o şairler ki hepsi unutuldular
bir mısrada verdiler son nefeslerini
ben kendimi bodler’in şiirlerinde unuttum
la mort des amants diye diye hırpaladım kendimi
harcadım tükettim,unutturdum ben kendimi
senin de beni unutman gerekiyordu
artık bunu bilmen gerekiyordu
bir ekim gecesiydi
vaktiyle kokularınla bezenmiş haldeydin sen
ben
sana mısra mısra gözyaşlarımı okuyordum
bir türlü anlamıyordum
neden sürekli bu korku bulaşığının içine batıp batıp çıktığımı
ellerinle yanık karanfiller gibi gözlerimi eşeliyordun yalnızca sen
o için büyük yanardağlar gibi patlarken
bana bakıp bakıp beni
o erkeklik hallerimin içinde sanıyordun
oysa ben o değildim artık başkasıydım
o en yenilmiş gözlerimle tersine içerlenip
iki yorgun yaprak gibi süpürülmeyi beklediğim o gece
ihtiyar bir gemi gibi batmıştım, karadenizin dibine
sen yalnızlığıma hükümdar bakıp kederlenen
bütün buğulanmış bardaklar gibi kanatlı
ve hiçbir dudağın ısıramayacağı kadar
sıcak diye yazmıştın gözlerime dair
şiirlerinde
oysa şimdi yalnızca
soğumuş gözlerimle unutlmayı bekliyorum mısralarında
la mort des amants
sevimli gecen tüm kokularını kaybetti ondan sonra
o bütün kokularını kaybetti, beni tanıdıktan sonra
o ekim gecesi
neydi, ne zamandı hatırlamıyorum bugün
iki çocuk
bir sokağında dibinde ıslak sigaralar gibi mahçup oturmuş
a Saint-german jazz havalarını yaşıyorlardı gözlerinde
birbirleri için bir şeyler çalmışlardı
her hallerinden belliydi
kendilerini
vurulmuş kuğular gibi gölet kenarlarında buluyorlardı
yaseminleri birbirlerinin saçlarına
birer yıldız gibi gözbebeklerinden takarken buluyorlardı
çiçekleri kimin tarhından çaldıklarını
hiç mi hiç hatırlamıyorlardı
yalnızca bozulan uykuların derin tenhalığında
nefes nefes geçirilen o anların sıcaklığıyla parlatıyorlardı
bu yıldızsız geçen bütün gecelerini
bir sığınak diye birbirlerinin koyunlarını bulmuşlardı
artık bir yaşamak tasarlıyordu, her şeyden öte
işte o zaman sönüyordu sokak lambaları
gece içinden bir çocuk çıkarır gibi çıkarıyordu kendini
ikisi de işte o zaman anlıyorlardı kendilerini
ömürleri yürek kırıklarıya dolu bir mezarlık olan kendileri
her anları bir taziye her günleri bir cehennem olan kendileri
ne bir tadı kalmıştır onlar için bu yeryüzü dünyasının
ne bir günü kalmıştır, çiçekler içre bir mevsimden geriye
sevgilerini ahir gününe saklayan kalpleri olan aşıklardı her ikisi
onlar sanmışlardı ki bu yeryüzünde yalnızca birbirleri için yaratılmışlardı
bu yeryüzünde kırık bardaklar gibi ayrılmışken onlar
bir buğu gibi tutacağını sanmışlardı birbirlerinin
çünki onlar
aydınlığın bütün tonlarını birbirlerinde keşfetmişlerdi
kaptansız bir gemiye benzeyen yürekleri istikamet diye birbirlerini seçmişlerdi
istifham sefiri olan gönülleri din diye birbirlerini kabul etmişti
oysa ne büyük yanılmışlardı onlar ne büyük bir yanlış yapmışlar
onların ki yalnızca ölmeleri gerekiyormuş
yaşamak yasaklanmıştır artık yaşayan her şaire
öğrenmeleri gerekiyormuş ikisinin de
volt ii.
bütün cezaları kesilmiş bir hücredir
çeperleri yüreğinin
kapatılmış bir zamanın kapısından bakılır
derinlerine o odanın
yalnız zifir karanlıktır
gözüken penceresinden
rutubet
ölümün tepesindeymiş gibi çıkar nefesi
içerdekinin
bir çocuk düşürecekmiş gibidir ve hep
gecesinin içinden gece
mumlarla teselli edilmesin, bırakın!
bile isteye hüküm giyen o
hiçbir ışık aydınlatamaz artık o odanın çeperlerini
gelen ziyaretçiler ki
yalnızca zorlar sessizliği parmaklıklardan
bağırmaya hazırdır işte
gözyaşı yüklenmiş o duvarlar
ağlayamaz o duvarlar
ağlayamayacak hiçbir zaman
çıkarmadıkça esir yeleğini içerdeki
içinden taşsa da bin yıllık bütün duyguların seli
aşamayacak asla
çelikleşmiş göğsünün ötesini
esirlik bir payitaht olmuştur artık aşkı terk edenin odasından
hürriyeti yoktur, hayır bir daha olmayacaktır içerden çıkanın
yazgısından
Kayıt Tarihi : 2.11.2025 10:15:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!