Rüzgar Sustuktan Sonra Şiiri - Ekrem Acar

Ekrem Acar
65

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Rüzgar Sustuktan Sonra

(rüzgar aldı en güzel şiirlerimi
geri getirmesi üzerineydi anlaşmamız
her geri gelişinde tenimde ürperten gülüşü
ben galiba aldatıldım)

(bir yudum şarapta
bütün eskileri içildi tarihin

bataklık...
bahçe kapısına
bağlanmıştı köpekler

dündü...
oturdular...
döndü beklenen
paslanmış bir silah
horozu gibi dili)

...1

I

... ilkin rüzgar susmuştu
böyle başlamıştı tuhaflık
o bilinen cinayet günleri
ertesinde, eylülde

küçük sincaplar sarmıştı
ılık havayı
şaşkındılar geri dönenler
bekledikleri karşılama bu değildi
sanki...

sakince girdiler
yine de kente

II

kaybedilmiş savaşın
ganimet artığı kiniydi
çılgınca sıçrayan sincapların
ciddi gözlerindeki

ganimet sanıyorlardı…
hiç kullanmadıkları silahlar gibi
konuşuyorlardı
kelimeler düşüyordular
dudaklarının hep aynı kenarından
boş kovanlar gibi
“yenildiniz” diyorlardı “yenildiniz”
“artık çekilin”

III

oysa belki de
başka şansları yoktu

kim bilebilir...

kara ya da mavi kokulu
oturma odalarından başka

ve hiçbirimizin gönlü yoktu aslında
tarihi tatile çıkarmaya
ve kalbimizi…

ne komik! ...
bunları düşünürken tam da biz
kuzeyinden yırtılmıştı tarih
ve kuzeylilerdi
gönüllü bakire kanının
yaralara iyi geldiğine inanan

ne komik! ...
biz güneyliler uzun zaman önce
unutmuştuk bunu
pahalıya patlamıştı hatırlamak

IV

çok konuşuyorlardı
çılgınca sıçrayan kin dolu sincaplar
aslında sincaplar neyse de
eni sonu sadece sincaptılar onlar

eski savaşın halk kahramanı
“yılanlar vardı asıl
yılanlardı tehlike”
sonradan öğrendikleri gibi; sinsi
sızmışlardı her hücresine kentin

caddelerden akıyordular
başlarında şapkalar
önce şapkaları düşse de
asılı kaldıkları binalardan

kimsenin aklına gelmiyordu
yılana “yılandır” demek
kimse kumru sesi duymak istemiyordu
herkes memnundu

V

ama sabahları vardı kentin
kadir bilir kargaların sektiği
-yalnız onların-
kutsal geceleri gibi
her şeyi gören baykuşların
ve kumruları vardı kentin
kısık sesli bir hüzünle ötüşen

VI

(her aile bir kuyuymuş
yankılı, suyu çekilmiş)

kentin girişindeki dipsiz kuyu
susuz, sesle örülmüş

sadece sesle ifa edilen bir dinin, çok es-
ki bir dinin, tanrılarını yitirmiş modern
kullarıydı bu kentin sakinleri

...ve kuyu
bütün ayin yerleri gibi
geniş çöllere ve geniş çayırlara kapatılmış
iri taşlarla örülmüştü

VII

biraz neşe
kasveti dağıtmak için
iyi damıtılmış şarap
testilerle

ve ot
toprağın eski yerlilerinden kalma
kentin
kemikleri üzerinde yükseldiği

...2

I

Bilge Karasu’ya

(savaşçılar)

kesik kesikti geri dönenlerin dilleri
kentin girişinde durdular önce
artık anlamını yitirmiş
bir ayinin acılığında
acıydı gözlerinde her şey

ve bir tek onlar bilebilirdi
kana nasıl doyulacağını

“bir tik gibi olağan
sessizce tükürdü en arkadaki
başını çevirip baktı arkasına
geride kalan varsa
gagalayıp katmalıydı sürüye
hep birlikte terk etmişlerdi kenti
dönmeliydiler hep birlikte”

II

(sincap dilli sandviç)

“bu gün ne kadar da inançlıyım
ah hele şu saçlarım
dimdik duran inatçı
inançlı saçlarım

inanın yoldaşlarım
şu aynayı satın almakla
ne kadar doğru bir
perspektif saptamışım

ah bakalım bu gün
kaç inançsız ev böceğini
tükürüğümle boğacağım”

III

(eski kumandanların sonuçlanmış kanlı savaşı)

belki de en sessiziydi savaşların
ama en kanlısı
eski savaşın
eski sivil generalleri arasındaki

yılan yaptılar kırpıp kırpıp
bir kısmını
-hiçbir şey çöpe atılmaz
bu topraklarda
yerli malı
yurdun malı
ah onu kullanmalı-

bir kısmı ise icazetle
general kaldı rütbe aldı
kameralı ve deklanşörlü
dillere destan törenlerde

kalanlarsa
en davudi sesli kumruları
yağmurlu saçakların

IV

Cezmi Ersöz’e

(sokak kumruları)

aşklarına düşürmüşlerdi savaşı
evler parklar otobüslerin
tıklım içleriydi
güneşin dolaştığı kan meydanları
gerilla değildiler
ve hiç vurup kaçmamışlardı

savaş alanıydı ruhları
sevgileri vardı sevgisizlikleriyle erimiş
bırakılmayı bekleyen gerilmiş bir yay gibi

ruhlarıydı kendileriyle savaşan
güvensizlikleri vardı güvenleri içinde
bir ay ışığını tam ortadan burabilecek
dilleri vardı konuştuklarında

şefkatleri vardı şehvetlerinde eriyen
düşecek gibi dururdu
hep tutulmayı bekleyen
“uşak ruhları”

V

(evcil kumrular)

bulanık, mavi dumanlı bir düştü
hiç sokağa düşmemenin acısı

kaşlarının ellenmemişliğindeydi
titrek geniş denizler

küçücük oturma odalarına
sığdırmışlardı karanlığı

yenmek için çizilmiş
kestaneler vardı yürekleri yerinde

ve yön kavramlarıydı köreltilmeye çalışılan
gizli labaratuvarlarda

oysa inanın boşuna bir çabaydı

çünkü çoktan gitmişlerdi onlar
gidecekleri yere

gümüş telli kafeslerinde
akik rengi sezgileriyle

VI

(bütün kent bir gecede
nasıl kahverengi olur)

yosunlardı önce yaşlanan
sonra yüz çizgileri derinleşti çocukların
toz toprak ve kan
canlı kalmış ne varsa
gelip oturdular yarıklara

ilahi alayıydı bu neşenin
ve nesnenin
binlerce solgun ve umarsız
gökkuşağının peydahlanması

VII

(ve şair)

yok artık kadınlar
susun! ...
ateş kusan gözlerimi
sanırım yuttum

“elinde reçel kavanozuyla
gün ışığında yakalanan günahlar”
varmış bilmem
benim gökyüzüm gece
tattığım güvensizlik ve şüphe

bana yabancı şu ormanda
havasızlıkla beslenen ve semiren
güveye benzer tutkum
bunu bilirim
bir de tam da tak dediği
yerinden takıntıyı

yüreğimi dağlar nergis çiçeği
ben lanetlenmiş
protez hissiyatlı bir kargayım

...3

I

(baykuş konuşuyor)

yeri göğü akşamları
boğumları kanlı
ak saçlı ihtiyar basar
kanlı beyaz bir bulutun
erketesinde

kan gibi sperm

kıvamlı bir sıvı yayılır geceye
düşlerinde yakalar
inançlı toy çocukları

kan gibi

hırçındır bu kentin erkekleri
yüzyıllardır her sabah
anlayamadıkları bir yapışkanlıkla
uyanırlar

rüzgar korkar
asla aklına getirmemiştir
ihtiyar varken kente girmeyi

ihtiyar çıkar
bu kentten
öyle girer
rüzgar

II

taze soğan’a

“bırakmalısın gitmeliyim
hayvanlar çağırıyor
duymuyor musun

uğultular yükseliyor
insan elinin merakla
ilk kez dokunduğu
en ilkel tamtamların sesine

bu uğultular
bu hayvani uğultular

bulduğu ilk eğlencede
kuytusu karıncalanan ademin
ilk duyduğunda şaşarak
beynimin bilmem kaçıncı lobuna
çizdiği mamutun uğultuları

gitmeliyim

biliyorum
güneş biz yokken de
doğuyordu
-hatta koca mamut bile yokken-
ve doğacak belki
biz olmadığımızda da

yine de
gitmeliyim

tamtamlar çalıyor bak
kuralsız
melodisiz
aksak
o ilk eğlencenin sarsak tamtamları

gitmeliyim
bu kez
ve son kez
-belki de dönebilmek için-

III

(şairin hiddeti)

parmak aralarıma sızmış korku
'sus! ...'
hiç bileklerimden kesmedim kendimi
'sus! ...sus! ...'
beklentiden kurtulduğunda
güzelleşiyor(mu) ellerim
'sus! ...sus! ...'

lütfen söyleyin
annelerinizden mi kaldı
bu pamuk beyazı suratlar
bu sayfalar/size
ellerimi gönderiyorum
'susun! ...'

şiddet istiyor parmaklarım
kalbim barbar
parmaklarımı gönderiyorum
'mermer çizmeler ve
kurşun eldivenlerle'
'susacaksınız! ...'

aslında kesmeliydim
bileklerimden kendimi
bütün ahlaklı çocuklara; size
en iyi dileklerimi yolluyorum
hayvani kıpırdanışlarını kalbimin
ve beynimin karıncalanışını
'susacaksınız! ...'

her hangi bir irkilişte belki...
öleceksiniz! ...

IV

(korkak karga)

“korkuyorum kokusunca toprağın
yolda yürüyünce ikindin
yalnızca ikindin mi?
o kadar hazin
ah yaz kadar komik
yaz kadar hazin
ben güneşten de...
dilim varmıyor oy! ...

-ben edebice korkuyorum
edeplice
o kadar güzel
o kadar rezil-

ya su billur olsa
bulgur kadar ruhum
kaynar
o kadar komik

bırak dedim ruhuma
çalınan bulgurlara ağlamayı bırak
dedim timsahları dedim
güldürmekse niyetin
bilmem dedim
dedim dedim

o kadar soytarır surat
hadi soy tüm renkleri

V

nergis’e

(bu da salyangoz)

“bana güzel şeyler söyle ki
yürek atışımı izleyebilsin sesin
sürünürken korkuyla bıraktığım
ışıltılı izime bırak sesini
sakar kumrular ikimizi izlesin

VI

(eski kente övgü)

(teni bakır tadında
birer avlu mudur
her gün ışığı
sevgili birer fahişe midir
bütün avlular)

bahçeli hanlara kapanırdı
bütün sokakların
bakır tadındaki

koynuna alırdı
gün ışığında erkeğini
senin koynunda
bütün yürekli orospular

o dik başlı marpuçlar artık
hangi tependen inerse insin
eskiden üzerinde oturduğun
bulutlar artık yoklar

ama kalbimden emirler
yolluyorum sana
şiiri döndürüyorum

‘yokluğu/sonsuza sıkışmış
bir şimşeğin pırıltısı gibi hisset

-bak sana güzel bir
yokluğu sır vereceğim
ülkesi yok biz yazıcıların
hiç olmadı
sen varsın
tenin bakır tadında-

VII

(.............)

boru çaldığında
hemen terk et bu kenti
hiçbir şeyi sorgulamadan
bırak kalemini kitabını kadınını
-hiçbir önemi yok
nerede olduğunun
ve yaptıklarının-

kentin dışında bekle

göç
ikinci boru çalıp
herkes toplandığında başlayacak
biliyorsun

kentin dışında öylece dur

öğüte uy: sakın umutlanma
sadece bekle
bakarak kente
“sakın başka bir kent falan düşleme”
biliyorsun
göç
ikinci boru çalıp
herkes toplandığında başlayacak

Ekrem Acar
Kayıt Tarihi : 15.12.2002 16:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ekrem Acar