Halit Yıldırım Şiirleri - Şair Halit Yıl ...

Halit Yıldırım

Her akşam ufukta o parlak güneş
Solarken ağlarım çocuklar gibi
Karanlık çökerken ruhuma ateş
Dolarken ağlarım çocuklar gibi


Devamını Oku
Halit Yıldırım

Taş yerinde ağırdır derler atalarımız. Neden mi? Yerinden oynayan taşlar aşınmaya, sürekli oradan oraya yuvarlanmaya mahkûmda ondan.
İnsanoğlu da aslında kendi eşinin dostunun olduğu, doğduğu yerlerde daha da bir ağır değil mi? Her horoz kendi küllüğünde öter sözü de bu duruma güzel bir örnek olabilir.

Ancak günümüzde insanoğlu geçim sıkıntısı ile doğduğu topraklardan doyabileceği topraklara doğru bir nehir misali akıp gitmekte… Bu akışın oranı normal sınırları çoktan aşarak %70-80 sınırlarına dayanmış… Bu kadar hızla gelen göç dalgası, tıpkı delice akan bir ırmağın, delice esen fırtınaların verimli toprakları alıp ırmak yataklarına biriktirdiği erozyon belası gibi üretken insanlarımızı da şehirlere istiflemekte.

Farklı yerlerde farklı insanlarla, farklı kültürlerle yüz yüze gelen insanımız yeni düzene ayak uydurmada zorlanmakta… Bu farklılıklar kimi zaman bir girdap gibi bir yerlere sağlam tutunamayanları acımasızca içini alıp yok etmekte. Birçoğu bu yeni ortamda hiçbir şey yapamadığından hayatlarının baharında eşiyle, çocuklarıyla yaşadığı sosyolojik ve ekonomik travmalar sonucu yok olup gitmekte…

Devamını Oku
Halit Yıldırım

Emmoğlu gideli kaç asır oldu
Aklım fikrim durdu sayamadım ki
Sensiz her gün çiçek misali soldu
Bir sessiz feryattı duyamadım ki

Bir vurgun yemişim sen giderken ben

Devamını Oku
Halit Yıldırım

“Gelincik” Şairi Ömer Kiday Üzerine…

Halit Yıldırım

Çorum; şairlerin, ozanların, âşıkların harman yeri desek sanırım mübalağa etmiş olmayız. Bu topraklarda doğan yetişen nice ozanlar, nice şairler titretti gönül telimizi…

Devamını Oku
Halit Yıldırım

.....Zaman ve hayat… Her ikisi birbirinin içine geçmiş, birbiriyle sarmaş dolaş olmuş kavramlarmış gibi görünse de bazen hayat zamanın bir parçası, bazen de zaman hayatın bir parçasıdır. Hayat, doğum ve ölüm arasına sıkışmış bir zaman dilimi değil midir?
.....Zaman da tıpkı hayat gibi dünyanın, daha doğrusu kâinatın yaratılışı ile var olmuş, kıyamete kadar devam edecek ve onunla yok olacak bir mefhum değil midir?
.....Zamanın da demek ki bir hayatı var. O da yok olmaya mahkûm. Fakat aynı zamanda hayat kadar değerli bir kavram zaman…
.....Hayatı yaşamak bir sanattır insanoğlu için… Zamanı en mükemmel şekilde kullanan insan, en iyi hayat sürmüş bir insan değil midir? Zira “zamana yemin olsun ki insan zarardadır” kavli Celili boşuna değildir. Şu malum misalde olduğu gibi insan, tıpkı güneş altında buz satan ve “sermayesi eriyen şu adama acıyın” diye feryat ederek elindeki buzları erimeden satma derdine düşen bir adam gibi zamana sıkışmış bir haldedir.
Zaman kavramı dünyanın kendi etrafında dönmesi ile oluşuyor. Bu dönme sayesinde gece ve gündüz yani günler meydana geliyor. Günler ayları, aylar mevsimleri, mevsimler yılları kovalarken bir gün kapınız çalınıyor ve ötelere çağrılıyorsunuz. O an gözünüzün önünden bir film şeridi gibi canlanıyor aylar, mevsimler, yıllar…
.....Dünyaya muhtaç olarak geliyoruz. Karnımızı doyurmak için birisinin ağzımıza yiyeceklerimizi vermesi, yürümek için elimizden tutması lazım. Tıpkı ihtiyarlayıp elden ayaktan düştüğümüzdeki gibi… Ama üzerimize titreyen, kol kanat geren, altımızı temizleyen, ağzımıza yiyeceğimizi veren anamız, babamız yanımızda olmuyor. Bize bu fedakârlıkları yaparken iğrenmeyen, üşenmeyen o insanlar yaşlanınca bizler aynı duyarlıkta onlara dün bize baktıkları gibi bakamıyoruz. Hem de yarın bizim de aynı duruma düşeceğimizi bile bile…

Devamını Oku
Halit Yıldırım

.....Herhangi bir ansiklopediyi açıp insan maddesine baktığımızda biyolojik terimlerle dolu, sanki etten yapılmış ruhsuz bir makine tarifi okuruz.
Buradaki tariflerle kendimizi, iç dünyamızı şöyle bir mukayese ettiğimizde kendi kendimize dudak büküp “hıh” dememek içten bile değildir. Oysa içimizde uçsuz bucaksız bir dünya vardır sanki.
.....Kendi kendimize bir düşünelim. Gözlerimizi hafifçe yumarak hayatımızı çocukluğumuzdan itibaren bir film şeridi gibi gözlerimizin önüne getirelim. Bir sürü hatıra kısa bir anda tek tek canlanıverecektir.
.....Birden, bu kadar olay, bu kadar kısa bir ana nasıl sığdı sizce. Diyelim ki 45 yaşındayız, o koskoca 45 yıl neredeyse 45 saniyeye sığıverir. Zaman ve mekân kavramları aslında ne kadar da izafidir değil mi? …
.....Kendimize “niye yaratıldık acaba” diye bir soru sorsak aklımıza şüphesiz ilk önce Hz. Âdem kıssası geliverir. Evet, Yaratıcımız Meleklere: “Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti.
.....Halife; mülkiyeti kendisine emanet edilmiş olan yeryüzünde iradesini temsil etmek, yeryüzünde buyruklarımı dinletecek, ilahi hükümranlığını gerçekleştirmek görevini ifa ederek, ona sahip çıkacak, bir vâris, bir yönetici, bir vekil ve temsilci... Ne kadar da onurlu bir görevdi bu ve ne kadar da zor bir görev. Ne kutsi bir emanetti ki gerçekten, bu emanet; göklere, yere ve dağlara sunulmuştu da onlar bunu yüklenmekten kaçınmışlar ve ondan korkuya kapılmışlardı. Bu emaneti ancak insan yüklenmişti. Çünkü o insan, insanı kâmil mertebesinde nefsinin kuvvetli zalimi, hak ve hakikatin gayrisinin de cahili idi. Zira emaneti ilahiye; nefsinin isteklerini ayakları altına alabilecek istidada sahip, hakkı bilen ve haktan gayrisinde cahil olan insana yakışırdı.

Devamını Oku
Halit Yıldırım

Bir hazan mevsimi çöktü üstüme
Yaprak yaprak soldu benim gençliğim
Bin hüzün, bin keder döktü üstüme
Hep kahırla doldu benim gençliğim

Kanlı gözyaşlarım aktı sel gibi

Devamını Oku
Halit Yıldırım

UĞURLUDAĞ’IN GAMLI SESİ: ÂŞIK FİGANİ

Kökleri İslamiyet'in kabulünden önceki Sözlü Edebiyatımıza kadar uzanan Âşık edebiyatının 15. yüzyıldan sonra gelişerek günümüze kadar ulaşmıştır. Geçen bu süreç içersinde birçok ozan sazıyla, sözüyle Anadolu’nun acısının, kederinin sözcüsü olarak gönüllerde yer tutmuştur.
Âşık edebiyatı sadece şiirle kalmayıp âşık denilen şairlerin kopuzu, bağlaması, curası ve tamburası eşliğinde söyledikleri sözlü-besteli bir edebiyat türü olarak hayatiyetini devam ettirmiştir. Bu günlere kadar yaşayabilmesi kuşkusuz usta-çırak ilişkisiyle nesilden nesile aktarılmasına bağlıdır diyebiliriz. Bir kısmı okuryazar olmasalar da bu gelenekten yetişen âşıkların ortak özellikleri şairlikleri nedeniyle birer söz ve saz ustası olmalarıdır. Geçmişte ustalarının yanında saz şairliğini öğrenen Âşıklar onlardan mahlâs, icazet ve hatta destur alarak ellerinde sazları, dillerinde sözleri diyar diyar gezerek hanlarda, köy odalarında, oba çadırlarında, kervansaraylarda, bozahanelerde, tekkelerde çalıp söylemeye başlarlardı. Zaman insanları ve yerleşik düzeni değiştirince bu defa mekânlar kahvehaneler, asker ocakları, konaklar, dernekler, düğün salonları, stadyumlar olmuştur.
İlimiz Çorum da âşıklık geleneğinin en yoğun yaşadığı illerden biridir. Tarihi gelişimi içersinde birçok saz ve söz şairi yetiştirmiştir. Bu âşıklardan birisi de Uğurludağlı Âşık Figani’dir.
Âşık Figani’nin Asıl adı Hasan Hüseyin Güday'dır. 1943 yılında Uğurludağ İlçesinde doğan Figani İlkokulu Uğurludağ'da (o zamanki adıyla Kızılviran'da) okudu. Daha çocuk denecek yaşlarda köy odalarında türküler söyleyen Figani ilk olarak kaval çalmayı öğrendi. Mor dağlarda çobanlık yaparken dertli dertli çaldı kavalını. 1960’lı yıllarda şiir yazmaya başladı.

Devamını Oku
Halit Yıldırım

Bir avcının boş iti aza olmuş muhtara
Avare itten gelmiş hemen köye muhtıra
“Tavuklar salınacak, Kangallar bağlanacak
Tüm Kangalların gözü, kulağı dağlanacak
Kapıları kapatmak yasaktır bundan sonra
Kim kapısın kapata, vurula elli sopa!

Devamını Oku
Halit Yıldırım

Binmiş rüzgâra gider ufka doğru dörtnala

Bulutlardan görülür bakınca nal izleri

Dalarken vurgun yemiş gözler bu sonsuz yola

Devamını Oku