O 'en büyük leke'ye takılıp kalmadım, dünyaya
bulaşmadım. Öğretmenliği ve sessizliği seçtim, hale
bakıp sözlere aldırmadım diye, ALLAH'a hamdediyorum;
içim içime sığmıyor. Onlar altın topladılar, ben
hazine buldum. Onlar saraylar inşa edip bir kaç koltuk
elde ettiler, ben tapınak inşa ettim ve iyilik
tanrısının sonsuz iklimlerinde, saltanat tahtına
kuruldum. Onlar bağ bahçe aldılar, ben ise mucizelerin
yeşil ülkesine sahibim. Onlar masa başlarında
gururlandılar, ben aşk tapınağının minaresinde,
gururumu ayaklar altına aldım. Onlar Kayser'in
köleleri oldular, ben ise 'Hekim'in sahabesi oldum.
Onlar yoldan saptılar, el ve avuçlarını doldurdular,
ben ise kaldım ve elim avucum boş bir halde, inzivayı
tercih ettim.
Onlar adlarını ekmeğe sattılar, ben adımı suya verdim.
Hızır'dan daha çabuk, İskender'den daha önce hedefe
ulaştım. Onlar lezzet ve zevk aldılar, ben ise gam ve
keder.. Onlar
altın ve gümüş sergilediler, ben Mevlana gibi, Şems'te
açtım ve Şems'te yandım. Gönül sofrasını açtım, dert
sergisini yaydım. Kandan şarap içtim. Onlar para
babası oldular, ben dert babası. Onlar yaşamaya
bağlandılar, ben yaşama. Onlar bakanlık elde ettiler,
ben saltanat. Onları yalanla övüyorlarsa, birileri
beni gerçek manada kutsuyoorlar. Onları, içlerinden
düşman, beni ise kalben dost biliyorlar. Onlara
işlerini rapor ederlerken, bana hallerini rapor
ediyorlar. Onlar özgürlüğe ihanet ettiler, ben
özgürlüğe vefalı kaldım. Onlar gece alemlerinde kötü
kadınlarla dans ederken, ben tertemiz uzletimde,
sufilerin temiz güllerini kokluyorum. Onlar
elbiselerine sığmayacak kadar şişmanlarken, ben içim
içime sığmayacak kadar aşık oldum. Onların memurları,
benim dertlilerim var. Onlar hasta ve zayıf
develerini, zorla, saray kapılarında kurban ederken,
ben İsmail'imi, şevkle Ka'be yolunda boğazladım.
Onların içen ve gülenleri varsa, benim de yanan ve
ağlayanlarım var. Onlar, kalabalıkta birbirlerine
yabancıyken, biz yalnızlıkta birbirimizi tanıyoruz.
Onların altını varsa, benim de aşkım var. Onların evi
varsa, benim de mihrabım var.
Onlar yükselirken, ben Mi'rac'a çıkıyorum. Onlar
yeryüzünde sürünürken, ben göklerde uçuyorum. Onlar
biterken, ben daha yeni başladım. Onlar yaşlanırken,
ben gençleşiyorum. Onlar vekil oldular, ben ise
ma'bud. Onlar reis olmuşlarsa, ben de rehber oldum.
Onların kapıkulları ve fedakar uşakları varsa, benim
de soylu bir önderim var. Onlar Nuşirevan'ın adalet
zincirini boyunlarına vurdular ve ahırları bayındır
kıldılar, ben ise sarayları terkettim. Buda oldum,
zincirleri kırdım, özgür oldum. Sanatçı oldum,
üretici- oldum; nübüvvet ve risalet buldum,
ebedileştim. Alem gazetesinde bekamı sağladım. Onlara,
bir grup insan dalkavukluk ediyorsa, bu onları mesleği
olduğu içindir. Bunların yerine başkaları geçse, onlar
da dalkavukluk eder, yağcılık yapar; ama içlerinden
nefret duyarlar. Beni ise, dünyaya asla teveccüh
etmeyen bir kalp över. O, dünyayı bir çöplük olarak
görür. Bu kalpte güzellikten, imandan ve sevgiden
başka bir şey yoktur. Dünyadan hiç bir beklentisi
yoktur. 'Ben nerede onlar nerede, zarar ettim' diye
yakınır.
insan gerçekten zalimdir..şuan kendilerine zulmetmekte olanlar bu ayetin sırrını aralıyor...bazıları için şu söz geçerlidir.bin düşün bir konuş..umarım açık ve nettir.
eğer okumaya zahmet edemeyen kardeşlerimiz olursa en azından şu ibretli cevabı okusunlar...ama bu cevabı kime verdiğinin açıklamasını yapmayı düşünmüyorum...
“Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam! ..”
Haci ibrahim Kutub’un oglu olan Seyyid Kutup, 1906′ da Asyut kasabasina bagli Kalia köyünde dünyaya geldi. Babasi köyde, sayilan bir kisi ve Vatan Partisinin bir üyesi olarak bilinmekteydi.
O zaman bu partinin baskanliginda Mustafa Kamil vardi. Haci Ibrahim Kutup ziraatla ugrasir, elde ettigi mahsulün bir kismini satar bir kismini da fakirlere infak ederdi. Annesi ise çok mütedeyyin ve asil bir aileye mensup birisiydi. Seyyid Kutub’a terbiyesiyle, sevgi ve sefkatiyle çok tesir etmisti.
Seyyid Kutup’un Hamide ve Emine adli iki kiz kardesiyle Muhammed adinda küçük bir de erkek kardesi vardi. Daha Kahire’de okurken babasini kaybedince, annesinin ve kardeslerinin bütün mesuliyetleri onun üzerine yikilmis oluyordu. O cia bu durumdan oldukça sikilmisti. Bu sikintidan biraz olsun kurtulmak için, annesini Kahire’ye tasinmaya razi eder ve Kahire`ye tasinirlar.
1940′ da annesinin ani vefati Seyid Kutup’u oldukça etkilemisti. Kendisini. hayatta yalniz hissetmeye baslar. Bu konudaki duygularini bizzat kendisi bazi kitaplarinda anlatmaktadir.
Seyyid Kutub, 20. yüzyılın en büyük ve önemli düşünürlerinden biridir. O inancı uğruna tüm sıkıntı ve güçlüklere göğüs geren, hatta bu yolda canını vermekten dahi çekinmeyen düşünceleriyle, yaşantısıyla çevresine ışık saçan önder bir şahsiyettir.
Seyyid Kutub, Yüce Allah’ın: “Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söz e sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır” (Ahzab, 33/23) ayetinde sözü edilen kişilerden olduğuna inandığımız ve çağın yetiştirdiği müstesna insanlardan biridir.
Dindar ve Seçkin Bir Aileye Mensuptu
1906′ da Mısır’ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan’dan Mısır’a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlakıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Kutub, kendisi annesine ithaf ettiği “Kur’an-ı Kerim’de Edebi Tasvir” adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan söz eder.
Seyyid Kutub, annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur’an’ı ezberledi. Babası İbrahim Kutub’a ithaf ettiği “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adlı eserinde şöyle der: “Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti.”
İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesinde orta ve lise tahsilini yaptı. Daha sonra Daru’l-Ulum Fakültesi’ni bitirdi. 1933′ te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde “Yeni Fikir” adı altında bir dergi çıkardı. 1941′ de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif vekaleti tarafından Amerika’ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler cemaatiyle birtakım ilişkilere girmişti. 1945′ te Amerika’dan döndükten bir süre sonra da, tamamen bu cemaate katıldı.
Cahiliyeden Hidayete
Seyyid Kutub’un hayatı, iki döneme ayrılır:
Birincisi, Allah’a olan inancını da koruyarak, sosyalizme yöneldiği ve daha çok edebi çalışmalara ağırlık verdiği dönemdir ki, kendisi bunu “cahiliye dönemi” olarak adlandırır. Bu dönemde “Dikenler”, “Köyden Bir Çocuk” ve “Sihirli Şehir” adlı üç romanı yayınlanmıştır.
İkincisi, İslami fikir ve anlayışının derinleştiği ve olgunlaştığı ve Müslüman Kardeşler’e katıldığı dönemdir.
Zulüm ve İşkence
Seyyid Kutub, 1954′ te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kaldı. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır’a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub’un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır’dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu.
1965′ te “Yoldaki İşaretler” adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç - dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60′ a dayanmıştı. Cellatlar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. (1) Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat Bekr eş-Şafii’yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde şehit oldu. (2) Bu yolla da Kutub’u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular. Az daha o da abisi gibi şehit olacaktı. Cellatlar bununla da yetinmeyerek Şehit Rıfat’ın annesi Nefise Kutub ile Seyyid Kutub’un diğer kız kardeşi Emine Kutub’a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehit edildikten sonra Nefise hanım serbest bırakıldı. Kız kardeşi Emine Kutub’un tutukluluk hali ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir bölümü askeri hapishanede diğer bölümü de Kanatir cezaevinde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. (3)
“Zalimlerden Özür Dilemem”
Caniler burada zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz onca işkenceye rağmen Seyyid Kutub’u davasından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Caniler Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifte bulundular: “Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır.” Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Üstad Kutub’un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam! ..”
Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü, ama gösterdiği kararlılık fikirlerini kendisine yönelen inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale kıldı.
Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş’la birlikte idama mahkum edilmişti. İdam kararı 29 Ağustos 1966′ da infaz edildi
insanların Allah’ın yüce kitabını doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak için büyük ve örnek çabalar ortaya koymuştur. İhlas ve samimiyetle ortaya konulan ilmi faaliyetlerde yanılma halinde bile sevap olduğunu Allah Resulü (s.a.s.) bildirmiştir. O bir meşale yakmıştır. Bize o meşaleden istifade etmek düşüyor. Asıl izlenmesi gereken yol ise Allah’ın yoludur. Seyyid Kutub’un verdiği mesaj da zaten budur.
Biz onun için Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerken, Yüce Allah’ın ona lütfettiği şehadet mertebesini bize de lütfetmesini temenni ediyoruz
Makamın Cennet Olsun Azizim….
Ruhuna El-Fatiha
paylaşmak istedim...
1873′ de Pakistan’ın Pencap eyaletine bağlı Siyalkut kentinde doğan Muhammed İkbal mutasavvıf bir anne ve babanın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk eğitimini Kur’an üzerine aldı.
Kur’an eğitimini medresede tamamladıktan sonra, Arapça ve Farsça hocasının yönlendirmesiyle İslam edebiyatıyla ilgilenmeye başladı. Lahor’da yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Doğu Dilleri Fakültesi’ne hoca olarak tayin edildi. Bu yıllarda Muhammed İkbal’in şiirleri de yayınlanmaya başlandı.
1905′ de Londra’daki Chambrich Üniversitesi’nin felsefe ve iktisat bölümünden mezun oldu. Londra’da üç sene kadar kalan İkbal, burada Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’nde hocalık yaparken, bilhassa Londra’da ilgi görmesine sebep olacak çeşitli İslâmi konularda bir dizi konferans verdi. Yine Londra’da kaldığı müddet içinde hukuk üzerine okuyan İkbal, savcılık diplomasını aldıktan sonra Almanya’ya giderek Münih Üniversitesi’nde felsefe dalında doktora yaptı.
1908′ de Hindistan’a döndüğünde, yazı ve şiirlerine hayranlık duyanlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.
Muhammed İkbal ülkesinin siyasetine de katılmış ve halkını bu konularda yönlendirmişti. Onun bu konudaki düşüncesi ise, “Siyaset; çalışmak, izzet ve şerefe davet etmektir” şeklinde idi.
Müslüman Hintli mücahitler adıyla yazdığı şiirleri Hindistan’daki müslümanların hareketlenerek İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarında ve Pakistan’ın kuruluşunda büyük tesiri olmuştu. Bu yönüyle İkbal M.Akif Ersoy’a da benzetilmiştir.
Uzun süren bir hastalıktan sonra 21 Nisan 1938′ de vefat etti
Ömrü gelip geçici birine aşık olmanın manası nedir?
Ebedi Allah Varken Faniye bağlanmanın Manası nedir?
Gelmedin; son hayalde yanıp yanıp kül oldu
Bu deruni kavgada kırılan gönül oldu
Şimdi menziller elem; yürek duman; sine çak
Devleri mahkum eden hayatım şimdi helak
Gelmedin; yıldırımlar düştü hülyalarıma
Nasıl kıydın be zalim, masun rüyalarıma
Sana doğru her adım neden hep ölüm sunar
Seni her andığımda, renk solar, desen yanar
Hangi rüzgar sabırla böyle koşar ardından
Hangi el nakış nakış gergef dokur ardından
Susarsam, anlatır mı seni göklere tarih
Bensiz olur mu sabah, güler mi kara talih
Gelmedin, koptu zincir; parçalandı anılar
Sardı bütün ruhumu tükenmeyen ağrılar
Kalbimin pembe köşkü harab oldu; gelmedin
Bahçesinde açan gül turab oldu; gelmedin
Bil ki, kıyamet kopsa bu ateş sönmeyecek
Heyhat! … şair mehtaba bir daha dönmeyecek
şöyle bir hesap yaptım kafamda acaba kaç türlü ihanet var?
sayıyı çok fazla arttırabiliyoruz...ama en ağırı kendine ihanettir..yalan söylersin kendine ve özüne ihanet edersin...sadece kendine yalan söylemekle kalmaz yanındaki insanların saf duygularına karşı da yalan oku saplanmış olur....
ana ya ihanet
baba ya ihanet
yar e ihanet
dosta ihanet
sana inana ihanet! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
çok istediğim... fakat sadece bir kaç ay kursla yeterli olmayan sanat.zamanı kıskanır hat.zamanı başkasına değil sadece dokunuşlara vermenizi ister..ben kalem ve kamışla bütünlüğü yakalyamadım bu sebepten..
yüreğim henüz bir neyin derdine kulak veremedi...neyin derdi değildir aslında...ona soluk veren yüreğin derdidir...soluğun sahibidir efkarı yudum yudum içine çeken...
mezar taşı yazıları
12.10.2006 - 12:08yada insan adının unutulmasından korkar silikte olsa bir köşesine iliştiriverseniz...
mezar taşı yazıları
12.10.2006 - 12:07mezar taşım mermer olmasın..orjinalliğini yitirmemiş bir taşı koysunlar başucuma...üzerinde adım da yazmasın olur mu?
ali şeriati
04.10.2006 - 22:06YALNIZLIK SÖZLERİ
O 'en büyük leke'ye takılıp kalmadım, dünyaya
bulaşmadım. Öğretmenliği ve sessizliği seçtim, hale
bakıp sözlere aldırmadım diye, ALLAH'a hamdediyorum;
içim içime sığmıyor. Onlar altın topladılar, ben
hazine buldum. Onlar saraylar inşa edip bir kaç koltuk
elde ettiler, ben tapınak inşa ettim ve iyilik
tanrısının sonsuz iklimlerinde, saltanat tahtına
kuruldum. Onlar bağ bahçe aldılar, ben ise mucizelerin
yeşil ülkesine sahibim. Onlar masa başlarında
gururlandılar, ben aşk tapınağının minaresinde,
gururumu ayaklar altına aldım. Onlar Kayser'in
köleleri oldular, ben ise 'Hekim'in sahabesi oldum.
Onlar yoldan saptılar, el ve avuçlarını doldurdular,
ben ise kaldım ve elim avucum boş bir halde, inzivayı
tercih ettim.
Onlar adlarını ekmeğe sattılar, ben adımı suya verdim.
Hızır'dan daha çabuk, İskender'den daha önce hedefe
ulaştım. Onlar lezzet ve zevk aldılar, ben ise gam ve
keder.. Onlar
altın ve gümüş sergilediler, ben Mevlana gibi, Şems'te
açtım ve Şems'te yandım. Gönül sofrasını açtım, dert
sergisini yaydım. Kandan şarap içtim. Onlar para
babası oldular, ben dert babası. Onlar yaşamaya
bağlandılar, ben yaşama. Onlar bakanlık elde ettiler,
ben saltanat. Onları yalanla övüyorlarsa, birileri
beni gerçek manada kutsuyoorlar. Onları, içlerinden
düşman, beni ise kalben dost biliyorlar. Onlara
işlerini rapor ederlerken, bana hallerini rapor
ediyorlar. Onlar özgürlüğe ihanet ettiler, ben
özgürlüğe vefalı kaldım. Onlar gece alemlerinde kötü
kadınlarla dans ederken, ben tertemiz uzletimde,
sufilerin temiz güllerini kokluyorum. Onlar
elbiselerine sığmayacak kadar şişmanlarken, ben içim
içime sığmayacak kadar aşık oldum. Onların memurları,
benim dertlilerim var. Onlar hasta ve zayıf
develerini, zorla, saray kapılarında kurban ederken,
ben İsmail'imi, şevkle Ka'be yolunda boğazladım.
Onların içen ve gülenleri varsa, benim de yanan ve
ağlayanlarım var. Onlar, kalabalıkta birbirlerine
yabancıyken, biz yalnızlıkta birbirimizi tanıyoruz.
Onların altını varsa, benim de aşkım var. Onların evi
varsa, benim de mihrabım var.
Onlar yükselirken, ben Mi'rac'a çıkıyorum. Onlar
yeryüzünde sürünürken, ben göklerde uçuyorum. Onlar
biterken, ben daha yeni başladım. Onlar yaşlanırken,
ben gençleşiyorum. Onlar vekil oldular, ben ise
ma'bud. Onlar reis olmuşlarsa, ben de rehber oldum.
Onların kapıkulları ve fedakar uşakları varsa, benim
de soylu bir önderim var. Onlar Nuşirevan'ın adalet
zincirini boyunlarına vurdular ve ahırları bayındır
kıldılar, ben ise sarayları terkettim. Buda oldum,
zincirleri kırdım, özgür oldum. Sanatçı oldum,
üretici- oldum; nübüvvet ve risalet buldum,
ebedileştim. Alem gazetesinde bekamı sağladım. Onlara,
bir grup insan dalkavukluk ediyorsa, bu onları mesleği
olduğu içindir. Bunların yerine başkaları geçse, onlar
da dalkavukluk eder, yağcılık yapar; ama içlerinden
nefret duyarlar. Beni ise, dünyaya asla teveccüh
etmeyen bir kalp över. O, dünyayı bir çöplük olarak
görür. Bu kalpte güzellikten, imandan ve sevgiden
başka bir şey yoktur. Dünyadan hiç bir beklentisi
yoktur. 'Ben nerede onlar nerede, zarar ettim' diye
yakınır.
Ali Şeriati
bilim adamları
04.10.2006 - 09:01insan gerçekten zalimdir..şuan kendilerine zulmetmekte olanlar bu ayetin sırrını aralıyor...bazıları için şu söz geçerlidir.bin düşün bir konuş..umarım açık ve nettir.
Seyyid Kutup
04.10.2006 - 08:46eğer okumaya zahmet edemeyen kardeşlerimiz olursa en azından şu ibretli cevabı okusunlar...ama bu cevabı kime verdiğinin açıklamasını yapmayı düşünmüyorum...
“Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam! ..”
Seyyid Kutup
04.10.2006 - 08:37Seyyid Kutub
Haci ibrahim Kutub’un oglu olan Seyyid Kutup, 1906′ da Asyut kasabasina bagli Kalia köyünde dünyaya geldi. Babasi köyde, sayilan bir kisi ve Vatan Partisinin bir üyesi olarak bilinmekteydi.
O zaman bu partinin baskanliginda Mustafa Kamil vardi. Haci Ibrahim Kutup ziraatla ugrasir, elde ettigi mahsulün bir kismini satar bir kismini da fakirlere infak ederdi. Annesi ise çok mütedeyyin ve asil bir aileye mensup birisiydi. Seyyid Kutub’a terbiyesiyle, sevgi ve sefkatiyle çok tesir etmisti.
Seyyid Kutup’un Hamide ve Emine adli iki kiz kardesiyle Muhammed adinda küçük bir de erkek kardesi vardi. Daha Kahire’de okurken babasini kaybedince, annesinin ve kardeslerinin bütün mesuliyetleri onun üzerine yikilmis oluyordu. O cia bu durumdan oldukça sikilmisti. Bu sikintidan biraz olsun kurtulmak için, annesini Kahire’ye tasinmaya razi eder ve Kahire`ye tasinirlar.
1940′ da annesinin ani vefati Seyid Kutup’u oldukça etkilemisti. Kendisini. hayatta yalniz hissetmeye baslar. Bu konudaki duygularini bizzat kendisi bazi kitaplarinda anlatmaktadir.
Seyyid Kutub, 20. yüzyılın en büyük ve önemli düşünürlerinden biridir. O inancı uğruna tüm sıkıntı ve güçlüklere göğüs geren, hatta bu yolda canını vermekten dahi çekinmeyen düşünceleriyle, yaşantısıyla çevresine ışık saçan önder bir şahsiyettir.
Seyyid Kutub, Yüce Allah’ın: “Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söz e sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır” (Ahzab, 33/23) ayetinde sözü edilen kişilerden olduğuna inandığımız ve çağın yetiştirdiği müstesna insanlardan biridir.
Dindar ve Seçkin Bir Aileye Mensuptu
1906′ da Mısır’ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan’dan Mısır’a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlakıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Kutub, kendisi annesine ithaf ettiği “Kur’an-ı Kerim’de Edebi Tasvir” adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan söz eder.
Seyyid Kutub, annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur’an’ı ezberledi. Babası İbrahim Kutub’a ithaf ettiği “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adlı eserinde şöyle der: “Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti.”
İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesinde orta ve lise tahsilini yaptı. Daha sonra Daru’l-Ulum Fakültesi’ni bitirdi. 1933′ te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde “Yeni Fikir” adı altında bir dergi çıkardı. 1941′ de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif vekaleti tarafından Amerika’ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler cemaatiyle birtakım ilişkilere girmişti. 1945′ te Amerika’dan döndükten bir süre sonra da, tamamen bu cemaate katıldı.
Cahiliyeden Hidayete
Seyyid Kutub’un hayatı, iki döneme ayrılır:
Birincisi, Allah’a olan inancını da koruyarak, sosyalizme yöneldiği ve daha çok edebi çalışmalara ağırlık verdiği dönemdir ki, kendisi bunu “cahiliye dönemi” olarak adlandırır. Bu dönemde “Dikenler”, “Köyden Bir Çocuk” ve “Sihirli Şehir” adlı üç romanı yayınlanmıştır.
İkincisi, İslami fikir ve anlayışının derinleştiği ve olgunlaştığı ve Müslüman Kardeşler’e katıldığı dönemdir.
Zulüm ve İşkence
Seyyid Kutub, 1954′ te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kaldı. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır’a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub’un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır’dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu.
1965′ te “Yoldaki İşaretler” adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç - dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60′ a dayanmıştı. Cellatlar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. (1) Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat Bekr eş-Şafii’yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde şehit oldu. (2) Bu yolla da Kutub’u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular. Az daha o da abisi gibi şehit olacaktı. Cellatlar bununla da yetinmeyerek Şehit Rıfat’ın annesi Nefise Kutub ile Seyyid Kutub’un diğer kız kardeşi Emine Kutub’a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehit edildikten sonra Nefise hanım serbest bırakıldı. Kız kardeşi Emine Kutub’un tutukluluk hali ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir bölümü askeri hapishanede diğer bölümü de Kanatir cezaevinde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. (3)
“Zalimlerden Özür Dilemem”
Caniler burada zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz onca işkenceye rağmen Seyyid Kutub’u davasından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Caniler Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifte bulundular: “Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır.” Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Üstad Kutub’un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam! ..”
Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü, ama gösterdiği kararlılık fikirlerini kendisine yönelen inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale kıldı.
Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş’la birlikte idama mahkum edilmişti. İdam kararı 29 Ağustos 1966′ da infaz edildi
insanların Allah’ın yüce kitabını doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak için büyük ve örnek çabalar ortaya koymuştur. İhlas ve samimiyetle ortaya konulan ilmi faaliyetlerde yanılma halinde bile sevap olduğunu Allah Resulü (s.a.s.) bildirmiştir. O bir meşale yakmıştır. Bize o meşaleden istifade etmek düşüyor. Asıl izlenmesi gereken yol ise Allah’ın yoludur. Seyyid Kutub’un verdiği mesaj da zaten budur.
Biz onun için Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerken, Yüce Allah’ın ona lütfettiği şehadet mertebesini bize de lütfetmesini temenni ediyoruz
Makamın Cennet Olsun Azizim….
Ruhuna El-Fatiha
paylaşmak istedim...
muhammed ikbal
04.10.2006 - 08:21Muhammed İkbal
1873′ de Pakistan’ın Pencap eyaletine bağlı Siyalkut kentinde doğan Muhammed İkbal mutasavvıf bir anne ve babanın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk eğitimini Kur’an üzerine aldı.
Kur’an eğitimini medresede tamamladıktan sonra, Arapça ve Farsça hocasının yönlendirmesiyle İslam edebiyatıyla ilgilenmeye başladı. Lahor’da yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Doğu Dilleri Fakültesi’ne hoca olarak tayin edildi. Bu yıllarda Muhammed İkbal’in şiirleri de yayınlanmaya başlandı.
1905′ de Londra’daki Chambrich Üniversitesi’nin felsefe ve iktisat bölümünden mezun oldu. Londra’da üç sene kadar kalan İkbal, burada Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’nde hocalık yaparken, bilhassa Londra’da ilgi görmesine sebep olacak çeşitli İslâmi konularda bir dizi konferans verdi. Yine Londra’da kaldığı müddet içinde hukuk üzerine okuyan İkbal, savcılık diplomasını aldıktan sonra Almanya’ya giderek Münih Üniversitesi’nde felsefe dalında doktora yaptı.
1908′ de Hindistan’a döndüğünde, yazı ve şiirlerine hayranlık duyanlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.
Muhammed İkbal ülkesinin siyasetine de katılmış ve halkını bu konularda yönlendirmişti. Onun bu konudaki düşüncesi ise, “Siyaset; çalışmak, izzet ve şerefe davet etmektir” şeklinde idi.
Müslüman Hintli mücahitler adıyla yazdığı şiirleri Hindistan’daki müslümanların hareketlenerek İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarında ve Pakistan’ın kuruluşunda büyük tesiri olmuştu. Bu yönüyle İkbal M.Akif Ersoy’a da benzetilmiştir.
Uzun süren bir hastalıktan sonra 21 Nisan 1938′ de vefat etti
Ömrü gelip geçici birine aşık olmanın manası nedir?
Ebedi Allah Varken Faniye bağlanmanın Manası nedir?
nurullah genç
04.10.2006 - 08:01Gelmedin; son hayalde yanıp yanıp kül oldu
Bu deruni kavgada kırılan gönül oldu
Şimdi menziller elem; yürek duman; sine çak
Devleri mahkum eden hayatım şimdi helak
Gelmedin; yıldırımlar düştü hülyalarıma
Nasıl kıydın be zalim, masun rüyalarıma
Sana doğru her adım neden hep ölüm sunar
Seni her andığımda, renk solar, desen yanar
Hangi rüzgar sabırla böyle koşar ardından
Hangi el nakış nakış gergef dokur ardından
Susarsam, anlatır mı seni göklere tarih
Bensiz olur mu sabah, güler mi kara talih
Gelmedin, koptu zincir; parçalandı anılar
Sardı bütün ruhumu tükenmeyen ağrılar
Kalbimin pembe köşkü harab oldu; gelmedin
Bahçesinde açan gül turab oldu; gelmedin
Bil ki, kıyamet kopsa bu ateş sönmeyecek
Heyhat! … şair mehtaba bir daha dönmeyecek
..... nurullah genç...
ihanet
01.10.2006 - 17:05şöyle bir hesap yaptım kafamda acaba kaç türlü ihanet var?
sayıyı çok fazla arttırabiliyoruz...ama en ağırı kendine ihanettir..yalan söylersin kendine ve özüne ihanet edersin...sadece kendine yalan söylemekle kalmaz yanındaki insanların saf duygularına karşı da yalan oku saplanmış olur....
ana ya ihanet
baba ya ihanet
yar e ihanet
dosta ihanet
sana inana ihanet! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Hat Sanatı
01.10.2006 - 10:40çok istediğim... fakat sadece bir kaç ay kursla yeterli olmayan sanat.zamanı kıskanır hat.zamanı başkasına değil sadece dokunuşlara vermenizi ister..ben kalem ve kamışla bütünlüğü yakalyamadım bu sebepten..
ney
30.09.2006 - 21:40yüreğim henüz bir neyin derdine kulak veremedi...neyin derdi değildir aslında...ona soluk veren yüreğin derdidir...soluğun sahibidir efkarı yudum yudum içine çeken...
sonra
30.09.2006 - 21:34beş saniye sonrasını bile düşünmek hata...
arapaşı
30.09.2006 - 21:29değişik bir damak zevki..belki hayatım sonuna kadar hiç aramayacağım lezzetlerden..ama gerçekten çok beğenilen bir çorba çeşidi..
kirpik
30.09.2006 - 21:04gözleri savunması için tutulan muhafız grubu...
ideali için yaşamak
30.09.2006 - 09:42bazen dünya ve ukba idealleri çakışıyor...
zaman
30.09.2006 - 09:39hayatımı kemiren kemirgen....
aksırık
30.09.2006 - 00:44elhamdülillah-yerhahamükellah-yehdini ve yehdinakemullah
fahir atakoğlu
30.09.2006 - 00:02zihindeki istenmeyen düşüncelerin kısada olsa bir kenara süpürülmesi..ve müziğin zihni ele geçirmesi.
Sahabe
29.09.2006 - 23:05sahabe.bir sahabenin kimliğine bürünebilmek.sevgisini Allah Rasulüne olan sevgisinden bir nebze çalabilmek..
pişmaniye
29.09.2006 - 22:56yapılışı çok zahmetli ama yemesi kadar tatlı bir şey yok...
Yagmurda islanmak
29.09.2006 - 22:50meleklerin yağmur tanesini usulca bırakıp kaybolması.......
abant gölü
29.09.2006 - 22:45cennetin güzelliğini tasavvur edemiyorum............
kayıp balık nemo
29.09.2006 - 22:43uzun zamandır balık kızartmıyorduk..nemo biraz ufak ama şükr etmesini biliriz... :-))
derin
29.09.2006 - 22:36DAHA FAZLA DERİNLERE DALMAMALIYIM.....soluğumun kesildiğini derinden hissediyorum şimdiden...
Toplam 229 mesaj bulundu