Çölden Yayılan Rahmet

Mehmet Çağdaş Küçükduman
100

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Çölden Yayılan Rahmet

Dünya düşmüştü bir zehirli deryanın ortasına
Kuraklık inmişti insanlığın yürek coğrafyasına
Bulutlar yağmuru unutmuştu yıllar yılı
Zemzem bile mahzun geliyordu sofralara.
İnsanlık unutmuştu çoktan Rabbini
Putlarla doldurmuştu Allah’ın evini
Medet umuyorlardı elleriyle yaptıklarından
Boyunlarına takmışlardı inkar kemendini.

Çöller derin derin yarılmıştı susuzluktan
Yürekler kapkara kesilmişti hayasızlıktan
Bulutlar haram kılmıştı bir damla suyu
Vahalar çöle dönmüştü bu kuraklıktan.

Kız çocukların kundağı oluyordu kızgın kumlar
Gözyaşlarıyla sahrayı suluyordu analar
Baba, çölü mezar yapıp gelirken kızına
Bin bir yerinden parçalanıyordu topraklar.

Kan dökülüyordu Hazreti İbrahim’in yurdunda
Taşlanan şeytan yine kurulmuştu tahtına
Nemrut ateşleri körüklenmişti yeniden
Bulmuşlardı kendilerini bu ateşin ortasında

Rüyalar görüyordu Amine her gece
Kendisinden fışkıran nurlar dağılıyordu belde belde
Ne bir sancı ne bir zorluk
Karanlıklar ışıkla doluyordu perde perde

571 senesi, pazartesi, sabaha karşı
Göz kamaştıran bir aydınlık kapladı arşı
Gökte yıldızlar yandı alev alev
Kutlu bir doğumun müjdesi sardı dağı taşı

Daha doğduğu an; elleri yerde, gözleri semadaydı
Dudakları “Allah seni korusun.” Duasındaydı.
Hazreti Amine’nin kucağında nurdan bir bebek
Parlayan risalet mührü omuzlarının arasındaydı.

O gece putlar burnu üstü yere serildi
Save’nin suyu bir anda çekildi
Binlerce yıllık ateşler küle döndü
Gül kokusu cümle cihana serpildi.

O gece, on altı burç gürültüyle yıkılır Medayin şehrinde
Kisra boğulur bir korku nehrinde
Satih dirilir bu haberleri duyunca
“Son peygamber geldi.” der son nefesinde.

Bir Yahudi koşuyor Mekke sokaklarında
“Ey Yahudiler haberiniz olsun bu anda
Ahmed’in yıldızı doğdu bu gece
İmamet artık onun topraklarında.”

Bir başka Yahudi bayılır mührü görünce
Alimler Mekke’ye akar bu sırrı çözünce
Kutsal kitapların anlattığı çocuktur o
Hepsi anlar, onu bir kere süzünce.

Doğar doğmaz yetimlik karşılar onu
Annesi Amine hissettirmez babasının yokluğunu
Hem ana hem baba olur küçük Muhammed’e
Üstüne titreyerek büyütür cihanın nurunu.

Sonra Ben’i Sad yılları başlar
Allah, onun hatrına o diyara bereket bağışlar
Süt anne Halime benimser onu bir evlat gibi
Muhammet’ten ayrılınca yağmur olur gözünde yaşlar

Cebrail, nurla yıkar o nurdan kalbini
Bizimse yüreklerimiz kirli ey nebi!
Yeniden gel ümmetinin başına
Aşkınla doldur, kapkara olan yüreklerimizi.

Ebva’da öksüz kalınca aktı mı mübarek gözyaşların?
Annenin toprağını suladı mı ağlayışların?
Ümmü Eymen silerken gözlerindeki yaşları
Sana ağlayan melekleri gördü mü bakışların?

Deden Abdulmuttalip bilmektedir senin farkını
Seninle geçirmek ister her anını
O da ölünce Ebu Talip alır seni yanına
Sana göre şekillendirir tüm hayatını.

Şam yollarında bir kervan gidiyor durmadan
Bir bulut onu takip ediyor semadan
Bahira kapılarını açıyor kervana
Maksadı o nurlu genci görmek yakından

Bahira seslenir Muhammed-ül Emin’e:
“Ey delikanlı sana bazı sorular soracağım izninle
Lat ve Uzza adına doğru söyleyeceksin bana.”
Bu söz üzerine aniden değişir mübarek çehre.

Der: “Bana Lat ve Uzza adını vererek soru sorma
Allah’a yemin olsun ki şu dünyada
Onlara kızdığım kadar başka bir şeye kızmam.”
Bahira heyecanlanır, sorular ekler bu soruya.

Anlar ki görünen putlar kırıldığı gibi o gece
Gönüllerdeki putları da kıracaktır ömrünce
Onlarla arasına koyacaktır bir engel
Bir yaratan yer alacaktır her sözünde.

Bahira’nın uyarısıyla Mekke’ye döner Ebu Talip
Yanındaki yeğeni tüm insanlardan garip
Mekke sokaklarında bir başka yürüyüşü
Tüm gençlerden üstün vasıflara sahip.

Muhammed-ül Emin koyun güder çöller ortasında
Bir yaratıcının varlığı dolaşır kafasında
Dağlar, taşlar, güneş, yıldızlar onu söyler
Her bakışta onu bulur kalbinin haritasında.

Mekke’de sonu gelmez bir kıtlık hüküm sürmekte
Hayvanlar ve diğer canlılar yavaş yavaş ölmekte
Çocuklar yaşına bile ermiyor daha
Analar babalar kara kara düşünmekte.

Ebu Talip, Kabe’ye varır Muhammet’le
Kabe’nin Rabbine el açarlar muhabbetle
El Emin, açar dünyayı kaplayan ellerini
Daha bitmeden dua, Allah yağmurları salar merhametle.

Hem eşi benzeri görülmemiş bir yağmur
Gören gözler bu yağmurun rahmetini okur
Onun hatırına son bulur kıtlık
Çöldeki bir kuşu bile sarar bu huzur.

Hazreti Hatice, kervanlarını ona teslim eder
Bu gül yüzlü gencin ardından Meysere gider
Yine aynı bulut göklerde takipçi
Nastura bu manzarayı an an seyreder.

Efendiler efendisi bir ağacın altında oturur
Rahip Nastura onu görünce koşturur
“Bu genç kim? ” diye sorar Meysere’ye
Meysere: “O, Muhammed-ül Emin’dir” buyurur.

Nastura heyecandan yaprak gibi sallanmaktadır
“Vallahi bu ağacın altında bugüne kadar Nebi’den başkası konaklamamıştır.”
Kalbini yırtıp taşar sözcükler:
“Hiç şüphe yok ki o, bu ümmetin beklediği son peygamberdir.”

Varaka dinler, Şam yolunda tüm yaşananları
Anlar Hatice’nin gönlünden taşanları
Son Nebi’nin müjdesini verir ona
Anlatır bundan sonra tüm yaklaşanları.

Kutlu bir yuva kurulur Hatice validemizle
Oğlu Kasım’ı toprağa verir kendi elleriyle
Ve çocuklar neşelendirir tertemiz yuvayı
Her birini besler, sonu gelmez bir sevgiyle.

Bir arayıştır başlar kalbinde ve beyninde
Mekke’ye sığmaz olur sorular hep dilinde
Nur Dağı’nda bulur teselliyi
Hira karanlık, dünyanın aydınlığıysa içinde…

Hazreti Hatice özleminden dağlar tırmanır
Sadık rüyalar onun dizinde yorumlanır
Merdivenler iner evlerinin çatısından
O nurdan kalp yeni baştan yıkanır.

610 senesinde, Ramazan’ın on yedinci günü
Cibril gösterir Resulullah’a yüzünü
“Oku” nidası yankılanır mağarada
Korkar Nebi, o an anlayamaz gördüğünü.

“Ben okuma bilmem.” Deyip boynunu büktü
-Yaratan Rabbinin adıyla oku,o insanı bir kan pıhtısından yarattı-
O Rabbin, sonsuz kerem sahibidir
-Kalem yazmayı ve insana bilmediklerini o öğretti-

Tutup sıkınca Cebrail, bir ışık parladı Nebi’nin kalbinde
Endişeyle inip dağdan,vardı evine
“Beni ört ya Hatice! ” dedi titreyerek
Sonra başına gelenleri anlattı sadık eşine.

“Bu gelen Kuddüs, Kuddüs! ” diye bağırır Varaka
Daha evvel de gelmişti Musa ve İsa’ya
“Ey yeğenim, sen bu yüzden yalancılıkla suçlanacaksın!
Türlü işkencelerden sonra sürüleceksin uzaklara! ”

İslam halkası dalga dalga yayılır Mekke’de
Ebu Zerr, hak davayı haykırır Kâbe’de
Mucizedir Habibullah’ın sağdığı süt
İbn-i Mesud, hak yolu görür süt dolu kasede.

Çöl sıcağında üzerinde ağır taşlarla Bilâl
Vücudu köle, gönlü özgürlüğe en büyük misal
Sesi yankılanır Mekke semalarında
Efendisinin gözünde o, apaydınlık bir cemal

Safâ tepesinden bir davet yayılır Mekke’ye
O gül sunarken zengine,fakire
Yollarına dikenler serper bir nasipsiz kadın
Kocasına odun taşımak için hazırlanır cehenneme.

Ey efendim,sen secdedeyken üstüne pislik saçtılar
Gülüp eğlendiler, seni için için ağlattılar
Herkese anlattılar “sihirbaz” diye
Gerçeğin hakimi olan Allah’ı unuttular.

Ateşle dağlanan köleler Ebubekir himayesinde
Onca işkenceye rağmen dilleri La İlahe İllallah zikrinde
Bu inanç karşısında kudurmuş inkarcılar
Yaşlı kadın Sümeyye ilk şehit mertebesinde.

Ve sen yollardasın ey Allah’ın resulü
Yoldaşın Ebubekir,mağara ağlarla örülü
Bir güvercin,bir örümcek ağı
Peşindekilerin gözleri hırslarıyla örtülü.

Bizim gözlerimizse seninle açıldı sevgili
Kapkara kesilen gönüllerimiz seninle buldu sevgiyi
Çorak bahçelerdi gafletimizle suladığımız
Rahmet yağmurlarında tattık ilahi meyveyi.

Ensar’ı, Muhacir’i kardeş kıldın Medine’de
İslâm güneşi semayı kapladı ellerinde
Bedir aydınlandı göğü saran meleklerden
Bedenin Hicret’teydi,ruhunsa Mekke’de.

Ey Nebi; Bedir’de,Uhut’ta, Hendek’te
Elimde kılıç savaşsaydım ben de
Kırılan dişin yoluna verseydim canımı
Bir damla kanım bile kalmasaydı bedende.

Taif’te kanayan ayaklarına merhem olsaydı gözyaşlarım
Bir hicretle gel ey sevgili, seni yüreğimde saklarım
Şimdi İslam’dan kopan beyinler örümcekli
Ruhum huzur bulur, adını duydukça kulaklarım.

Biz kalabalıklar içinde birer damlayız
Mahşer yerinde bir umut kapındayız
Şefaat eyle ya Habiballah
Senin açacağın bir kapının ardındayız.

Dünya hayatı, unutturdu bize ahreti
Gözümüzü kör etti bu bahçenin sahte bereketi
Yasak elmalar yedirdi bize şeytan
Aklımızdan sildi, sonsuz olan cenneti.

Sen bizi bırakma ey kalbimizin aydınlığı
Nur cemalinle parlat içerimizdeki karanlığı
Mahşerde kandilimiz, sıratta rehberimiz
Sen giydir ümmetine o bayramlığı.

14 asır süren bir aşk var içimde
Adın ki yalnız dilimde değil, hep beynimde
Bizim tek önderimiz sensin efendim
Müslüman bir gençlik senin izinde.

Ebu Cehil’lerle sürüyor iman savaşımız
Allah nurunu tamamlıyor,zaferde davamız
Seni özleyen nesiller kaplıyor yer yüzünü
Dünyayı sarıyor yine ezanlarımız.

Senin adınla temizliyoruz gönüllerimizi ya Muhammet
Seni unutmak alemdeki en büyük ihanet
Adınla kilitliyorum bu dilimi
Allahümme Salli Âlâ Seyyidina Muhammet.

Mehmet Çağdaş Küçükduman
Kayıt Tarihi : 11.6.2013 20:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Çağdaş Küçükduman