Nevriye teyze Şiiri - İlyas Kaplan

İlyas Kaplan
1391

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

Nevriye teyze


İçim aylardır tarifsiz bir hüzünle eziliyordu
Ama nihayet gelmesini beklediğim o gün geldi
ve kuvvetli bir ümit ışığı
hüznümün buzdan dağlarına güneş olup vurdu.
Olabilir.
Bu sefer olabilir.
Bu sebeple olabilir.

Son iki üç gündür oruçlu hâlime aldırmadan
çarşıyı eve taşıdım.
Baklava için ceviz aldım, halis tereyağı aldım.
İkramlık şeker, çikolata aldım.
Sarmalık yaprak aldım.
Sarmaya kuş üzümü aldım.
hediyeler aldım.

Çocuksu bir heyecan sardı beni
bunları alırken.
İçimdeki ümit ışığı iyice coştu.
Her yer apaydınlık oldu.
İnanıyorum, olacak bu sefer olacak.
Artık bitecek aramızdaki şu anlamsız şey.

Dün eve gelir gelmez baklavayı yaptım.
Annemizin yaptığı gibi.
Bayılır o ev baklavasına.
Senin elinde annemin elinin lezzeti var, der.
Sonra sarmayı sardım.
Eteklerimizi dikip kapının arkasına astım.

İkindin kına yoğurdum.
Akşam elimin içine küçük bir yuvarlak sürdüm.
Onlara da ayırdım,
isterlerse hemen çıkarır veririm.
Her şey tıpkı çocukluğumuzdaki gibi olsun istedim,
bozulmamış,
onu, onları bekler hâlde.

Bugün sabah namazından önce kalktım.
Ellerimi yıkadım, kınam pek güzel tutmuş.
Parlak parlak.
Evi tekrar silip süpürdüm.
Duşa girdim.
Kahvaltı hazırladım.
Dün üçümüze bir örnek diktiğim eteğimi
askıdan indirip giydim.

Kaç gündür onca işe rağmen
yorulmak nedir bilmiyorum,
içim pır pır ediyor.
Pencereyi açıp camiden dönen babalara,
çocuklara baktım sonra.
Bütün mahalle, komşu evler, her yer
gözüme tertemiz göründü.
İçimde öyle bir ferahlık var ki
sanki bu bayram günü
yeniden genç,
yeniden çocuk oldum.
Yeniden çocuk oldum

Aklıma
babamızın bayram namazlarından eve
bir poşet simitle döndüğü o sabahlar geldi.
O zamanlar simit fazla bulunmaz mıydı neydi
pek iştahla yerdik onları.
“İşte” derdi babam
“bir ay sonra kurulan bu sabah sofrası
Allah’ın ikramı.

Bütün sofralar O’nun ikramı ama
bugün artık yiyip içebilirsiniz diyor.
Haydi, hane halkı gelin,
Allah’ın ikramına gelin.”
Soframa bakıyorum.
Simit yok.

ll.

Yoldan geçer mi acaba simitçi?
Sepetimi uzatıp alırım hemen.
Üç simit.
Yok yok altı olsun.
Kapı çalıyor.
Kalbim yerinden fırlıyor âdeta.
Geldiler mi yoksa?
Koşup açıyorum.

Komşumun küçük kızı.
Bir tabak pişi getirmiş.
“Hayırlı bayram sabahları!” diyor.
Gülüyorum.
Şeker, çikolata veriyorum ona.
Baklava da versem mi?
Ama daha açmadım baklavayı.
Onlar gelince açacağım.
Gelecekler mi?

Kapıyı kapatmadan telefonum çalıyor.
Kalbim yine heyecanla çarpıyor.
Onlar mı?
Değil,
öğrencilerim.
Sağ olsunlar her bayram arıyorlar.
Üst üste telefonları geliyor.
Telefonla da olsa konuşmak güzel
ama bu görüşmeler bitince mahzunlaşıyorum.

Sanki kendi kendime konuşmuşum gibime geliyor.
Yanımda kimsenin olmadığı,
bir evin içinde yalnız olduğum
telefonun kapandığı o anlarda daha çok belli oluyor.
Hüzünleniyorum.
Arkama yaslanıp telefonun galerisinde biriktirdiğim
fotoğraflarımıza bakıyorum.

Galerideki albümün adı:
“Biz”. İki yıl öncesi olmalı.
Kitap fuarına gitmişiz.
İmza kuyruğundayız.
Aynı yazarın üç farklı kitabı var
her birimizin elinde,
gülerek bakmışız objektife.
Gülerken üçümüzün de başı geriye yatmış.
Ne kadar uzak geliyor şimdi bu yakınlığımız bana,
ne kadar uzak.

Çekmeceye uzanıp daha eski fotoğrafları arıyorum.
İşte Nergis’in küçüklüğü.
Benim kucağımda.
Bir iki aylık olmalı.
Nasıl da olağanüstü geliyordu onun varlığı bana.
Kardeşimin çocuğu olmuştu.
Bu mucize gibi bir şeydi.
Bütün dünya bir yana yeğenim bir yanaydı.

Hâlâ da öyledir ya!
O da annesi gibi bana sırtını dönmüş olsa da
hâlâ öyledir...
Birbirlerine benzediler gitgide.
Muzip bir şirinlik var ikisinde de,
tatlı bir inat, bir dikbaşlılık, bir öz güven...
Kimse bana benzemedi.
Ben kime benzedim acaba?
Anneme mi?
Hiç değilse kendim olabildim mi ya da?

Bu fotoğraf daha eskilerden,
ikimiz de küçüğüz.
Annem bir leğen bezelye ayıklamış.
Biz leğenin içine ellerimizi koyup
avuçladığımız bezelyelerle babama poz vermişiz.
Saçlarımız iki yandan örgülü.
Birbirimize benziyoruz bu karede.
Hâlbuki hiç benzemeyiz.
Ama burada benzemişiz.

Herhâlde tüm ömrümüz boyunca
sadece bir an kadar,
bu fotoğrafın çekilme anı kadar
benzedik birbirimize,
sadece o kadar.
Sonra dilimizde başka şarkılarla hep başka yönlere...

lll.

İkisi aylar var ki evime gelmiyor,
beni arayıp sormuyorlar
ya bazen acaba ben mi öldüm
yoksa onlara mı bir şey oldu diye
düşünürken yakalıyorum kendimi.
Biz nasıl küsmüş olabiliriz,
nasıl konuşmuyor, görüşmüyor olabiliriz?
Kardeşler arasında en çabuk alevlenen duygunun
düşmanlık olduğunu söyleyenler gerçekten haklılar mı?

Üst kat komşumun misafirleri var.
Kalabalıklar maşallah.
Torunlar koşturuyor oradan oraya.
Evdeki şenlik sesi
benim sessiz evimi de dolduruyor.
Nergis de küçükken bir odadan bir odaya
zıplaya zıplaya geçerdi.
Onun neşesine hayran olmamak mümkün değildi,
ona baktıkça içim çiçek bahçesine dönerdi benim de.

Yirmisine geldi artık büyüdü,
zıplamıyor hâliyle ama sesi hâlâ kuş cıvıltısı gibi.
Neşe vermeye devam ediyor.
Aylardır o sesten de o neşeden de mahrumum.
Boğazım düğümleniyor.
Ben en iyisi komşuya bir tabak baklava çıkarayım.

Bitecek gibi değil anlaşılan.
Yani koca bir tepsi baklava diyorum,
öyle hemen bitecek gibi değil.
Baklavayı götürdüm.
Fotoğrafları kaldırdım.

Vakit öğleye yaklaşıyor.
Ne garip, karnım acıktı.
Bir ay boyunca bu saatlerde hiç acıkmayan karnım
şimdi zil çalıyor.
Bir şeyler yesem mi?
Şöyle hafif bir şeyler.
Yok yok bekleyeceğim.
Gelecekler.
Gelecekler mi?

Evimin duvarlarına bayram güneşi vuruyor.
Hava çok güzel.
Dışarıdaki insanlar pek şık, herkes özenli.
Aileler birlikte geziyor.
Dönüp soframa bakıyorum yine.
Saat sekizden beri misafirlerini bekliyor.
Çay acıdı.
Simitçi geçmedi.
Yavaş yavaş üzerime çöküyor günlerin yorgunluğu.
Gelmeyecekler mi?

Bugün de bitmeyecekse bu küslük
ne zaman bitecek,
yoksa bitmeyecek mi?
Ben mi gitsem acaba?
Küsen ben değilim ki.
Arasam ya da?
Ya yine açamazlarsa.

Keşke aramızı bulacak,
bizi barıştıracak birileri olsaydı.
Ama yok.
Nergis’in babası,
“Ben de üzülüyorum abla ama
elimden bir şey gelmiyor.” diyor.
Benim de elimden bir şey gelmiyor.
Siz gelin işte ne olur.

Öyle güçlü bir bahaneniz var ki.
Ablanıza, teyzenize geldiniz diye kimse yadırgamaz sizi.
Bugün bayram.
Niye barıştınız demez kimse.
Ev tertemiz hazır.
Baklava hazır, sarma hazır, sofra hazır.
Etekleriniz hazır.
Ellerinize kına da yakarım isterseniz.
Bu akşam bende kalırsınız hatta.
Hadi gelin.

Ben gelemiyorum.
Siz gelin.
Allah’ın ikramı olan bu sofraya gelin.
Gün zevale erdi kardeşim,
yeğenim hadi gelin.
Ne olur

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 14.9.2025 15:54:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!