Belirsiz, aksak bir bilmece miydi?
Yoksa arzın kalbine fısıldanan sonun, nefesi miydi?
*
Kadın yağmıştı, ruhumun çoraklığına,
Taşlaşmış gölgenin, sureti gibi,
Dekadan zihnimin, putperest mabedine,
Ve düşüncelerimin, o muhteşem ve kederli vedasına.
Bazen ulvi Medusa’nın duruşu,
Bazen keskin Lilith’in avazı,
Avuçlarında yanmış, küflü yazı,
Ve gözlerinde, kasvetli mezarın solgun hüznü.
*
Dalları, zulmetin boyun eğmediği, aydınlık olmayan yerlerde,
Kökleri, Oidipus’un bağlandığı, ışıksız feleklerde,
Siyah rengi, ebediyete yaslanmış,
Fısıltıların boğulduğu, boş ikindi gölgesinde,
Gün ısırığı, taş ağacında,
Kanayan çağların külleriyle,
Secde vokal izleriyle mest, kumrular titremekte.
Ağacın kabuğunda, sisli Cassandra,
Güneşsiz bahçelerde, solgun yanılsamalar çiçeği,
Kökü sonsuzlukta, adı sessizlikte,
Uyumsuz acının merkezinde,
Ve çoktan sönmüş ağıtın, unutulmuş perdesinde.
Suskun tanrının, solgun meleği,
Bir harabenin, fısıltılı avlusunda terk edilmiş,
Sadece, kendi benliğini yitirenlerin görebileceği,
Gizli pırıltının, kederli gözbebeği,
Ve sürgünle mühürlü, tanrı kelebeğiydi.
Her kanadında, harf harf dökülen, nice diller,
Ve her uçuşunda, alemin yakarışı gizliydi.
*
Gözlerinde Zerdüşt'ün dokuduğu yıldızlar,
Çocukluğumun, vitröz yamaçlarına kondu.
Teninde ezilmiş, kristal felek tomurcukları,
Mor sonbaharın hatırasında dondu.
Her boğuk nefesi, gerçeğin sürgünüydü,
Granit unutuşun, alfabesiyle nakşedilmişler,
Sustu; ama susmakla devrildi, içimdeki bütün şehirler.
Kuyular kazdı içime, Adonis’i gömüp, gözyaşıyla üstünü kapattı,
Her adımda, uçurum ıslıkları ve taş giyinmiş rakiplerin gözyaşı,
Her yerde, yazgının mercan sarkıtları ve ateşte yoğrulmuş kuklalar.
Çöküyor hiçliğin, camdan zeminleri,
Ve içimde kıvranıyor, kederin sekiz kollu heykelleri.
*
Ak saçlı, peltek dilli, zamanın bronzunda,
Serenay sus nişanının, tınlayan aksıydı,
Mukaddes sükûnetin, içinden geçip,
Kadim yazıtın, kıymıklanmış aynasında,
Yalnızlığı, üç kez ezberleyen, kadın arketipiydi.
*
Ve panorama açılır, veda eder Cassandra,
Tuzla sıvalı, hayretfeşan zamansızlıkta,
Ağaç kalır, kurumuş damarlarıyla,
Talihsiz ve doğurgan sansarın silsilesinde,
Kabuğunda Cassandra’nın, son soluğuyla,
Zuhurun eşiğinde, bir adım daha ileri atıldığında,
Sonsuzluğun kalbine, perestişle saplanan.
O görünmez,
O geçilmez,
O bilinmez, ezel turasıyla.
*
Sahradaki, o çöl gecesine,
Kadın yağmıştı,
Derinliğimi kıyıya çeken, tufan gibi geçti.
Ama hatıralar, unutulmuşların mezarına, çiçek dikmezdi,
Eteklerinde felsefe rölyefli oluşlar,
Her anıyla, bir Rilke sırrıydı o susuşlar.
*
İşte ondan, son soluklar:
Ben Cassandra, aşk, unutuluş ve dirilişin yetimi.
Kayaların hafızasında, boy atan nilüferin gizemi,
Artık ne bekliyorum seni, ne affediyorum;
Sadece aklımın taş avlusunda, metamorfozlarla dönüyorum kendime.
Ve her visalde, biraz daha kuş oluyorum,
Kanatları sarı yulaf otundan, sessizlikle örülmüş,
Artık o, pitoresk semalara değil,
İçimin yüzü saklı, ummanlarına uçuyorum.
Kayıt Tarihi : 10.9.2025 23:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!