Bizi biz yapan değerler üzerine düşünmeye başladığımızda, “hakikate” ulaşmanın, insan-ı kâmil olmanın epey güç bir sınav olduğunu içgüdülerimizle sezer, o büyük resmin içinde büsbütün kaybolmamak için saklı iç dünyamızın kıyısına çekiliriz. Sadakat, cesaret, haysiyet, adalet, iyi niyet, merhamet, bağışlama, cömertlik, kahramanlık, tevazu gibi kelimeler, ilk bakışta somut, içleri basitçe doldurulabilen erdemleri temsil ediyor gibi görünse de çelişkileriyle eksiltir, çoğaltır bazen çürütür ama nihayetinde insanı değiştirip kendine has biricik özellikleriyle kılar. Esas itibarıyla politik bir varlık olan insan, “dilin”, aklın, arzuların, kültürel alışkanlıkların da etkisiyle özünü bulmak, çekirdeğinde saklı olan tabiatına ulaşabilmek için yaşadığı sürece çoğu kez ne yaptığını bilmeden savrulur.
Ben en basit tanımıyla “iyi olabilmenin” ahlaktan ziyade ruhtaki saf “hakikatin” iyiliğine inanma ve bunun için ciddi çaba gösterme sorunu olduğunu düşünürüm. Gerisi asırlardır erdemler üzerine düşünen ve sorularına mutlak bir cevap bulamayan felsefecilerin işidir. Felsefeciler hınzır, meraklı bir çocuk gibi sorar, has edebiyatsa müşfik bir anne gibi o çocuğun başını okşar. Kötülükten, ihanetten, zulümden sert bir dille bahsederken bile insan duyguları arasında çıplak gözle görülmeyen gri lekeleri “iyiliğin” ışığıyla gösterir. Cesaretle korkaklık arasına sıkışan, bencil bir kötülük dürtüsünden merhametin yumuşak yatağına sıçrayan insan atlasını incelikli kıvrımlarıyla gösterir.
Yazarı, siyasetçisi, eğitimcisi, hukukçusu ve bütün sınıfsal katmanlarıyla içeriden çürümeye başlamış bir toplumu da yine ancak sanat, edebiyat sağaltır gibi geliyor bana. İnsanın ana damarından kılcallara doğru yayılan hakiki “iyilik” orada saklı çünkü. Daha evvel birkaç kez bu köşede bahsettiğim Platonov, telafisi mümkün olmayan derin bir hayal kırıklığıyla burkulduğum bugünlerde beni yine teselli etti.
Andrey Platonoviç Platonov kalabalık ve yoksul bir işçi ailesinin oğluydu. Annesini çok küçük yaşta kaybetti. Gençlik yılları 1917 devriminin ve onu takip eden iç savaşın sıkıntılarıyla geçti. Eserlerinin çok azı o yaşarken yayımlandı. Stalin’in baskısıyla resmî ideolojinin eleştirmenlerince aşağılanan yazarın romanları, hikâyeleri 1990’ların başına kadar Sovyetler’de yasaklandı. Ancak ölümünden sonra dünyada tanınan Platonov toplama kampından dönen oğlundan kaptığı tüberkülozdan öldü. Ömrünün son yıllarını edebiyat enstitüsündeki müstahdem odasında geçiren yazarı gören öğrenciler, bu garip adamın hikâyeler yazdığını söylermiş.
Yakında adem dirler bir şehre azîmet var
Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım
Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta