Gayrı dayanacak, gücüm kalmadı,
Boynum, bükük bir halde yaşamaya.
Yaşlı kalbim, teklemeye başladı,
Küstüm artık ben, şu dipsiz dünyaya.
Hiç güç yok’ da, şu halsiz bedenimde,
Bir yatağa, bağlı kaldım evimde.
..
Hey ademoğlu dost eyledim gelsene
Bak gönül postumu serdim otursana
Otur Allah aşkına dertleşelim seninle
Misafirim ol, kabulümsün her şeyinle
30.01.2004-13.30
..
Dün kocanla gördüm seni
Sarardı,soldu bak yüzüm
Bu ayı yı nerden buldun
İşte şimdi durdu kalbim?
(30.08.2005-Yeni)
..
Aradığın yar/dost bensem eğer
Sana her şeyimi versem değer
30.05.2004-05:30
'Aşk Ateşten Gömlek'
..
ağustos böceği
dışarıda
ağustos böceği ötüyor
bilmem kaçıncı seferinden dönüyor
balıkçı motoru
elleri boş
..
Kanun sökmez artık bana
Polis,jandarma dinlemem
Gözü dönmüş bir aşığım
Ayrılığı uzatırsan
Kork artık güzel,kork benden
(30.08.2005-Yeni)
..
Önce alkol duvarını
Daha sonra hız duvarını
En sonunda da arabasıyla
bir bahçe duvarını aştı
Görenler bu duruma bir hayli şaştı
(30 Aralık 2006/ İstanbul)
..
Yüzlerce yıldır, teknoloji ilerledi insanlık geriledi.
Keşke; teknoloji değil insanlık ilerleseydi..!
30.07.2016/Kahramanmaraş
..
Aylardan Ağustos
Güzelim salkım ağacı
Üzümleriyle bütünleşmiş
Arılar konup kalkıyor her saat başlarında
Aylardan Ağustos
Gündüzler sıcacık güneşle
Geceler pırıl pırıl yıldızlarla
..
Sevmiyorum arkadaş karıncayı,zorla mı?
Çalışkanmış,bana ne?
Yardım etti mi Ağustos Böceğine?
Etmedi ve güldü de üstelik haline.
Sevmiyorum işte çockluğumdan beri.
Kıskandı Ağustos Böceğinin mutluluğunu,
Hasetinden çatladı kötü kalpli karınca.
..
Sevgili olayı gerçekten basitleştirilmiş bir çocuk oyunu olmuştur. Sevgili ne demek arkadaş? İki kişinin gönüllü olarak sevgi saygı çerçevesinde anlaşmasıdır ve bi bakıma evliliğin provasıdır. İyi devam ederse bunu evliliğe çevirtip resmileştirmektir. Budur sevgili olmak. 30 40 sevgili yapmak değildir. Evlenince de zor bulursun adam gibi adamını, boşanırsan devlet bile sana dul diyecek ne utanç verici öyle değil mi?
..
Şu Hikayenin aslına bir bakalım...
> Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler.
> Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
> Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
> Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir.
> Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
> Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.
..
30 şubat’ta mı geleceksin, başım gözüm üstüne, peki gel
Menekşeler yetiştireceğim senin için, bekleyeceğim
Saçlarım taralı, gömleklerim ütülü
Sobaya bir odun daha atacağım, peki gel
Eski fotoğraflara bakarız belki, eski şarkılar dinleriz
“Ah ne çok sevmiştik birbirimizi”
30 şubatta mı geleceksin, peki, gel…
..
Müzik aldatıcıdır çoğunlukla, vücudu, zihni, hayalleri esnetir, gelecek tasavvurunu genişletir, geçmişi, şimdiyi olabildiğince yumuşatır. Sözlerse bazen fazlasıyla hakiki, lüzumundan fazla bencildir. Hayatı parçalar, düşündürür, sorgular. Müzikle şiir arasındaki karanlık boşluğun üzerine gerilmiş ipte sendelemeden yürüyen uyurgezerleri, dalıp gittikleri büyülü âlemlerden çağırıp ürkütmemek gerekir bence.
Neyse ki tabiatları gereği hiçbir dönemde o acayip adamlardan çok fazla olmadı. Haftalardır hakkında yazılmadık hiçbir şey kalmayan Leonard Cohen, şiirin sesini müziğin renkli diline, ritmine bozmadan tercüme edebilen bir yorumcu ve bu çağın son temsilcilerinden birisi elbet. Doğrusu beni en çok etkileyen özelliği, o mistik, gösterişsiz yeteneğini tevazuuyla buluşturabilen az bulunur bir şair, şarkıcı veya romancı olması değil. Bu yazıyı yazmadan evvel, evet ben de o meraklı, kalabalıkla birlikte onu izledim. Çocukluğundan beri dünyaya gelmenin sıkıntılı acısıyla kendi üzerine kapandığı için vücudu öne doğru bükülen, bildiğimiz hayatın dışına savrulmaktan yüreği her daim aksayan adamın içindeki huzursuz gücü gördüm o gece. Lacivert gök kubbenin altında, elmas gibi parlayan dolunayın ışığında, onun kederle derinleşen boğuk sesini dinlerken, insanın çaresiz varoluşuna eşlik etmek için yanlışlıkla aramıza katılmış ‘yaralı bir hayvan’ olduğunu düşünüyordum doğrusu. Merhametli bir gülümsemesi vardı ama zeytin dalı kadar ince olan bacaklarından birini usulca büküp tek dizinin üstüne yere çöktüğünde yalnız, vahşi bir kartal gibi göründü bana. Koyu renkli kostümü ve ifadesini gizleyen şapkasıyla tünediği sahneden dünyayı gözetleyen keskin bakışlı bir kartal...
İNSAN DERİSİ GİYMİŞ BİR HAYVAN GİBİ...
Konserden sonra eve dönünce bir süre ondan geriye kalan ıssızlığa eşlik edecek başka hiçbir sese tahammül edemeyeceğimi düşündüğüm için koltuğa uzanıp gözlerimi kapadım. Hayaletlerle konuşurken birkaç gün evvel arkadaşımdan ödünç aldığım film geldi aklıma. Bulup, seyretmeye başladım. Endülüslü şair, oyun yazarı Lorca’nın gençlik yıllarında Salvador Dali’yle yaşadığı tutkulu ilişkiyi anlatan filmin bir sahnesinde Lorca, askerlerin masasında Çingeneler baladından bir bölüm okudu. O sarhoş gecenin sonunda Dali, şiirinden çok etkilendiği ve tutulmaktan korktuğu dostuna kıskançlıkla bağırıyordu: “Orada, o tuhaf sessizliğin içinde insan derisi giymiş bir hayvan gibi duruyordun. O zaman seni daha iyi anladım.” Güldüm, gerçekten daha birkaç saat evvel Cohen’i izlerken buna yakın hislerle ürperiyordum. Tesadüfi buluşmaların hemen sezemediğimiz ancak daha sonra sürprizlerle karşımıza çıkan garip manalarında dolaştım biraz. Kendi deyişiyle meteliksiz kaldığı için bu dünyadan gelip geçerken ‘bizim eve de’ uğrayan 74 yaşındaki Cohen, kızının adını Lorca koyacak kadar hiç yaşlanamayacak o büyük şaire hayran. Ustura gibi kesen çelişkili duygulara tutunarak yaşamayı seçen bu iki melankolik adamı ‘zamansız bir hayatın’ dışında buluşturan saplantının sadece şiir olmadığını biliyorum.
..
288.
En çok aldığım iki eleştiri (ki eleştiri ne lan, siz kimsiniz oğlum oturduğunuz yerden neyi eleştiriyorsunuz diyeceğim ama neyse şimdi gece gece kalp kırmayayım) neden bu kadar küfür ediyorsunuz ve neden bu kadar öfkelisiniz? Peki güzel kardeşim cevap vereyim madem. Sen niye küfretmiyorsun ve sen niye öfkeli değilsin? Gazeteyi açıyorum ve 13 yaşındaki çocuğa 2 sene boyunca tecavüz eden 20 tane adamın serbest bırakıldığını okuyorum. Ben şimdi bu orospu çocuklarına küfür etmeden, öfkelenmeden ne yazabilirim. Yazmayayım diyorum içim el vermiyor, yazıyorum küfür etti oluyorum. Söyleyin bana şimdi bu şerefsizleri başka hangi dille anlatabilirim. Evimin iki kilometre ötesinde 19 yaşında çocuk sopayla dövüle dövüle öldürülüyor. Ben o sokaktan her geçtiğimde nasıl öfkelenmem, nasıl küfür etmem? Allaha inanan allahtan, inanmayan kendi vicdanından korksun lan! Bu acıyı duyup, şahit olup öfkelenmeyen insanın vicdanının.mına koyim ben. Günde 20 lira yevmiye almak için Adıyaman'dan Adana'ya pamuk toplamaya gidilen traktörün römorkunda 30 kişinin can verdiği ülke oğlum burası; yavşak patronun üç kuruş fazla kazanmak için 300 küsür madenciyi diri diri yaktığı ülke, karısını kendisinden habersiz sokağa çıktı diye 46 altı yerinden bıçakla deşip öldüren adamla aynı havayı soluyor, aynı sokakta dolaşıyoruz. Siz niye öfkelenmiyorsunuz asıl ben buna şaşıyorum? Siz niye küfretmiyorsunuz?
..
Halka rağmen halka giyim biçenler,
Artık akıllanın ibret olsun size 10 Ağustos.
Sırça köşkte oturup, ahkam kesenler,
Artık akıllanın ibret olsun 10 Ağustos.
Artık çözüm değil yürütülen o tanklar,
Bu millet çok çekti yürütülen o banklar,
..
“Size bir şey sorabilir miyim? ” dedi 25-30 yaşlarında görülen delikanlı.
İlk an bir adres veya başka bir şey soracağını düşündüm. Kolunu gösterdi, boydan boya enfeksiyon içindeydi. Parmaklarında şekil bozukluğu oluşmuştu. Delikanlının utanmaktan ve sıkılmaktan yüzü sararıyordu. Belki de soğuk terler döküyordu.
“Doktor kolumdaki enfeksiyon için ilaç yazdı. Alacak param çıkışmadı.” Dedi delikanlı.
“Ne kadar gerekiyor? ” diye sordum… Otuz küsur bir rakam söyledi delikanlı.
..
Yıllardır bu sözü duyarım. Otobüste, trende, çarşıda, pazarda, sokakta, iş yerinde, düğünde, bayramda, cenazede, piknikte, her yerde sorarlar bana. ‘Nerelisin?’ Ondan sonra da ‘Ne iş yaparsın?’ sorusu gelir. Aklım erdiğinden beri bu sorularla karşılaşırım. Ben çocukken de şöyle sorarlardı. ’Sen kimin oğlusun, baban ne iş yapar?’ Hatta sık sık 'Büyüyünce ne olacaksın?’ derlerdi. Bu soruyu kendime de çok sordum.Gerçekten de büyüyünce ne olacaktım? Bir çok meslek vardı ama ben bir türlü ne olacağımı bilemiyordum. Klasik cevaplar vardı da, ben hiçbir zaman bu klasik cevapları vermezdim. Ya hiç bir şey olamazsam? Yalancı çıkarsam? Hiç kimseye de cevap vermiyordum. Ama işi garantiye aldıktan sonra, ‘Asker olacağım.’ demeye başladım. Aklım ermeye başlamıştı ya, her çocuk da büyüyünce askere gidiyordu. Ben de asker olacaktım. ’Asker olacağım, düşmanları öldüreceğim.’ demeye başladım. Oyuncak silahım bile vardı. ‘Aferim, büyü, çakı gibi asker ol.’ derlerdi. Bir de baktım, birden bire ne çabuk da büyümüşüm. Ama büyüyünce iş değişti. Nefret eder hale geldim bu sorulardan. ‘Büyüyünce ne olacaksın? Baban ne iş yapar?’ sorularının yerini ‘Nerelisin? Ne iş yaparsın?' soruları aldı. Adamlara da denmiyor ki, ‘Ulan ne iş yaparsam yaparım, nereliysem nereliyim, sana ne! Ben sana sormuyorsam sen de bana sorma!'
Bir gün doktorla görüşmek için hastanenin bekleme salonunda otururken yanımızdaki yaşlı bir bey amca ‘geçmiş olsun’ dileklerini ilettikten sonra, ‘Hayırdır, hasta kim? Sıkıntı nedir?' dedi. Böyle de çok meraklı bir milletiz işte. Kendisine, doktorla konuşmak için beklediğimizi sakin bir şekilde söyledim. Ardından ‘Nerelisin?’ sorusu geldi. Sanki kan beynime sıçradı. Deli olduğum, hiç cevap vermek istemediğim bir sorudur bu. ‘Amca, nereliysem nereliyim. Ispartalı da olabilirim, Ankaralı da olabilirim, başka bir yerden de olabilirim. Nereli olmam çok mu önemli? İnsanız sonuçta.Türkiyeliyim.‘ dedim. Adamcağız soruyu sorduğuna soracağına pişman oldu. İyi de oldu, aklına gelirim de, bir daha hiç kimseye soramaz böyle saçma sapan soruları.Neden meraklıyız ki bu kadar? İyi ki bir selam verdik millete. İnsanlara hiçbir zaman ‘Nerelisin?’ sorusunu sormam. Yunanistan’da da doğsa, oralı da olsa sormam. İnsandır çünkü. Sanki bu soruyu sorunca, ayrımcılık hissiyatına kapılıyorum.
Ne demiş büyükler: ‘Doğduğun yer değil, doyduğun yer.’ Beynelmilel olduk resmen. O kadar yer dolaştık ki eşimle birlikte. Garibim, kendi memleketini unuttu benimle memleket memleket gezmekten. Bir de sormazlar mı, ‘Eşin nereli?’ diye. Ulan öldürür müsün, sabaha mı bırakırsın? Yahu kardeşim sana ne eşimin nereli olduğundan? Türkçe konuşuyor muyuz? Konuşuyoruz. Türk müyüz? Türk’üz. Eeee, mesele ne? Yani Trakyalı olsa ne yazar, Ardahan’lı olsa ne yazar? İnsanız sonuçta. En çok da çocukların kafası karışıyor. İki oğlum da Eskişehir’de doğdu.Kız kardeşime sordukları zaman İstanbul ile nüfus kütüğümüz dışında bir bağımız olmadığı halde, "İstanbul'luyum." der. Eşim aslen Çankırı’lıdır. Ama Ankara’da doğup büyümüş. Annem Ankara’nın başka bir ilçesinden.Bizim ailede herkes farklı yerlerden anlayacağınız. Yaşımı sorun, işimi sorun, ama bana lütfen hiç kimse nereli olduğumu sormasın. Kırarım, dökerim. Kendi kendime sayarım, söverim, huyum batsın.
Bazı insanlar suratıma baktıklarında beni yukarıdan aşağıya süzüyorlar. Kimi saçımla, kimi işimle, kimi konuşmalarımla ilgileniyor. Herkes beni birilerine benzetiyor. Onlara göre bazen Erzurumlu olurum, bazen Ağrılı. Bazen de yeri yurdu olmayan bir çingeneyimdir. Her şeyden önce insanım. Ama "İlle de söyle!" derseniz o saniye bir sıfır öne geçerim. Çünkü ben Türkiye Cumhuriyeti topraklarının başkenti Ankara'da doğdum, orada büyüdüm. Oldu mu istediğiniz? Ankaralıyım demekle bir ayrımcılık, bir hemşehricilik de ben mi yapayım?
..
Isınmak zor değil, belki bir adım
Bîçâre titreyip donan güvercin
Zikreyle, dilinden düşmesin adım
Evimin üstüne konan güvercin
(Adana - 30.10.006)
..