Ona lacivertler şehri derlerdi. Bazıları da siyah-beyaz... Oysa şahsa özelmiş renkleri, meğersem renkli imiş. Herkese ayrı renk, ayrı pencere… Herkesin gözü farklı, hepimiz ahu gözlüyüz amma bakışlar aynı, görünen farklı.
Engin denizler, esen meltemler cezp eder yorgun insanı. Ya bozkırlar yok mudur onların âşıkları, sırdaşları? Kimine masmavi sular serin dalgalar, kimine sarı buğday başakları, yanık benizli Anadolu insanı. Kimine yeşil doğa, çam ağaçları, kimine yalnız dönüm başı çınarları. Kimine dere, tepe, kimine harman sayvanı.
Ankara Garının devasa pencerelerinden, vitrayca düşen ışık huzmelerinin hikâyesidir, ana düşendir, sıra, sıra geliveren cümleler. O gara yaklaşan, katar, katar çekilen trenin sesi, lokomotifin serzenişi.
Seymenler karşılar sizi, tıpkı doksan iki yıl önce bugün olduğu gibi. Kurtuluşu başlatan gazinin karşılandığı gibi... Camadanları üstlerindedir. Hamailleri hâlâ enam sarılı, kolları kartal kalkışlı. Milletin meclisinin açılışında Hacı Bayram’a dualarla yürüyüş gibi.
İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
Bir bakış, bir aşığa neler anlatır,