Tarihin Son Destanı Şiiri - Sebahattin G ...

Sebahattin Günday
22

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Tarihin Son Destanı

Kırılgan çizgisinde sendelemişse zaman
İnsanlık destanını kime söyler bir ozan
Türküler geliyordu Rumeli’den sitemkâr
Hiç böyle esmemişti Balkanlar’dan bu rüzgâr
Vurulur mu bir kartal en onulmaz yerinden
Anadolu hicrana yol almış kederinden
Haneler doksan üçten kalma dertle yaralı
Ağıtlar kanat kanat yüreklerse karalı
Ne hicrî bir takvimin tükenen yaprakları
Ne de bir coğrafyanın elde son toprakları
En güzel yerinden mi bölünmüştü bir rüya
Bu acı ve kederi kime gösterdi dünya

Ağlarken Anadolu anaların ahında
Dokundu kefenimiz gafletin tezgâhında
Kimler taşısın şimdi adalet sancağını
Muhacirler kaybetti dağılan ocağını
Rumeli uzaklardan bir içli veda arar
İstanbul bu bozgunu şimdi kimlerden sorar
Tarihin görmediği ihanet vurdu bizi
Kurudu gözyaşımız fitne savurdu bizi
Bu bahçenin gülünü kim dikti kimler derdi
Bizi bizle vurdular kim bilir kim söylerdi
Kan düşmüşse kâğıda kalem neye dokunsun
Tarihin bu sayfası hangi dilden okunsun

Ruhunun heykelini dikmek için toprağa
Haykırdı Anadolu can verdi her yaprağa
Düşsün artık yollara İsmailler sorgusuz
Kuruldu cenk meydanı sizi bekler korkusuz
En güzel düşlerinden uyanıp nevcivanlar
Daldılar bir ateşe yanmada can bulanlar
Ten kafesinde kalan nefse hayat günahtır
Ruhlar keskin bir bıçak som çelik nişangâhtır
Yürüyor Mehmetçikler başı dik alnı apak
Kuşanmıştır ölümü elde kefendir bayrak
Yer gök tanık çağrıldı son insani savaşa
Gelibolu önünde mahşere denk kargaşa

Şu deniz dedikleri simsiyah bir heyula
Gerinir karşımızda demir çelik dağıyla
Kapkaranlık perdeden çıkıp geliyor vahşet
Yırtsa bir el perdeyi düşecek maske elbet
Dökülecek sahneye haçlının çirkin yüzü
Utanacak kendinden yok söyleyecek sözü
Queen Elisabeth ki kin kusuyor uzaktan
Tabyalar titriyordu bitmeyen infilâktan
Gökte martı çığlığı sesi var gölgesi yok
Her taraf toz ve barut alacak nefesi yok
Bu nasıl bir aynadır kimse görmez kendini
Dost ve düşman yan yana ele vermez derdini

Anzak koyu önünde durup saklanmak kolay
Büyür namlu ucunda Elli Yedinci Alay
Bu hak ile batılın sanki ilk davasıdır
İman ile inkârın say ki ilk kavgasıdır
Yarbay Hüseyin Avni direniyor siperde
Toz duman olmuş birlik el ayak parmak yerde
Pusatsız kaldığını kimseler bilmeyecek
Tükense de bir alay onursuz ölmeyecek
Top ve mermi önünde göğsüyle duran asker
Mermisi bittiğinde türküyle vuran asker
Tarihin son destanı gözlerinden geçiyor
Şehitlik şerbetini ab-ı revan içiyor

Mecidiye tabyası bir topçu bataryası
Kollarında mavilik sular onun deryası
Koca Seyit pusuda gözleri çakmak çakmak
Ahd ü peymânı vardır zırhlıları vuracak
Geçiyor uzaklardan şu Queen Elisabeth
Arkasında kıvrılmış bakıyor yılan Bouvet
Dünyayı sallar gibi kavradı son mermiyi
Vurdu Seyit Onbaşı Ocean denen gemiyi
Deniz cana susamış dostlarını yutuyor
Görenleri bir korku düşeni kan tutuyor
Şeyh Galip tabiriyle sanki yanıyor deniz
Kızıl yakamozlarla yanıp kanıyor deniz

Dümeni yok aklı yok pusulası kırıldı
Çanakkale önünde bir dev gibi kuruldu
Bu dilsiz yığınlarla Bâbil sınandı en son
Lisanlar ki keşmekeş yakındır bilinen son
İstila kıtasının meczup hayaletleri
Dökülüp gemilerden buluyor yiğitleri
Damlayınca sulara korkunun ılık kanı
Kavuştu birbirine Boğaz’ın iki yanı
Ateş su deryasında akıl üstü bir vahşet
Bu nasıl bir savaştır dehşet mi işte dehşet
Ölümü öldürenler kan kusturdu düşmana
Meçhul değildir adı Mehmetçik derler ona

Gözleri mi kör oldu semada uçan kuşun
Bire bin yankı buldu gökleri yırtan kurşun
Deniz ki balıkları ateşte kan içiyor
Semenderler yanından ürpererek geçiyor
Şefkat bazen yaralı bazen korkuya düşer
Şu şanlı duruşa bak şaşıyor buna beşer
Kollarında bir Hintli donup kalmış ateşte
Ruhu arş-ı alâda kendi dünyada işte
Şefkatiyle sardıkça onulmaz yaraları
Kendisinden utanır insanlık paryaları
Ey kahraman şehit adın her şeye değer
Ruhunu yoğuruyor Hak ve Resul Peygamber

Süngüler şahadetle ışıl ışıl göklerde
Allah Allah nidası sel oldu bölüklerde
Bir zafer müjdesi var Mehmetçiğin alnında
Ruhlar keskince bıçak nasıl dursun kınında
Gönlünde Sultan Ahmet gözünde Ayasofya
Ay yıldızlı bir bayrak seyrinde bitmez rüya
Kalbinden geçenleri okusa bir Fransız
Nedamet kelamında dilsiz kalır İngiliz
Varlık ile donanan yokluğu nerden bilsin
Bir inancın azmini düştüğü yerden bilsin
Bu savaş sayıların kendini inkârıdır
Aklı kuyuya düşmüş çağın intiharıdır

Tarihin son destanı ufuklardan belirdi
Çanakkale zalimin dize geldiği yerdi
Sanki güneşi almış arkasına bir ordu
Aylar yıllarca süren seferden geliyordu
Şehitlik payesiyle kimi Mevla’yı seçti
Kimi İbrahim oldu kordan alevden geçti
Soluk bir resim artık dünden kalan her anı
Şehitlikler donatmış tabyalarda her yanı
Onurlu savaşçılar yatar orda göz göze
Gelincik tarlaları sanki geliyor söze
Gelibolu sırtları şimdi gülden laleden
Rüya gibi bir destan geçti Çanakkale’den

Sebahattin Günday
Kayıt Tarihi : 21.12.2013 15:49:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


BİR 12 ARALIK ŞİİRİ: Kar yağıyordu Sürmene'ye. Masamda Çanakkale ile ilgili kitaplar, şiirler, araştırmalar, fotoğraflar ve fon müziğinde Çanakkale İçinde türküsü. Bir şeyler yazmak lazım dedim. Kırık dökük cümleler ve bir hafta sonra ortaya çıkanlar....

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Sebahattin Günday
    Sebahattin Günday

    Evet bir kaç farklı hava var şiirde. Ama sanırım en son hava Akif havası olsa gerek. Hece ile yazılmış bir şiirde aruz havası bulmayı şiirin kendi iklimi ile değil de okuyan kişinin yaşadığı iklim ile açıklayabiliriz ancak. Ya da okuyanın bir akıl, bir gönül okuması değil, sadece göz okuması, kelime taraması yaptığını gösterir ki bu klinik bir vak'adır. Olsun birkaç kelime hesabı ile Akif’e benzemek de güzel. Şiire genel bir çerçeve çizmektense, her şiire kendi çerçevesinden bakmak daha kucaklayıcı olmaz mı? Bir dizi filmi sinema mantığı ile tenkit etmek, bir çizgi filmi belgesel diliyle değerlendirmek mümkün mü? Ortada bir destan varsa, ona okunup gülünecek fıkra mantığı ile bakmanın keyfiyeti ne ola? Safahat sadeleşince mi herkes anlayacak onu? Benim gibi düşünür, benim gibi yazarsan düşüncelerine katılırım oyunundan başka nedir ki bu? En basit, en sade haliyle dile getiriyorum kendi mi ama beni anlayan yok hala. Akif’i kim anlamak istiyor ki? Batı dilinden okunan her Batılı anlaşılıyor, bir kirli tercüme ile bütün Batı zihniyetinin sır kapıları aralanıyor da Akif’e gelince dil sorunu çıkıyor öyle mi? Geçelim bu yalanı? Kelimelere takılmadan düşüncenin kanatlarına dokunabilecek kaç zihin kaldı aramızda? Entelektüel dili denilince yılan dili gibi tıslayan bir dil geliyor aklıma. Isıracak, kanatacak bir şeyler arayan… Ben Ebu Cehil dili diyorum ona. O da kendi zamanının entelektüeli. Asıl bilgiyi bir türlü göremeyince şahsında bütün cahillerin temsilcisi oldu. Batı’nın her şeyinin iyi, doğru, güzel ve önemli olduğunu söylerken o dili kullanıyor entellerimiz ama ne Batı’yı ne de Doğu’yu biliyorlar. ‘’Tarihi şiir’’ ne demek anlamadım. Böyle bir tamlamayı bile ilk defa duyuyorum. Şiirin tarihini okudum, onu anlatmaya çalışıyorum yıllardır, anlayamadım, zihnim dondu bir anda… Bunu arayacağım ama şu ana kadar hiçbir şiirden tek şey öğrenmediğimden eminim, hiçbir şiirimde de bir şey öğretmek geçmedi aklımdan. Bir şey öğretmek istersem onları yazarım, şu anda olduğu gibi. Oysa her şiir bir şey hissettirme çabasını taşır öncelikle. Çanakkale’de neye ve kime karşı savaştıklarını bilmeyenler zaten o cephede değildiler. Kendi inlerinde savaşın bitmesini, hayatlarından emin olmayı bekliyordular. Öyle de oldu, sonra ortaya çıktılar ve kahramanlar toprak altında olunca kahramanlığı onlar sahiplendiler. Entelektüel ağızlarla edebiyat yapmaya başladılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Cepheye bir medrese, bir Darü’l-Fünun gömen milletin çocuklarını cahiller ordusu olarak görenler de onlar arasından çıktı. Bütün Türk tarihinin komutanları ve onların kahraman subayları ile bütün bu liderlere inanmış bir halkın zaferlerini aynı mantıkla ele alırsak bu Batılı bir zihniyetle bilimsel bir yorum oluyor öyle mi? Alp Arslan, Fatih, Yavuz, Kanuni ve bütün bir Osmanlının komutan ve subayları ne yaptıklarını, kiminle niçin savaştıklarını bilmiyordular. Onlar öl diyordu askerlerine, onlar da ölüme yürüyordu. Her şeyi kendi nefsi için kullanan birileri, hiçbir şeyden haberi olmayanlarla destanlar yazıyorlar. Demek ki bütün bu insanlar emperyalizmin anlamını bilselerdi, şimdi dünyada ne bu kelimeden ne de onun temsilcilerinden bir iz bırakmayacaklardı. Turistik seyahat tabiriyle geçmişe bakanlar her gün her saat kendi ideolojilerinin kitaplarına seyahat yapar, o kitapların sahiplerini de kendi dinlerinin peygamberi olarak görürler. Bu onların Hak dini oluyor, karşı tarafınki de ortaçağın dünya görüşü, hurafe… Batı bir realite olarak ortada. Kimsenin onu inkar ettiği yok. Yalnız yüz yıllık bir geçmişi olan bu realiteyi ondan öncesi ve yüz yıl sonrası ile düşünmek daha kayda değer bilgiler içerir. Başını alıp giden bir medeniyetin başını sokacak yer araması da kendi realitesi içinde geleceğini arıyor. Lise ağzıyla konuşmayı basit görenler tarihe ve medeniyete bu kadar dar bir açıdan bakmamalı. Batı medeniyetinin bütün getirilerini ballandıra ballandıra konuşurken onun insanlıktan götüren yanlarını ondan bilmemek batıyı başından değil kıçından anlamaktır. Küfür devrini geçiren, nifak devrini yaşayan ve riya devrine ulaşan bir millet tarih ve edebiyatı ile dostluk temelinde bir anlaşmaya varamayınca her şey tenkidin konusu oldu. Bu riya devri de kapanır bir gün. Karanlık bir tüneldeyiz ama ucu aydınlık. Tohum toprağa düşeceği günü bekliyor. Anahtar deliğinden değil, tarihe bir büyük pencereden bakmak geldi içimden….

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Sebahattin Günday