şafak türküleriyle uyandık güne
mavzerimizde gül kırmızı düşlerimizle,
gecenin karanlığında bir ateşböceği uçardı
sigaramızdan derin bir nefes alırdık,nefesimiz kesilirdi
ayaza bulanmış yüzümüzde,kirli sakalımız,
yüreğimizde gençlik sevdalarımız,
en sert rüzgarlar çarparken yüzüme,
umursamaz ve yıkılmazdım,
koca bir çınar derlerdi de bedenime,
yaşam doluydum;
dalımda sevda yaprakları savrulurken,
güneşimi çaldılar.....
Gönül mabedin de bir yer var gözle görülmeyen,
sözlerindeki her bir heceden adım adım çıkıyorum yollarına,
kollarını aç ve bekle,bir gece ansızın sıyrılıp karanlığın içinden,
ellerimde rengarenk bir dünyanın tonlarıyla güneyden eseceğim kollarına....
zamansız düşlerin yalnız kahramanı
hayat denilen zaman işte şu an
her nefes alışında bir İstanbul yok olacak
güneş bir başka doğacak belki bu sabah,
ama her zaman ki gibi yalnız batacak...
Penceremin önünde duran Fesleğen çiçeğimi sulardım her sabah,
Önce günaydın derdim sonra ürkek bir kaç dokunuş,
Ardından bir kaç kelime ederdim bebek sever gibi,
Aylarca sürüp gitti bu mutluluk oyunu,
Yine bir sabah uyandığımda;
Dikenler sarmış etrafını ama o yine yaşam doluydu,
sevme diyorum sana deli gönül,
aşk mabedine verme ödün,
her gözyaşında silme yüzün,
genç yaşında bu kaçıncı hüzün...
Gençliğimin bu kadar ağır ve yorucu yolculuğunda kaç bahar geçmişti,kaç mevsim değişmişti hiç saymamıştım,aslında yine saymıyorum...Yaşanmış olan bir çok şeyin yanında,fotoğraf kareleriyle,kimi zaman beyaz bir sayfa üzerinde karalanmış satırlar ile anımsanan ve yaşandığı anın güzelliğini mimiklerimde hissetmemi sağlayan siyah beyaz zamanlarım oldu...
Evet zaman; aslında ne kadar değerli bir hazineymiş,bu hazine elimize çocukken verilmiş bir şeker kadar tatlıydı,yedikçe bir daha yemek istediğimiz,bir daha verilmeyince oturup ağladığımız,elimizden uçup giden bir daha geri getiremeyeceğimiz o büyük hazine zamandı,zamansız tüketip bitirdiğimiz...
Hani bazen insan keşke der ya; keşkeler yaptığımız hataların bir günah çıkartması gibi içimizde kapanmayacak yaralar açsada,insanın doğası her şeyi kaldıracak,unutmaya çalışacak veya boş verecek kadar geniş ve dengesiz bir döngünün birer neferi gibi savaşa hazır durumda kalmayı başarmış tuaf birer orducuklar oluyordu...
Aşk başladığı gibi devam etmezmiş; Yirmi yedi yaşımın olgunluğuna sığınarak yazıyorum.Aslında aşk üç harften ibaret olan,iki karşı cinsin birbirlerine duyduyu,sevgi,güven,istek,paylaşım,arzu,bağlılık,sadakatin kısaltılmış haliydi,bunlardan biri bittiğinde aşk depreme hazırlıksız yakalanan malzemeden çalınmış bir yapı kadar çabuk dağılabilen bir insan yapıtıydı..
Kimileri bu yapıtı çok sağlam kurup,yıllara meydan okudu,kimileri ise aylara bile ulaşamadan yerle bir oldu...
Kelimelerim kalemimden değilde,klavyemden seri bir şekide soldan sağa doğru ilerkerken aklımda olan bir şeyi de yazmadan geçmeyeceğim;
sen başını alıp giden,
uzaktan geçen sessiz bir gemi,
masum bir kelebek,
ürkek bir serçe oluyordun düşlerimde...
düşlerimin gizli bahçesindeyim,
yine sensiz ve yanlızım...
bahçemde mevsimlerden yine sen
buram buram soluduğum kokun var
hücrelerime hapsetmeye doyamadığım...
gökyüzünde bulutlar suretini çizerken
Edirne Uzunköprü'ye doğru,
alıpta başımı gidesim var,
uzun uzun yolları aşasım var,
yanımda bir resmin,birde gölgem var...
yağmurda ıslanmış tenim,
kirpiklerimde damlası,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!