bir bakarsın, ince boylu kumlar ağlar ardından
sararmış itimatlar, gövdesi delik hayaller düşer
uzar çığlıklar özlenmiş ıslak aydınlık sokaklara
kaybolup gider öptüğüm dudakların ateş içinde
varolmak takvimlerden sıyrılıp bir anda
ansızlaşmak belki de buğular içinde çırılçıplak
Gümüş buğusu içmiş
yoksul bir köydeyim
bakır renginde yol kenarları
söğütler köprü korkuluklarına dayanmış
bir çınar içten içe çürüyor
bin yıllık aşkın peşinden.
I.
kasaba neden yağmalandı, ahbab?
vergiler ödenmedi mi?
boyun eğerek geçilmedi mi,
güneşin altından?
renkler çoşkun köpükleriyle,
Önce başını eğ, yudum yudum duy
İşte bir yürekten içen şiir bu.
Geç vakit, sessiz, çiçeksiz, hem kimsesiz
Bir ulu tepeden esen rüzgar bu.
Gözlerinde parlayan mücella yalnızlık
yoruldukça bedenim
adımların hızlandı
aldı götürdü gece yarısı
seni arabalar
ben kaldım yerli-yerimde
İşte yıkansa bu orman
Tarihin derinlik yağmurlarıyla
Yeniden yükselse asuman
Dağların ince ruhlaryla
...
***
sen yokluğunu
demir gövdesine
örterdin körfezin
dem özüne girer girmez nane
kekik ve damlardan kalkan
kırağı ıslaklığı
ben istanbuldan ayrılalı
yağmur nemi bulanmamış
yıkamamış sokakları
mum dağına dönüşen
yalnızlıklar
nar rengi gözlerinde utkulu şehlâ
dolaşıyor ufkumun en derin vadisinde
yanaklarına dulda masum bir edâ
umutsuzluk ruhumun en keskin hâlesinde
ellerin uzanmış açılmaz kapılara
Senin yolların
Bir denizin kıyısında son bulur
Geceden uyuklayıp kalan sisler
Ağır ağır doğrulurken soğuk limanlardan
Martılar ilk çığlıklarıyla karşılamış olur sabahı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!