Duvardaki Saat Şiiri - Kasım Kobakçı

Kasım Kobakçı
2677

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

Duvardaki Saat

Avuçlarımın içinde tuttum,
    paslanmış soğuk anahtarı,
Birikmiş zamanın dişleri arasında,
    o incecik kalıntıların tortusu,
Uymuyor hiçbir kilide,
    o yorgun,
        işlevsiz, ağır metal,
Bıraktı parmaklarımın ucunda,
    isli ve keskin,
        bir metal kokusu.
*
Birbiriyle yarışıyor
    yağmur zerreleri,
        pencerenin buğulu camında,
Titreşiyor her birinin içinde,
    sokağın,
        solgun, turuncu yansıması,
Birleşip süzülüyorlar aşağıya,
    pervazın eskimiş ahşabına doğru,
Çiziyorlar o incecik, ıslak
    ve anlık belirginlikteki yolları,
Artlarında bırakıp,
    iç çekişi andıran,
        o nemli,
            buğulu lekeleri,
Ve odanın sessizliğine karışıyor,
    dinlendirici,
        ritmik tıpırtılar.
*
Bir lambanın isli camına,
    defalarca çarpan,
        pervanenin kanat sesleri,
Her vuruşta havaya dağılan,
    o mikroskobik,
        altın rengi parıltılar,
Işığın yakıcı merkezine duyduğu,
    o anlaşılmaz,
        körü körüne bağlılık,
Camın yüzeyinde kalan,
    belli belirsiz,
        tozdan ibaret desenler,
O küçücük gövdenin,
    bitip tükenmeyen,
        çılgın ve sesli çırpınışları,
Tavanın loşluğunda yankılanan,
    ümitsiz ve mekanik bir müzik.
*
Elimin üzerindeki,
    ince damarların oluşturduğu,
        mavi renkli,
            haritayı inceliyorum,
Tırnaklarımın diplerindeki,
    soluk beyaz,
        yarım dairelerde dikkatim,
Her bir parmak boğumumdaki,
    yıllarla derinleşmiş olan,
        o ince çizgileri,
Bir nesneye uzanmak için,
    açıldığında aldığı,
        o kararsız,
            titrek şekli,
Avuç içimin,
    terli coğrafyasındaki,
        girift ve anlamsız kıvrımları,
Dokunmanın,
    bütün kudretini kaybettiği anın,
        o kaskatı dinginliğini,
Yetersiz kalıyorum anlatmaya,
    bu et ve kemikten
        müteşekkil karmaşayı.
*
Unutulmuş mutfak masasında,
    kabuğu ağır ağır buruşan,
        bir elma,
Yayılıyor pürüzsüz yüzeyine,
    kahverengi,
        kadifemsi bir leke,
Salmış etrafına
    o keskin, tatlımsı
        ve baygın çürüme rayihasını,
Solgunlaşıp, matlaşıyor,
    bir zamanlar,
        hayat dolu olan rengi,
İçten içe,
    çekirdeğine doğru ilerliyor,
        o yavaş ve durdurulamaz çöküş,
Bir varlığın form değiştirerek,
    hiçliğe nasıl evrildiğinin,
        en somut örneği,
Ve bu dönüşümün,
    her aşamasını gözlemliyor,
        kayıtsız tanıklığım.
*
Bitpazarındaki bir tezgahta duruyor,
    gözlerinden biri eksik,
        porselen bir bebek,
Yanında üst üste yığılmış,
    kenarları sararmış,
        eski mektup desteleri,
Mektuplardan birinin zarfındaki,
    mor bir posta pulunun,
        solmuş deseni,
Hemen ötesinde,
    paslı bir gramofonun,
        plağa değen,
            iğnesinin cızırtısı,
Kırık bir abajurun saçtığı,
    loş ışığın aydınlattığı,
        gümüş bir saç fırçası,
Fırçanın kılları arasına sıkışmış,
    kime ait olduğu bilinmeyen,
        birkaç tel saç.
*
Bir antika saatini parlatıyor,
    nasırlı elleriyle tezgah sahibi,
Donup kalmış saatin akrebi
    on ikinin üzerinde,
Fışkırmış kaldırım taşları arasından,
    inatçı bir karahindiba çiçeği,
Konmuş onun sapsarı taç yapraklarına,
    vızıldayan, yorgun bir bal arısı,
O dumanlı, kestane kokusu,
    yayılıyor yakındaki,
        bir kestanecinin arabasından.
*
Sokağın gürültüsüne karışıyor,
    bir ayakkabı tamircisinin,
        çekiç sesleri,
Yansıyor dükkanların
    vitrin camlarına,
        kendi silüetimin yabancılığı,
Pırıl pırıl parlıyor,
    yanımdan geçen bir çocuğun,
        elindeki kırmızı balon,
Dolanmış balonun incecik ipi,
    çocuğun narin parmağına,
Tuğlaları görünüyor,
    eski bir binanın,
        duvarından dökülmüş
            sıvanın altından,
Nasıl da ufalanıp,
    toza dönüşmüş zamanla,
        o tuğlaların arasındaki harç,
Görünür hale geliyor,
    güneş ışığının dansı,
        bu toz zerreleri içinde.
*
Taşıyor her bir nesne ve an,
    devasa ve sessiz,
        birer hikaye yığını,
Her şeyi kaydeden,
    hareketsiz bir göz olup,
        duruyorum bu yığının,
            ortasında ben,
Bir araya gelip,
    tüm bu parçalar,
        oluşturuyorlar,
            bir baş döndürücü karmaşa,
Ve yitip gidiyor bu karmaşanın içinde,
    benliğimin en küçük zerreleri.
*
Cilalanmış parkelerin üzerindeki,
    tek bir toz tanesine dahi,
        o hassasiyetin,
Kusursuz bir simetriyle,
    raflara dizip
        ama hiç dokunmadığın kitapların,
O kitapların kapağındaki,
    parlak,
        el değmemiş dokunun soğukluğu,
Her sabah,
    tam aynı saatte içtiğin,
        o köpüklü kahvenin,
            yapay neşesi,
Bardağın masada bıraktığı,
    anında sildiğin,
        o yuvarlak nemli iz.
*
Hesaplayıp gülümsemelerini,
    özenle kırptığın,
        sosyal medya profilin,
O gülümsemelerin,
    ardındaki gözlerinin,
        ifadesiz, donuk pikselleri,
Topluyorsun yapışkan bir rulo ile,
    giysilerinin üzerindeki,
        görünmez tüy ve iplikleri,
Renklerine göre sıralanmış,
    gardırobunun içindeki,
        ütülü kıyafetlerinin düzeni.
*
Balkonundaki saksılarda yetiştirip,
    ama hiç koklamadığın çiçeklerin,
O çiçeklerin yapraklarındaki,
    bir damla suyun bile,
        yapay duruşu.
Müziği,
    sadece arka plan gürültüsü olarak,
        kullanan ruhsuzluğun,
Her şeyin yerli yerinde olduğu,
    bu kusursuz dekorda
        nasıl kaybolduğun.
*
Bu düzenli ve steril hayatın,
    her bir milimetresindeki,
        o derin boşluk,
Tüm bu küçük,
    titiz ayrıntılarınla
        inşa ettiğin,
            o büyük hapishanen,
Seni çevreleyen bu nesnelerin,
    sessiz, yargılayıcı tanıklığı,
Ve senin bu tanıklığı,
    görmezden gelen,
        o planlı, programlı körlüğün.
*
Parçası olmuş her hareketin,
    önceden tasarlanmış,
        bir koreografinin,
Spontane bir anın,
    bir kusurun korkusuyla,
        geçiyor o kontrollü ömrün,
Yüzündeki milimetrik bir seğirmenin bile,
    ele verdiği,
        o gizli gerilimin,
Ve benim bu gerilimi,
    en ince teferruatına kadar,
        okuyabilen dikkatim.
*
Kapının kapanırken çıkardığı,
    o son, net ve tok ses,
Anahtarın kilit yuvasında,
    iki kez dönüşünün,
        o metalik,
            kesin tınısı,
Merdiven boşluğunda,
    yavaşça sönen
        ve uzaklaşan,
            adımların yankısı,
Ardında bıraktığın,
    havada asılı kalan,
        o tanıdık parfümün,
            son notaları,
Artık yalnızca eşyaların
    ve duvarların şahit olduğu
        bir odanın,
            ağırlaşan sükuneti,
Ve duvardaki saatin,
    yeniden başlayan,
        monoton, anlamsız ilerleyişi.

Kasım Kobakçı
Kayıt Tarihi : 6.7.2025 01:08:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!