DİNİN DOĞRU YAŞANMASI
Sıla-i rahimi hemen hemen terk etmiş bir Müslüman kesimiz. Hepimizin bir takım nedenleri var. Ya iş yoğunluğu, ya aile içi problemler, yahut karşılıklı çekememezlikler.
Yaşlıları ihmal ediyoruz. Onları kendilerine muhtaç olduğumuz zaman hatırlıyoruz. Evlenip ayrılan çekirdek aile, çocukları büyütürken anne babasına ihtiyaç duyuyor, gezmeye giderken bırakacak bir emin yer olarak görüyorlar onları.
Komşularla ilişkimizi ihtiyaçlar belirliyor. O eski komşuluklar yok artık. Apartmanda kimse kimseyi tanımıyor. Kimse kimseye selam vermiyor. Kimse kimseden bir şey beklemiyor, yahut bir şey isteyemiyor. Oysa komşu komşunun külüne muhtaç. Apartman komşuları sık değiştiği için kimse kimseyi tanımıyor.
Komşuya bir tabak çorba gönderen yok. Herkes en güzel şeyi kendi tüketme peşinde. Yardımlaşma kalkmış. Birbirinin hatırını sorma unutulmuş. Bayramlaşma bile unutulmaya başlamış, bayramlar tatil fırsatı olarak görülmekte.
..
Yine bir bayram geldi
Ömür kervanı yürüyüp gidiyor
Kalp yorgun
Eski bayramlar özlemi
Memleket hasreti ve yitirilenler
Belki bir kabir ziyareti
Ve bu ziyarette aranan
..
Gece
Yağmur
Soğuk
Odam
İçimi ısıtan resmin
Beni sana anlatan
Telefonum
..
Çalıştın durmadın, bulduğunu öğüttün.
Midem ay dişim ağrırda nazlı başım.
İsyan penceresinde uzuvlar sorar yaşım.
Fabrika tatile girdi, demez nerdedir aşım.
Bir aylık tatil ki bereket var dert yok.
Sözü selamı hoş yemeği yediren çok,
..
Kariyer basamağında yaşıyor oyun ve barda.
Fani der bu âleme aklı hep güzel yarda.
Elinde hesap makinesi kazanç bulur kârda.
Dünya sinemasında oynar, maneviyat zararda.
Kazanç katlandıkça, başarı kendinin sanır.
Başarıya eklenince kazanç nefsi ile aldanır.
..
Beş yıldan fazla sürdü, ikametgâh etmemiz,
Her gün gelir gideriz hâlâ adam değiliz…
Selâm dersen veririz, verileni alırız,
Bekâr olduğumuzdan, insandan sayılmayız…
Evlerimiz iç içe oysa yakın komşuyuz,
..
Nefsimin istekleri yeme, içme, giyinme,
Tatillerde dinlenme, mal veya mülk edinme…
Evimde yemek pişmez, kimseye de hiç gitmem,
Kılık ve kıyafetimi de pek yenilemem…
Tatil dersem anlamam, kapalı ortamdayım,
..
Sahi beni özledin mi?
Döndüğüme sevindin mi?
Gönlümdeki tatil bitti
Kalemimle,emrindeyim
Senle bitmez benim işim
Şiir doldu içim,dışım
..
denize ulaşmak isteyen bir damlaydı çırpınan kor yüreğim
yıllar sonra anladı denizin ta 'içinde' çıplak olduğunu
hakikate ulaşmak isteyen bir ruhtu şu yorulmaz benliğim
neden sonra anladı kaderini kendi elleriyle yine kendisinin
oya gibi ördüğünü
..
Çalıştım doğdum doğalı
Bir köşeyi dönemedim
Sormayın içim yaralı
Bir köşeyi dönemedim
Şansım yüzüme gülmedi
Arayıp beni bulmadı
..
Masmavi denizin ile güneşin,
Altın sarısı kum ile birleşsin,
Kucaklaşır dalga ile sahilin,
Tatil şehrisin sen ANTALYA.
Görülmeye değer şelalen,
Şarıl şarıl akıyor düden,
..
Sabahları kuşlar seni çağırır
Kalkmaz isen avaz avaz bağırır
Mahmur uyanırsın uykun dağılır
Günler güzel başlar Sarımsaklı'da
Dışarı çıkarsın mis gibi hava
Seni dinlendirir yemyeşil doğa
..
Her şeyden biraz yazacak olsam bu yazı kolay kolay bitmez nasıl olsa.
Mesela 'Kurtlar Vadisi Pusu' da o kadar badireler atlatan, ölümle burun- buruna gelen, yüzleşen Polat birde bakmışsınız ki ayağı taşa takılmışta düşüpte ölmüş! Yok ya daha neler demeyin neden ölmesin... Burası bambaşka bir ülke...
Mesele dizilerle, filmlerle kafa bulmak olsa bu yazı kolay kolay bitmez... Dizi çöplüğün de biraz yüzseniz yüzlerce, binlerce yazı yazarsınız...
Ama bambaşka diziler sayısı az... Bu bambaşka ülke de...
Ülkemizde nelerle yatıp kalkmıyoruz ki... Futbolu ayrı telâşe, siyaseti ayrı telâşe... Ülke hep bir telâşe içinde... Bırakalım kafamızı bir tatil köyünde, dinleyelim börtü- böceğin sesini, her telaşeden uzaklaşalım bir nebze desek, kim ceketini omzuna alıp gidebilir...
Ülkemizde gündem hep son sürat değişiyor... Twitter, youtube vs vs...
Tam siyasetin suları durulacak hoppa bir yumruk!
..
İlkbahar sona erdi
Geldi Yaz Mevsimi
Sıcaklar başladı
Ağaçlar Meyve verdi
..
ankara da gezerim
aradığım bulunca
arada bir yazarım
taradığım olunca
hamamönü hoş seda
haydar babur elveda
..
Gurbetten Gönlüme Estin Kavurdun
Beni Can Evimden Yürekten Vurdun
Bir Hayal İdin Karşımda Durdun
Delirttin Beni Nerdesin Çılgın
Çılgın Çılgın Gurbetçi Çılgın
Akıtıyon Kanımı Sen Ilgın Ilgın
..
Öğretmenlik yaptığım yıllarda rahatsızlık duyduğum bir konu vardı. O da Atatürk’ü öğrencilerimize anlatabilmek ve tanıtabilmek için giriştiğimiz yoğun çabalardı. Rahatsızlık duymam; Atatürk’ü tanıtmak ve anlatmak için gösterdiğimiz çabalardan değil, verdiğimiz bu çabaların hiç de amacına ulaşamıyor olmasından ve bizi amaca götürmeyecek yöntemler kullanılmasından kaynaklanıyordu.
Çünkü zamanlama hatası yapıyorduk, yanlış malzeme kullanıyorduk. Ya da doğru malzemeyi, yanlış yerde kullanıyorduk. Öğrencilere giydirmek istediğimiz elbise, bol geliyordu onlara.
1981-1982 Öğretim yılıydı. Bir köyİlkokulu’nda öğretmendim. Beş sınıfı bir arada okutuyordum. Her sınıfta az da olsa öğrencim vardı. Diyelim ki, birinci sınıfa giden iki öğrencim var; o iki öğrenci için ayrı bir ders veriyordum. Yani, kırk dakikalık ders saatinde, beş sınıfla meşgul oluyordum. Bu durumda, bir sınıfa ortalama olarak ancak sekiz dakika ayırabiliyordum. Dolayısıyla, bir derste öğrenciye verebileceklerim, çok ama çok sınırlı oluyordu. Buna bağlı olarak da, başarı düzeyleri, normal bir okulda okuyan çocuktan oldukça geriydi. Bunun aksini iddia etmek, gerçekleri yadsımak olurdu.
O zamanlar okullar Mayıs ayının ortalarında tatil olurdu. Okullar Eylül ayında açıldığına göre, yaz tatili dört ay kadar çok uzun bir süreyi kapsıyordu. Okullar açıldığında öğrencilerimi, hemen hemen her şeyi unutmuş,okumaları çok gerilemiş olarak buluyordum. Özellikle ikinci sınıf öğrencilerini. Köy çocuklarının yaz tatilinde, aileleri ile birlikte tarlada, bağda, bahçede çalıştığı, hiç kitap yüzü görmeden, bir günlük gazete okumadan okula geldiği düşünülürse; onların gerilemiş olarak gelmesinin hiç de şaşırtıcı olmadığı gerçeği ortaya çıkıyordu.
..
Hüznün Rengi Mavi
Fıkra idi bize Karadeniz, değil mi?
O şen şakrak güldüğümüz sohbetlerde.
Denizleri de hep sevdik yanılmıyorsam,
Mutluluğun rengi, mavidir diye.
..
Ortaokula başladığımız yetmişli yılarda, Bahçelievler'in bir sokağında oturuyoruz. İlkokuldan çıkıp ortaokula başlayınca, hali ile çevremiz, arkadaşlarımızda değişti. Arkadaşların arasında, futbol oynayanı var, sinemayı tiyatroyu seveni var, kartpostal biriktiren var, pul koleksiyonu yapanı var, kısacası ne ararsan var.
Mahalleden bir iki arkadaş pul koleksiyonu yapıyorlar, ben de bakarken hoşuma gitti. Birisi dedi ki ''Ağabey bu pullar seneler sonra satarsan servet servet, sana on tane villa alır'', hmmm nasıl bir şey bu ya, şimdi on liraya al, on yıl sonra delikanlı oldun mu yüz katına, bin katına sat.
İki sokak ötede yaşlı bir amca bulduk. Amca hem kitapçı hem de pul satıyor. ''Bak evlat' dedi 'Bu pul biriktirme işine filateli denir, pul biriktiren kişiye de filatelist, sen şimdi bu işe başlayınca ne olacaksın? '' Ne olacağım ki acaba diye düşünürken, amca biraz hiddetlenerek'' Filatelist dedik ya oğlum'' deyiverdi. Çocuk aklımız ile yarı anladık, yarı anlamadık amcanın söylediklerini...
Cumartesi tatil günü soluğu Behiç Fahir amcanın yanında alıyoruz. Mahallede arkadaşlara da hava atıyoruz, bilmiyorlar ya, ''Oğlum filatelistim artık bu saatten sonra ona göre.'' Bön bön suratımıza bakıyorlar, ''İyi ne yapalım filatelist olduysan, Allah tamamına erdirsin, para pul var mı işin ucunda? '' Elim ile çenemi kaşıyorum'' Şimdilik sadece pul var pul, para kısmetse ileride beş on yıl sonra, Behiç Fahir Amca öyle dedi'' Aklımızdan neler geçiyor neler. Üüüüf, beş on sene sonra paraları koyacak yer de bulamayacağız. Arkadaşlarda şafak bet beniz atıyor, illa ki düşünüyorlardır bizde mi yapsak pulculuk arkadaşlarla diye...
..
Kalorifer yanmış çaylar demlenmişti,
Sınıf mevcudu tamdı öğrenciler gelmişti…
Sınıf defterimizde ders bile işlenmişti,
“Kar tatili”, denildi şahsım sinirlenmişti…
Sorunumuz yok gibi her yer açık ve temiz,
..