Bir ara masal olsam diye düşündüm
Bir ara gerçek ve yalan takı olurdu turkuaz renkli bir taş boynuma asılı siyah damarlı
Bir ara adresi kayıtlarda bulunamayan bir mezar sessizliğine
ne güzel olurdu gömülseydik birlikte...
Bir ormanda çıplak bir dal gibi bırakıp gittin beni yapayalnız
avunuyoruz sözün bittiği yerlerle
ve biz biliyoruz ki söz bitmez
ve bu bitmeyen sözlerle kafa tutar yoksul kentler
bu gerçekleşmediğı sürece
ürkmezler tepedekiler...
Söyleyenin yalancısıyım...
Zamanında Mısırlı Kleopatra buradan denize girmiş. Bu devasa kolonların o zaman çatısı varmış. Kraliçeye gölgelik yapsın Akdeniz güneşinin kavurucu sıcaklığında yanmasın diye
Şımdi dört adet kolon her halde açık ve dalgalı denize bakarken ve aylı geceler de mermerleri parlarken, yaşlı bir adamla salladık oltalarımızı ķörlemesine balık tutuyoruz yengeçlerin bakışları altında. Yaşlı adamın rakısına meze olacak balıklar.
Side alem bir yer değildir. Ama her yanı Roma kokar.
Bu günen kadar ve bundan sonraki günlere kadar Allah beni devlet dediklerimize ; muhtaç olmadım inşallah ölene kadarda muhtaç olmam. Bu ülkenin bir kutu aspirini bile helal kazancımla aldım hastane hastene dolaşıp reçete yazdırmadım. Neden? Nedeni açıkcası bilmesem bile o aspirine sömürülen yoksulun gereksinimi olduğu için olabilir.
Bu ülkenin yöneticileri kimlerse ben ve benim gibileri sevmez sevmedilerde. Bizde onları sevmedik sürüm sürüm süründürselerde
vatanımız toprağımız ve halkımıza dertlerimizi anlatamadıysak ya da onlar anlamadılarsa sürekli boyun eğip sürekli ezilmekten hoşlandılarsa bizler yine de sevdik onları...
Dünkü manzara. Ekranlardaydı. Yönetici konuşurken etrafındaki bakanları yer kapma ekran görüntüsü verme telaşlarındaydı. İnanın depremden ďümdüz olmuş koca bir bölge binlerce ölümüz binlerce yaralımız binlerce yetimimiz açımız ve ďört duvarsız kalmışlar varken bakan konuşmacının dibine yanaşıp tebessüm edebiliyordu tüm olanlar umurunda mıydı?
Sağa dön sola dön. Uyku zaten yoktu.
Enkazların altında kalan insanlar ve en çok da çocuklar o minicik yavrular.
İçim çok fazla acımaya başladı artık.
Filmdi o beyaz perdelerde anımsamalarımda kalan süper adamlar. Öyle bir güç. Saniyeler içinde beton ve demir yığınlarını kaldırmak.
O çocukları o karanlıklardan o soğuk ve ıslak zeminlerden duvarlardan kurtarmak. Hayal işte. Gözlerimle ışınlar saçarak onların yaralarını bir an da iyileştirmek. Korkuyu o minik yüreklerinden silip süpürmek...
ilk önce çınarlar bırakır kendilerini
dönerler bakırdan önce sarıya
rüzgâra gerek yok
soluk versende düşer o yapraklar
her şey ölür her şey kurur
Onlar bizim ailemiz.
Bir kaç yıl önce Mihri ablamızın kocası Taci abi banyo da ayağı kayınca beyin kanaması geçirdi. Hastahaneden aylar sonra taburcu edildi. Artık unutkan bir insandı.
Saz ve Bağlama onarımı yapardı. Anafartalarda ara sokaklarda olan bir kaç metrelik dükkanında aşıkların ozanların düğünlerde çalışanların bağlamaları sazları Taci abinin parmaklarından yüreğinden geçmiştir.
iki katlı köhne bir evin ikinci katında
o kadar da aradın
minik minnacık bir göz'ü
izleyen bir göz'ü
aletlerin makinaların duvarların diplerin milim milim her köşesinde
bulamadın. Korku damarlarına yürüdü. Tek başınaydın.Yalnızdın.
İşgüzarlığın diploması;
Var mıdır yok mudur bilemem?
Ama az önce gelen ve aldığı gıda ürünün ederini kartla öderken...
fırlattım iki ķöklü kirli dişimi
gecenin ortasında yalnızlık esintilerine
tıngır-mıngır yuvarlandı
kırık kalpĺerin türküsü çınladı
sonra durdu bir kiremitin oyuğunda
şaşkındı korkmuştu
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!