Bir zamanlar her buhranımda evim diye sığındığım o kutsal tapınak,
Bir daha hiç evim olacak mı?
Bir zamanlar her buhranımda yanlarına koştuğum dostların numaralarını
Bir daha tuşlayacak mıyım teker teker?
Bir zamanlar ağladığım şarkılar
Bir daha gözyaşlarımı dinleyecek mi, hıçkırıklarımı
Artık biliyorum, ne bir daha evim olacak ne bir daha arayacağım eski dostları ne de aynı şarkılara ağlayacak bu gözler.
Bedenimin, ruhumun her milimetrekaresinde iz bırakanlar, vazgeçilmez dostlar, vazgeçilmez duvarlar, vazgeçilmez tınılar
Eski dostlar, eski duvarlar, eski tınılar...
Parmaklarım eskisi gibi dokunmuyor şimdi
Dilim aynı hüzünle mırıldanmıyor
Kalbim aynı tapınağa sığmıyor şimdi
Çoktan kopup gittiğim kıymetlilerim,
Terk edilmiş, yalnız ve melankolik şimdi hepsi
Onlarda izim kaldı, onların da bende izi.
Bu izlere, kalbim ağrısın istediğimde minik minik dokunup
Sanki asırlar öncesinin bağımlılıklarını arıyorum, ancak bana yetiyor avucumdaki.
Anne, evim olmayacak mı benim artık?
Anne, evim olmayacak mısın artık benim?
Şimdi var yeni dostlarım, yeni şarkılarım
Fakat bir şey eksik,
Bu biçare ruh her şeyini adadığı o tapınağı, her şeyiyle sığındığı o çatıyı, her şeyini kaybetmişçesine ağladığı o duvarları sonsuza kadar yitirdi.
İçindeki, çare dilendiği insanları da, duvarlarıyla birlikte yitirdi.
[ Anne, o duvarlar girdi aramıza,
Baba, küçük kızın senden yardım istemiyor artık.]
Kendimi kaybedip bulduğum bu sokaklara, şu iki metrekarelik hayatıma, uğruna çürüdüğüm yirmili yaşlarıma ve başkente yüklemeye çalıştım, bu kutsal görevi
Hayır, hiçbiri yeterince ev değil.
Karşımda tüm suçluluğuyla gülümseyen bir haini, bu role soyunması için ikna etmeye çalıştım,
Savaştım, o da arkamı dönmeden yok oluverdi.
Şimdi ne eski dostlarda arıyorum evi, ne şarkılarda ne memlekette.
Evi kendimde arıyorum,
Bu lanetli diyarda sonsuz bir yolculuğa çıktım, içimde.
Arıyorum, bağırıyorum, inliyorum.
Her taşın altına bakıyorum, her dağın ardına, her vadinin dibine.
Her kuyunun başında, her terk edilmiş şatoda, her mezarlığın kapısında,
Kendi cesetlerime rastlıyorum.
Önceki benler,
Bu imkansız yolculuğa çıkmakta son derece kararlı, fakat yolda feda olmuşlar, bir ev uğruna.
Bir ev uğruna.
Bir sevgili, bir ev, bir nefes uğruna,
İnsanın yapmayacağı şey yok.
Her savaş, her kavga, her intihar bu yüzden değil mi?
Kalbimle "sıcak mı soğuk mu" oynuyoruz,
Evimi terk ettim edeli,
Bir seninle ısınmıştı kalbim, ılımıştı, bir avuntu nafile.
Sende aradığım sevgiyi, evimi ve aradığım şefkati, daimi sığınağım,
Hepsini birden, içimdeki diyarda, mum ışığıyla arıyorum.
Odada bir fil var, her gün ayrı ucundan tutuyorum ben,
Daha dün, bu file sırtımı dayadım, bu "ev" güvenli hissettiren bir yer olmalı kesinlikle bulgusundaydım.
Yarın kulaklarına uzanır elim, "beni heyecanlandırmalı, hayat neşesiyle doldurmalı" kanaatinde,
Bugün hortumundayım filin, "dilediğimde terk edebileceğim bir ev olmalı bu, dilediğimde geri dönebileceğim".
Evvelsi günü unuttum, beriki günü, ne içimdeki ay ve yıldızlar biliyor ne tepede beni usandıran güneş,
Kuyularımda kayboldum, hangi deli atmışsa taşı,
Yaylalarında kendimi kurumaya bıraktım içimin, biber misali, mahallede bi ara sokakta.
İçimin denizlerini, izlerken uçsuz bucaksız, kaybettim zamanı.
Bulutlarımın sahnelediği bu oyunu izlerken gözyaşlarına boğuldum.
Ben neden bu kadar hiç hissediyordum?
Hiçlikten gelip hiçliğe gidiyordum, ama arasındaki bir ömürde hiç mi "biraz" olmaz insan, hiç mi "tam"?
Hiç mi "belki" olmaz, hiç mi "tamam" ?
Niçin bahçelerimde seyre dalıp hayran olurken , bu hayranlığımın, kırık ve çatlaklarımdan sızmasına müsaade etmem?
Niçin kendime bu nefretim, hiç mi değmiyorum zamana?
Aksine, zamana, ölüme, doğuma ve kana öyle dokunuyorum ki
Öyle çiğ öyle sualsiz, öyle dolaysız kucağındayım ki hepsinin.
Yoğrulup kahroluyorum bu acıyla,
Onca insan suçladım ömrümce,
Kendi cehennemimin ateşinde kavrulurken, delirircesine,
Ölürcesine, severcesine,
İçime bu cehennemi sen mi koydun anne?
Sen böyle yamuk böyle düzensiz koymazsın ki hiçbir şeyi, öylece,
Öyleyse, sen misin baba?
Sen yangın seversin, böyle uğraşmazsın ki hiçbir şeye,
Böyle detaylı, böylesi katmanlı bir kaos, senin işin de değil öyleyse.
Tanrım, sen misin?
Seslendim fakat ne çare.
Atalarım,
Doğa ananın, sonsuzluktan beri şahit olduğu acı olmalı bu yangının kıvılcımı.
Sonsuzluktan beri doğanın koynunda pişen bu helva,
Karamel kokulu, yanık sedir ve bir tutam vanilya.
Çıra kokuyor çıra, reçine bal ve üzüm.
Meşe fıçılarda demlenmiş, bağlardan toplanmış emek emek.
Benden önce doğan her canın acı çığlıklarıyla çeşnilenmiş,
Süpernovaların, karadeliklerin çekirdeğinden, yokluğun en yoğun notalarıyla marine olmuş bu helvayı,
Varlığımı, yüreğimi, kaburga kemiklerimdeki bu daim sızıyı,
Benim için bu özel tarifi devirlerce muhafaza etmiş,
Ben düşerken yeryüzü çilesinin bağrına,
Cömert bir parmakla ağzıma çalmış,
Ne yaptıysam ona milisaniyelik varlığımla? Ki beni aramış, beni beklemiş,
Hatta ne hikmetse beni bu helva için, örmüş ilmek ilmek, oymuş kıymık kıymık,
Sen taşıyacaksın tüm varlığın çilesini, beni seçmiş.
İşte ağzımda öyle sünmüş, öyle yavşak, öyle boktan bir tat var her sabah doğurduğumda güneşi, her aklımla baş başa kaldığımda, her davet ettiğimde kalbimi daima anason kokan bu masaya, her seni istediğimde, her adımda ararken evimi, her duyduğumda eski dostları hatırlatan notaları, nidaları, kokuları.
Ben seçmedim, bu kadar dipsiz sevmeyi,
Böyle çaresiz, ipin ucunda yaşamayı her anımı.
Benim suçum değil dimi?
Her gece göğsümü yararak doğan hasret, cevaplarımın peşine takılan kuyruklu soru işaretleri, kurbansız batan her gün, gelip geçen her dakika ve kayıplara karışan aklım.
Benim suçumsa da, hali hazırda benim suçummuşçasına çektiğim bu çileden fena ne olabilir?
Testi kırılmadan dayak yiyen çocuk misali, her ihtimale karşı bedelini yattığım bu suçum, trajikomedi.
Komedi çünkü, benim diyarımda tersine yürüyor bazı kanunlar, hem çocuk hem testi hem göl hem maya oldum çoğu zaman ben,
Trajik çünkü kızgınım, ağzıma bal gibi nektar değil, bu çamur helvayı çaldığı için,
Öyleyse, madem ödedim her suçun yatarını,
İnsafsızca işlesem mi tüm müebbetleri?
Ne kalbim öyle kara ne de savuracak enerjim var kılıcımı,
Yirmi bir yaşım.
Yatağımın kokusu iyi gelmiyor artık bana.
Nilsu GüleşKayıt Tarihi : 16.9.2025 01:50:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!