Karmı olmalıydı güvenmenin bedeli dağa? Kar, yağmur ve boran.
Dilsiz sevdalara tutulmuş yolların bile hicranı bunca yakmazken toprağı, yangın mı olmalıydı umuduna bölünmenin bedeli dağa?
Bir yangın ki, hiçbir ateşin tanımlayamayacığı kadar derin, ibrahimler sınandı korunda, bir yagın ki, hiçbir zehirin kıvrandıramayacağı kadar acı, eyyubi sabırlar denendi sancısında.
Alevinde yıkanabilir mi şimdi sabrın, nicedir yaban bu yürek, çekingen ve ürkek, ne İbrâhîm ne eyyub ateşin ortasında.
Ayağımda bir zincir var ağıt gibi umuda.
Bir hazan sabahı ağarır gibi,
Ağardı ufkumda hicranın gülüm.
Dokudu rengini hüznün sızısı.
Sensiz gecelerin nabzını gülüm.
Ne yapsam avunur bu yürek söyle.
Her şey sıradandı… Her şey önceden olduğu gibi …Güneş batmış, gölgeler uzamış, ağaçlar gecenin içine çekilmişti…Umutlar inşâ edilmişti yine yarınlar üstüne. Hayaller doğacak günle tüllenivermişti de, çalışacaktık, gezmeye gidecektik, yolculuğa çıkacaktık, alışveriş yapacaktık, gün döğüverince üzerimize. Dostlar ağırlayacak, dostlar uğurlayacaktık belki de. Belki de yeni kararlar alacaktık hayatımızda farklı yaşamak, güzel yaşamak adına. Ama her şey yaşamak adınaydı yine. Yorgun bedenlerimiz yaslanıverdi yatağımızın mihriban ağuşuna önceden olduğu gibi hep. Kimi uyuyor, kimi uyumak üzre. Kimi rüyaların büyülü dünyasında, dünle yarın arasında gidip gelmekde. Karanlığa inandık, geceye inandık, sırrımızı emanet ettik yarına gidinceyedek, önceden olduğu gibi hep.
Ama önceden olmadığı gibi olan bir şeyler vardı. Gece ve toprak bambaşka bir sırrı bölüşüyorlardı. Sıra dışı bir sessizliğe bürünmüştü her şey. Gökyüzü çaresiz bir kızıllıkta inliyordu. Mahzun bir alaca karanlık gecenin orta yerinde. Gecenin orta yerinde bambaşka bir hikaye gelişmekte idi oysa, önceden olmadığı gibi.
Uyunıverdik birden bire önceden olmadığı gibi. Uyandık karanlığa, uyandık ölüme. Bunu hiç düşünmemiştik birkaç saat öncesinedek. Korkunç bir gürültü, gözleri kör eden ışık, sağır eden bir uğultu. Sonrası…. Sonrası… Kıyamet mi Yarab! Her şey çığlık çığlığaydı, Her şey ölüyordu. Yıldızlar kayıyor, köpekler bağırıyor, sirenler boşalıyordu. Korku, dehşet ve çaresizlik. Her şeyde can havli. Her şey yok oluyordu.
“kardeşim! Kardeşim! ”
Can havliyle bağırdım bende. Yatağımdan fırladım. Fırladım ama karşı duvar üstüme geliyordu. Başım dönüyor, Her şey dönüyor. Kapıyı bulamıyordum.
Kardeşimmm !
Sessizce süzülüp korkularından
Ayıklayıp senden bir bir gölgemi
Sıyrılıp teninden kaygılarının
En uğrak yokuşlarından silip kendimi
Seni bulduğum yerde koyup
UZANIP GÖLGELERDEN
Zaman geçti, gün ağardı saçında,
Uğrunda binlerce fidan boy verdi.
Binlerce dağ yıkıldı bu hicran diyarında,
Köpük köpük günah süzdüm hayattan,
Elimi tozuyla açtım Allâhım!
Rahmetine sindim, korktum Zât´ından,
Af deyip, Kahr´ından kaçtım Allâhım!
Bildim ki günahkarım, suçum çok, isyanım çok.
Sen´den kaçıp, mülkünden çıkacak diyarım yok.
Nerden başlar bu gedanın tarihi?
Nerde büyür bu kendiliği ezen ağırlığın endamı?
En tenha yerinde hayatın, en zifiri şafağında, bıçak gibi yasladın ya beni yaşamasız boşluğuna.
Hangi zindan boy ölçüşebilir şimdi içimdeki tutsaklıkla?
Hangi karanlık daha kesif olabilir göz gözü görmez bu kör siyahlıktan?
MECNUNUM ÇÖLLERE
Bir yolcu bekledim durduğun yerde,
Bin yıl önce yola çıkmış seherde,
Söz verdim, zamana umut gerer de,
Akmam sabahına ya sen değilsen,
Asuda sabahında oturup ta sırçama,
Hangi tepene kursam tualini hülyanın?
İbni Kays’ın hicranı dokunurken fırçama,
Alev alev tutuşur bakışları Leyla’nın.
Eyyub Sultan, kadere boyun eğen mihmandar,
İçimdeki boşlukları yürüdüğümde
Yapışır iliklerime kadar burudeti
Sesimin yargıladığı sensizliğin düzlüğünde.
Gökkuşağım tükenir.
Hiç bir şey kurtarmaya yetmez bu dili
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!