tesadüfi ünü yakalayanlardan.. Lübnan asıllı … roberto rodriguez’in keşfi ile adını sinemada ilk kez ‘desperado’ filmi ile duyuran, oyunculuğunun yanı sıra sade, duru, melek gibi masum yüzü ile dikkatleri çeken güzeller güzeli olur kendileri…
oradadır sen durduğun yer itibari ile… bir görüngüyle karşı karşıyasındır…. ve o görüngünün yorumu bulunduğun yer ile ilgilidir, her basamak çıkışında… görüngü ve buna bağlı yorum değişir… bu basamakların çıkılması gerektiğini falan göstermez…
ya da hangi basamağın doğru olduğunu falan söylemez insana…. sadece görüntü değişir… ve yorumlar değişir… buna bağlı olarak, zaman gelir bütün bildiklerin, gördüklerin ışığında… ilk basamağa inmek ihtiyacı da hissedebilirsin…. gerçeğin ne olduğu gerçeğinden çok, senin onu nasıl görüp yorumladığın realitesidir söz konusu olan…. bu gerçeği değiştirmese de sende yarattığı şeyin sende yarattığı ivme açısından gayet gerçekçidir…. şöyle derler; gerçeği algılama biçimin bir süre sonra gerçekliğin olur… ama gerçek oradadır işte…
bu noktada bir kimsenin kendi yorumuna diğer insanlarında kayıtsız şartsız itaat etmesini istemesini cahillik ve küstahlık olarak görüyorum… hele ki bu silah zoru ile yapılıyorsa zorbalıktır ve alçaklıktır, insanlık dışıdır… en nihayetinde bir yorumdur ki ve neden diğer yorumlardan daha tartışılmaz olma durumuna sahiptir bu…
genelde zeka oyunları ile söz oyunları karıştırılır… zeka sözler arasındaki ilişkiye anlam yükler… sözleri bütünleşik anlamlarla genişletir… ama söz oyunlarında mesafe dardır… söz oyunu yapabilmek de bir zeka ürünüdür ama amaç dardır; gayesi yoktur; yapanı yüceltir, öne çıkarır…zeka oyunlarında ise irdelenen konu öne çıkar… söz oyunlarına yüklenen göreve göre değişir içerdiği gerçeklik… bazen somut gerçekler söz oyunlarıyla abartılır… bazen de soyut ya da ideolojik şeyler demagojik bir formda gerçekmiş gibi yansıtılır… burada söz oyunları araçtır… zeka oyunlarıyla farkı da burada yatar…
aslında, çok da masum bir mânâsı yoktur.. ilgisiz, genel kural ve alışılmış geleneklere uymayan, gönlüne göre yaşayan ‘aldırışsız’ kimse demektir… hâni, şarkıda geçer: 'ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam'… kişinin umursamaz bir huya sahip olduğunu bu şarkıdaki ifâdeden daha iyi anlaşılıyor sanırım ;)
dozunu aşmadığımız takdirde, biraz kalender olmakta zarar yoktur herhâlde öyle değil mi ;)
efendim, hayır başka bir mânâ taşıdığından dolayı eklemedim... gezinirken olmadığını farkettim; bulunması gereken bir terim ve genelde yazmam sağlık terimlerine önemli bir hatırlatma yapmayacaksam...
o hâlde bahsedelim biraz ve özellikle genç katarakt hastaları varsa, önemli bir detayın hatırlatılması, en azından doktoru ile konuşurken yönlendirici olur diye düşünüyorum mercek seçimi için...
efendim katarakt, uzak ve yakını net görmemizi sağlayan göz merceğimizin matlaşıp, yaşlanması olayıdır.. tıpkı saçların beyazlaması olayı gibidir… doğumsal, diyabet ve de kazalara bağlı kataraktları saymazsak, %90 yaşlılıktan kaynaklanmaktadır… elbette, çeşitli sebeplere bağlı olarak nadiren de olsa gençlerde de rastlanıyor…
efendim tek çâre ameliyattır.. günümüzde fakoemülsifikasyon (fako) tekniği ile oldukça başarılı katarakt ameliyatları gerçekleştirilmektedir… ameliyat öncesi ihtiyacınız olan lens (mercek) gücünüz belirlenir ve matlaşan göz merceğinizin yerine uygun göz içi lensi takılır… ayrıca, göz içi damlaları ile narkozsuz ve iğnesiz yapılmaktadır katarakt ameliyatları…
genelde yaşlı katarakt hastalarında uzak yakın merceği kullanılır ve sorun olmaz… ancak genç hastalarda uzak yakın merceği, özellikle araba kullanan hastalarca geceleri ‘yansıma’ şikâyetleri yapmıştır… ameliyatta kullanılacak olan göz içi merceğinin uzak-yakın olması kararı hasta ve doktor arasında konuşularak veriliyor ve genç bir katarakt hastasıysanız bu durumu doktorunuz ile konuşmanızı tavsiye ederim... genç hastalarda uzak problemi varsa sadece uzak merceğinin kullanılması ve yakın içinde yakın gözlüğü kullanarak hayatına devam etmesinin daha evlâ olacağını düşünmekteyim.... aksi takdirde gece görüşünde ve özellikle araç kullanırken yansıma sorunu oldukça önemli bir sorun teşkil ediyor… tekraren söyleyeyim, fikrimi belirtmemin sebebi, eğer genç bir katarakt hastasıysanız, en azından bu detayı doktorunuz ile karşılıklı konuşarak mercek seçimi aşamasında en doğrusuna karar verilmesidir...
Nusret Orhan bey amca, fî-yakalı'yı şikayet etmeye geldim size :)
aslında, açtığınız forum tartışma konusu tam da bunun için uygundu ama ben buraya gelip söylemeyi daha uygun buldum; yazamadım oraya... forum başlığı çok uygun bu şikayet için, 'Toplumda, çevrenizde insanların sizi sinir eden davranışları hangileridir? İnsanların hangi davranışlarına sinir olursunuz? ' diye bir tartışma konusu... lâkin, bizzat şahsınıza şikâyet etmek en doğrusu galiba... çok sinir oluyorum kendisine Nusret Orhan bey amca, çok mızıkçı :)
'acılar yaşıyorum kavuşmak bedeliyle
bekliyor biliyorum az ötemde sessizce
adımlarım yaklaştı görüyorum orda işte
kayboluverdi yine sokaklar arasında '...
...
melodi ve söz uyumunun duru birlikteliği…
yorumcunun sesinin dinginliği…
sesini yükseltmeden öfke ve kırgınlığını yansıtmaması…
düzlüğün monotonluğuna hiç düşmeden, arabesk yakınmadan uzak…
kadere isyan etmeyen, hazin bir kabullenişi anlatan başka bir şarkı var mı ki …
... “uzam bizim zindanımızdır “ dedim. Uzamın yalnız gözle görebildiğimiz kadarı bize aittir; biz ise tamamen ona aidiz. O bizi yorar, korkutur, çağırır, kovar. Bizi gördüğünü sanırız. O ise bizimle ilgilenmez bile. Ona hükmettiğimizi söyleriz, oysa yalnız bize gösterdiği hoşgörüden faydalanmışızdır
Yeryüzünün bize eğilimi yoktur. Şimşekler, dalgalar bizim için değildir, biz onların içindeyiz. Kendi öz yurdu yoktur insanın. O, kör güçlerden aşırır yurdunu. Yeryüzü mutsuzluklardan başka birşey vermeyen acayiplikler konutu olabilir yalnız, kimsenin olmadığı gibi, bizim de değildir.
Fethettiğimiz dünya değil, ayağımızı koyacak bir parça yer. Dağ değil, gözümüzdeki resim, deniz değil, oynak sertliği ve üzerindeki yansımasıdır. Bize ait olduğunu sanırız. Sıkıca tutunduğumuz şey yanılsamadır.
başka yapılacak bir şey olmadığı için, gerçek barınağımız dünyadır diye kendi kendimizi aldatıyoruz. Anlayışsız ve obur kimseler için iyi bir yerdir dünya. Belki de geri dönmek, sadece göç etmektir insanın çıkış yolu..
Derviş ve Ölüm’den (Mehmet Selimoviç, Türkçesi: Mahmut Kıratlı)
Efendim, sizi sevip saydığımızdan nazımızı, edâmızı hoş karşılayacağınızdan emin olduğumuzdan, zat-ı âlinizi nedir bölümünden rahatsız etme cûretini göstererek gelip şikayetlerde bulunmak suretiyle şımarıklık yapıyoruz…
Şahsınıza karşı beslediğimiz engin muhabbet ve saygılarımızı nakletmeye lüzûm var mı bilmiyorum… siz, büyüğümüz olarak gönlümüzde zaten bir tahta sahipsiniz... zaman zaman sürûrumuzu, neşvemizi, şikâyetlerimizi, üzüntülerimizi gelir ve şahsınıza naklederek paylaşırız hoşgörünüze sığınarak; mazûr görünüz şımarıklıklarımızı…
Efendim, antolojiye ayırdığımız zaman içerisinde arzûmuz; yazarken, okurken, eğlenirken bir nebze tebessüm etmek ve tebessüm ettirebilmek…
Nusret Orhan bey amca, ayrıca şunu belirtmek isterim ki; ezelden Galatasaray’lı oluşumuzdan mütevellit resmen ve bîzatihi duygularınızı sömürerek yine bir şımarıklık yapıyor ve sırf bu sebepten şahsımıza bir iltimas geçmenizi ricâ ediyorum :)
Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.
...
Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Sürekli kullanılır.. kullanılırda, taşıdığı mânâ, içerdiği mesaj itibâriyle de çıkış noktası muallâktır… sorun olmazken aniden karşılaşılan bir durum veyahût bir söz karşısında kişinin suskunlaşması durumunda söylenen bir deyimdir… lâkin dutun bülbül ile olan ilişkisi ne ola ki? … hem, bülbül dut yer mi ki? ... yiyorsa neden sebep susar bülbülümüz? ..
Beste araştırır :)
muhtelif rivâyetlere göre; dut yiyen bülbülün ishal olması ve ötmemeyi tercih etmesi söylenegelmiştir.. beste pek ilmî bulmaz bu açıklamayı; bu olamaz ;)
diğer bir açıklama ise; dutun ses kısıklığına yol açtığından, dut yiyen bülbülün ötme yeteneğini kaybetmesi… efendim beste yine ikna olmaz, zirâ bu açıklamada hiç ilmî değil ;)
çocukluğumdan bilirim, ikâmet ettiğimiz lojmanın civârında dutluk vardı… oldukça büyük bir dutluktu… haziran ayında talan ederdik o dutluğu ;) lezzet yönünü küçüklüğümden bilirim… vitamin ve enerji kaynağı olan bu meyvenin faydası ise herkesçe malûmdur… ak dutun ve özellikle kara dutun gerek meyvesinin, gerekse yaprakları, kök ve kabukları modern tıpta çeşitli şekilde kullanılmaktadır… bu denli faydalı bir meyve olan dutun bu deyime malzeme oluşuna gönlümüzde, mantığımızda râzı olmadı velhâsılı :)
efendim, ‘dut’ kısmı ile biz ilgilendik… ‘bülbül’ kısmıyla ise bir üniversitenin zooloji anabilim dalı başkanı olan pek değerli profesörümüz ilgilendi :) efendim araştırdık, sorduk, soruşturduk, öğrendik; her şey halka hizmet için; bilelim, öğrenelim; bilgilerinize, ilgilerinize arz ederim, buyurunuz:
'Erkek bülbül mayıs ayında çiftleşmek için eş bulana kadar öter... Bir süre sonra kendine eş bulur ve ötmeyi keser... Tam o sırada da dut ağaçları meyve verir... Halk bülbülün susmasını, duta bağlar ama yanlıştır… İkisi arasında bir neden-sonuç ilişkisi yoktur… Bülbülün ötmesi ve susması çiftleşmeyle ilgilidir.'
efendim fazla söze ne hacet, beste bu noktada susar ;)
salma hayek
01.04.2009 - 23:11tesadüfi ünü yakalayanlardan.. Lübnan asıllı … roberto rodriguez’in keşfi ile adını sinemada ilk kez ‘desperado’ filmi ile duyuran, oyunculuğunun yanı sıra sade, duru, melek gibi masum yüzü ile dikkatleri çeken güzeller güzeli olur kendileri…
aşkın rengi
01.04.2009 - 23:08mâdem aşkın rengi varmış, o hâlde ara tonları unutmayınız; hep alev alev, hep pembe tonlarda yaşanmıyor aşk.. az gerçekçi olun hayalperestler ;)
hatıralar
01.04.2009 - 23:04gidenle beraber yitiklere karışır, söner; yitirilen duygular gibi buz gibi olur...
nasılsın
28.03.2009 - 02:06Nefsim levvâme’de…
Kalbim mûtmâin..
Emmâre’de değiliz çok şükür…
bilgi
28.03.2009 - 02:02ben bilgiyi basmağa benzetirim…
nesne, şey, olay ya da olgu…
oradadır sen durduğun yer itibari ile… bir görüngüyle karşı karşıyasındır…. ve o görüngünün yorumu bulunduğun yer ile ilgilidir, her basamak çıkışında… görüngü ve buna bağlı yorum değişir… bu basamakların çıkılması gerektiğini falan göstermez…
ya da hangi basamağın doğru olduğunu falan söylemez insana…. sadece görüntü değişir… ve yorumlar değişir… buna bağlı olarak, zaman gelir bütün bildiklerin, gördüklerin ışığında… ilk basamağa inmek ihtiyacı da hissedebilirsin…. gerçeğin ne olduğu gerçeğinden çok, senin onu nasıl görüp yorumladığın realitesidir söz konusu olan…. bu gerçeği değiştirmese de sende yarattığı şeyin sende yarattığı ivme açısından gayet gerçekçidir…. şöyle derler; gerçeği algılama biçimin bir süre sonra gerçekliğin olur… ama gerçek oradadır işte…
bu noktada bir kimsenin kendi yorumuna diğer insanlarında kayıtsız şartsız itaat etmesini istemesini cahillik ve küstahlık olarak görüyorum… hele ki bu silah zoru ile yapılıyorsa zorbalıktır ve alçaklıktır, insanlık dışıdır… en nihayetinde bir yorumdur ki ve neden diğer yorumlardan daha tartışılmaz olma durumuna sahiptir bu…
Söz Oyunları
28.03.2009 - 01:55genelde zeka oyunları ile söz oyunları karıştırılır… zeka sözler arasındaki ilişkiye anlam yükler… sözleri bütünleşik anlamlarla genişletir… ama söz oyunlarında mesafe dardır… söz oyunu yapabilmek de bir zeka ürünüdür ama amaç dardır; gayesi yoktur; yapanı yüceltir, öne çıkarır…zeka oyunlarında ise irdelenen konu öne çıkar… söz oyunlarına yüklenen göreve göre değişir içerdiği gerçeklik… bazen somut gerçekler söz oyunlarıyla abartılır… bazen de soyut ya da ideolojik şeyler demagojik bir formda gerçekmiş gibi yansıtılır… burada söz oyunları araçtır… zeka oyunlarıyla farkı da burada yatar…
vesselâm...
ecir
28.03.2009 - 01:51mükâfat...
'Allah ecrini verir' derler ya.. Yâni, yapmak istediğin şey için çabala, Allah onun karşılığını, 'ecrini' verir demektir..
kalender
28.03.2009 - 01:46aslında, çok da masum bir mânâsı yoktur.. ilgisiz, genel kural ve alışılmış geleneklere uymayan, gönlüne göre yaşayan ‘aldırışsız’ kimse demektir… hâni, şarkıda geçer: 'ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam'… kişinin umursamaz bir huya sahip olduğunu bu şarkıdaki ifâdeden daha iyi anlaşılıyor sanırım ;)
dozunu aşmadığımız takdirde, biraz kalender olmakta zarar yoktur herhâlde öyle değil mi ;)
pek tâbii…
ağlatan türküler
28.03.2009 - 01:38selda bağcan - adaletin bu mu dünya
güvenemem servetime malıma
ümidim yok bugün ile yarına
toprak beni de basacak bağrına
adaletin bu mu dünya
ne yar verdin ne mal dünya
kötülerinsin sen dünya
iyileri öldüren dünya
ne insanlar gelip geçti kapından
memnun gelip giden var mı yolundan
kimi fakir kim ayrılmış yarinden
adaletin bu mu dünya
ne yar verdin ne mal dünya
kötülerinsin sen dünya
iyileri öldüren dünya
kimi mecnun gibi dağda dolaşır
kimisi de ölüm yok gibi çalışır
kimi meteliksiz kimi milyona karışır
adaletin bu mu dünya
ne yar verdin ne mal dünya
kötülerinsin sen dünya
iyileri öldüren dünya
muhsin yazıcıoğlu
28.03.2009 - 01:33kendisine ve beraberinde hayatlarını kaybeden insanlara Allah'tan rahmet diliyorum...
'kar', bir yüzü saf, bir yüzü ölümse; o kadar masum değil...
üşüyorum...
katarakt
28.03.2009 - 01:24Ofli Hoca'ya selâmlar, saygılar :)
efendim, hayır başka bir mânâ taşıdığından dolayı eklemedim... gezinirken olmadığını farkettim; bulunması gereken bir terim ve genelde yazmam sağlık terimlerine önemli bir hatırlatma yapmayacaksam...
o hâlde bahsedelim biraz ve özellikle genç katarakt hastaları varsa, önemli bir detayın hatırlatılması, en azından doktoru ile konuşurken yönlendirici olur diye düşünüyorum mercek seçimi için...
efendim katarakt, uzak ve yakını net görmemizi sağlayan göz merceğimizin matlaşıp, yaşlanması olayıdır.. tıpkı saçların beyazlaması olayı gibidir… doğumsal, diyabet ve de kazalara bağlı kataraktları saymazsak, %90 yaşlılıktan kaynaklanmaktadır… elbette, çeşitli sebeplere bağlı olarak nadiren de olsa gençlerde de rastlanıyor…
efendim tek çâre ameliyattır.. günümüzde fakoemülsifikasyon (fako) tekniği ile oldukça başarılı katarakt ameliyatları gerçekleştirilmektedir… ameliyat öncesi ihtiyacınız olan lens (mercek) gücünüz belirlenir ve matlaşan göz merceğinizin yerine uygun göz içi lensi takılır… ayrıca, göz içi damlaları ile narkozsuz ve iğnesiz yapılmaktadır katarakt ameliyatları…
genelde yaşlı katarakt hastalarında uzak yakın merceği kullanılır ve sorun olmaz… ancak genç hastalarda uzak yakın merceği, özellikle araba kullanan hastalarca geceleri ‘yansıma’ şikâyetleri yapmıştır… ameliyatta kullanılacak olan göz içi merceğinin uzak-yakın olması kararı hasta ve doktor arasında konuşularak veriliyor ve genç bir katarakt hastasıysanız bu durumu doktorunuz ile konuşmanızı tavsiye ederim... genç hastalarda uzak problemi varsa sadece uzak merceğinin kullanılması ve yakın içinde yakın gözlüğü kullanarak hayatına devam etmesinin daha evlâ olacağını düşünmekteyim.... aksi takdirde gece görüşünde ve özellikle araç kullanırken yansıma sorunu oldukça önemli bir sorun teşkil ediyor… tekraren söyleyeyim, fikrimi belirtmemin sebebi, eğer genç bir katarakt hastasıysanız, en azından bu detayı doktorunuz ile karşılıklı konuşarak mercek seçimi aşamasında en doğrusuna karar verilmesidir...
nusret orhan
28.03.2009 - 01:08Nusret Orhan bey amca, fî-yakalı'yı şikayet etmeye geldim size :)
aslında, açtığınız forum tartışma konusu tam da bunun için uygundu ama ben buraya gelip söylemeyi daha uygun buldum; yazamadım oraya... forum başlığı çok uygun bu şikayet için, 'Toplumda, çevrenizde insanların sizi sinir eden davranışları hangileridir? İnsanların hangi davranışlarına sinir olursunuz? ' diye bir tartışma konusu... lâkin, bizzat şahsınıza şikâyet etmek en doğrusu galiba... çok sinir oluyorum kendisine Nusret Orhan bey amca, çok mızıkçı :)
ben küstüm artık konuşmam...
tedhiş
28.03.2009 - 00:59korkutma, terör [=] dehşet
zülüf
28.03.2009 - 00:53zülf-i yā r diyelim mi...
yâr'in saçı...
ab ı hayat
28.03.2009 - 00:44Âb-ı hayât-ı la'lüne ser-çeşme-i cân teşnedür
Sun cur'a-i câm-ı lebün kim âb-ı hayvân teşnedür
'Dudağının hayat verici suyuna can pınarı susamıştır. Dudağının kadehinden bir yudum sun, ona Âb-ı hayât bile susamıştır.'...
Doğan Canku
28.03.2009 - 00:30'acılar yaşıyorum kavuşmak bedeliyle
bekliyor biliyorum az ötemde sessizce
adımlarım yaklaştı görüyorum orda işte
kayboluverdi yine sokaklar arasında '...
...
melodi ve söz uyumunun duru birlikteliği…
yorumcunun sesinin dinginliği…
sesini yükseltmeden öfke ve kırgınlığını yansıtmaması…
düzlüğün monotonluğuna hiç düşmeden, arabesk yakınmadan uzak…
kadere isyan etmeyen, hazin bir kabullenişi anlatan başka bir şarkı var mı ki …
bir doğan canku şarkısı, 'sonuza dek'...
dinlenilmesini öneririm...
Sahibine ulaşmayan emanetler
28.03.2009 - 00:13'Kaybolma gecelerin ötesinde bir yere' demiştim...
kaybolunmuş gecenin ötesine...
umutlar karanlıklara gizlenmiş...
emanet sahibine ulaşmamış...
alıntı kitap cümleleri
20.03.2009 - 00:33... “uzam bizim zindanımızdır “ dedim. Uzamın yalnız gözle görebildiğimiz kadarı bize aittir; biz ise tamamen ona aidiz. O bizi yorar, korkutur, çağırır, kovar. Bizi gördüğünü sanırız. O ise bizimle ilgilenmez bile. Ona hükmettiğimizi söyleriz, oysa yalnız bize gösterdiği hoşgörüden faydalanmışızdır
Yeryüzünün bize eğilimi yoktur. Şimşekler, dalgalar bizim için değildir, biz onların içindeyiz. Kendi öz yurdu yoktur insanın. O, kör güçlerden aşırır yurdunu. Yeryüzü mutsuzluklardan başka birşey vermeyen acayiplikler konutu olabilir yalnız, kimsenin olmadığı gibi, bizim de değildir.
Fethettiğimiz dünya değil, ayağımızı koyacak bir parça yer. Dağ değil, gözümüzdeki resim, deniz değil, oynak sertliği ve üzerindeki yansımasıdır. Bize ait olduğunu sanırız. Sıkıca tutunduğumuz şey yanılsamadır.
başka yapılacak bir şey olmadığı için, gerçek barınağımız dünyadır diye kendi kendimizi aldatıyoruz. Anlayışsız ve obur kimseler için iyi bir yerdir dünya. Belki de geri dönmek, sadece göç etmektir insanın çıkış yolu..
Derviş ve Ölüm’den (Mehmet Selimoviç, Türkçesi: Mahmut Kıratlı)
ooooofffffffff
19.03.2009 - 23:15hakikaten eklenmiş :)
eklemekle kalınmamış, sayfalarca da oooofffff 'lanılmış :)
stres atma sayfası herhâlde, iyi yanından bakalım olaya değil mi ama...
gelelim hep beraber sayfaya, bir offffffffff çekelim, topluca rehabilite olalım ;)
enteresanız vesselâm...
offff :)
nusret orhan
19.03.2009 - 22:43Sevgili Nusret Orhan bey amca;
Efendim, sizi sevip saydığımızdan nazımızı, edâmızı hoş karşılayacağınızdan emin olduğumuzdan, zat-ı âlinizi nedir bölümünden rahatsız etme cûretini göstererek gelip şikayetlerde bulunmak suretiyle şımarıklık yapıyoruz…
Şahsınıza karşı beslediğimiz engin muhabbet ve saygılarımızı nakletmeye lüzûm var mı bilmiyorum… siz, büyüğümüz olarak gönlümüzde zaten bir tahta sahipsiniz... zaman zaman sürûrumuzu, neşvemizi, şikâyetlerimizi, üzüntülerimizi gelir ve şahsınıza naklederek paylaşırız hoşgörünüze sığınarak; mazûr görünüz şımarıklıklarımızı…
Efendim, antolojiye ayırdığımız zaman içerisinde arzûmuz; yazarken, okurken, eğlenirken bir nebze tebessüm etmek ve tebessüm ettirebilmek…
Nusret Orhan bey amca, ayrıca şunu belirtmek isterim ki; ezelden Galatasaray’lı oluşumuzdan mütevellit resmen ve bîzatihi duygularınızı sömürerek yine bir şımarıklık yapıyor ve sırf bu sebepten şahsımıza bir iltimas geçmenizi ricâ ediyorum :)
Sayılarımla…
Bâki selâmlar…
ben gidiyorum
19.03.2009 - 22:39Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.
...
Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç
nasılsın
19.03.2009 - 01:35bugün iyiyim, ama yarını bilmiyorum…
bu ‘’amma’ ların arkasında hep bir gizem vardır…
‘’amma’’lar sırdır…
bugün iyiyim, yarın kalbime hüzün değer mi? ...
‘’muamma’’…
dut yemiş bülbül
19.03.2009 - 00:47‘‘dut yemiş bülbüle dönmek’’
Sürekli kullanılır.. kullanılırda, taşıdığı mânâ, içerdiği mesaj itibâriyle de çıkış noktası muallâktır… sorun olmazken aniden karşılaşılan bir durum veyahût bir söz karşısında kişinin suskunlaşması durumunda söylenen bir deyimdir… lâkin dutun bülbül ile olan ilişkisi ne ola ki? … hem, bülbül dut yer mi ki? ... yiyorsa neden sebep susar bülbülümüz? ..
Beste araştırır :)
muhtelif rivâyetlere göre; dut yiyen bülbülün ishal olması ve ötmemeyi tercih etmesi söylenegelmiştir.. beste pek ilmî bulmaz bu açıklamayı; bu olamaz ;)
diğer bir açıklama ise; dutun ses kısıklığına yol açtığından, dut yiyen bülbülün ötme yeteneğini kaybetmesi… efendim beste yine ikna olmaz, zirâ bu açıklamada hiç ilmî değil ;)
çocukluğumdan bilirim, ikâmet ettiğimiz lojmanın civârında dutluk vardı… oldukça büyük bir dutluktu… haziran ayında talan ederdik o dutluğu ;) lezzet yönünü küçüklüğümden bilirim… vitamin ve enerji kaynağı olan bu meyvenin faydası ise herkesçe malûmdur… ak dutun ve özellikle kara dutun gerek meyvesinin, gerekse yaprakları, kök ve kabukları modern tıpta çeşitli şekilde kullanılmaktadır… bu denli faydalı bir meyve olan dutun bu deyime malzeme oluşuna gönlümüzde, mantığımızda râzı olmadı velhâsılı :)
efendim, ‘dut’ kısmı ile biz ilgilendik… ‘bülbül’ kısmıyla ise bir üniversitenin zooloji anabilim dalı başkanı olan pek değerli profesörümüz ilgilendi :) efendim araştırdık, sorduk, soruşturduk, öğrendik; her şey halka hizmet için; bilelim, öğrenelim; bilgilerinize, ilgilerinize arz ederim, buyurunuz:
'Erkek bülbül mayıs ayında çiftleşmek için eş bulana kadar öter... Bir süre sonra kendine eş bulur ve ötmeyi keser... Tam o sırada da dut ağaçları meyve verir... Halk bülbülün susmasını, duta bağlar ama yanlıştır… İkisi arasında bir neden-sonuç ilişkisi yoktur… Bülbülün ötmesi ve susması çiftleşmeyle ilgilidir.'
efendim fazla söze ne hacet, beste bu noktada susar ;)
leb
19.03.2009 - 00:26efendim, yok böyle muhayyile, yok böyle bir anlatım ustalığı...
Leblerin tek la’l ü lafzın tek dür-i şeh-vâr yoh
La’l ü gevher çok lebin tek la’l-i gevher-bâr yoh
Fuzûlî
“Dudakların gibi yakut, sözün gibi değerli inci yok; gerçi yakut ve mücevher çok ama dudakların gibi mücevher yağdıran yakut yok.”
Toplam 667 mesaj bulundu