Yine uyuyamıyorum.
Gecenin kör karanlığında kaybolmuş bir ruh gibi yine odama sinsice girip uykularımı çalmışsın.
Çok sevdiğim eski hasır sandığa tüm gündüzleri toplayıp saklamışsın.
Uykusuzlukta kaybolmuş bir körebe gibiyim.
Ne uykum ortaya çıkıyor, ne de ben onu ebeliyorum.
Şimdi turkuaz mavisi sedire oturmuş camdan dışarıya bakarken,
okyanus yeşili gözlerimde devasa dalgalar sana çarpıyor.
Bir an nefesimi tutsam, kendimi boğulacağım bir rüyada buluyorum.
Her şeyi içine çeken o inatçı gece bir tek beni reddediyor,
kapatıyor ufka sığmayan kapılarını asla içeri almıyor.
Biliyor musun, şu duvardaki sessiz sakin gölge de çok dertli.
Bana nasıl sadık bir bilsen hiç kimse olamadı onun gibi.
Aslında kendime ne kadar kızıyorsam, ona da o kadar üzülüyorum.
Kim bilir "belki derdi benimkiyle bir değildir" diyor, ona kıyamıyorum.
Artık saate bakmayı da bıraktım.
Gecenin karanlık olduğu bir dünyada bazen geceyi gündüz,
gündüzü de gece gibi yaşadım ama biraz da uyumalıyım.
Yine olmadı!
Usanmadan yine reddediyor inatçı gecenin vadeli ölümü beni...
Belki gündüze doğru emeklerken görüp acır da
uykuya götürür gecenin sonunda yorgun gövdemi...
Ah evet şimdi hatırladım!
Bu gün hiç kahve içmedim, belki de içimdeki burukluğun sebebi buydu.
Belki de geceyle anlaşma yapıp beni cezalandırıyordu.
"Ya öyleyse" diye düşünüp gölgemle birlikte gülümsedik.
İşte bizim de dostluğumuz böyle; gölgem bana amade kahve de geceye...
Bir askerin nöbetine olan sadakati gibi gündüzü bekliyorum, az kaldı.
Gündüzün esintisine ramak kala turkuaz sedirimle dertleşiyoruz.
Dört nala fırtınaya dalan beyaz atlı sevdaları anlatıyor bana.
Fırtınaya karşı tutkulu aşklarıyla mest oluyor sonra gözyaşlarına boğuluyor.
Yok, sakın merak etme sonu hüsranla bitmiyor.
Fırtınadan her biri alnının akıyla çıkıyor hatta fırtınaya dost oluyor.
Tam üzülecekken mutlu son beni de rahatlatıyor.
Bu hikayeyi dinlerken gözlerim hala gün ışığını arıyor umudumu kaybetmiyorum.
Ya uyku kapılarını açsın ya da artık gündüz kucaklasın diye bekliyorum.
Yavaşça güneş gökyüzünü sarmaya başlıyor.
Rengi sedirimin turkuaz mavisinden uzak ama yine de kabul ediyorum.
Işık fırtınanın içine dörtnala dalan aşıklar gibi gözlerime doluyor,
önce canımı yakıyor sonra barışıyor.
Bir süre sonra sabahın içimde yarattığı o huzurla birlikte gölgemle gülümsüyorum.
Gündüz nihayet gelirken. gecenin içimde bıraktığı boşluğu dolduruyorum.
Karanlık her şeyi içine çekse de sonunda aydınlık her zaman kazanır görebiliyorum.
Belki de bu hayatın sırrıdır: Bir şeyin gelmesi bir şeyin gitmesini gerektirir.
Uykusuzluk bir kayıp olarak görünmeyi seviyor, benimle oynuyor,
oysa yeni bir başlangıcın kapısını aralıyor.
Şimdi ışıkla sarılmış bir dünyada her şey yerli yerine oturuyor
ve ben sabahın ışığında kayboluşumla barışıyorum.
Artık gecenin uykuyla neden işbirliği yapıp beni içeri almadığını anlıyorum:
Her şey bir döngüden ibaret ve her kayıp sonunda başka bir surete işaret...
Biliyor musun, sakladığın sandığı da buldum
ve içinden gündüzümü alıp gökyüzünün suretine koydum.
Bak, turkuaz bir gökyüzü,
Çok güzel değil mi şu efsunlu yüzü!
3 Nisan 2025 Perşembe
Kayıt Tarihi : 7.5.2025 20:57:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!