Ne Kemter kaldı dilde, ne Abdal gökte gezer,
Ne de Baba’nın hırkası sırrı çözmeye yeter.
Güneş bir harf ki, küllenmiş evrenin kitabında,
Ben o harfin nârıyım, yanmış bir sözden öte.
Sazım telini kırdı, sesim Hû demeyi unuttu,
Menzilim kayıp şehir, aynada suretim sustu.
Bu yol ki, ne dost bildi, ne düşman ayırdı artık,
Ne Âdem’den miras, ne Hızır’dan umut kaldı.
Dört Kapı bir nefeste daraldı iğne deliği;
Kırklar Meclisi dağılmış, şahitsiz bir benlik.
Gönül Evi denilen o taht, bir boşluk şimdi,
Sırtımda taşıdığım gölge, bin yıllık kin mi?
Hakikat, ne dem’de gizli, ne mey’de saklı;
Şah-ı Merdan’dan kopmuş, kendi kendini yakan akıl.
Biat etmem ben artık o eski nakkaşlığa,
Zira suret benim, sır benim, yol benim tek başına.
Gözümdeki cemâl değil, bir çığlığın izi;
Can kafesten uçarken bıraktığı son kederin tuzu.
Ya Ali demek değil, kendi çölünde yanmak imiş aşk,
Toprağın feryadıyım, ne cana yakın, ne de taş...
Yeniden doğmak budur: kabri kendi kazmak,
Özünden fışkıran bu Zerre’ye şahit olmak.
Ne cennetin vaadi, ne cehennemin korkusu var,
Sadece Şimdi’nin kanında titreyen bir An var!
Kayıt Tarihi : 22.10.2025 18:02:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!