Boşuna mı bu iç çekişlerim
Boşuna mı seni bekleyişlerim
Hiç gidip de dönen var mı
Neden öyleyse bu bekleyişlerim
Bir ömür beyhude geçer mi
ona yönelmiş
duyguları iltifatkar
dilinden düşürmüyor
sıradan bir günde bile
onunla yar onunla ağyar
çoğu zaman
Dirliğinin yolu birlikten geçer
Ayrılığa hayır, vazgeç kardeşim
Kardeşlik beklerim, bizdensen eğer
Terörden hayır yok, vazgeç kardeşim
Ülkem birdir dirliği bozma
Uçağa ikinci kez biniyordum ama pencere kenarında ilk defa gidecektim. Yolculuğumuz başlamadan önce hosteslerin uyarılarını dinledik, kemerlerimizi bağladık. Uçağın kalkışına hazırlandık. Uçağımız belirli bir hıza ulaştığında havalanmaya başlamıştık. Abartılacak gibi değildi, normal bir kalkış yaptık ya da bana öyle geldi. Benim bulunduğum yer kanatların yer aldığı bölümdü. Kanatlar kimi zaman görüş alanımızı daraltmış olsa da uçmamızı sağlayan dev yapısıyla farklı bir duyguyu da beraberinde yaşatıyordu. Yavaş yavaş yükseliyorduk. Gözlerimi pencereye dikmiş, atmosferdeki yükselişimizin bütün ayrıntılarını hafızama nakşediyordum. İlk bulut kümesiyle karşılaştığımda heyecanlandım. Bana ince zar tabakası gibi geldi. Biraz daha yükseldiğimizde yoğun bir bulutun arasından geçtik. Dahası bulut kümesinin içine girdik, sonra orada kaybolduk.
İkinci bulut kümesini de aştığımızda berrak bir aydınlığa kavuştuk. Her yer ışıl ışıldı. Güneşin alabildiğine aydınlattığı yüzeye baktığımda, burası yeryüzünün karla kaplı halini andırıyordu. Yer yer inişli çıkışlı tepeler vardı ve uçsuz bucaksız ovalar, birbirini gözleyen dağ yamaçlarıyla harika bir doğa ile karşı karşıya bulunuyordum. Kar yığınları o kadar belirgindi ki, yansıttığı güneş ışıkları gözlerimi kamaştırıyordu. Bir ara gözlerimi kapatmıştım, uykuya dalmış olmalıyım ki, kaptanımızın şu sözleriyle uyandım: "Sayın yolcular, Ay Işığı Vadisinde 30 dakika mola veriyoruz. Gezmek serbesttir. Ancak, vaktinde gelmezseniz, geriye dönüşünüz mümkün değildir." Kızlı erkekli bir kaç gençle birlikte ben de indim. Ne aradığımı bilmeden ilerlemeye başladım. Diğer gruptan ayrı yöne gittiğimin farkına geç vardım. Sonuncu kişiyi de gözden kaybettiğimde yalnız kalmıştım. Bulut kümesinde yürümek karda yürümek gibi değildi. Kar yüzeyine ayaklarınız değiyor ama siz ona batıp çıkıyormuş gibi hissediyorsunuz. Yerçekiminin olmadığı veya az olduğu bir yer düşünün ve siz havada süzülüyormuş gibi adım atıyorsunuz. Ben de bulutlara bata çıka ilerlemeye başladım. Gördüğüm ilk tepeye oldukça hızlı şekilde tırmandım ve aşağıya vadinin derinliğine doğru inmeye başladım. İlerideki bir görüntü dikkatimi çekmişti: Beni çağıran bu görüntü, ona yaklaştıkça öyle bir hale gelmeye başladı ki; bana, hem buradayım, seni bekliyorum diyor, hem de ben ona yaklaştıkça uzaklaşıyordu. Açık bir alnı vardı, kaşları oklarını fırlatmaya hazır bir yay gibi ayağa kalkmış, kavisle referans edip alnının ortasında birleşmiş gibiydi. Yüz hatlarıyla uyumlu küçük burnu ile o ayağa kalkmış yay gibi kaşların altına yerleşmiş mavi gözleri onun canlı belirtileriydi. Saçlarının siluetiyse dalgalar halinde omuzlarından aşağıya doğru iniyordu. İşte beni çağıran böyle bir ayışığı yanılsaması idi. Vadiden yukarı doğru yöneldiğimde vaktimin de azaldığını hissediyordum. Geriye dönüşü olmayan bir yola girebilirdim. Bulutlar arasında yürürken farkettiğim bir şey de, bazı yerler ince buz tabakasıyla kaplıydı ve aşağıya baktığımda aynı saydamlıkla yeryüzünü görebiliyordum.
Gözlerimi geçmişin üzerinden hızla çektim ve geri dönmeye karar verdim. İstasyona vardığımda vakit dolmak üzereydi. İnen yolcuların hepsi de uçağa binmişlerdi. Uçağımız Ay Işığı Vadisinden hareket etti.
Ter içerisinde uyandığımda Antalya üzerindeydik. Aşağıda sıkça gördüğümüz şey seraların varlığıydı. Deniz üzerinden dönüp havaalanına iniş yaptık. Kalacağımız otele giderken de taksiciye seraları sordum. O da, eskiden daha çok olduğunu söyledi. İlk gün dinlendikten sonra seminerimiz başladı. Çağdaş yönetim teknikleri konusunda yeni bilgiler öğrendik. Her şeyden önce personelin diyalog kurması, birbiriyle kaynaşması, bütün bir yılın verdiği yorgunluğu üzerinden atmak için eğlenmek dahil dinlenme imkanı bulması, enerji ve sinerji birikimi bakımından faydalı oldu.
Çimen yeşil
Çiçekler çeşit çeşit
Kuşlar ötüyor
Gökyüzünde güneş de var
Çocuklar çimenlerde yuvarlanıyor
Kalpleri sevgiyle coşuyor
Arzularım ilmek olmuş boğazımda düğümleniyor, boğuyorlar beni. Bindiğim pişmanlık atı fayda etmiyor, zaman affetmiyor.
Önünde duran arzularım aç ve perişan.
Gel arzularımın efendisi, bahirim gel. Can suyundan mahrum edip de nefsimi süründürme; gel efendim, arzularımın peşi sıra gel.
Vaktiyle bir adam varmış ve arzularının peşi sıra gitmeye başladığından beri aklı fikri zevk ve sefadaymış. Adamı önce kendi içindeki arzuları ayartmış: “Bugün benim istediğimi yaparsan ben de seni zevk bahçemin içinde dolaştırırım” demiş. Adamın zevk ve sefası böyle başlamış, sonra da alışkanlık halini almış. Adam bir süre sonra zevk ve sefaya daldığına pişman olmuş ve Arzuların Efendisi’yle şöyle bir anlaşma yapmış ve ona demiş ki: “Bu ilişkiden tek taraflı olarak kendi irademle vazgeçiyorum. Bedeli neyse ödemeye hazırım.” Arzuların Efendisi tamam demiş, “kabul ediyorum: Seni ayartmayacağım ama sen de benden uzak duracaksın, beni çağırmayacaksın.” Adam bu şartları kabul etmiş etmesine ancak aradan bir süre ya geçmiş ya geçmemiş. Önce ‘alışkanlıklar’ı bu sözleşmeye itiraz etmiş. Olmaz demiş, “alışkanlıklarımdan vazgeçemem.” Sonra içindeki zevk ve sefayı isteyen ‘arzular’ı da hayır demiş, eskisi gibi devam etmesinden yana görüş belirtmiş. Adam şaşırmış, bir tarafta sözleşmeye sadakatle bağlı iradesi, diğer tarafta ise zevk ve sefayı isteyen ‘alışkanlıklar’ı ve ‘arzular’ı varmış. Sonunda irade boyun eğmiş, alışkanlıkların doruğa çıkardığı arzuya ram olmuş. Sözleşmeye uymayan isteklerle ‘Arzuların Efendisi’nin kapısını çalmaya başlamış. Adam, iradesiyle ‘arzuları’ ve ‘alışkanlıkları’ arasında sıkışıp kalmış. “Alışkanlıklar”ı her gün ‘Arzuların Efendisi’nin kapısını aşındırıyor ve onun vereceği cevabı bekliyormuş…
Tatlı dilli engereğim, aşk zehirlerini öyle saç ki, seni daha çok arzulayayım ve o süt şekeri dilinin ettiğini gözlerinden bileyim. Yeter ki çekme üzerimden onları, varsın büyülesinler beni.
Gönül telime dokunan parmakların aşk nağmeleriyle coştursun bizi. Müziğin ritmiyle kendimizden geçelim. Dudaklarımızdan dökülen buseler demimiz, yüzeye çıkmamış arzular coşkumuz olsun.
Yalnızlığımızın arzuları kanat çırparken zaman akıp gitmesin, hayat dursun. Güzelliğini dile getirsin isterim etrafında pervane kesilen sözlerim. Her bahar gönlüne ateş olup düşsün de öyle geçsin ki kendinden; şaşırsın, çıksın yolundan akıl melekelerim.
Aşağıda anlatılan öykü aylarca önceden başlayıp icra edilene kadar geçen bir zaman diliminin öyküsüdür. Bu öykü, birçok zorluğa göğüs gererek görevlerini özveriyle yerine getiren sivil savunmacılara ithaf edilmiştir.
Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, 19 Ekim 2006 Perşembe, saat 13.30. Genel Müdürlüğün ikinci katında bulunan toplantı odasının kapısı açıldı, görevlilerce salon havalandırıldı, not alınabilmesi için masa üzerine kağıt ve kalem konuldu. Bilgisayar ve yansı makinesi son defa kontrol edilerek çalışır hale getirildi. Toplantı odası Genel Müdürlüğün hizmet binasıyla yaşıttı. Salona ön yüzü kahverengi deriyle kaplı, özel yapılmış ahşap bir kapıdan giriliyordu. Dikdörtgen biçimli salona adımınızı attığınızda ilk göze çarpan sağınızdaki duvara asılı Tepegöz ve Video Projeksiyon Cihazı Yansı Perdesi ile bu perdenin her iki yanında yer alan Türkiye Jeoloji ve Afet Bölgesinin Jeoloji Haritası oluyordu. Salon kapısının hemen karşısındaki köşeden başlayan pimapen pencere, salonun güneydoğu cephesi boyunca uzanırken, altta tül, üstte ise kalın ve koyu renkli kadife perde ile kapatılıyordu. Yansı perdesinin pencere tarafındaki köşede de konuşmacıların kullandığı ahşap bir kürsü göze çarpıyordu. Toplantı salonunun uzun olan her iki cephesinde duvarla birleşmiş şekilde sabitlenmiş ahşap koltuklar diziliydi. Oturma düzenine göre toplantı yetkilisinin önünden ekrandaki perdeye doğru uzanan, ilk bölümü dikdörtgen şekilde yerleştirilmiş, sonraki bölümleri ise her biri kare biçimli ikişer bölümden dört bölümün birbirine eklendiği ve ön sıradaki iki ucun birleşerek bir ok gibi ekranı işaret ettiği açık kahve renkli ahşap masa ise etrafındaki koltuklarıyla birlikte, salonun merkezinden çevreye doğru geniş bir alana yayılıyordu. Salonun zemini ise aynı renkte laminat parke ile döşeliydi ve salonun kuzey cephesindeki duvarda Türkiye Mülki İdare Bölümleri, Türkiye Diri Fay ile Siren Sistemlerini gösteren haritalar bulunuyordu. Yansı perdesinin tam karşısında toplantı başkanının koltuğu ile koltuğun üst tarafında orta boy bir Atatürk resmi vardı. Toplantıya başkanlık edecek yetkilinin hemen yanı başına konulmuş küçük bir masa üzerindeki iki telefon acil görüşmeleri sağlıyordu. Salonun tavanında çok sayıda kristal taşları olan iki adet büyük boy avize sallanırken, perdeler kapatılıp ışıklar yandığında salona loş ışıklarla ağırlaşmış bir ciddiyet hakim oluyor, Genel Müdürlüğün bütün toplantıları da aynı ciddiyet içerisinde bu salonda yapılıyordu. Aynı gün saat 14.00’te başlayacak olan toplantının konusu da İstanbul’da yapılması planlanan ve üç gün sürecek olan Arama ve Kurtarma Tatbikatının hazırlıklarıydı.
Toplantıya Sivil Savunma Genel Müdürü, Genel Müdür Yardımcıları, Daire Başkanları, Şube Müdürleri ile ilgili Şubelerin Sivil Savunma Uzmanları katıldı. Toplantı salonuna en son Genel Müdür girdiğinde salonda bulunan herkes, makama gösterdikleri saygının bir ifadesi olarak, ayağa kalktılar, Genel Müdür yerine geçip buyurun arkadaşlar diyene kadar da öylece kaldılar. Genel Müdür toplantının başkanlık koltuğuna oturdu, “Arkadaşlar, hoş geldiniz” dedi. Toplantının önemine kısaca değindikten sonra tatbikatı gerçekleştirecek olan İstanbul Sivil Savunma İl Müdür Vekili İbrahim TARI’ya söz verdi. Bu öyküde “Ak Saçlı Kurt” olarak ifade edilecek olan İbrahim TARI; kahverengi gözleri, kemersiz burnu, alnı önden yukarıya doğru başın orta kısmına kadar açık, üst kısımdaki saçlarında daha az olmakla birlikte, yanlarda aklık, aynı zamanda bıyığında biraz daha fazla beyazlık vardı. Stresli ortamda çalışmanın sonucu olduğunu düşündüren ve birbirine paralel olarak uzanan dört çizgi alın boyunca ebem kuşağı gibi dolaşıyordu. 1.75 cm boyuyla, dengeli kilosuyla atletik yapılı bir fiziğe sahipti. 1958 yılında İstanbul’da doğmuştu. İlk ve orta öğretimini Aydın’da tamamladıktan sonra 1980 yılında Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Şubesinden mezun oldu. 1983 yılında Yalova Sivil Savunma Memuru olarak memuriyet hayatına başladı. Katıldığı Sivil Savunma Temel Eğitim Kursunu birincilikle bitirdi. KBRN ve İlk Yardım Öğretmenliği kurslarına katıldı. 1985 yılından itibaren İstanbul İl Sivil Savunma Müdürlüğünde Şef, Müdür Yardımcısı, İlçe Sivil Savunma Müdürü, Merkez İlçe Sivil Savunma Müdürü olarak görev yaptı. Evli ve iki çocuğu bulunan, 2002 yılından bu yana da İstanbul İl Sivil Savunma Müdürlüğü görevini vekaleten yürüten Ak Saçlı Kurt’un heyecanı davranışlarından, sesinin tonundan belli oluyordu. Tatbikat emrinin Mart ayında İl Müdürlüğüne ulaşmasıyla bütün mesaisini tatbikatın planlanmasına, kurumlarla koordinasyonuna ve nihayet tatbikatın noksansız bir şekilde icra edilmesine sarf etmiş, dikkatini bütünüyle bu tatbikatın işlerine yöneltmişti. Neredeyse tatbikatın hazırlıkları bile uykusunda kendisiyle beraberdi, onunla yatıp onunla kalkar olmuştu. Bu nedenle heyecanı mazur görülebilirdi. Yapılan hazırlıkları anlatma fırsatını kendisine tanıdıkları için Genel Müdüre teşekkür ettikten sonra, bugüne kadar katıldığı toplantılarda edindiği rahatlığa bürünerek, tatbikatın hazırlıklarını ekrandaki yansıyla birlikte anlatmaya başladı. Tatbikatın amacının “Görevli birimlerin afetlere müdahale işlemlerinin nasıl yapılacağının denenmesi, sivil-asker işbirliğinin geliştirilmesi, il arama ve kurtarma planının uygulanması, olası afette görev alacak kamu ve özel kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri (STK) ile tatbikata il dışından katılan Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik ve Ekiplerinin çalışacakları bölgeleri tanımalarının oluşturduğunu” söyledi. Genel Müdürün zaman zaman araya girerek konuyla ilgili sorularına cevaplar verdi. Tatbikatın hedeflerini de; “Kriz Merkezleri ile görev bölgeleri arasında koordinasyon ve işbirliği, bilgi desteği, kamuoyunun bilgilendirilmesi, afetlere müdahalede görevli personelin eğitilmesi, sivil-asker işbirliği ile afete ilişkin hazırlanmış planların, kriz yönetimi esasları ve uygulamalarının, mesajlaşma usul ve esaslarının, haberleşme sisteminin etkinliğinin, NBC ile ilgili ilin imkan ve kabiliyetlerinin, İstanbul Boğazı veya Marmara Denizi kıyılarında meydana gelebilecek deniz kazalarına müdahale imkan ve kabiliyetlerinin, il dışından katılan Sivil Savunma Birimlerinin görev yerlerine intikali ve afet şartlarında görev yapılması ile okullarda deprem tatbikatının denenmesi” şeklinde açıkladı. “Afet 2006 Arama ve Kurtarma Tatbikatının afet koşullarında gerçekleştirilecek bir krize karşı yapılacak müdahaleler ve alınacak tedbirler üzerine bina edildiğini, tatbikatın üç gün süreli sanal ve gerçek zamanlı oynanacağını, 24 saat süreli çalışma planı uygulanacağını, kriz merkezlerinin mevzuatında belirtilen hükümlere uygun olarak çalıştırılacağını, kriz merkezleriyle kriz irtibat büroları arasında mesajlaşma olacağını, tatbikat için görevlendirilen personelin değiştirilmeyeceğini, ilk ve orta öğretim kurumlarının hazırlıklarının deneneceğini” ifade etti. Tatbikata İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Sakarya Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlikleri, İstanbul, Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne İlleri Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Ekipleri ile İstanbul ili Acil Kurtarma ve Yardım Ekipleri, İstanbul Garnizon Komutanlığı, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ile ildeki kamu ve özel kurum ve kuruluşların arama ve kurtarma ekipleriyle sivil toplum örgütleri bünyesinde bulunan arama ve kurtarma ekiplerinin katılacağını; tatbikatın İl Kriz Merkezi Başkanı ve İl Afet Acil Yardım Planında görevli hizmet grupları tarafından yürütüleceğini dile getirdi. Tatbikat koordinatörlerinin İstanbul Valiliği adına İl Sivil Savunma Müdürü ve İstanbul Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik Müdürü olduğunu açıkladı. Sununun tatbikatın icrası bölümüne gelindiğinde A. Bumin Başkanın sesi duyuldu: “Sayın Genel Müdürüm, müsaade ederseniz tatbikatın düzenlenmesiyle ilgili konuşmak istiyorum. Şu ana kadar anlatıldığı şekliyle İstanbul’da yapılacak olan tatbikat, Genel Müdürlüğümüzce planlanan “Arama ve Kurtarma Tatbikatı” boyutunu aşmış ve bir genel afet tatbikatına dönüşmüştür. Bunun yanında tatbikatın sevk ve idaresinde de Sivil Savunma Teşkilatı anahtar konumda bulunuyor. Bilindiği üzere, afet mevzuatında Sivil Savunma Teşkilatının afet tatbikatıyla ilgili koordinatörlük gibi düzenleyici bir görevi bulunmamaktadır. Ancak bu görev, söz konusu hizmeti yıllardır başarıyla ifa ettiğimiz için illerde valilerce Sivil Savunma Teşkilatına verilmektedir. Bu konuda ilgili mevzuatın da fiili durumla uyumlu hale getirilmesinin Teşkilatımız için yararlı olacağını düşünüyorum.” Genel Müdür Atilla ÖZDEMİR, Daire Başkanı Ahmet Bumin ŞENGÜN’ün haklı bir konuya değindiğini belirttikten sonra “Teşkilatımız bugün gerek afet gerekse arama ve kurtarma tatbikatlarını planlama, koordinasyon ve uygulama safhalarını başarıyla icra eder konuma gelmişse bu durumdan Teşkilatım adına gurur duyuyorum” dedi.
Toplantıda geçmiş tatbikatlarla ilgili anılar da konuşuldu. Bu anılardan en ilginç olanını ise Ak Saçlı Kurt şöyle dile getirdi: “Geçmiş bir tarihte Edirne’de Sivil Savunma Tatbikatı yapıyoruz. Tatbikatın icrasında yangın çıkarmamız gerekiyordu. Bu iş için olay mahalline önceden benzin dökmüştük. Ancak tatbikatın açılış konuşmaları uzayıp tatbikatın başlaması gecikince, tatbikat başladığında tatbikat senaryosu gereğince çıkan yangını söndürmek için harekete geçen itfaiye yangın mahalline gelmiş ama hala yangın çıkarılamamıştı, bir türlü yanma olayı gerçekleşmemişti. Tatbikatı izleyenler de durumun farkına varmışlardı. Sonunda yangın çıkarılmış, İtfaiye tarafından da söndürülmüştü. Bu beceriksizliğe Vali Bey çok kızmış, acımasızca eleştirmişti. Tatbikat bittiğinde Daire Başkanımız Sabahattin ÖZÇELİK Beyin tatbikatı değerlendirmek üzere yaptığı konuşmasını hiç unutmuyorum, Başkanım şöyle demişti: ‘Biz Sivil Savunmacılar yakmayı bilmeyiz ama söndürmeyi ve afetlerde can ve mal kurtarmayı çok iyi biliriz.’ Bu ifade bizleri rahatsız eden yetersizlik ve beceriksizlik duygularını da alıp götürmüştü.” Anıyı dinleyen bütün Sivil Savunmacılar aynı duyguları bir kez daha hissettiler. Genel Müdür de böyle bir teşkilata sahip olmanın kıvancıyla sunuya kaldığı yerden devam edilmesini istedi. Ak Saçlı Kurt yeniden sözlerine başladı ve tatbikatın 7-8-9 Kasım tarihlerinde üç gün süreli ve gerçek zamanlı oynanacağını; Bağcılar, Bayrampaşa, Kartal, Eminönü ve Maltepe ilçelerinde 12 alanda aynı anda arama ve kurtarma, yangına müdahale, gaz-su-elektrik-telefon arızalarına müdahale, NBC ve ilk yardım şeklinde faaliyet icra edileceğini; Bağcılar, Bayrampaşa ve Kartal ilçelerinde çadır kentler kurulacağını; ildeki bütün ilk ve orta öğretim okullarında kamu ve özel kurumlarda 7 Kasım saat 11.00’de deprem tahliye tatbikatı yapılacağını; tatbikatta 5644 personelin ve 1469 aracın görev yapacağını; tatbikatta 257 kamu ve özel kuruluş ile 21 gönüllü kuruluşun görevli olacağını söyledi. Kendilerine güvenlerinin tam olduğunu ve tatbikatı başarıyla icra edeceklerine inandıklarını belirtti. Konuşmasının sonunda da başta Genel Müdür olmak üzere bütün görevlilere teşekkür etti.
*
Şayet sevgiliyi tanımlayacak olursam, benim için zevkli bir uğraş; ne yalan söyleyeyim, rutin geçen hayatın içinde farklı ve tatlı bir telaş.
*
Ey sevgili; seninle ben, kuzey ile güney yarım küre gibiyiz. Bende gün başlarken sende güneş batıyor. Sende samimi bir yürek, tertemiz bir dilek, ince bir nezaket, tatlı bir dil, derin bir sezgi, engin bir kavrayış, nihayetinde kelimelerle alışılmadık tatlı bir oynayış var.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!