Bilmiyorum farkında mısın ne kadar küçüldüğünü gönül?
Anlamsız ifadeler hayatında pişman olacaksın bir gün.
Değiştirmek isteyeceksin kaderini, işte o an dövül!
Ezik duygularla dolu yaşam olarak anılacak hep dün...
Adın hep gönlümde olacak dost olarak
Yıllar bile asla seni eskitemeyecek
Sonu dostluğumuzun asla bitmeyecek
Ey benim biricik arkadaşım
Nice mutlu yıllarda hep gülecek
Canım sözünü, öyle kolay mı sandın?
Aşkıyla bir ömür ocakta mı yandın?
Ne yaptın da aynada böyle utandın?
Akıllanmazsın bir ömür deli gönül;
Nice söze kandın da yine inandın!
Buz tutmuş yüreğin, Everest'ten farkın yok!
Aldırmaz ki vicdanın, Firavun'dan farkın yok!
Dediklerim bana kalır, bildiklerin ise sana,
Eş olmuş dudak tetiğe,Bush'tan farkın yok!
Şafak vakti semaya döner,
Beşik olur duaya eller.
Sen bibitap acılardayken,
Şahlanıp huzur görür eller.
Güçlü iken sadaka tutar,
Hey yolcu nereye bu yolculuk,
Yolun tozunu uçura uçura gidersin? ...
Biraz soluklan, hele bir dinlen,
Senden evvel geçenleri bilmez misin?
Görmezsin etraftaki güzellikleri...
Hüzün çökerken gecenin karanlığında
Yüzün belirir lambanın ışığında
Bu can dönmek istese de sana
Gelemem sevdigim, gelemem bir daha..
Demişken sana bir defa elveda
Yak ruhumun dört köşesini
Külleri izlerini taşısın
Taşsın benliğimin ıstırapları
Külleri güneşini kapasın
Avuç dolusu uçuyor
İyilikler ellerimden şimdi
Belki bir yaz gününün anormal sıcağında
Veya bir kış gününün buz tutan soğuğunda
Yatıracaklar seni beyaz ve yumuşacık yatağına
Sıcaklığın benim varlığım olacak, soğukluğun
Uzaklardan gelen haykırışlarım
Gün, yüzünü aydınlığı ile göstermeye başladığında, yatağından kalkmış, ayağına terliğini geçirmişti. Etrafına baktığında, pantolonu, gömleği, çoraplarının her biri ayrı ayrı yerdeydi. Ve koltuğunun önündeki masada, içinden taşan küllerle kül tablası bulunmaktaydı.Camlar, dışarıdan gelen çiçek kokuları ve kuş cıvıltıları için açık bırakılmıştı. İki elini yukarı doğru uzattı ve baharın armağanı olan güzel havayı içine çekti. Bu kaçıncı yalnız bahar, bilmiyordu. Yine de yüzünde bir gülümseme belirdi; belki de hayata inat…
Kahvaltı bittikten sonra, pantolonu ve gömleği toparladı, ütü masasının yanına götürdü. Her ne kadar dağınık olsa da, insanlara güzel görünmeliydi. Tabanı ateşten çelik olan ütüyü, vurdu ütüsüz elbiselere… Cilalanmış elbiseleri, askıda duran ceketini ve ayakkabısını giydi, adımını dairesinden dışarı attı. Beş katlı, on daireli apartmanda kimsecikler görünmüyordu.Tık.. Tıkk.. Tıkkk.. Ağır ağır üçüncü kattan aşağı inmeye başladı. Zemin kata geldiğinde yerinde bekleyen kapıcıyı gördü, başını saygıyla önüne eğdi, sonra kaldırarak selamını verdi. Kapıcı da aynı şekilde cevabını… Dışarıda mavi gökyüzü, ve sabahın serinletici yüzü onu bekliyordu. Bir an ellerini birleştirip, parmaklarını kelepçeledikten,yani o güne dair neler yapabileceğini düşündükten sonra adımını sahile doğru atmaya başladı.
Bilmem kaç yıl önce, hayatına tek giren kadınla sinemadayken, apartmanda çıkan bir yangın sonucu,yitirmişti annesini, babasını ve çok sevdiği iki kardeşini, apartmanda bulunan diğer birkaç komşusu ile birlikte. O gün ayrılmıştı ailesinden, o gün ayrılmıştı kurtulmasına sebep olan sevdiğinden. Daha da sokmadı hayatında hiç kimseyi., onlar kadar sevebileceğinden.. Ailesinden kalan bir miktar ve yangın sonucu kazandığı yüksek tazminat, yetiyor hatta artıyordu yaşamını sürdürmek için.
Ahmet gerçekten mi? Sen artık yok musun? Paydos mu dedin bu dünyaya... Bak bunları ağlayarak yazıyorum umarım bu bir şakadır...