Hayatta bir şey var ki,
insan
özler sevdiklerini;
kimi eşini,
arkadaşını,
kimi en yakın dostunu
Sivil Savunma ile özdeşleşmiş, ömrünü Sivil Savunmaya adamış bir meslektaşımız, bir büyüğümüz, ağabeyimiz, sivil savunmadaki hizmetinin büyük bir kısmında değişmez bir görevdeymiş gibi algılanan Daire Başkanımız, Sivil Savunmanın “Sabahattin Ağabeyi”ni uğurladık. 1 Kasım 2007 itibarıyla kıymetli Başkanımız yaş haddinden emekliye ayrıldı. Aramızda bulunmasa da O'nun memuriyet anlayışı bizlere örnek olacak; O, her zaman sivil savunmacıların gönüllerinde yaşayacaktır.
Özgeçmişi
Sivil Savunma Teşkilatıyla neredeyse aynı kaderi paylaşan Sabahattin ÖZÇELİK, 1 Kasım 1942'de Samsun'un Terme İlçesine bağlı Sarayköyü'nde doğdu. İlk ve ortaokulu Terme'de, Lise öğrenimini ise İstanbul Kabataş Lisesinde tamamladı. 1966 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Yedek Subaylığını 1966-1968 tarihleri arasında Polatlı Topçu Okulu ve Ağrı 12.Tümen Topçu Alayında Batarya ve Disiplin Subayı olarak yaptı. 1968 yılı sonunda Sivil Savunmada başlayan memuriyet yaşamında: Sivil Savunma Koleji'nde İdare Amirliği, Öğretmenlik ve Müdür Yardımcılığı; 1978-1979 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde Daire Başkanlığı ve Genel Müdür Yardımcılığı; 1979-1980 yıllarında İşletmeler Bakanlığı Başhukuk Müşavirliği; 1980'den günümüze kadar da Sivil Savunma Genel Müdürlüğü Uzmanlığı ve Daire Başkanlığı görevlerinde bulundu. Yine bir sivil savunmacı, Sivil Savunma Koleji Öğretmenliğinden emekli Sabahat Hanımla evli olan Sabahattin ÖZÇELİK'in Emre isminde bir de oğlu bulunmaktadır.
“Sarı sevincim,
Merhaba. İnternet arkadaşlığı hayatımızın rutin akışında değişik bir bakış açısı kazandırıyor. Dünya’da boyut o kadar küçüldü ki, ilişkiler ışık hızıyla yol almakta ve herhangi bir sınır da tanımamaktadır. İlişkilerin karmaşıklaştığı bu dünyada sevmenin ve sevilmenin veya kalıcı dostluklar kazanmanın zorluğunu takdir edersin. İnsanların gerçekte yaşadıkları ile düşündükleri bazen farklı eksenlerde yol alır ve kesişmezler. Belki internet dünyasındaki ilişkilerde bu eksenlerin yol aldığı izdüşümlerin sayısı oldukça fazlalaşmıştır. Belki de insanlar duygularını ifade etmekte güçlü bir teknolojik imkana kavuştukları için daha önce ifade imkanı bulamadıkları, kendilerine bile yasakladıkları duygu ve düşüncelerini burada daha kolay ifade edebilmektedirler.
Üç Tepe, toprak damlı evleri bulunan, yaklaşık 90 haneli, küçük bir köydü. Yerleşiminin toplu ve evlerinin birbirine bitişik olduğu köyün hemen önünden başlayan toprağın eğimi, aşağıda vadinin ortasından geçen dere ile düzlüğe kavuşur, sonra yukarı doğru kıvrılıp en yukarıda üç başlı tepeye kadar yükselirdi. Köyden bakınca ufukta sadece üç başı bulunan bir tepe görünürdü. Bu yüzden köye ilk yerleşen sakinler köyün ismini “Üç Tepe” koydular.
Köy halkı geçimini çiftçilikle karşılardı. Köy sakinlerinden Demircilerin Osman Efendinin boylu boslu, alımlı bir kızı vardı. Ailesi, kızın ismini henüz yeni doğmuş bebeğin sevimli görünüşüne bakarak “Sevim” koydu. Sevim kız, sülün gibi yürürdü.
Alnı açık, yukarı kalkık kaşlarının altındaki çukura yerleşmiş iri gözleri denizin maviliğini andırırdı. Ay ışığı gibi parlayan yüzüne, derinliğine inildikçe esrarını artıran gözlerine uzun süre bakmaya cesaret isterdi. Gülümsediğinde yanaklarında tatlı iki çukur belirir, aralandıkça incelen dudaklarının arasından sıyrılan dişleri inci gibi parıldardı. Saçları, açık kahveden sarıya meyilli olup, yukarıdan aşağıya doğru genişleyen bukleler şeklinde omuzlarına kadar inerdi. Bu kız, Selim'in rüyalarına giren peri kızıydı. Güzelliği halkın dilinde, delikanlıların yüreğinde bir sızıydı. Neredeyse bütün delikanlılar ona hayrandı. Onun evinin önünden geçebilmek için akla hayale gelmedik bahaneler yaratırlardı. Selim işte bu kıza aşıktı. Selim de uzun boyluydu; düz, siyah ve kısa kesilmiş saçlarını sağ yana tarar, alnının önünü hafifçe açardı. Özel bir ilgi alanı da cirit oynamaya olan merakıydı. Cirit yarışmalarında köyünü başarıyla temsil etmek en büyük hayaliydi. Selim'in aşkına ailesi de sahip çıktı ve gidip kızı istediler. Kızın babası Osman Efendi töreyi hatırlattı. Kızına başka talipli olup olmadığını öğrenmek için köyün alışılmış vasıtalarıyla keyfiyeti ilan ettirdi. Sonunda 15 talipli daha çıktı. Töreye göre bir kız için 16 talipli olursa, talipliler arasında önce cirit yarışı tertip edilirdi. Cirit oyununda başarısız olan aday kız isteme talebinden vazgeçer, başarılı adaylar arasında bin metrelik orta mesafe at yarışı yapılırdı. Bu yarışı önde bitiren aday kız istemeye hak kazanırdı. Aday sayısı birden çok olduğu için cirit yarışı yapılmasına karar verildi.
Cirit oyununun yapılacağı gün gelip çattı. Köy halkının iştirak ettiği seyirciler cirit alanının çevresinde yerlerini aldılar, civar köylerden de çok sayıda izleyici geldi. Oyunu Selim'in takımı 28 puanla önde tamamladı. Rakip takımın puanı ise 23'te kaldı. Cirit oyunu yarışma sonuçlarına göre başarı gösteren takımdaki sekiz talipli arasında aynı gün at yarışı yapıldı. Selim, Tulparcan isimli atıyla yarışmaya katıldı. Tulparcan, birçok yarışa katılmış tecrübeli bir attı. Kızdığı zaman şaha kalkardı. Bu anlarda üzerinde mutlaka usta binici olması gerekiyordu. Katıldığı yarışların birçoğunda birinciliği vardı. Selim'in yarış atı Tulparcan işte böyle bir attı. Sekiz talipli yarış atlarına bindiler, bir hizada sıraya dizildiler. Yarışı başlatan komut verildiğinde sekiz atlı aynı anda yayından fırlayan ok gibi ileriye atıldılar. Sercan isimli yarış atı en öndeydi, Tulparcan onu takip ediyordu, diğerleri de iki yarışçıyı izliyordu. Son 400 metreye girildiğinde Sercan ile Tulparcan arasında iki at boyu mesafe vardı ama bu mesafe korunuyordu. Selim bir an kaybedebileceği düşüncesiyle sarsıldı, sevdiği kızla arasında iki at boyu fark ve sadece 400 metrelik bir mesafe vardı. Sevim'in yüzü gözünün önüne geldi; ona, “daha ne duruyorsun, elini çabuk tut, ben sadece seni is iyorum” diyordu. Selim bir hırsla Tulparcan'ın yelesine doğru eğildi, onun duyabileceği sesle “haydi Tulparcan'ım, Sevim bizi bekliyor, koş yavrum, elimizi çabuk tutalım, haydi!” dedi. Tulparcan sahibine sadakatin verdiği hırsla hızını artırdı, iki yüzüncü metreye girdiklerinde aralarındaki mesafe bir at boyuna indi. Son yüzüncü metreye girdiklerinde aynı hizaya geldiler, bitişe elli metre kala Sercan'ı geride bırakmaya başladı. Bitiş çizgisine önde Tulparcan hemen arkada Sercan girdiler. Selim ve atı yarışın birincisi oldu.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!