* 1959 yılında Konya'nın Taşkent ilçesinde doğan Prof.Dr. Ahmet DAVUTOĞLU,
İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra,
1983–84 eğitim öğretim yılında Boğaziçi Üniversitesi'nin 'Ekonomi' ve 'Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler' bölümlerini çift ana dal programıyla(ÇAP) bitirdi. Aynı üniversitenin 'Kamu Yönetimi' bölümünde yüksek lisans,
'Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler' bölümünde doktora yaptı.
* 1912 senesinde Bulgaristan’ın Şumnu vilayetine bağlı Kalaycı köyünde doğan ve
Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri isimli çok önemli kitabı olan,
Son devirde yetişen din adamlarından AHMED DAVUDOĞLU başka olup, Yüksek İslam Enstitüsü'nde müdürlük yapmışdır.
* 1983’te İstanbul’da vefat etti.
Bulgaristan'da Rus işgali ve komünist yönetimin işbaşına geçmesinden sonra tutuklanarak toplama kamplarına gönderildi (1944) . Baraj inşaatında amele olarak çalıştıktan sonra, hastalanması üzerine serbest bırakıldı. Varna'daki Türk Konsolosluğu'na iltica talebiyle başvurdu. Aradan yıllar geçtikten sonra iltica talebi kabul edilerek Türkiye'ye göç etti (1949) .
Önce Yedikule Küçükefendi Camii’ne İmam Hatip olarak atandı. Bir süre de gezici vaizlik ve 3 yıl Bursa Orhangazi Müftülüğü yaptı. Bundan sonra İstanbul Fatih Camii Kütüphanesi memurluğuna nakledildi.
Bir süre İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptıktan sonra, İstanbul Yüksek İslam Enstütüsü'nün açılması üzerine, buraya öğretim üyesi ve müdür yardımcısı olarak tayin edildi (1950) . Yüksek İslam Enstitüsü'nde müdürlük de yaptı.
Son devirde yetişen din adamlarından. Fakir bir çiftçi ailesinin çocuğudur. Babası Hasan Efendidir. 1912 senesinde Bulgaristan’ın Şumnu vilayetine bağlı Kalaycı köyünde doğdu. 1983’te İstanbul’da vefat etti.
İlk tahsilini doğduğu yerde, rüşdiye yani orta tahsilini köyüne yakın Ekizce köyünde bitirdi. Babası dini ilimlere ve alimlere son derece bağlı olduğundan onu orta tahsilinden sonra Şumnu’daki Nüvvab Mektebine gönderdi. Nüvvab Mektebinin dört senelik orta, beş senelik lise, üç senelik yüksek kısmını bitirdi. 1936 senesinde iki arkadaşı ile birlikte ihtisas için Mısır’a gitti. Orada beş sene kadar kalıp Ezher Üniversitesinin Şeriat Fakültesini (İslam Hukuku) bitirdi.
****
Zamanımızın ilim adamlarından olan Ahmed Davudoğlu, Bulgarca ve Arapça bilirdi. İslamiyeti içeriden yıkmaya yönelik, dinde reformculuk ve mezhepsizlik fitnesine karşıydı. Bu fikirleri ortaya atan Cemaleddin-i Efgani, Muhammed Abduh ve onların yolunda giden günümüz mezhepsizlerine ilmi cevaplar vermiştir. Böyle kimselerin yeterli dini tahsil görmediklerini, etrafın propagandalarına aldandıklarını yazılarında belirtmiştir.
*
Eserleri:
1) Selamet Yolları, 2) Ölüm Daha Güzeldi, 3) Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, 4) Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, 5) İbn-i Abidin Tercümesi (Yarım kalmış olup, Mehmed Savaş ve Mazhar Taşkesenlioğlu tarafından tamamlanmıştır) .
*
* PROF. DR. AHMET DAVUTOĞLU başka olup siyaset bilimci ve dışişleri bakanıdır.
Yıldızların döndükleri gök. Çoğulu eflâk'dır.
Rağıb, müfredatında aynı kelimeyi yıldızların cereyan ettikleri (aktıkları) yer olarak tarif etmiştir; fakat asıl anlatılmak istenen, yıldızların yörüngesi demek olan göktür. Felek kelimesinin kendisi de yıldızları deveran eden gök için kullanılır.
DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN. BAK:
http://www.altuntop.org/islamvebilim/felek.asp
Osmanlı döneminde, modası geçen mal ve eşyalar,
değerden düşen, saygınlığını yitiren kişiler için kullanılan bir deyimdir.
Bu deyimin hikayesi, Osmanlı Dönemindki Ahilik Teşkilatı'na dayanıyor...
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu Ahilik Teşkilatı,
ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu.
Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı.
Osmanlı döneminde ayakkabıcıların yaptıkları papuçların kalitesiz çıkması;
malzemden çalınmış olduğunun öğrenilmesi sonucu halkın veya yetkili kişilerin ayakkabıcının dükkanının önüne gelerek papucu dama atmasıdır.
Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal eden Esnafın
dükkânının, herkesin görebileceği yükseklikteki çatısına atılıyordu.
İmalatçı kişi hiç bir zaman o ürünü çatıdan kaldıramazdı.
Halk gelip geçerken çatıya bakar ve kusurlu mal miktarını gözleriyle görürdü.
Gelen geçen Halk da buna bakıp kimin iyi,
kimin kötü ayakkabı yaptığını veya tamir ettiğini bu usul ile biliyordu.
Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor,
itibarı zedeleniyor ve gerçekten 'Pabucu Dama Atılmış' oluyordu.
Kudüs’te Süleymân aleyhisselâm tarafından binâ ettirilen mescid.
Peygamber efendimiz zamânında bulunan mescidler arasında, Mekke’ye en uzak mescid olduğu için burası Mescid-i Aksâ yâni en uzak mescid ismiyle meşhûr oldu.
Beyt-ül-makdis veya Beyt-ül-mukaddes adı da verilen Mescid-i Aksâ’nın inşâsına Dâvûd aleyhisselâm başladı. Duvarlarını bir adam boyu yükseltti fakat tamamlıyamadan vefât etti. Dâvûd aleyhisselâmdan sonra hem peygamber, hem hükümdâr olan oğlu Süleymân aleyhisselâm, Beyt-ül-makdîs yâni Mescid-i Aksâ’nın inşâsını tamamlamak istedi. Allahü teâlâ tarafından emrine verilen cinleri toplayarak aralarında vazife taksîmi yaptı ve her bir cemâati bir işle vazifelendirdi. Sonra usta ve mühendislere, on iki mahallesi olan Kudüs şehrini inşâ ettirdi. Şehrin kurulması bitince, mescidin tamamlanmasını emretti. Cinlerden bir kısmı altın, gümüş ve yâkut; bir kısmı denizden saf inci; bir kısmı mücevherât ve kıymetli taşlar; bir kısmı da misk, anber ve diğer güzel kokuları getirdiler. Bütün bunlardan yeteri kadar hazırlanınca, işlemek üzere ustalar ve Fenikeli mîmârlar getirdi. Gelen ustalar, taşları yontarak bu mücevher, inci ve yâkutları işlediler. Toplanan malzemeleri kullanarak mescidin yapımını yedi senede tamamladılar. Uzaktan bakılınca bir altın parçası gibi parlayan, görenleri hayran bırakan ve o zamanda bir eşi bulunmayan bu mescide, Beyt-ül-makdis dediler.
.....
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mi’râc gecesinde Kudüs’e gelerek Mescid-i Aksâ’da namaz kıldı. Peygamber efendimizin; “Yalnız üç mescide ziyâret için gidilir: Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve benim bu mescidim (yâni Mescid-i Nebî) .” buyurarak medhettiği Mescid-i Aksâ, hicretten on altı ay sonraya kadar Müslümanların kıblesi olarak kaldı. 638 (H.16) senesinde Ömer radıyallahü anh, Sûriye seferinde, Şam’dan sonraKudüs’e uğrayıp Mescid-i Aksâ’yı ziyâret etti. Uzun senedir kendi hâline terk edilen Mescid-i Aksâ’da biriken ve etrâfı kirleten pislikleri temizletti. Ezân okutarak cemâatle namaz kıldırdı. Yahûdîlere mescide emniyetle girmek hakkını tanıdı. Hıristiyanlara da, Yahûdîleri aralarına sokmamalarını tavsiye etti.Kudüs’teki kiliselere dokunulmaması için emir verip, Hıristiyanlarla antlaşma yaptı.
Ceceli aşiretinin beyi olan Emir Bahaddin Caca’nın oğlu olan Cacaoğlu Nureddin Cebrail,
1240 yılında doğduğu tahmin edilmektedir.
Kırşehir’e büyük hizmetlerde bulunmuş, tarihi şahsiyettir.
Kırşehir’de bir mimari anıt olarak yükselen ve O devrin Astronomi Fakültesi gözüyle bakılan Caca Bey Medresesi’ni de O yaptırmıştır.....
GAZÂLÎ MUHAMMED “rahmetullahi teâlâ aleyh”: Muhammed bin Muhammed Gazâlî, islâm âlimlerinin en büyüklerindendir. 450 [m. 1058] senesinde, Îrânın Tus ya’nî Meşhed şehrinin Gazâl kariyyesinde tevellüd, 505 [m. 1111] de orada vefât etdi. Müctehid idi. İctihâdı, Şâfi’î mezhebine uygun oldu. O kadar çok kitâb yazdı ki, ömrüne bölününce, bir güne onsekiz sahîfe düşmekdedir. [484] de Bağdâdda Nizâmiyye üniversitesine profesör oldu. Hacca gidip gelince, Şâmda profesörlük yapdı. Sonra Nişâpûrda profesörlüğü zorla kabûl etdi. Kitâbları çok kıymetlidir. Garb dillerine çevrilmekdedir. (Eyyühel-veled) kitâbı arabîdir. Fârisî tercemesi, Bursada, Orhân câmi’i kütübhânesinde mevcûddür. Bu kitâbı, 1364 [m. 1945] de kurulmuş olan milletler arası ilm yayma (Unesco) teşkilâtı tarafından 1370 [m. 1951] de fransızcaya, ingilizceye ve ispanyolcaya terceme edilerek, hepsi basılmışdır. [m. 1959] da, dört alman ordinaryüs profesörünün, Gazâlînin kitâblarını okuyarak, islâm dînine âşık olduklarını ve imâmın kitâblarını almancaya çevirmekde olduklarını gazetelerde okuduk.
İmâm-ı Gazâlîye islâm felesofu diyenler oluyor. Bu büyük imâm, felesof değildir. Bir islâm âlimi, bir müctehid idi. Onun kitâblarında mevdu’ hadîs var sanan kimse, yâ onu tanımıyan, din imâmı ve müctehid ne demek olduğunu bilmiyen câhillerdendir. Yâhud Ehl-i sünnete düşman olan vehhâbîlerin tuzağına düşmüş bir zevallıdır. İslâm âlimlerinin hiçbiri felesof değildir. Felesof, islâm âlimi olamaz. Nasıl ki, cam parçası pırlanta olamaz. İslâm felesofu diye birşey yokdur. İslâmiyyetde felsefe yokdur. Binüçyüzseksenüç 1383 [m. 1963] senesinde Pâkistânda basılan (Me’ârif-üs-sünen) adındaki yedi cild kitâbın birinci cildinde de (İslâm âlimlerine göre rûh cismdir. Eski yunan felsefecileri rûh cism değildir dedi. İmâm-ı Gazâlî de böyle dedi. Onun felsefeye bağlılığı birçok yerde kendine hâkim olmuşdur) diyor. Mücessimeden olan İbni Teymiyyenin rûh hakkındaki sözlerini, islâm âlimlerinin sözü diye yazarak koca Gazâlîyi küçümsemek gafletine düşmekdedir. Arabî beş cild (İhyâ-ül-ulûm) kitâbı 1387 [m. 1968] senesinde Beyrutda ve fârisî bir cild (Kimyâ-i se’âdet) kitâbı Muhammed Şâh Rızâ Pehlevî zemânında 1374 [m. 1955] de Tahranda ve 1977 de İstanbulda basılmışdır. Bu Ehl-i sünnet kitâbının ve benzerlerinin Tahranda basılması ve Îrânda Ehl-i sünnet medrese ve tekkelerinin açılması sebebi ile taşkın şî’îler, Humeynî ismindeki bir âhundun teşvîkı ile şâha karşı isyân ederek, Îrânda Şî’î Cumhûriyyeti kurdular. (Dürret-ül-fâhire) kitâbının arabîden türkçeye tercemesi, (Kıyâmet ve Âhıret hâlleri) ismi ile basılmışdır. Îsâ aleyhisselâmın, Allahü teâlânın kulu ve Peygamberi olduğunu vesîkalarla isbât eden (Er-reddül-cemîl li-ülûhiyyet-i Îsâ bi-sarîh-il İncîl) kitâbı, fransızca tercemesi ile birlikde, 1939 senesinde Robert Chidiac tarafından Parisde basdırılmış, 1986 da İstanbulda Hakîkat Kitâbevi tarafından, ikisi de ofset ile basdırılmışdır.
İMÂM-I RABBÂNÎ AHMET EL FARUKİ “rahmetullahi teâlâ aleyh”:
Ahmed bin Abdülehad, derin âlim, büyük Velî idi. Müctehid idi. İslâm âlimlerinin gözbebeğidir. Tesavvuf bilgilerinin mütehassısı idi. Âlimlerin önderi, Velîlerin baş tâcı idi. (Mektûbât) kitâbı, üç cild olup, beşyüzotuzaltı mektûbunun toplanmasından meydâna gelmişdir. Kelâm, fıkh bilgilerini ve Resûlullahın güzel ahlâkını açıklıyan bir deryâdır. Bu deryâdan inci mercan çıkarmak, ancak usta dalgıclara nasîb olur. Fârisî aslı Hindistânda ve Efganistânda basılmış ise de, 1392 [m. 1972] senesinde Pâkistânda basılmış olanı pek nefîsdir. Bu fârisî baskının, foto-kopisi 1397 [m. 1976] senesinde, İstanbulda İhlâs Vakfı tarafından gâyet nefîs olarak basdırılmışdır. Birinci cildi türkçeye terceme edilerek (Müjdeci Mektûblar tercemesi) adı ile basdırıldı. Fârisî el yazması, İstanbul Bâyezîd kütübhânesinde [1790] sayıda ve Süleymâniyyenin çeşidli kısmlarında vardır. 971 [m. 1563] de Hindistânda, Serhend şehrinde tevellüd etdi. Ömrünün sonuna doğru, mezhebsizlerin iftirâları üzerine, 1027 senesinde Selîm şâh tarafından Gwaliyar şehrinde habs edildi. [1029] da çıkarıldı. Bin rupye ihsân olunup, iki sene dahâ askerde kaldı. Kış aylarında nefes darlığı olurdu. [1624] Kanûn-ı evvel [aralık] ayının onuncu ve binotuzdört 1034 Safer ayı yirmidokuzuncu salı günü, Serhendde vefât etdi. Evinin yanına defn edildi. Efganistân pâdişâhı Şâh-i zemân, imâm için büyük ve çok san’atli bir türbe yapdırdı. İki oğlu Muhammed Sâdık ve Muhammed Sa’îd de bu türbededirler. Şâh-i zemân, on metre uzakdaki türbede zevcesi ile birlikdedir.
(Mektûbât) kitâbını Muhammed Murâd-ı Kazânî fârisî dilinden arabîye terceme etmişdir. Bundan seçilen yüzdoksandört ve fârisî (Mektûbât) dan seçilen yüzellibir mektûb (Müntehabât) adı ile iki kitâb hâlinde basdırılmışdır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hâl tercemesi, Muhammed Hâşim-i Keşmî tarafından fârisî olarak yazılmış, buna (Berekât) veyâ (Makâmât-i Ahmediyye) ve (Zübde-tül-makâmât) denilmişdir. Muhammed Ma’sûm-i Fârûkînin torununun oğlu olan Gulâm Muhammed Ma’sûmun torununun torunu hâce Muhammed Fadlullah, (Umde-tül-makâmât) adındaki fârisî kitâbında, dedelerinin hayâtlarını uzun bildirmekdedir. 1397 de Kâbilde ve 1416 [m.1996] da İstanbulda basılmışdır. 99.cu sahîfesinde diyor ki, (İmâm-ı Rabbânînin ondördüncü dedesi Şihâbüddîn Alî Ferrûh Şâh, Gaznevî sultânlarının Kâbil vâlîsi idi. Gaznevî hükümeti yıkılınca, Kâbilde hükümet reîsi oldu. Birkaç sene sonra, hükümeti terk ederek, tesavvûfda çalışarak büyük velî oldu. Kâbil civârında medfûndur. Mahdûm-ı cihâniyân seyyid Celâlüddîn-i Buhârî Buhârâdan Hindistâna gelirken, dâmâdı ve halîfesi olan imâm-ı Refî’üddîni berâber getirdi. İmâm-ı Refî’üddîn, imâm-ı Rabbânînin altıncı ceddidir. Delhî sultânı Firûz Şâhın emri ile, ormanlık olan Serhendi şehr hâline koydu. Şehr hâricindeki türbededir. İmâm-ı Rabbânînin valîdesi de burada medfûndur) . İhlâs vakfının İstanbulda neşr etdiği (The Proof of Prophethood) kitâbında, ingilizce olarak yazılıdır. Muhammed Fadlullah, [1238] de Kandihârda vefât etdi. Bedrüddîn-i Serhendînin fârisî (Hadarât-ül-kuds) kitâbında da, hâl tercemesi uzun yazılıdır. Bu kitâb 1391 [m. 1971] de Pâkistânda çok güzel basılmışdır. İstanbul Bâyezîd kütübhânesinde [1788] sayıda el yazısı ile vardır. Hâce zâde Ahmed Hilmi efendinin İstanbulda [1318] de basılan türkçe (Hadîka-tül-evliyâ) kitâbı da, İmâm-ı Rabbânînin ve üstâdlarının hayâtlarını ve kerâmetlerini uzun bildirmekdedir.
Şâh-ı Dehlevî Gulâm Alî Abdüllah “kuddise sirruh”, talebesinin büyüklerinden mevlânâ Hâlid-i Bağdâdîye “kuddise sirruh” gönderdikleri bir mektûbda, Mevlânânın derece ve fazîletlerini uzun uzun anlatdıkdan sonra, İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” hakkında şöyle buyuruyor: (Âlimler ve ârifler söylemişler ve yazmışlardır ki, imâm-ı Rabbânîyi sevenler, mü’min ve müttekî olanlardır. Sevmiyenler de, münâfık ve şakîlerdir. İslâm memleketleri hazret-i Müceddidin feyz ve nûrları ile doldu. Bütün müslimânlara, hazret-i Müceddidin “rahmetullahi aleyh” ni’metlerine şükr ve hamd etmesi vâcib oldu.) Başka bir mektûbunda, (İnsanda bulunabilecek her kemâli, her üstünlüğü, Allahü teâlâ, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine vermişdir. Vermediği yalnız Peygamberlik makâmı kalmışdır) demiş ve aşağıdaki rubâ’îyi yazmışdır:
Her letâfet ki, nihân bûd pes-i perde-i gayb,
heme der sûret-i hûb-i tû ıyân sâhte end,
Herçi ber safha-i endîşe keşed kilk-i hıyâl,
şekl-i matbû’i tû zîbâ-ter ezân sâhte end.
1394 [m. 1974] senesinde, Pâkistânın Şeyhûfûre şehrinde, Urdu dili ile basılmış olan (Meslek-i Müceddid) kitâbında ve (El-Hadâik-ul-verdiyye) kitâbında da, imâm-ı Rabbânî hazretlerinin hâl tercemesi yazılıdır. Bu iki kitâbdaki hâl tercemeleri bir arada olarak, 1396 [m. 1976] senesinde, İstanbulda ofset yolu ile basdırılmışdır. (Hak Sözün Vesîkaları) nda da çok güzel yazılıdır.
Muhammed bin yâr Muhammed Burhânpûrînin (Atıyyet-ül-vehhâb El-fâsılatü beynel-hakkı vessavâb firreddi alelmu’terıdı aleşşeyhi Ahmed-el-Fârûkî) kitâbında kerâmetleri yazılıdır. Bu kitâb, arabî mektûbâtın üçüncü cildi hâşiyesinde basılmışdır. Muhammed beg 1110 [m. 1698] da vefât etdi.
İmâm-ı Rabbânînin fârisî (Redd-i revâfıd) kitâbı ve türkçe tercemesi ve (İsbât-ün-nübüvvet) ve (Mebde ve me’âd) kitâbı İstanbulda neşr edilmişdir. (Âdâb-ül-mürîdîn) , (Ta’lîkât-ül-avârif) , (Tehlîliyye) , (Şerh-ı rubâ’ıyyât-i Abd-il-Bâkî) , (Me’ârif-i ledünniyye) , (Mükâşefât-i gaybiyye) ve başka eserleri de vardır. (Çehl hadîs-i mubârek) risâlesi, (Mükâşefât) kitâbının sonunda basılmışdır.
Yılmaz KÖKSAL, Adana'nın Osmaniye İlçesinde dünyaya geldi.
İlkokulu bitirerek Adana'dan İstanbul'a geldi ve Tophane Sanat Enstitüsünde okudu.
KÖKSAL soy isminin Kırşehir’de çok oluşu sebebiyle Her ne kadar Kırşehirli olduğu söylendi ise de isbat edilemedi.
Bir süre gemilerde çalışarak Avrupayı dolaştı.
Astsubay okulunun sınavlarına girer ve kazanır ancak boyu 1 santimetre kısa olduğu için okula alınmaz.
Tunç BAŞARAN ın Orhan KEMAL’in aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı “Murtaza” filminde “Dubara” rolünü oynayarak sinemaya geçti. Uzun bir süre ikinci derecede rollerde oynadıktan sonra 1970 de Çetin İNANÇ’ın yönettiği “ çeko” filminde başrole yükseldi.
Filmin beğenilmesi üzerine şansı açılarak macera filmlerinin aranan ve sevilen oyuncularından oldu.
İzleyici KÖKSAL 'ı hep sevdi bağrına bastı.
Özel televizyonların çoğalmasıyla sinema ve dizi filmlerde oynamaya devam etmektedir.
Hz. Osman tüccâr idi. Çok zengin idi. Bütün malını ve mülkünü Resûlullah için feda etti. Hadis-i şerifler ile medh olundu. Hilmi ve hayâsı pek fazla idi. 24. senesinin birinci günü halîfe oldu. Zamanında Horasan, Hindistân, Mâverâünnehr, Semerkand, Kıbrıs, Kafkasya, Afrikanın birçok yerleri ve Endülüs feth edildi. Acem devletini tarihten sildi. Amcası oğlu Mervan bin Hakemi vezîr yaptı. Abdüllah bin Sebe' adındaki Yemenli bir yahudi, müslüman şekline girerek, islâmiyeti içerden parçalamaya, yıkmaya uğraştı. Medînede çok çalıştı ise de, başaramıyacağını anlayıp Mısrda, fitne, fesat yaymaya başladı. Câhil ve serseri Mısr çingenelerini aldatarak bir çapulcu alayı Medîneye gelip, 35. yılda halîfeyi şehit ettiler. 82 yaşında, Kur'an-ı Kerim okurken şehit oldu. Bakî'dedir. Vehhâbîler, türbesini yıktı. Orta boylu, kaba sakallı, buğday benizli, şanlı bir zat idi. Hz. Ebû Bekrin topladığı Kur'an-ı Kerimi çoğaltarak vilâyetlere dağıttı.
Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta’yîn ettiği vâliler, askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi. İslâm memleketleri batıda İspanya’ya, doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi.
* ABDÜLHAKİM ALTUNTOP
** 1964 yılında Kırşehir’in Özbağ Kasabası'na bağlı olan Kışlapınar Mahallesi’nde dünyaya gelmişim.. Kırşehir Lisesi’nden 1983 yılında mezun oldum. 1990 yılında kamu görevlisi olarak iş hayatına başladım. 2000 yılından bugüne .. internet ile ilg ...
ahmet davutoğlu
11.09.2010 - 21:49* 1959 yılında Konya'nın Taşkent ilçesinde doğan Prof.Dr. Ahmet DAVUTOĞLU,
İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra,
1983–84 eğitim öğretim yılında Boğaziçi Üniversitesi'nin 'Ekonomi' ve 'Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler' bölümlerini çift ana dal programıyla(ÇAP) bitirdi. Aynı üniversitenin 'Kamu Yönetimi' bölümünde yüksek lisans,
'Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler' bölümünde doktora yaptı.
* 1912 senesinde Bulgaristan’ın Şumnu vilayetine bağlı Kalaycı köyünde doğan ve
Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri isimli çok önemli kitabı olan,
Son devirde yetişen din adamlarından AHMED DAVUDOĞLU başka olup, Yüksek İslam Enstitüsü'nde müdürlük yapmışdır.
* 1983’te İstanbul’da vefat etti.
AHMED DAVUDOĞLU
11.09.2010 - 19:21Bulgaristan'da Rus işgali ve komünist yönetimin işbaşına geçmesinden sonra tutuklanarak toplama kamplarına gönderildi (1944) . Baraj inşaatında amele olarak çalıştıktan sonra, hastalanması üzerine serbest bırakıldı. Varna'daki Türk Konsolosluğu'na iltica talebiyle başvurdu. Aradan yıllar geçtikten sonra iltica talebi kabul edilerek Türkiye'ye göç etti (1949) .
Önce Yedikule Küçükefendi Camii’ne İmam Hatip olarak atandı. Bir süre de gezici vaizlik ve 3 yıl Bursa Orhangazi Müftülüğü yaptı. Bundan sonra İstanbul Fatih Camii Kütüphanesi memurluğuna nakledildi.
Bir süre İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptıktan sonra, İstanbul Yüksek İslam Enstütüsü'nün açılması üzerine, buraya öğretim üyesi ve müdür yardımcısı olarak tayin edildi (1950) . Yüksek İslam Enstitüsü'nde müdürlük de yaptı.
AHMED DAVUDOĞLU
11.09.2010 - 18:56Son devirde yetişen din adamlarından. Fakir bir çiftçi ailesinin çocuğudur. Babası Hasan Efendidir. 1912 senesinde Bulgaristan’ın Şumnu vilayetine bağlı Kalaycı köyünde doğdu. 1983’te İstanbul’da vefat etti.
İlk tahsilini doğduğu yerde, rüşdiye yani orta tahsilini köyüne yakın Ekizce köyünde bitirdi. Babası dini ilimlere ve alimlere son derece bağlı olduğundan onu orta tahsilinden sonra Şumnu’daki Nüvvab Mektebine gönderdi. Nüvvab Mektebinin dört senelik orta, beş senelik lise, üç senelik yüksek kısmını bitirdi. 1936 senesinde iki arkadaşı ile birlikte ihtisas için Mısır’a gitti. Orada beş sene kadar kalıp Ezher Üniversitesinin Şeriat Fakültesini (İslam Hukuku) bitirdi.
****
Zamanımızın ilim adamlarından olan Ahmed Davudoğlu, Bulgarca ve Arapça bilirdi. İslamiyeti içeriden yıkmaya yönelik, dinde reformculuk ve mezhepsizlik fitnesine karşıydı. Bu fikirleri ortaya atan Cemaleddin-i Efgani, Muhammed Abduh ve onların yolunda giden günümüz mezhepsizlerine ilmi cevaplar vermiştir. Böyle kimselerin yeterli dini tahsil görmediklerini, etrafın propagandalarına aldandıklarını yazılarında belirtmiştir.
*
Eserleri:
1) Selamet Yolları, 2) Ölüm Daha Güzeldi, 3) Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, 4) Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, 5) İbn-i Abidin Tercümesi (Yarım kalmış olup, Mehmed Savaş ve Mazhar Taşkesenlioğlu tarafından tamamlanmıştır) .
*
* PROF. DR. AHMET DAVUTOĞLU başka olup siyaset bilimci ve dışişleri bakanıdır.
felek
26.08.2010 - 14:57Yıldızların döndükleri gök. Çoğulu eflâk'dır.
Rağıb, müfredatında aynı kelimeyi yıldızların cereyan ettikleri (aktıkları) yer olarak tarif etmiştir; fakat asıl anlatılmak istenen, yıldızların yörüngesi demek olan göktür. Felek kelimesinin kendisi de yıldızları deveran eden gök için kullanılır.
DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN. BAK:
http://www.altuntop.org/islamvebilim/felek.asp
facebook
24.02.2010 - 13:21'SIR VERME DOSTUNA;
DOSTUNUN DOSTU OLUR,
O DA SÖYLER DOSTUNA.' Atasözünü Hatırlatıyor.
pabucu dama atılmak
24.02.2010 - 13:13Osmanlı döneminde, modası geçen mal ve eşyalar,
değerden düşen, saygınlığını yitiren kişiler için kullanılan bir deyimdir.
Bu deyimin hikayesi, Osmanlı Dönemindki Ahilik Teşkilatı'na dayanıyor...
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu Ahilik Teşkilatı,
ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu.
Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı.
Osmanlı döneminde ayakkabıcıların yaptıkları papuçların kalitesiz çıkması;
malzemden çalınmış olduğunun öğrenilmesi sonucu halkın veya yetkili kişilerin ayakkabıcının dükkanının önüne gelerek papucu dama atmasıdır.
Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal eden Esnafın
dükkânının, herkesin görebileceği yükseklikteki çatısına atılıyordu.
İmalatçı kişi hiç bir zaman o ürünü çatıdan kaldıramazdı.
Halk gelip geçerken çatıya bakar ve kusurlu mal miktarını gözleriyle görürdü.
Gelen geçen Halk da buna bakıp kimin iyi,
kimin kötü ayakkabı yaptığını veya tamir ettiğini bu usul ile biliyordu.
Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor,
itibarı zedeleniyor ve gerçekten 'Pabucu Dama Atılmış' oluyordu.
mescidi aksa
23.01.2010 - 13:21Kudüs’te Süleymân aleyhisselâm tarafından binâ ettirilen mescid.
Peygamber efendimiz zamânında bulunan mescidler arasında, Mekke’ye en uzak mescid olduğu için burası Mescid-i Aksâ yâni en uzak mescid ismiyle meşhûr oldu.
Beyt-ül-makdis veya Beyt-ül-mukaddes adı da verilen Mescid-i Aksâ’nın inşâsına Dâvûd aleyhisselâm başladı. Duvarlarını bir adam boyu yükseltti fakat tamamlıyamadan vefât etti. Dâvûd aleyhisselâmdan sonra hem peygamber, hem hükümdâr olan oğlu Süleymân aleyhisselâm, Beyt-ül-makdîs yâni Mescid-i Aksâ’nın inşâsını tamamlamak istedi. Allahü teâlâ tarafından emrine verilen cinleri toplayarak aralarında vazife taksîmi yaptı ve her bir cemâati bir işle vazifelendirdi. Sonra usta ve mühendislere, on iki mahallesi olan Kudüs şehrini inşâ ettirdi. Şehrin kurulması bitince, mescidin tamamlanmasını emretti. Cinlerden bir kısmı altın, gümüş ve yâkut; bir kısmı denizden saf inci; bir kısmı mücevherât ve kıymetli taşlar; bir kısmı da misk, anber ve diğer güzel kokuları getirdiler. Bütün bunlardan yeteri kadar hazırlanınca, işlemek üzere ustalar ve Fenikeli mîmârlar getirdi. Gelen ustalar, taşları yontarak bu mücevher, inci ve yâkutları işlediler. Toplanan malzemeleri kullanarak mescidin yapımını yedi senede tamamladılar. Uzaktan bakılınca bir altın parçası gibi parlayan, görenleri hayran bırakan ve o zamanda bir eşi bulunmayan bu mescide, Beyt-ül-makdis dediler.
.....
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mi’râc gecesinde Kudüs’e gelerek Mescid-i Aksâ’da namaz kıldı. Peygamber efendimizin; “Yalnız üç mescide ziyâret için gidilir: Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve benim bu mescidim (yâni Mescid-i Nebî) .” buyurarak medhettiği Mescid-i Aksâ, hicretten on altı ay sonraya kadar Müslümanların kıblesi olarak kaldı. 638 (H.16) senesinde Ömer radıyallahü anh, Sûriye seferinde, Şam’dan sonraKudüs’e uğrayıp Mescid-i Aksâ’yı ziyâret etti. Uzun senedir kendi hâline terk edilen Mescid-i Aksâ’da biriken ve etrâfı kirleten pislikleri temizletti. Ezân okutarak cemâatle namaz kıldırdı. Yahûdîlere mescide emniyetle girmek hakkını tanıdı. Hıristiyanlara da, Yahûdîleri aralarına sokmamalarını tavsiye etti.Kudüs’teki kiliselere dokunulmaması için emir verip, Hıristiyanlarla antlaşma yaptı.
özbağ
08.09.2009 - 13:03Kırşehir Merkeze ilçeye bağlı, 1958 yılında kurulmuş güzel ve şirin bir kasabadır.
WEB: http://www.ozbagnet.somee.com
CACABEY
06.09.2009 - 14:47Ceceli aşiretinin beyi olan Emir Bahaddin Caca’nın oğlu olan Cacaoğlu Nureddin Cebrail,
1240 yılında doğduğu tahmin edilmektedir.
Kırşehir’e büyük hizmetlerde bulunmuş, tarihi şahsiyettir.
Kırşehir’de bir mimari anıt olarak yükselen ve O devrin Astronomi Fakültesi gözüyle bakılan Caca Bey Medresesi’ni de O yaptırmıştır.....
web: www.altuntop.org/islamvebilim/cacabeymedresesi.asp
erevik
30.08.2009 - 18:23Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Ahmet Kutsi TECER
KIRŞEHİR
25.08.2009 - 13:36Ol vakit Kırşehri ulu şehirdi
Orta yerinden geçen hem nehirdi,
Onsekiz bin derler evi var idi,
Burcu burcu çevresi hisar idi.
AŞIK PAŞA
İlimiz Kırşehir ve İlçelerini tanıtmak ve tanıtmak için;
WEB: http://www.altuntop.somee.com/Kirsehir/
anka kuşu
29.07.2005 - 21:37ANKA KUŞU
Bir kuşum var, sanıl söyleyeyim sana;
Anka ile bulunur daim yan yana,
Anka'nın adını dumuştur herkes, Kimse bilmez cismini;
Benim kuşumu görmüştür herkes, Kimse bilmez ismini.
Ankâ avlanılmaz, tuzağı topla!
Tuzağa giren, olur yalnız hava.
imam-ı gazali
22.07.2005 - 17:50GAZÂLÎ MUHAMMED “rahmetullahi teâlâ aleyh”: Muhammed bin Muhammed Gazâlî, islâm âlimlerinin en büyüklerindendir. 450 [m. 1058] senesinde, Îrânın Tus ya’nî Meşhed şehrinin Gazâl kariyyesinde tevellüd, 505 [m. 1111] de orada vefât etdi. Müctehid idi. İctihâdı, Şâfi’î mezhebine uygun oldu. O kadar çok kitâb yazdı ki, ömrüne bölününce, bir güne onsekiz sahîfe düşmekdedir. [484] de Bağdâdda Nizâmiyye üniversitesine profesör oldu. Hacca gidip gelince, Şâmda profesörlük yapdı. Sonra Nişâpûrda profesörlüğü zorla kabûl etdi. Kitâbları çok kıymetlidir. Garb dillerine çevrilmekdedir. (Eyyühel-veled) kitâbı arabîdir. Fârisî tercemesi, Bursada, Orhân câmi’i kütübhânesinde mevcûddür. Bu kitâbı, 1364 [m. 1945] de kurulmuş olan milletler arası ilm yayma (Unesco) teşkilâtı tarafından 1370 [m. 1951] de fransızcaya, ingilizceye ve ispanyolcaya terceme edilerek, hepsi basılmışdır. [m. 1959] da, dört alman ordinaryüs profesörünün, Gazâlînin kitâblarını okuyarak, islâm dînine âşık olduklarını ve imâmın kitâblarını almancaya çevirmekde olduklarını gazetelerde okuduk.
İmâm-ı Gazâlîye islâm felesofu diyenler oluyor. Bu büyük imâm, felesof değildir. Bir islâm âlimi, bir müctehid idi. Onun kitâblarında mevdu’ hadîs var sanan kimse, yâ onu tanımıyan, din imâmı ve müctehid ne demek olduğunu bilmiyen câhillerdendir. Yâhud Ehl-i sünnete düşman olan vehhâbîlerin tuzağına düşmüş bir zevallıdır. İslâm âlimlerinin hiçbiri felesof değildir. Felesof, islâm âlimi olamaz. Nasıl ki, cam parçası pırlanta olamaz. İslâm felesofu diye birşey yokdur. İslâmiyyetde felsefe yokdur. Binüçyüzseksenüç 1383 [m. 1963] senesinde Pâkistânda basılan (Me’ârif-üs-sünen) adındaki yedi cild kitâbın birinci cildinde de (İslâm âlimlerine göre rûh cismdir. Eski yunan felsefecileri rûh cism değildir dedi. İmâm-ı Gazâlî de böyle dedi. Onun felsefeye bağlılığı birçok yerde kendine hâkim olmuşdur) diyor. Mücessimeden olan İbni Teymiyyenin rûh hakkındaki sözlerini, islâm âlimlerinin sözü diye yazarak koca Gazâlîyi küçümsemek gafletine düşmekdedir. Arabî beş cild (İhyâ-ül-ulûm) kitâbı 1387 [m. 1968] senesinde Beyrutda ve fârisî bir cild (Kimyâ-i se’âdet) kitâbı Muhammed Şâh Rızâ Pehlevî zemânında 1374 [m. 1955] de Tahranda ve 1977 de İstanbulda basılmışdır. Bu Ehl-i sünnet kitâbının ve benzerlerinin Tahranda basılması ve Îrânda Ehl-i sünnet medrese ve tekkelerinin açılması sebebi ile taşkın şî’îler, Humeynî ismindeki bir âhundun teşvîkı ile şâha karşı isyân ederek, Îrânda Şî’î Cumhûriyyeti kurdular. (Dürret-ül-fâhire) kitâbının arabîden türkçeye tercemesi, (Kıyâmet ve Âhıret hâlleri) ismi ile basılmışdır. Îsâ aleyhisselâmın, Allahü teâlânın kulu ve Peygamberi olduğunu vesîkalarla isbât eden (Er-reddül-cemîl li-ülûhiyyet-i Îsâ bi-sarîh-il İncîl) kitâbı, fransızca tercemesi ile birlikde, 1939 senesinde Robert Chidiac tarafından Parisde basdırılmış, 1986 da İstanbulda Hakîkat Kitâbevi tarafından, ikisi de ofset ile basdırılmışdır.
ahmet el faruki
20.07.2005 - 12:21İMÂM-I RABBÂNÎ AHMET EL FARUKİ “rahmetullahi teâlâ aleyh”:
Ahmed bin Abdülehad, derin âlim, büyük Velî idi. Müctehid idi. İslâm âlimlerinin gözbebeğidir. Tesavvuf bilgilerinin mütehassısı idi. Âlimlerin önderi, Velîlerin baş tâcı idi. (Mektûbât) kitâbı, üç cild olup, beşyüzotuzaltı mektûbunun toplanmasından meydâna gelmişdir. Kelâm, fıkh bilgilerini ve Resûlullahın güzel ahlâkını açıklıyan bir deryâdır. Bu deryâdan inci mercan çıkarmak, ancak usta dalgıclara nasîb olur. Fârisî aslı Hindistânda ve Efganistânda basılmış ise de, 1392 [m. 1972] senesinde Pâkistânda basılmış olanı pek nefîsdir. Bu fârisî baskının, foto-kopisi 1397 [m. 1976] senesinde, İstanbulda İhlâs Vakfı tarafından gâyet nefîs olarak basdırılmışdır. Birinci cildi türkçeye terceme edilerek (Müjdeci Mektûblar tercemesi) adı ile basdırıldı. Fârisî el yazması, İstanbul Bâyezîd kütübhânesinde [1790] sayıda ve Süleymâniyyenin çeşidli kısmlarında vardır. 971 [m. 1563] de Hindistânda, Serhend şehrinde tevellüd etdi. Ömrünün sonuna doğru, mezhebsizlerin iftirâları üzerine, 1027 senesinde Selîm şâh tarafından Gwaliyar şehrinde habs edildi. [1029] da çıkarıldı. Bin rupye ihsân olunup, iki sene dahâ askerde kaldı. Kış aylarında nefes darlığı olurdu. [1624] Kanûn-ı evvel [aralık] ayının onuncu ve binotuzdört 1034 Safer ayı yirmidokuzuncu salı günü, Serhendde vefât etdi. Evinin yanına defn edildi. Efganistân pâdişâhı Şâh-i zemân, imâm için büyük ve çok san’atli bir türbe yapdırdı. İki oğlu Muhammed Sâdık ve Muhammed Sa’îd de bu türbededirler. Şâh-i zemân, on metre uzakdaki türbede zevcesi ile birlikdedir.
(Mektûbât) kitâbını Muhammed Murâd-ı Kazânî fârisî dilinden arabîye terceme etmişdir. Bundan seçilen yüzdoksandört ve fârisî (Mektûbât) dan seçilen yüzellibir mektûb (Müntehabât) adı ile iki kitâb hâlinde basdırılmışdır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hâl tercemesi, Muhammed Hâşim-i Keşmî tarafından fârisî olarak yazılmış, buna (Berekât) veyâ (Makâmât-i Ahmediyye) ve (Zübde-tül-makâmât) denilmişdir. Muhammed Ma’sûm-i Fârûkînin torununun oğlu olan Gulâm Muhammed Ma’sûmun torununun torunu hâce Muhammed Fadlullah, (Umde-tül-makâmât) adındaki fârisî kitâbında, dedelerinin hayâtlarını uzun bildirmekdedir. 1397 de Kâbilde ve 1416 [m.1996] da İstanbulda basılmışdır. 99.cu sahîfesinde diyor ki, (İmâm-ı Rabbânînin ondördüncü dedesi Şihâbüddîn Alî Ferrûh Şâh, Gaznevî sultânlarının Kâbil vâlîsi idi. Gaznevî hükümeti yıkılınca, Kâbilde hükümet reîsi oldu. Birkaç sene sonra, hükümeti terk ederek, tesavvûfda çalışarak büyük velî oldu. Kâbil civârında medfûndur. Mahdûm-ı cihâniyân seyyid Celâlüddîn-i Buhârî Buhârâdan Hindistâna gelirken, dâmâdı ve halîfesi olan imâm-ı Refî’üddîni berâber getirdi. İmâm-ı Refî’üddîn, imâm-ı Rabbânînin altıncı ceddidir. Delhî sultânı Firûz Şâhın emri ile, ormanlık olan Serhendi şehr hâline koydu. Şehr hâricindeki türbededir. İmâm-ı Rabbânînin valîdesi de burada medfûndur) . İhlâs vakfının İstanbulda neşr etdiği (The Proof of Prophethood) kitâbında, ingilizce olarak yazılıdır. Muhammed Fadlullah, [1238] de Kandihârda vefât etdi. Bedrüddîn-i Serhendînin fârisî (Hadarât-ül-kuds) kitâbında da, hâl tercemesi uzun yazılıdır. Bu kitâb 1391 [m. 1971] de Pâkistânda çok güzel basılmışdır. İstanbul Bâyezîd kütübhânesinde [1788] sayıda el yazısı ile vardır. Hâce zâde Ahmed Hilmi efendinin İstanbulda [1318] de basılan türkçe (Hadîka-tül-evliyâ) kitâbı da, İmâm-ı Rabbânînin ve üstâdlarının hayâtlarını ve kerâmetlerini uzun bildirmekdedir.
Şâh-ı Dehlevî Gulâm Alî Abdüllah “kuddise sirruh”, talebesinin büyüklerinden mevlânâ Hâlid-i Bağdâdîye “kuddise sirruh” gönderdikleri bir mektûbda, Mevlânânın derece ve fazîletlerini uzun uzun anlatdıkdan sonra, İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” hakkında şöyle buyuruyor: (Âlimler ve ârifler söylemişler ve yazmışlardır ki, imâm-ı Rabbânîyi sevenler, mü’min ve müttekî olanlardır. Sevmiyenler de, münâfık ve şakîlerdir. İslâm memleketleri hazret-i Müceddidin feyz ve nûrları ile doldu. Bütün müslimânlara, hazret-i Müceddidin “rahmetullahi aleyh” ni’metlerine şükr ve hamd etmesi vâcib oldu.) Başka bir mektûbunda, (İnsanda bulunabilecek her kemâli, her üstünlüğü, Allahü teâlâ, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine vermişdir. Vermediği yalnız Peygamberlik makâmı kalmışdır) demiş ve aşağıdaki rubâ’îyi yazmışdır:
Her letâfet ki, nihân bûd pes-i perde-i gayb,
heme der sûret-i hûb-i tû ıyân sâhte end,
Herçi ber safha-i endîşe keşed kilk-i hıyâl,
şekl-i matbû’i tû zîbâ-ter ezân sâhte end.
1394 [m. 1974] senesinde, Pâkistânın Şeyhûfûre şehrinde, Urdu dili ile basılmış olan (Meslek-i Müceddid) kitâbında ve (El-Hadâik-ul-verdiyye) kitâbında da, imâm-ı Rabbânî hazretlerinin hâl tercemesi yazılıdır. Bu iki kitâbdaki hâl tercemeleri bir arada olarak, 1396 [m. 1976] senesinde, İstanbulda ofset yolu ile basdırılmışdır. (Hak Sözün Vesîkaları) nda da çok güzel yazılıdır.
Muhammed bin yâr Muhammed Burhânpûrînin (Atıyyet-ül-vehhâb El-fâsılatü beynel-hakkı vessavâb firreddi alelmu’terıdı aleşşeyhi Ahmed-el-Fârûkî) kitâbında kerâmetleri yazılıdır. Bu kitâb, arabî mektûbâtın üçüncü cildi hâşiyesinde basılmışdır. Muhammed beg 1110 [m. 1698] da vefât etdi.
İmâm-ı Rabbânînin fârisî (Redd-i revâfıd) kitâbı ve türkçe tercemesi ve (İsbât-ün-nübüvvet) ve (Mebde ve me’âd) kitâbı İstanbulda neşr edilmişdir. (Âdâb-ül-mürîdîn) , (Ta’lîkât-ül-avârif) , (Tehlîliyye) , (Şerh-ı rubâ’ıyyât-i Abd-il-Bâkî) , (Me’ârif-i ledünniyye) , (Mükâşefât-i gaybiyye) ve başka eserleri de vardır. (Çehl hadîs-i mubârek) risâlesi, (Mükâşefât) kitâbının sonunda basılmışdır.
vatan
28.06.2005 - 10:37Bülbülü altun kafese koymuşlar,
bülbül:'ah vatan' demiş.
Yılmaz Köksal
25.05.2005 - 13:55Yılmaz KÖKSAL, Adana'nın Osmaniye İlçesinde dünyaya geldi.
İlkokulu bitirerek Adana'dan İstanbul'a geldi ve Tophane Sanat Enstitüsünde okudu.
KÖKSAL soy isminin Kırşehir’de çok oluşu sebebiyle Her ne kadar Kırşehirli olduğu söylendi ise de isbat edilemedi.
Bir süre gemilerde çalışarak Avrupayı dolaştı.
Astsubay okulunun sınavlarına girer ve kazanır ancak boyu 1 santimetre kısa olduğu için okula alınmaz.
Tunç BAŞARAN ın Orhan KEMAL’in aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı “Murtaza” filminde “Dubara” rolünü oynayarak sinemaya geçti. Uzun bir süre ikinci derecede rollerde oynadıktan sonra 1970 de Çetin İNANÇ’ın yönettiği “ çeko” filminde başrole yükseldi.
Filmin beğenilmesi üzerine şansı açılarak macera filmlerinin aranan ve sevilen oyuncularından oldu.
İzleyici KÖKSAL 'ı hep sevdi bağrına bastı.
Özel televizyonların çoğalmasıyla sinema ve dizi filmlerde oynamaya devam etmektedir.
BAŞLICA FİLMLERİ: Murtaza, Çeko, Hoş Memo, Kahpe Bizans, Kurdoğlu, Yusuf Yüzlü, vd.....
hz.osman
06.05.2005 - 16:08Hz. Osman tüccâr idi. Çok zengin idi. Bütün malını ve mülkünü Resûlullah için feda etti. Hadis-i şerifler ile medh olundu. Hilmi ve hayâsı pek fazla idi. 24. senesinin birinci günü halîfe oldu. Zamanında Horasan, Hindistân, Mâverâünnehr, Semerkand, Kıbrıs, Kafkasya, Afrikanın birçok yerleri ve Endülüs feth edildi. Acem devletini tarihten sildi. Amcası oğlu Mervan bin Hakemi vezîr yaptı. Abdüllah bin Sebe' adındaki Yemenli bir yahudi, müslüman şekline girerek, islâmiyeti içerden parçalamaya, yıkmaya uğraştı. Medînede çok çalıştı ise de, başaramıyacağını anlayıp Mısrda, fitne, fesat yaymaya başladı. Câhil ve serseri Mısr çingenelerini aldatarak bir çapulcu alayı Medîneye gelip, 35. yılda halîfeyi şehit ettiler. 82 yaşında, Kur'an-ı Kerim okurken şehit oldu. Bakî'dedir. Vehhâbîler, türbesini yıktı. Orta boylu, kaba sakallı, buğday benizli, şanlı bir zat idi. Hz. Ebû Bekrin topladığı Kur'an-ı Kerimi çoğaltarak vilâyetlere dağıttı.
Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta’yîn ettiği vâliler, askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi. İslâm memleketleri batıda İspanya’ya, doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi.
* ABDÜLHAKİM ALTUNTOP
Toplam 17 mesaj bulundu