Göğsü bir çelik zırh gibi sert,
Ruhu gökyüzüne peş keş çekiyor!
Rüzgarı garba döndüren bu zalim zat
Bir de utanmadan deryaları durduruyor.
Hiçbir simâya benzemez yüzü
Gözleri kara, bıyıkları kaytan,
Yürümüyor artık,
O meydandan, o meydana
Sessizliğe hapsolmadı
Eski gün bir yana
Kahır yüreğinden değil
Garbın rüzgarı yeryüzünden esiyor,
O kadar serin ki — her şeyi feda etmiş
insanların bakışları gökyüzüne ulaşıyor
Değirmenlerin taşları ıslak.
Ve yukarıdan görünüyor ışıklar
Ve karanlık bir sabaha uyanacak insan
Bir durgun gece uyanır gibi sabaha
Bir akşam uykusu şimdi başımda durur
Göğün ardından fırtına yükseliyor bana
O fırtınada gölü seyretmek ne güzel olur?
Ben, yürüyerek aşsam şimdi bu yolu
Sıra dağlar gibi yassıyım denize karşı,
Yürümekten gına geldi şu sahil boyu,
Dalgalar kıyıya çarpardı ya hani
O mai-yeşil gök pek kudururdu.
Sen, sevdayı hissetmezsin ki,
Kaynayan Akdeniz’in sularında bir tutam,
seninle ben ufak bir baloncuktuk belki.
Sarılarak umutlarımıza tutunmuş.
Aynı tuzun, aynı tadıyla doğmuş.
Işıltılı, yarı çıplak bir gecede,
ay ışığı altında sessizce.
Kalem, kağıt ve soluk
Bir tutam kuru soğuğun içinden,
Şöyle enfes bir havaya muhtaç,
Toz-duman kapmış ciğerlerinden
Yaşamaya hasret.
Ve nefsinden koparılmış gibi
Gece vakti,
Gölgelerin sokak lambalarının
diplerine düştüğü bir zaman.
Rüzgarın sırtımdan belime usulca estiği bu balkonda
Bu mevsimde.
Tüm kederimi alıp götüren,
Bu gecenin son bulduğu bir yerdeyim,
Gece geçse de mevsim hala benim
Ufacık bir yaprak gibi titrer şu yüreğim
Sırtımda bir sıcağa ihtiyacım var,
Sensiz her mevsim hep sonbahar.
Aslında gözlerinden bir manzara görünüyor,
bir tarifi yok, pek bi’ anlatılır, zoraki.
Ve düşleri, o altın güneşin önlerine tutunarak
Dağlardı pare pare olan gülüşleri.
Şu güneş ki semaya taş çıkartırken




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!