Makineyle yazı yazdığı bir sırada atlayıp masasına konması Ferhat Dede ‘ye dünyaları bağışladı. Kuşu, bir kuş olarak değil, bir küçük çocuk olarak pekilenmiş gibiydi. Onunla muhatap olabilmek için sanki çocuklaşması gerektiğini sanmaktaydı.
- Cacik cacik cacik… Diyordu. Bacik bacik bacik. Sen benim masama mı geldin Parmak Çocuk? .. Küçük çocuk… Mavi çocuk… Kuş yavrusu… Yavrunun kuşu…
Yakınlaşmıştı, yanaşmıştı, makinenin önüne önüne gelebilmişti. Metalik gövdeden yana çıkmış olan şaryodaki kağıtla ilgilenmekteydi. İki ayağının üstüne dikilmekte ve kaçmaya-uçmaya bile gerek görmeden gagasıyla kağıdın yanlarından yanlarından küçük küçük koparmaktaydı.
Ferhat Dede başını öne eğip sesini yalancıktan sertleştirerek:
- Hey ne yapıyorsun sen? Koparma kağıdımın yanlarını…
Diye seslendi. Parmak Çocuk kağıdı bırakıp bir koşu makinenin arkasına kaçtı ve merdaneye sarılı olup bir kesimi yukarı kalkık duran kağıdın arkasında görünmez oldu. Fakat bu saklanış birkaç saniye bile sürmedi. Yeniden yürüdü, yeniden ortaya çıktı. Alttan yukarı dikildi ve Ferhat Dede ‘ye meydan okurcasına üst üste birkaç kere cik çekti. Sonra, merdaneye sarılı kağıdın yanlarını gagasıyla çekip çekip koparmak hakkıymış gibi yeniden işe koyuldu.
Parmak Çocuk ‘un bu kafa tutuşu ve kağıdı koparmaktaki inadı yaşlı adamı kahkahalara boğdu ve Ferhat Dede odadan sofaya doğru seslenmeye başladı:
-Bir an- bakislarin mavi denizle gok arasinda
Bir uyumsundur sen -yazlar gezinir kis gunlerinin icinde-
Sabahlari bir seyler noksandir, aksamlari
Noksanlardan olusan bir uzuncluk sende.