Gök gürültüsü şarkımız olsun
Yağan yağmurlar ise gözyaşlarımız
Bulutlar hüznümüz olsun
Yıldırımlar ise çığlıklarımız
Ömrümüz olsun mevsimler
Çocuklarımız olsun açan çiçekler
Ezan seslerin sürgün mü yedi Akmescit’im
Akyar’dan Yalta’dan duyulmaz sesin
Karadeniz’in Kara’sı mıdır Arabat köyün
Gemilerde inciler dökülür, pırlantadan yüzün
Vagonların tabut mudur ? Mayıs gelende
Loş bir oda, şafak söktü sökecek, yerde yıllanmış bir hasır, kim bilir kaç asır bir köşede eski çaydanlık, kaç bin yudumluk, duvarda takvim, sarı yapraklı, gazetenin olmadığı zamanlar, insanlar birbirinden habersiz sen benden ben senden... Eski bir seccade eskicide bulamazsın kaç bin sevap'lık bir de ahşap saat, her saat başı kilise çanı gibi vuranın dan kalp atışı gibi çarpanından kalp demişken sen gelirsin aklıma göğüs kafesim daralır içinde sıkışan bir kuş, uçamadı bir türlü, uçup da konamadı bir dala, yel mi kırdı o dalları kuşlar mı küstü ağaçlara bilemedim, belki o kuş bir gün özgürlüğüne kavuşur, bazı ağaçların meyvesi kuştur, ağaç sen misin kuş ben miyim bilemedim... birde kovalı soba ne kışlar geçirdi ne ayazlar gördü yandı ha yandı acaba o ağacın dallarını bu kovalı soba mı yaktı, düşündüm de soba sen misin yanan ben miyim bilemedim.. küçük bir çekmece içinde misketler bazıları kırık, darbeli, beş taş oynamamışlar belli hınzır bir çocuğun işi bu, çocuk sen misin misket ben miyim bilemedim eski ipek bir mendil göz yaşı var üzerinde kurumuş.. gözyaşlarım sen misin mendil ben miyim, bilemedim... Küçük penceremden bir ses, bir Sela şafak vakti hasırın üzerinde seccade elinde çaydanlık soğumuş takvim işlevini yitirmiş saat durmuş kalp deki kuş özgürlüğüne kavuşmuş ağacın dalına tabutuna konmuş kovalı soba son kez yanmış misketler dağılmış mendil elinde kalakalmış... Loş bir oda sen misin yoksa ölen ben miyim bilemedim...
Neredesin sevgili
Her yerde seni ararım
Hangi dağın ardında hangi taşın altındasın
Hangi memleketin rüzgarı saçlarını tarar
Hangi dağların suyunu içer
Hangi bahçelerde gezersin
Rüzgarlar haber getirse senden
Sana doğru yürümeye başlasam
Bir adım atsam son bin adım daha
Koşmaya başlasam, düşsem sonra
Dizlerim kanasa, o an aklıma sen gelsen
Gülümsemeye başlasam tekrar koşarak
Bilmiyorum nasıl anlatsam,
Var mıdır lisan da yeri kelimelerde kifayeti
Ellerim titrer yazarken üşümekten değil
Kalbim tüm bedenime dağılmış toy atın koşması gibi
Bilirim rüya değil, ab-ı hayat hiç değil
Belki hayaldir belki hayalden de öte
Ben senden sonra şaşırdım
Doğruydum eğriye karıştım
Hasreti yüce dağlardan aşırdım
Bitip tükenmeden sar beni yar
Yine akşam oldu kapandı gözlerim
Bir başka sabaha kaldı umutlar
Yalandın sen, türkülerde kaldı sözlerin
Verin sazımı yine çöktü kara bulutlar
Bi çareyim bi garibim bir mahsun
Gülüşün geldi aklıma Güneş gibi parlayan
Gelincik çiçeği gibi açan İçimi ısıtan gülüşün
Şöyle baktım da arkama Hayli zaman olmuş
Sahi hangi mevsimdesin şimdi Ayaz’dayım ben hep
Çığ düştü gönlüme senden sonra
Gülüşünün güneşi olmayınca erimedi bir türlü
Bir tren gibi yol alırken zaman
Eskidikçe eskiyor hatıralar
Kaybolup giderken yıllar
Azalıyor umutlarım sensiz
Ağaç yaprak dökerken
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!