bir ananın dizlerine koyup başını,
düşleyebilmek uzakları
Davut Yıldız
ne çok şeye benziyorsun
mevsimlere,
en çokta sonbahar,
aylardan eylüle
maviye çalar bir yanın
yani maviye
sabah güneşi gibisin
sen doğmadan
sana doğmanın telaşı sarar beni
ayaza kalkarım
henüz çiğ düşmüş toprak gibi
sen doğmadan önce,
bir rüzgarın peşi sıra gel
yağmur gel, yaprak gel
kapımı penceremi kırda gel
gel işte,
başım gözüm üstüne
tozu toprağa katta gel
sonra gidiyorsun ya
gözlerim saçlarında kalıyor
şimdi
gözlerimi, gözlerini de alıp
gidiyorsun ya
işte içim acıyor
gamzelerin
gam-ım
gülüşlerin
gül-üm
olsun.
gözümde kaldın kız
hiç iskarpinim olmadı,
üzerinde yaldızı olan,
rengarenk süslü çantamda
kalemim, silgimde
benim silgim ıslak parmağımdı
o yüzden siyah kaldı
meçhul günlerden çıkıp da geldim sofrana
ser hadi
dostları da çağır istersen
perdeyi aç güneşte gelsin, onsuz olmuyor
uzaklardan çok uzaklardan susadım sana
bir avuç sen getir ıslat dudaklarımı
İlk karısı öldüğünde büyük oğlu beş yaşındaydı. İkinci karısı Zeynep kendisine beş çocuk daha vermişti. Zeynep ile evlendiğinde, Zeynep henüz on yedi yaşlarında ergenliğe yeni adım atmış sıska, uzun saçlı güzel genç bir kızdı.
Lacemi (oğlum) o gün Xızır orucunun son günüydü, köydeki bekar genç kızlar hep bir evde toplandık sirimizi (babuko) yaptık. Eğlence, şaka oyunlar eşliğinde bir güzel yedik sirimizi. Çok güzel bir geceydi. Kimse su içmedi, herkes rüyaya yatacak. Kim kimle evleniyor o gece rüyasında görecek. Eğer o yıl içinde evleniyorsan, evleneceğin kişiyi rüyanda görüyorsun.
O gece herkes umutlarını, sevdasını koynuna alıp uyudu. Uyandığımızda kimimizin sevdalısı, kimimizin umutları koynundan uçup gitmişti. Beni sorarsan iste… Gece rüyamda babamların kapısının önündeki kavaklardan birine çıktım, direk babangilin evine, bower’e baktım. Ne bileyim işte kavak kırılır sandım. Ve o yıl baban geldi beni istedi. Anam verdi, babam karşı çıkıyordu vermek istemiyordu. O yüzden anama sitemim var. Neyse baban ile evlendiğimde henüz on yedi yaşlarındayım, halen koyun kızları ile Kemere Ibis’te, kendimizin yaptığı bez bebekler ve oyuncaklarla oyun oynuyorduk. Yemek zamanı ya da evde bir is varsa, baban gelip beni eve götürüyordu. Bugün olmuş baba tek fiskesi dokunmamış. Baban hiç üşenmez benimle hamur yoğurur, ekmek acar hem de pişirirdi. Çok yemek yapmasını bilmiyordum ama baban çok güzel, lezzetli yemek pişirirdi. Baban çok zorluk çekti onun bunun ahırında, tarlasında, tapanında hem de çok ezildi çok. Öyle yıprandı ki, hemen çöktü, çok üzülüyordum. Çocuklarımın babası hak etmediği bir hayatin içinde ezilip durdu.
uçurumlara vurup gelen çığlığım
hoş geldin
yalnızlığım,
çokluğum,
bir hiç-im,
bir şey-im,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!