın Hakları Forumu)
    29
    Diğer
    3


    TMLP (Tarai-Madesi Loktantrik Parti)
    9

    [Kaynak: Ekantipur]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • Nepal

    22.04.2008 - 19:18

    NEPAL KURUCU NECLİS SEÇİMLERDE MAOİSTLER 27 KOLTUK ÖNDE GİDİYOR

    gidiyor
    Sunday, 13 April 2008
    Maoistler 27 koltukla önde; NC 7, UML 6, NWPP 2, MPRF 1
    (8:00)

    Kantipur Raporu

    Katmandu, 12 Nisan [2008] – CPN-M [Nepal Komünist Patisi – Maoist] şimdiye kadar aldığı 24 koltukla zafere imza atarak Kurucu Meclis seçim sonuçlarında önde gitmeye devam ediyor.

    Şimdiye kadar açıklanan seçim sonuçlarına göre, Maoist adaylardan Jhakku Prasad Subedi (Katmandu-2) , Hitman Shakya (Katmandu-6) , Hisila Yami (Katmandu-7) , Maoist Başkan Prachanda (Katmandu-10) , Barsaman Pun (Lalitpur-1) , Raj Kaji Maharjan (Lalitpur-2) , Pumpha Bhusal (Lalitpur-3) , Dil Bahadur Ghising (Makwanpur-1) , Prem Bahadur Pulami (Makwanpur-2) , Pralad Lamichhane (Makwanpur-3) , Durga Kumari Bika (Kaski-4) , Dev Gurung (Manang'daki tek seçmen) , Sarla Regmi (Bardiya -1) , Bishnu Chaudari (Bardiya-2) , Ram Charan Chaudhary (Bardiya-4) , Indra Jit Tharu (Dang-1) , Dama Kumari Sharma (Dang-2) , Krishna Bahadur Mahara (Dang-3) , Shiva Raj Gautam (Dang-4) , Lila Kumari Bagale Somai (Palpa-2) , Hem Raj Bhandari (Dhankuta-1) , Hari Raj Limu (Dhankuta-2) , Prem Bahadur Tamang (Rasuwa'daki tek seçmen) , Naresh Bhandari (Jumla'nın tek seçmeni) , Sudarsan Baral (Gulmi-1) ve Chandra Bahadur Thapa ‘Sagar’ (Gulmi-3) seçimi kazandı.

    Maoist başkan Prachanda KTM-10'dan önemli bir farkla önde gidiyor ve hemen hemen kazanması kaçınılmaz.

    Aynı şekilde NC (Nepal Kongresi) adayları Suprabha Ghemire (Katmandu-4) , Prakash Man Singh (Katmandu-1) , Nabindra Joshi (Katmandu-8) , Narahari Acharya (Katmandu-5) , Chankra Bahadur Thakuri (KTM-3) , Gopal Man Shrestha (Syanja-2) ve Bal Krishna Khand (Rupandehi-3) seçilmiş durumdalar.

    UML adayları Dal Bahadur Rana (Palpa-1) , Kul Prasad Nepal (Palpa-3) , Chandra Bahadur Gurung (Mustang-1) , Bishnu Prasad Poudel (Rupendehi-4) , Rabindra Prasad Adhikari (Kaski-3) ve Ram Nath Dhakal da(Rupandehi-5) seçildiler.

    Nepal İşçileri ve Köylüleri Partisi (NWPP-Nepal Workers and Peasants Party) adayları Narayanman Bijukchhe (Bhaktapur-1) ve Sunil Prajapati (Bhaktapur-2) seçimi kazandılar.

    Nepal İşçileri ve Köylüleri Partisi (NWPP-Nepal Workers and Peasants Party) adayları Narayanman Bijukchhe (Bhaktpur-1) ve Sunil Prajapati (Bhaktapur-2) Bhaktapaur mevkisine ait 1 ve 2 numaralı seçim bölgelerini kazandılar.

    Madhesi İnsan Hakları Forumu (MPFR) adayı Sarb Dev Prasad Oja da kazandı (Banke-3) .

    Maoist aday Hari Raj Limbu Dhaknuta bölgesi 2 numaralı seçim bölgesini Rastirya Janashakti Partisi başkanı Surya Bahadur Thapa'yı yenerek kazandı.

    Maoist aday Prem Bahadur Tamang, Rasuwa alanının tek seçim bölgesinden Kurucu Meclis’e seçildi.

    Nabindra Joshi, daha önceki parlamento seçimlerinde o yerden kazanan en yakın rakibi Astalaxmi Shakya'yı geçerek Kurucu Meclis’te bir koltuğu garantiledi,

    Maoist aday Jhakku Prasad Subedi, CPN-UML genel sekreteri Madhav Kumar Nepal'i yenerek Katmandu 1 numaralı seçim bölgesine ait seçmen meclisinde bir koltuk garantiledi.

    NWPP adayı Narayanman Bijukchhe,Bhaktpur 2 numaralı bölgede, en yakın rakibi Maoist aday Devendra Shrestha'yı elerken, NWPP adayı Sunil Prajapati, Bhaktpur 2 numaralı bölgede rakipleri Nepali Congres ve UML'yi eledi.

    Aynı sırada, UML adayı Rabindra Prasad Adhikari Kaski 3 numaralı bölgeyi 13,338 oy ile kazandı.

    Cumartesi akşamı (8:00) hesaplanan son sonuçlara göre, Maoist adaylar 60 seçim bölgesinde, NC adayları 24, UML 22, Madhesi İnsan Hakları Forumu 9 ve Terai Madhes Demokrat Partisi ise 3 seçim bölgesinde önde gidiyorlar.

    [Kaynak: Ekantipur –www.kantipuronline.com

    Çeviri: Solun Doğusu]

    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • mihri belli

    19.04.2008 - 19:49

    MİHRİ BELLİ

    Git ve: kullan, ara
    Mihri Belli, (d. 1916 Silivri, İstanbul Türkiye) , Türk siyasetçi ve yazar.

    Kurtuluş Savaşı yıllarında Trakya Direnişi'ni yönetenlerden Urfalı Mahmut Hayrettin Bey'in oğludur.

    Konu başlıkları [gizle]
    1 1936-1945
    2 1946-1959
    3 1960-1970
    4 1971-1979
    5 1980-Günümüz
    6 Belli başlı kitapları
    7 Kaynak


    1936-1945 [değiştir]Marksist düşünce ve devrimci eylemle 1936'da iktisat okumaya gittiği Amerika'da tanıştı. Orada gençlik ve işçi hareketlerine katıldı. Bir süre Mississippi'de zenci yarıcılar arasında faaliyet gösterdi.1940'da Türkiye'ye döndü. TKP ile ilişkiye geçti.

    Türkiye o yıllarda tek parti (CHP) yönetimi altındaydı. Dünya Savaşının ilk yıllarında Alman zaferlerinin etkisi altında kalan CHP, Sovyet dostluğu politikasından ayrılmıştı. Türkiye’de tek muhalefet partisi gizli Türkiye Komünist Partisi (TKP) idi. Belli, yurda döner dönmez o sıralarda İstanbul il sekreteri olan ilk okul arkadaşı David Nea aracılığı ile yasa dışı Türkiye Komünist Partisi'yle ilişki kurdu. TKP saflarında faaliyet göstermeye başladı. 1942 yılı sonlarında TKP'nin Merkez Komite üyeliğine getirildi.

    1943-1944 yıllarında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde Ordinaryüs Profesör Fritz Neumark’ın asistanlığını yaptı. Orada İlerici Gençler Birliği'nin kurucu ve örgütleyicilerinden biri oldu. 1944'de İlerici Gençler Birliği koğuşturmasında tutuklandı, iki yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı.

    1946-1959 [değiştir]1946'da yurt dışına çıktı. Yunan İç Savaşına gerilla olarak katıldı. Demokratik Ordu saflarında tabur komutanlığına kadar yükseldi. Çatışmalarda iki kez yaralandı. Bulgaristan ve Sovyetler Birliği'nde tedavi gördü.

    1950'de Türkiye'ye pasaportsuz girmekten ve tabanca bulundurmaktan tutuklandı ve kısa süre hapis yattı. Serbest bırakıldıktan sonra ertesi yıl, ünlü 1951 TKP tevkifatında tekrar tutuklandı. Yargılandı ve 7 yıl hapis ve iki yıl dört ay mecburî ikamet cezasına mahkum edildi.

    1960-1970 [değiştir]Mihri Belli ilk kez 1960 larda yasal olarak, kendi adıyla konuşma ve yazma olanağını elde etti. “Türk Solu” ve “Aydınlık Sosyalist Dergi” adlı yayın organlarının yayınlanmasına yardımcı oldu. Bu dönemde de konuşma ve yazılarından dolayı iki kez tutuklandı, aylarca hapis yattı.

    Mihri Belli bu dönemde ünlü Milli Demokratik Devrim (MDD) tezlerini geliştirdi. Arkadaşlarıyla birlikte kitlesel bir nitelik kazanmaya başlayan gençlik hareketinin Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi liderleriyle ilişkiye geçti. MDD kısa süre içinde solcu gençlik hareketi içinde önemli bir etkinlik sağladı ve Türkiye’de, 68 kuşağı gençlik hareketinin devrimci ve Marksist bir nitelik kazanmasında rol oynadı.

    1971-1979 [değiştir]Mihri Belli, 12 Mart 1971 muhtırasının ardından yakalanmamak için yurt dışına çıktı. Bir süre Filistin Kurtuluş Örgütü'nün konuğu oldu. Ardından Türkiye’ye giriş yaptı. Ama birkaç ay sonra tekrar yurtdışına çıkarak Batı Avrupa'ya geçti. Orada bir süre kalarak Yurtsever dergisinin yayınlanmasına yardımcı oldu. Ecevit’in önderliğindeki CHP’nin en büyük parti olarak çıktığı 1973 seçiminde Türkiye’deydi.

    1974 Af Yasasından sonra arkadaşlarıyla birlikte 1975'de Türkiye Emekçi Partisi'ni kurdu. Parti kurulur kurulmaz Sıkıyönetim Mahkemesi savcılığı harekete geçti Program ve tüzükte Kürt sözcüğünün kaldılmasını istedi. Aradan yıllar geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi harekete geçti ve Partiyi Kürtlere eşit hakları savunduğu için TEP’i kapattı.

    1979'da kendisine suikast girişiminde bulunuldu. Saldırıda ağır yaralandı.

    1980-Günümüz [değiştir]12 Eylül 1980 darbesinden sonra, 1981 sonlarına doğru yurt dışına çıktı. Bir süre Ortadoğu'da kaldı. “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” nin kuruluşuna katıldı.

    Oradan İsveç'e geçti. Tüm bu süreç boyunca Kürt hareketini yakından izledi. 1992'de Türkiye'ye döndü. 1997’de Abdullah Öcalan ile buluşarak Kürt sorunun fedarasyona gidilmeden de üniter devlet çatısı altında eşitlik temeli üzerinde gönüllü birliğin kurulabileceği konusunda görüş birliğine vardıkları uzun bir görüşme yaptılar. Bu görüşme sonradan kitap olarak yayınlandı.

    1996'da ÖDP, 2002 de de SDP kurucusu oldu. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde DEHAP’tan İstanbul birinci bölgeden aday oldu.

    2005'te 50 yıl önce hapiste yaptığı portreler, “Hapisaneden çizgiler” adı altında sergilendi.

    Toplam 11 sene hapis, 18 sene zorunlu sürgün yaşadı. 2006 yılında 90'ıncı yaşı kutlandı.

    29 Aralık 2007 tarihinde SDP'den istifa etti.

    Belli başlı kitapları [değiştir](Rigas’ın Dediği) – Türkçe – İngilizce.
    (Eine Analyse der türkischen Linken) - Almanca (Türk Solu – Dün, Bugün) - Türkçe - İngilizce
    (Türkiye: Yapı, Ulusal Sorun) - Türkç - İngilizce (İnsanlar Tanıdım) - Türkçe (1997) *(Gurbetten Notlar) - Türkçe (1998)
    (Gerilla Anıları) - Türkçe (2000)
    (Asıl Mesele O Kiraz Ağaçları) (2002)
    İnsanlar Tanıdım, Mihri Belli'nin Anıları / Mayıs 1999 / 3. baskı Aralık 2002

    M
    A
    N
    İ
    F
    E
    S
    T
    O

Toplam 336 mesaj bulundu