4. Kanto (Ezra Pound) Şiiri - İsmail Aksoy

İsmail Aksoy
1898

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

4. Kanto (Ezra Pound)

Dumanlı ışıkta saray,
Sadece için için yanan sınır taşlarının yığınıdır Truva,
ANAXİFORMİNGES! Aurunculeia!
Duy beni, ey Altın Pruvaların Cadmus’u!
Pırıltılı taşları yakalayıp parıldar gümüş aynalar,
Biz uyanıncaya dek sürüklenir yeşil serin ışıkta şafak;
Çayırda bulanıklaştırır çiyin buğusu kımıldayan solgun bilekleri.
Elma ağaçlarının altında, yumuşak çimenlikte,
Küt, küt, vın, pat,
Chores nympharum, kâh keçi ayaklı, kâh solgun ayaklı sonra;
Mavi fışkıran suların yarımayı, sığlıklarda yeşil altın renginde,
Siyah bir horoz öter deniz köpüğünde;

Ve divanın oymalı, kıvrımlı ayağı yanında,
O pençeli ayağın ve aslan başının yanında, yaşlı bir adam
Oturmuş konuşur kısık bir mırıltıyla:...
“İtyn!
Et ter flebiliter. İtyn, İtyn! ”
Ve pencereye doğru gitti kadın ve kendini aşağı attı,
“Bütün bu esnada, bu esnada, kırlangıçlar çığlık çığlığa:
“İtyn! ”
“Tabaktaki yürek Cabestan’ın”.
“Tabaktaki yürek Cabestan’ın mı? ”.
“Hayır, başka bir lezzet değiştirmeyecek bunu”.
Ve pencereye doğru gitti kadın,
İnce beyaz taş çubuk
Bir çift tak oluşturmuştu,
Sağlam solgun taşı kavrarken bile parmaklar sağlamdı;
Sallandı bir an için,
Ve Rhodez’den esen yel
Yakaladı kadını gömleğinin kolundan.
... çığlık çığlığa kırlangıçlar:
'’Tis. ‘Tis. Ytis.
Actaeon....
Ve bir vadi,
Yapraklarla dolu bir vadi, yapraklarla, ağaçlarla,
Gün ışığı parıldar, parıldar tepeden,
Balık pulundan bir çatı misali,
Poictiers’deki kilisenin çatısı misali
Altından yapılmış gibi sanki.
Onun altında, onun altında
Bir ışın değil, bir kıymık değil; güneş ışığının
Kara yumuşak sulara pul pul dökülen zayıf bir çemberi değil;
Su perileri yıkarken bedenlerini, su perileri ve Diana,
Akça pakça su perileri toplanırlar O'nun etrafında, ve hava, hava,
Çalkalanır, hava ışıklanır tanrıçalarla,
Karanlıkta tutuşarak saçları,
Kaldırıp kaldırıp dalgalandırırlar:
Fildişi batırılır gümüşe,
Gölgelenmiş, aşırı gölgelenmiş
Fildişi batırılır gümüşe,
Bir leke değil, güneş ışığının yitmiş bir parçası değil.
Sonra Actaeon: Vidal,
Vidal. Orman boyunca tökezleyen
Yaşlı Vidal’dır konuşan,
Bir leke değil, güneş ışığının yitmiş titrek ışığı değil,
Tanrıçanın solgun saçı.

Actaeon’un üstüne saldırır köpekler,
“Buraya, buraya, Actaeon”,
Ormanın benekli erkek geyiği;
Bir tutam altın saç, altın,
Bir buğdayın şeridi gibi kalın,
Alevler, güneşte alevler,
Actaeon’un üstüne saldırır köpekler.

Tökezleyen, orman boyunca tökezleyen,
Mırıldanan, Ovid’i mırıldanan:
“Pergusa... göl... göl... Gargaphia,
“Göl, Salmacis’in gölü”.
Kuğu yavrusunun hareketi gibi titrer boş zırh.

Böylece yağmur gibi yağar ışık, böylece bardaktan boşanır,
E lo soleills plovil, tanrıların dizleri altındaki
Sıvı ve akışkan kristal.
Kıvrım kıvrım, suyun ince pırıltısı;
Ak taçyapraklarını taşıyan derenin zarı
(Takasago’daki çamlar
İsé’nin çamlarıyla birlikte büyür”)
Su anaforlanıp kaldırır kaynağın ağzındaki parlak sarı kumu
”Bakın Çehrelerin Ağacı’na! ”

Çatallanmış dal uçları, yanıyor sanki lotusla birlikteymiş gibi,
Kıvrım kıvrım
Sığda burgaçlanan sıvı,
Tanrıların dizleri altında.

Köşedeki ocağın ateşini çakan
Göz kamaştıran parıltıda erir meşaleler,
Mavi mücevher kaplar gökyüzünü, (Gourdan’daki gibi o vakitler) ,
Reçine püskürtüsü,
Safran terlikteki taçyaprakları gibi ensiz ayağı: Hymenaeus İo!
Hymen, İo Hymenaee! Aurunculeia!
Al bir çiçek atılmış kireç beyazı taşa.

Ve So-Gyoku der ki:
“Bu rüzgâr, efendim, kralın rüzgârıdır,
İmparator fıskiyelerini sallayan
Sarayın rüzgârıdır bu rüzgâr'.
Ve yakasını açarak Hsiang der ki:
“Bu rüzgâr dünyanın torbasında kükrer,
Donatır suyu hasır otlarıyla;
Hiçbir rüzgâr kralın rüzgârı değildir:
Bırak her inek saklasın buzağısını”.
“Bu rüzgâr tutsaktır tül perdelerde”
Hiçbir rüzgâr kralın değil...

Deve güdenler oturur merdiven kıvrımında,
Tepeden bakarlar Ecbatan’ın entrikalı sokaklarına,
“Danaè! Danaè!
Hangi rüzgâr kralındır? ”
Duman asılı kalır ırmağa,
Şeftali ağaçları serper parlak yapraklarını suya,
Sürüklenir ses akşamın pusunda,
Ağaç kabuğu sıyrılır ırmak geçidinde.
Yaldızlı payandalar siyah suda;
Üç basamak açık alanda
Boz taş-direkler yol gösterir...

Père Henri Jacques konuşmak isterdi Senin'le, Rokku’da.
Rokku Dağı kayayla sedirlerin arasında,
Polhonac,
Trakya tabağına konulmuş şölen yemeği gibi Gyges,
Cabestan, Terreus.
Tabaktaki yürek Cabestan’ın.
Vidal, ya da Ectaban, Ectaban’daki varaklı kule üstünde
Yatır tanrının gelinini, yatır sonsuzca, bekleyerek altın yağmuru.
Garonne yanına. “Saave! ”
Garonne koyudur boya gibi,
Yürüyüş alayı, - “Et sa'ave, sa’ave, sa'ave Regina! ” -
Kımıldar bir solucan gibi, kalabalıkta.
Adige, görüntülerin ince örtüsü.
Adige'nin karşısında, (Stefano'nun yaptığı) Madonna in hurtulo,
Cavalcanti’nin O’nu gördüğü gibi.
Dünyanın balçığına ekin eker Kentaur’un topuğu
Ve biz otururuz burada....
Orada, arenada...

Ezra Pound (1885-1972, ABD)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

İsmail Aksoy
Kayıt Tarihi : 2.2.2010 18:04:00
Hikayesi:


Canto IV by Ezra Pound Palace in smoky light, Troy but a heap of smouldering boundary-stones, ANAXIFORMINGES! Aurunculeia! Hear me. Cadmus of Golden Prows! The silver mirrors catch the bright stones and flare, Dawn, to our waking, drifts in the green cool light; Dew-haze blurs, in the grass, pale ankles moving. Beat, beat, whirr, thud, in the soft turf under the apple trees, Chores nympharum, goat-foot, with the pale foot alternate; Crescent of blue-shot waters, green-gold in the shallows, A black cock crows in the sea-foam; And by the curved, carved foot of the couch, claw-foot and lion head, an old man seated Speaking in the low drone:... Ityn! Et ter flebiliter. Ityn, Ityn! And she went toward the window and cast her down, 'All the while, the while, swallows crying: 'Ityn! ' 'It is Cabestan’s heart in the dish.' 'It is Cabestan’s heart in the dish? 'No other taste shall change this. ' And she went toward the window, the slim white stone bar Making a double arch; Firm even fingers held to the firm pale stone; Swung for a moment, and the wind out of Rhodez Caught in the full of her sleeve. ... the swallows crying: '’Tis. ‘Tis. Ytis. Actaeon.... And a valley, The valley is thick with leaves, with leaves, the trees, The sunlight glitters, glitters a-top, Like a fish-scale roof, Like the church-roof in Poictiers If it were gold. Beneath it, beneath it Not a ray, not a slivver, not a spare disk of sunlight Flaking the black, soft water; Bathing the body of nymphs, of nymphs, and Diana, Nymphs, white-gathered about her, and the air, air, Shaking, air alight with the goddess, fanning their hair in the dark, Lifting, lifting and waffing: Ivory dipping in silver, Shadow’d, o’ershadow’d Ivory dipping in silver, Not a splotch, not a lost shatter of sunlight. Then Actaeon: Vidal, Vidal. It is old Vidal speaking, stumbling along in the wood, Not a patch, not a lost shimmer of sunlight, the pale hair of the goddess. The dogs leap on Actaeon, 'Hither, hither, Actaeon,' Spotted stag of the wood; Gold, gold, a sheaf of hair, Thick like a wheat swath, Blaze, blaze in the sun, The dogs leap on Actaeon. Stumbling, stumbling along in the wood, Muttering, muttering Ovid: 'Pergusa... pool.. pool... Gargaphia, 'Pool, pool of Salmacis.' The empty armour shakes as the cygnet moves. Thus the light rains, thus pours, e lo soleils plovil, The liquid, and rushing crystal beneaths the knees of the gods. Ply over ply, thin glitter of water; Brook film bearing white petals ('The pines of Takasago grow with pines of Isé ') The water whirls up the bright pale sand in the spring's mouth 'Behold the Tree of the Visages.' Forked branch-tips, flaming as if with lotus, Ply over ply The shallow eddying fluid, beneath the knees of the gods. Torches melt in the glare Set flame of the corner cook-stall, Blue agate casing the sky (as at Gourdon that time) , the of resin, Saffron sandal so petals narrow foot: Hymenaeus lo! Hymen, lo Hymenaee! Aurunculeia! One scarlet flower is cast on the blanch-white stone. And So-Gyoku, saying: 'This wind, sire, is the king's wind, This wind is wind of the palace Shaking imperial water- jets.' And Hsiang, opening his collar: 'This wind roars in the earth s bag, it lays the water with rushes; 'No wind is the king s wind. Let every cow keep her calf.' 'This wind is held in gauze curtains ' No wind is the king’s... The camel drivers sit in the turn of the stairs, Look down on Ecbatan of plotted streets, 'Danaè! Danaè! What wind is the king’s? ' Smoke hangs on the stream, The peach-trees shed bright leaves in the water, Sound drifts in the evening haze, The barge scrapes at the ford. Gilt rafters above black water; Three steps in an open field Gray stone-posts leading... Père Henri Jacques would speak with Sennin, on Rokku. Mount Rokku between the rock and cedars, Polhonac, As Gyges on Thracian platter set the feast; Cabestan, Terreus. It is Cabestan’s heart in the dish. Vidal, or Ectaban, upon the gilded tower in Ectaban Lay the god’s bride, lay ever, waiting the golden rain. By Garonne. 'Saave! ' The Garonne is thick like paint, Procession, -- “Et sa'ave, sa’ave, sa'ave Regina! ' -- Moves like a worm, in the crowd. Adige, thin film of images. Across the Adige, (by Stefano) Madonna in hurtulo, As Cavalcanti had seen her. The Centaur’s heel plants in the earth loam. And we sit here... there in the arena...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmail Aksoy