Necip Fazıl’ın Veda şiiri, kısa bir şiir olmasına rağmen metaforlar bakımından çok zengin bir şiirdir… Özellikle aşk haliyle yazılmış olan şiir, ayrılık ve kavuşma ümidi arasında gidip gelen bir ruh halini istiarelerle okuyucuya ulaşırken aynı zamanda her okunuşta farklı anlamlar çıkarabilme imkânını da sunmakta….
Bu şiir okunurken, özellikle doğu şiirinin ayrılık ve kavuşma diyalektiğinin, özellikle ayrılığın içinde barındırdığı kavuşma ümidini iyi hissetmek gerekiyor… Fakat öte taraftan kavuşma da içinde ayrılık ızdırabını barındırır…
Ayrılık ve kavuşma diyalektiğinin bahsi geçen halleri göz önünde bulundurulduğu zaman ayrılığın içindeki kavuşma ümidi, kavuşma içindeki ayrılma karamsarlığına yeğlenir... Veda şiiri de bu minval üzerine yazılmış bir şiirdir bize göre… ismiyle ters gibi gelse de bu böyledir… Bu uyarıları yaptıktan sonra şiirin bizim tarafımızdan yorumunu aşk ehline sunmak vacip oldu efendim…
Elimde, sükutun nabzını dinle,
Dinle de gönlümü alıver gitsin!
Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle,
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!
malum şiirin ismi veda… ve her veda içinde titrek bir ümidi taşır… ilk dizelerden itibaren bu hal hissidilir şiirde… aşık son ümit olarak sükûtuna sığınmaktadır… yani sükût, en iyi hâl ifadesidir… söz bitmiştir, göz bitmiştir, duymak bitmiştir ama sadece ‘’hissediş’’ kalmıştır…
sükûtun nabzı hissedilirse aşkının ne olduğu anlaşılacaktır… burada yalvarış vardır…. ve bu son ümit ile aşık, gönlünü bedelsiz bir şekilde sevgiliye verecektir: ‘’dinle de gönlümü alıver gitsin! ’’
ve sevgilinin silahı kor kordur…. Aşık’ın ise elinde sadece yaşlı gözler vardır ve bu gözleri feda edercesine “saçlarımdan tutup”, yani “sürüyerek”, “kor gözlerinle yaşlı gözlerime” yani “yüreğimden akıp gelen ve dünyanın en güzel, en saf pınarı olan benim gözlerime dal”, diyor ve ekliyor:
Yürü, gölgen seni uğurlamakta,
Küçülüp küçülüp kaybol ırakta,
Yolu tam dönerken arkana bak da,
Köşede bir lahza kalıver gitsin!
şair ümidini kaybetmiştir, ikinci kıtada... hafif sitem vardır… aşık’a sitem bile ağır gelir, lâkin ümidini tekrar yeşertmek adına bu hamleye ihtiyacı vardır… yürü, gölgen seni uğurlamakta diyerek aşık uğurlama işini gölgeye verir ve bak ben uğurlamıyorum, çünkü yalvardım sana, hatta pınarlarımı feda ettim, ama sen gelmedin, der ve seni ancak gölgen uğurlar diyerek sitemini belirtir….
hatta git git, sen o kadar küçüleceksin ki, uzaklaştıkça, ben seni en son öyle hatırlayacağım, der… ama bir taraftan da bu sitemin ağır olduğunu, son bir bakışına bile ihtiyacı olduğunu yalvaran bir dille ifade eder aşık…
der ki;
ben senin küçülmene tahammül edemem, benim hatırlayacağım şey uzaklaştıkça küçülen suretin değil, bilakis eğer himmet edersen, bana acırsan köşede son bir kez atacağın bakıştır...
çünkü o bakış, ümidi tekrar yeşertecektir…. belki de aşık vehminde aşkı yaşamayı sürdürmek için bunu istemektedir… çünkü son bakış, veda bakışı ayrılığın ızdırabında yürekte, ruhta hep yaşayacak; yürekte yaşayan bu bakış, aşık’ın vehmini süsleyecektir…
Ümidim yılların seline düştü,
Saçının en titrek teline düştü,
Kuru bir yaprak gibi eline düştü,
İstersen rüzgara salıver gitsin!
aşık artık yıllardan, sel gibi akıp giden zamandan ümit beslemektedir; zirâ, her ayrılık kavuşma ümidini de içinde barındırır…kavuşma da ayrılığı barındırır…biri ümit, biri ızdırap... kavuşma anlıktır... onun için ayrılıktaki kavuşma ümidi, hayatın bütün alanlarına sirayet etmiştir; yani, hayatın usaresi ümittir… daha doğrusu hayatın usaresi aşktır, ve aşkta da mutlak kavuşma söz konusu değildir… bu yüzden aşıklarda öfke değil en fazla sitem vardır; zirâ, kavuşma ümidi ızdıraba galiptir…
yıllara yani zamana vermiştir ümidini artık... aşık buradan tekrar sevgiliye döner ve onu uğurlarken son olarak gördüğü saçının en titrek telinden medet ummaya başlar… en titrek saç ise merhametin, inciliğin ve aşk bilirliğin sembolüdür… böyle özellikleri olan bir şey ise aşkın hallerinden haberdardır ve bu haliyle de sevgiliye bazı şeyleri hatırlatacaktır… böyle güzel hasletleri olan şey zaten aşkın ızdırabını bilir ve dolayısıyla aşık’ın çektiği acıdan sevgiliyi haberdar eder…
o tel, bütün vücudu aşarak yüreği titretecektir.... çünkü yürek esastır;
vücut, sadece görüntüdür; vücudu, güzelliği ayakta tutan yürektir…
yüreği yürek yapan da aşktır... aşkın titretmediği yürek, kalp kapkaradır… ruh yoktur onda, ancak benlik vardır…
şair, o titrek telden ümit beslerken, aynı zamanda o tel en zayıf tel olması hasebiyle düşme ihtimali de vardır... kavuşmanın kısalığı burada tekrar devreye girer… ve o titrek telin düşüşü, yavaş yavaş şairi zamanın hızla akıp giden acımasızlığında ümidi de kuru bir yaprak haline getirir... fakat burada yine sevgilinin eline düşmek ümidi vardır... yani kuru yaprağın sevgilinin eline düşmesi bir nevi kavuşmadır... o ele dokununca, kavuşunca aşık kendisinin helakını dahi sevgilinin iradesine bırakmaktadır... yani, kuru bir yaprak gibi eline düşen ümidimi, istersen rüzgâra salıver gitsin, diyor...
derkenâr: efendim; Necip Fazıl Kısakürek’in veda şiiri üzerine yaptığımız şerh denemesini kültür, edebiyat, irfân ve sanat hazinelerinize armağan ediyorum….
Tanımı yoktur… dolayısıyla, herkesin aşk üzerine yazabileceği bir şeyler vardır; nitekim, en çok tanım yazılan terimdir….
En çok tanım yazılan terim olması içerikte problemler de olsa aşkın varlığını kanıtlar bir nevi ama aşk bu kadar kelâma gelmez… tasavvufla ilgili bir söz vardır: ‘’ eskiden tasavvufun kendisi vardı adı yoktu, şimdi ise adı var kendisi yok ’’… demem o ki; aşk üzerine bu kadar şey yazılmışsa, aşkın sadece basit hâllerini yaşayan insanların çok olduğu gerçeği ortaya çıkar….
Hamiş: aşk üzerine yazmak kolaydır, aşkın kendisi ise zor….
efendim bakınız, elin dövme sanatçısı neler yapıyor… elin oğlu parayla oynuyor; elin oğlu sanat için sanat yapmayı, toplum için sanat yapmayı, para için sanat yapmayı aşmış ‘’sanat için para’’ yapıyor…
evvelâ, her ne kadar kendisine küs olsak da tamamen kırılmışlık duygumuzdan bağımsız olarak; bizleri terk eylediğinde üzüldüğümüzü, yokluğunda özlediğimizi ve geri döndüğüne de hiç şüphesiz sevindiğimizi bilmesini isteriz; fîyakalı’ya hoş geldiniz dileklerimiz ilen…
evvel âhir, beste’nin aciz kalarak cevaplayamayacağı soru yok idir… lâkin, blöfünüzü gördük, yemezler efendim; avam üslûp kullandık tövbe estağfirullah; germe beni, senin, törpüler köreltirim gerçeği yırtan o uzun tırnaklarını itinâ ilen..))) oyun ilen, yalan ilen, dolan ilen işimiz olmaz, bilmez misin? ... fazlasını söylemeye lüzûm görmeyiz, kendimize her açıdan güven ilen… sendeki eminlikten de şüphemiz yok ilen… hem, kimin haddine beste’ye sarkmak, aveste’ye yüz vermemek? ... bahsi geçen diğer isimleri tanımamak ile beraber hiçbir münasebetimiz olamaz; dengimiz değil idirler, pardon ilen…
asaletimize kurban olsunlar ilen,
zekâlanıp gelsinler, nitelik ilen,
biz, derslerini verir ezberi bir kere de yaptırırız, yeter ki faydalanmayı bilsinler edep, usûl, erkân ilen…
efendim, şüpheleriniz gereksiz; biz, kimseyi sizin yerinize koymadık, kimseyi siz sanmadık… dolayısıyla tarihi sorunuzu cevaplamaya ve ayrıca bir açıklama getirmeye gerek duymuyoruz… biz, sizden eminiz; en az, kendimizden emin olduğumuz kadar… (bu, terbiyesizliklerini unuttuğumuz anlamına gelmiyor allah’ın alelâde tabibi) durum böyleyken, tarihi sorunuzu tekraren tekerrür etmemesi dileği ile alıp ait olduğu yere koymanız tavsiyesi ilen…. tozlansın üzeri, ne yapalım; makûs talihine küssün ilen…))
tüm içtenliğimiz ve dahi samimiyetimizle tekrar hoş geldiniz ilen…
şu an ben değil ama üst katımda oturan komşum ‘’dört mevsim’’i dinliyor… gecenin bu saatinde vivaldi dinleyen komşularım var, anlıyor musunuz?))) sahi, vivaldi bu dört mevsim’i hangi mevsimde bestelemiş acaba… kış olmalı :)
Sevgili DİLKEŞHÂVERÂN; aman efendim, sizi buralarda görmek ne hoş)) iştiraklerinizin sürmesi dileğiyle ben de Dilkeşhâverân makamındaki bir eserden örnek vermek istiyorum)) efendim, itiraf ederim ki; aradık taradık bu nadide makamdan hiçbir eserin icrasını bulamadık :) oldukça ayrıcalıklı ve gerçekten güzide bir makam olduğunu çok az sayıda eser bulunmasından da anlıyoruz)))
Sanırım, zeki arif ataergin’den başkası da bu makamdan eser yazmamış; rahmet o’na))
Efendim, ‘’bilen ve bilmeyenlerle’’ tartışmak her durumda mutlak bir sonuç verecektir ve fakat bildiğini düşünenlerle tartışmak nafiledir… bu kişiliklere kısaca ‘’zevzek’’ diyoruz; her şeyi bildiklerini zevkzekçe, bir gayret ispat etmeye çalışırlar… tavsiyem o dur ki: bu tip kişilikler çene prostatına tutulmuş zatlar olup ‘’alttan’’ almanız önemle rica olunur… smileyyy smileyyy smileyyy leyyy
evvelâ şunu söyleyelim; bu sendromun tedavisi beyinde bitiyor…. ‘’kronik yorgunluk sendromu’’ tedavi edilmezse ‘’agorafobi’’ye dönüşür… tedavisi ise; kendi içinize kapanıp kendinize yabancılaşmaktan kurtularak kendi kendinizin esaretinize son vermeniz ve her gün doğan güneşten payınıza düşeni almak için çaba sarfetmenizle mümkün olacaktır….
Tayyip Erdoğan geçenlerde 'tam gün yasası' ile ilgili bir açıklama yaparken, der ki: klinik şefleri en az benim kadar maaş alacaklar… ohh ohh, ilk etapta yüz güldüren, kâfi derecede tatmin edici bir açıklama gibi duruyor ama biraz düşününce akıllar da karışmıyor değil… peki o hâlde sormazlar mı başbakan’a: sizin, 2 milyar dolarlık servetinize ulaşabilmek için klinik şeflerinin kaç yıl çalışması gerekiyor? (!)
efendim, riyakâr görünmek istiyorsanız yüzünüze kullanabileceğiniz ve uygulanması en kolay iki maske şunlardır: ‘’tebessüm’’ ve ‘’elem’’… hiç şüphesiz garanti veriyoruz ki, bu iki malzeme her yüz tipine uyar; lâkin, hiçbir yüreğe uymaz :)
yalaka
15.02.2010 - 17:28Siyaset meydanı…
Ali kırca: ‘’yormayın başbakanımı sorularla’’
yalaka
15.02.2010 - 17:19Siyaset meydanı…
Recep Tayyip Erdoğan: ‘’icraatlarımızı siz gazeteciler hiç görmüyorsunuz, yazmıyor, göstermiyorsunuz’’…
Mehmet Barlas: ‘’ama efendim siz de çok icraat yapıyorsunuz’’…
kaos günlüğü
15.02.2010 - 16:57bugün kayda değer hiçbir şey olmadı... -evet öyle-
aşka davet
09.02.2010 - 10:53'al gönlümü diyar diyar sürükle'...
âh ilen...
tarihten sayfalar
08.02.2010 - 00:14hoş geldin; muhabbetin en güzeli senin ilen ;)
Şiir ve ötesi
08.02.2010 - 00:06Necip Fazıl’ın Veda şiiri, kısa bir şiir olmasına rağmen metaforlar bakımından çok zengin bir şiirdir… Özellikle aşk haliyle yazılmış olan şiir, ayrılık ve kavuşma ümidi arasında gidip gelen bir ruh halini istiarelerle okuyucuya ulaşırken aynı zamanda her okunuşta farklı anlamlar çıkarabilme imkânını da sunmakta….
Bu şiir okunurken, özellikle doğu şiirinin ayrılık ve kavuşma diyalektiğinin, özellikle ayrılığın içinde barındırdığı kavuşma ümidini iyi hissetmek gerekiyor… Fakat öte taraftan kavuşma da içinde ayrılık ızdırabını barındırır…
Ayrılık ve kavuşma diyalektiğinin bahsi geçen halleri göz önünde bulundurulduğu zaman ayrılığın içindeki kavuşma ümidi, kavuşma içindeki ayrılma karamsarlığına yeğlenir... Veda şiiri de bu minval üzerine yazılmış bir şiirdir bize göre… ismiyle ters gibi gelse de bu böyledir… Bu uyarıları yaptıktan sonra şiirin bizim tarafımızdan yorumunu aşk ehline sunmak vacip oldu efendim…
Elimde, sükutun nabzını dinle,
Dinle de gönlümü alıver gitsin!
Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle,
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!
malum şiirin ismi veda… ve her veda içinde titrek bir ümidi taşır… ilk dizelerden itibaren bu hal hissidilir şiirde… aşık son ümit olarak sükûtuna sığınmaktadır… yani sükût, en iyi hâl ifadesidir… söz bitmiştir, göz bitmiştir, duymak bitmiştir ama sadece ‘’hissediş’’ kalmıştır…
sükûtun nabzı hissedilirse aşkının ne olduğu anlaşılacaktır… burada yalvarış vardır…. ve bu son ümit ile aşık, gönlünü bedelsiz bir şekilde sevgiliye verecektir: ‘’dinle de gönlümü alıver gitsin! ’’
ve sevgilinin silahı kor kordur…. Aşık’ın ise elinde sadece yaşlı gözler vardır ve bu gözleri feda edercesine “saçlarımdan tutup”, yani “sürüyerek”, “kor gözlerinle yaşlı gözlerime” yani “yüreğimden akıp gelen ve dünyanın en güzel, en saf pınarı olan benim gözlerime dal”, diyor ve ekliyor:
Yürü, gölgen seni uğurlamakta,
Küçülüp küçülüp kaybol ırakta,
Yolu tam dönerken arkana bak da,
Köşede bir lahza kalıver gitsin!
şair ümidini kaybetmiştir, ikinci kıtada... hafif sitem vardır… aşık’a sitem bile ağır gelir, lâkin ümidini tekrar yeşertmek adına bu hamleye ihtiyacı vardır… yürü, gölgen seni uğurlamakta diyerek aşık uğurlama işini gölgeye verir ve bak ben uğurlamıyorum, çünkü yalvardım sana, hatta pınarlarımı feda ettim, ama sen gelmedin, der ve seni ancak gölgen uğurlar diyerek sitemini belirtir….
hatta git git, sen o kadar küçüleceksin ki, uzaklaştıkça, ben seni en son öyle hatırlayacağım, der… ama bir taraftan da bu sitemin ağır olduğunu, son bir bakışına bile ihtiyacı olduğunu yalvaran bir dille ifade eder aşık…
der ki;
ben senin küçülmene tahammül edemem, benim hatırlayacağım şey uzaklaştıkça küçülen suretin değil, bilakis eğer himmet edersen, bana acırsan köşede son bir kez atacağın bakıştır...
çünkü o bakış, ümidi tekrar yeşertecektir…. belki de aşık vehminde aşkı yaşamayı sürdürmek için bunu istemektedir… çünkü son bakış, veda bakışı ayrılığın ızdırabında yürekte, ruhta hep yaşayacak; yürekte yaşayan bu bakış, aşık’ın vehmini süsleyecektir…
Ümidim yılların seline düştü,
Saçının en titrek teline düştü,
Kuru bir yaprak gibi eline düştü,
İstersen rüzgara salıver gitsin!
aşık artık yıllardan, sel gibi akıp giden zamandan ümit beslemektedir; zirâ, her ayrılık kavuşma ümidini de içinde barındırır…kavuşma da ayrılığı barındırır…biri ümit, biri ızdırap... kavuşma anlıktır... onun için ayrılıktaki kavuşma ümidi, hayatın bütün alanlarına sirayet etmiştir; yani, hayatın usaresi ümittir… daha doğrusu hayatın usaresi aşktır, ve aşkta da mutlak kavuşma söz konusu değildir… bu yüzden aşıklarda öfke değil en fazla sitem vardır; zirâ, kavuşma ümidi ızdıraba galiptir…
yıllara yani zamana vermiştir ümidini artık... aşık buradan tekrar sevgiliye döner ve onu uğurlarken son olarak gördüğü saçının en titrek telinden medet ummaya başlar… en titrek saç ise merhametin, inciliğin ve aşk bilirliğin sembolüdür… böyle özellikleri olan bir şey ise aşkın hallerinden haberdardır ve bu haliyle de sevgiliye bazı şeyleri hatırlatacaktır… böyle güzel hasletleri olan şey zaten aşkın ızdırabını bilir ve dolayısıyla aşık’ın çektiği acıdan sevgiliyi haberdar eder…
o tel, bütün vücudu aşarak yüreği titretecektir.... çünkü yürek esastır;
vücut, sadece görüntüdür; vücudu, güzelliği ayakta tutan yürektir…
yüreği yürek yapan da aşktır... aşkın titretmediği yürek, kalp kapkaradır… ruh yoktur onda, ancak benlik vardır…
şair, o titrek telden ümit beslerken, aynı zamanda o tel en zayıf tel olması hasebiyle düşme ihtimali de vardır... kavuşmanın kısalığı burada tekrar devreye girer… ve o titrek telin düşüşü, yavaş yavaş şairi zamanın hızla akıp giden acımasızlığında ümidi de kuru bir yaprak haline getirir... fakat burada yine sevgilinin eline düşmek ümidi vardır... yani kuru yaprağın sevgilinin eline düşmesi bir nevi kavuşmadır... o ele dokununca, kavuşunca aşık kendisinin helakını dahi sevgilinin iradesine bırakmaktadır... yani, kuru bir yaprak gibi eline düşen ümidimi, istersen rüzgâra salıver gitsin, diyor...
derkenâr: efendim; Necip Fazıl Kısakürek’in veda şiiri üzerine yaptığımız şerh denemesini kültür, edebiyat, irfân ve sanat hazinelerinize armağan ediyorum….
aşk
07.02.2010 - 23:52Tanımı yoktur… dolayısıyla, herkesin aşk üzerine yazabileceği bir şeyler vardır; nitekim, en çok tanım yazılan terimdir….
En çok tanım yazılan terim olması içerikte problemler de olsa aşkın varlığını kanıtlar bir nevi ama aşk bu kadar kelâma gelmez… tasavvufla ilgili bir söz vardır: ‘’ eskiden tasavvufun kendisi vardı adı yoktu, şimdi ise adı var kendisi yok ’’… demem o ki; aşk üzerine bu kadar şey yazılmışsa, aşkın sadece basit hâllerini yaşayan insanların çok olduğu gerçeği ortaya çıkar….
Hamiş: aşk üzerine yazmak kolaydır, aşkın kendisi ise zor….
Ruhsuz Sanat
06.02.2010 - 13:10efendim bakınız, elin dövme sanatçısı neler yapıyor… elin oğlu parayla oynuyor; elin oğlu sanat için sanat yapmayı, toplum için sanat yapmayı, para için sanat yapmayı aşmış ‘’sanat için para’’ yapıyor…
bknz: http://www.divinecaroline.com/22272/72017-art-dollar
sanat için ricâ: sevgili moderatörüm, bu linkin yayınlanmasında bir sakınca yok, bu mesaj lütfen yayınlansın….
Yapmayın Allah Aşkına O Daha Bir Çocuk
06.02.2010 - 11:06efendim, yurdum insanı çocukları sever, bakınız:
'Henüz girmiş onüç ondört yaşına
edâlı işveli köylü güzeli'....
nusret orhan
06.02.2010 - 10:45Nusret Orhan bey amca; selâm ve saygılarımla sizi özlediğimizi söylemek isterim…
tarihten sayfalar
06.02.2010 - 10:36efendim selâm ilen;
evvelâ, her ne kadar kendisine küs olsak da tamamen kırılmışlık duygumuzdan bağımsız olarak; bizleri terk eylediğinde üzüldüğümüzü, yokluğunda özlediğimizi ve geri döndüğüne de hiç şüphesiz sevindiğimizi bilmesini isteriz; fîyakalı’ya hoş geldiniz dileklerimiz ilen…
evvel âhir, beste’nin aciz kalarak cevaplayamayacağı soru yok idir… lâkin, blöfünüzü gördük, yemezler efendim; avam üslûp kullandık tövbe estağfirullah; germe beni, senin, törpüler köreltirim gerçeği yırtan o uzun tırnaklarını itinâ ilen..))) oyun ilen, yalan ilen, dolan ilen işimiz olmaz, bilmez misin? ... fazlasını söylemeye lüzûm görmeyiz, kendimize her açıdan güven ilen… sendeki eminlikten de şüphemiz yok ilen… hem, kimin haddine beste’ye sarkmak, aveste’ye yüz vermemek? ... bahsi geçen diğer isimleri tanımamak ile beraber hiçbir münasebetimiz olamaz; dengimiz değil idirler, pardon ilen…
asaletimize kurban olsunlar ilen,
zekâlanıp gelsinler, nitelik ilen,
biz, derslerini verir ezberi bir kere de yaptırırız, yeter ki faydalanmayı bilsinler edep, usûl, erkân ilen…
efendim, şüpheleriniz gereksiz; biz, kimseyi sizin yerinize koymadık, kimseyi siz sanmadık… dolayısıyla tarihi sorunuzu cevaplamaya ve ayrıca bir açıklama getirmeye gerek duymuyoruz… biz, sizden eminiz; en az, kendimizden emin olduğumuz kadar… (bu, terbiyesizliklerini unuttuğumuz anlamına gelmiyor allah’ın alelâde tabibi) durum böyleyken, tarihi sorunuzu tekraren tekerrür etmemesi dileği ile alıp ait olduğu yere koymanız tavsiyesi ilen…. tozlansın üzeri, ne yapalım; makûs talihine küssün ilen…))
tüm içtenliğimiz ve dahi samimiyetimizle tekrar hoş geldiniz ilen…
boşlukları doldurmak
01.02.2010 - 23:51boşluktaolmakiyideğildirboşluklarıdolduralımdiyorsanızbendesizeboşluklargereklidirderim
şu an ne dinliyorum
01.02.2010 - 01:02şu an ben değil ama üst katımda oturan komşum ‘’dört mevsim’’i dinliyor… gecenin bu saatinde vivaldi dinleyen komşularım var, anlıyor musunuz?))) sahi, vivaldi bu dört mevsim’i hangi mevsimde bestelemiş acaba… kış olmalı :)
dilkeşhâverân
01.02.2010 - 00:34Sevgili DİLKEŞHÂVERÂN; aman efendim, sizi buralarda görmek ne hoş)) iştiraklerinizin sürmesi dileğiyle ben de Dilkeşhâverân makamındaki bir eserden örnek vermek istiyorum)) efendim, itiraf ederim ki; aradık taradık bu nadide makamdan hiçbir eserin icrasını bulamadık :) oldukça ayrıcalıklı ve gerçekten güzide bir makam olduğunu çok az sayıda eser bulunmasından da anlıyoruz)))
Sanırım, zeki arif ataergin’den başkası da bu makamdan eser yazmamış; rahmet o’na))
karanlık ufuktan güneş doğmadı
gözüm yaşla doldu, sabah olmadı
yanık bağrımda sensiz açan laleler
gözüm yaşıyla bir bir sulandı, solmadı
ZEVZEK
29.01.2010 - 00:45Efendim, ‘’bilen ve bilmeyenlerle’’ tartışmak her durumda mutlak bir sonuç verecektir ve fakat bildiğini düşünenlerle tartışmak nafiledir… bu kişiliklere kısaca ‘’zevzek’’ diyoruz; her şeyi bildiklerini zevkzekçe, bir gayret ispat etmeye çalışırlar… tavsiyem o dur ki: bu tip kişilikler çene prostatına tutulmuş zatlar olup ‘’alttan’’ almanız önemle rica olunur… smileyyy smileyyy smileyyy leyyy
Agorafobi
29.01.2010 - 00:33evvelâ şunu söyleyelim; bu sendromun tedavisi beyinde bitiyor…. ‘’kronik yorgunluk sendromu’’ tedavi edilmezse ‘’agorafobi’’ye dönüşür… tedavisi ise; kendi içinize kapanıp kendinize yabancılaşmaktan kurtularak kendi kendinizin esaretinize son vermeniz ve her gün doğan güneşten payınıza düşeni almak için çaba sarfetmenizle mümkün olacaktır….
pek uzman Dr Bestenegâr
kendime not
29.01.2010 - 00:31bu aralar ninnilerle, masallarla anestezi uygulanarak beynine operasyon yapıyorlar beste… spor yap beste; hem formunu koru, hem rehabilite ol…
mehmet ali ağca
29.01.2010 - 00:29slogan şu: Türkiye onunla ‘’horror’’ duyuyor…
muhteşem İngilizcemiz ilen…
gaf ebesi
29.01.2010 - 00:27Tayyip Erdoğan geçenlerde 'tam gün yasası' ile ilgili bir açıklama yaparken, der ki: klinik şefleri en az benim kadar maaş alacaklar… ohh ohh, ilk etapta yüz güldüren, kâfi derecede tatmin edici bir açıklama gibi duruyor ama biraz düşününce akıllar da karışmıyor değil… peki o hâlde sormazlar mı başbakan’a: sizin, 2 milyar dolarlık servetinize ulaşabilmek için klinik şeflerinin kaç yıl çalışması gerekiyor? (!)
maske
29.01.2010 - 00:23efendim, riyakâr görünmek istiyorsanız yüzünüze kullanabileceğiniz ve uygulanması en kolay iki maske şunlardır: ‘’tebessüm’’ ve ‘’elem’’… hiç şüphesiz garanti veriyoruz ki, bu iki malzeme her yüz tipine uyar; lâkin, hiçbir yüreğe uymaz :)
karın ağrısı
29.01.2010 - 00:21zaaf :)
yürek sızısı
29.01.2010 - 00:20erdemdir efendim, erdem...
ah
29.01.2010 - 00:17çeken bilir...
son mektup
01.01.2010 - 16:32aldım yanıma yazdığım tüm mektupları... hepsi benim ve adressizlerdi zaten... ç/almayın....
Toplam 667 mesaj bulundu