Anladım ki susmakta faydasız. Yazmak... Elimden gelen sadece bu. Susmak en güzel eylem. Büyük bir eylemci olma girişimindeyim. Eskisi gibi uzun cümleler yok, süslü kafiyeler. Net cümleler ile net gidişler istiyorum artık, net bitirişler. Telefonun kırmızı tuşuna basıp sonlandırılan bir görüşme gibi karşı tarafı beklemeden. Güzergahını belirlemediğim bir yolculuğun yoluna ilk adımları atmak. Ne denirse, ne anlam yüklenirse öyle işte.Seneler önce ki hayalin peşinden gidiyorum yalın ayak. Yolun sonuna kadar gider miyim yoksa güçsüz kalıp düşer miyim bilmiyorum. Bu yolculukta yolluk yaptığım umutlarımı cebime doldurup çıkıyorum yola. Bu saatten sonra kim öle kim kala.
Kaybolmadım mı sanıyorsun? Onca kişinin gözbebeklerinin içine baktığımda; kendime ait bir toz tanesine bile denk bir ben göremiyorum. Hani kendi parmak uçlarım hissedemeyecek gibi benliğimi. Bir ateş böceğini arıyorum sanki güle güpegündüz hayatta. Vazgeçmiyorum ama yoruldum. Bu eller bile vazgeçmişken benden; neden bu kaleme sıkı sıkıya sarılıyorum. Neden dolmaya çalışıyorum melodilere, kelimelere, mürekkebe. Kalemin ucunun kağıt ile sevişmesinde aralık o milimetrik alanda hala kayboluyor lakin bembeyaz kağıda boşalan mürekkepte boğulamıyorum. Hayır hala vazgeçmiyorum. Kendimden değil de kimseden. Senden mesela eşten dosttan veyahutta üçüncü tekil sahıştan. Okyanus misali sanıp hayatımı; limanımdan seyrederken açığa doğru fenerlerini bile söndüremiyorum bu teknenin. Karanlığın raks ettiği bir anda onun ellerinden tutup eşlik edercesine kaçamıyorum. Arkama dönüp bakmadan bırak gözlerimi kısmayı, bir ışık zerresi sızacak kadar açmadan yürüyüp gidemiyorum. Neden diye başlayan onca soru işareti ile bir kargaşaya tutuşan içim delik deşikken; kendimi bırakamıyorum bu okyanusa su alıp beni boğması için her bir delikten. İlk vazgeçtiğim her defasında niye hep ilk benim. Ben neden yoruldum ki bu kadar kendimden?
Bir baykuş gibiydim senin karşında.
Geceleri gören gözlerim; bir seninle kör oluyordu.
Prangalar vuruluyordu gözlerimin günışığına.
Yitik bir şehrin lambaları patlamış sokaklarında;
Şimdi gökkuşağının idam sehpasını tekmeliyor yalnızlıklarım.
Yalnızlıklarım maktulün kan çanağı gözlerindeki miras kırmızıyı ellerime bulamış.
Gururumdan susuyorum sanıyorlar.
Bu nasıl bir kelimesizlik bilmiyor kimse.
Herkes bir haber kelimeleri kaybettiğimden.
Seninle ne zaman denk gelsem;
O zamandan beri her lügatin beni terk ettiği;
Bir yalnızlığın baş harfiyim ben anlatılmak istenilen şiirlerde.
Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku. Derin bir deniz , derin bir kuyu. Boğulmak ve kaybolmak istiyor insan. Bu kadar mı vazgeçmek kolay diye düşünüyor insan. Düşündüğü anda bile yüreği meyil ediyor kaybolmalara. Düşünüyorum da çoğu zaman resminle baş başa. Saçlarının omuzlarından aşağı düşüşüne takılıyor gözlerim. Bu kadar mı güzel olur bir intihar. Kim günah işlemiş gözüyle bakabilir böyle düşerken saçlarının her bir teline. Gözlerimi kapattığımda , gözkapaklarımın altında resmin çizilmişcesine yüreğime düşüşün , içime süzülüşün ve düşüncelerimde uyuyuşun. Tutamam ki kaskatı yüreğimi sen böyle düşersen içime. İşte bu sebeptendir sana yolladığım istikamete devirip gözlerimi , her bir cümlemi devirmem. Ne bir nefes alabilirim resminin karşısında , ne bir nefese yetecek kadar doldurabilirim gözlerimde ki seni. Derin bir nefes almaya alışıyorum sen geldiğinden beridir. Sen ne kadar hoş geliyorsun. Sen ne kadar sağlık , sıhat dolu geliyorsun ve ben ne kadar da hoş buluyorum gelişlerini. 70' lerin siyah beyaz bir sinama filmi gibi. Tek kopyası avuçlarımın içinde sanki. Bu hayatın bana en büyük jesti gibi. Mutluyum bayram sabahına gözlerine açmış yedi yaşında bir çocuk gibi ve varlığın bir atlı karınca mutluluğu bana.
Korkmuyorum!
Kimsenin keşfetmediği toprakların; hasat kırdığı, kışın en soğuk boranının bir begonyayı henüz sevgiliye verilmeden hırpaladığı yerdeyim. Elimden kayıp giden mavinin daha hesabını veremedim gökyüzüne. İçimde ki aşk tutuyorsa beni ayakta bir tek senin yüzün suyun hürmetine. Rüzgar aniden hiddetlenmiyorsa ayaklarımı kesmek için yerden; seni ilk gördüğümde ki çocukluğumu sakladığımdan bir köşeye kimseye belli etmeden.
Seninle gizli saklı çocukluğumu eyliyorum. Masallar anlatıyorum kahramanı sen olan. içimdeki yürek tutuyor ellerini her dinlediğinde. En çokta uyumak istediğinde haberin yok. Kaç bayram geçti senin uyandırdığın, nefesinin karıştığı kaç mum üfledin mesela. Sorsan her sene aynısı, her sene altı yaşında. Senin adından ilerisini ne okuyabildi ne de yazabildi. Cümleler kuramadı örneğin. Ne sevdiğini anlatabildi ne de gittiğini haykırabildi feryat figan.
Bir çocuğun şimdi tek kelimeyle yazdığı şiirsin içimde. Ne okuyabilecek nefesim var ne de yazayım desem yetirecek mürekkebim. Bir çocuğun sessiz çığlıklarıyla söylediği, tırnaklarıyla kanatmadan, bir iz bırakmadan göğsüme kazıdığı tek kelimelik şiirsin. Bir duysan sanma ayakta durabilirsin.
Yüreğimin kesiştiği bir yerde yolumu kaybettigim, yüreğimin kan kaybettiği ufak ancak son nefesime göz dikecek kadar derin bir kesiğim. Gidemem kimseye dermanı yok. Öyle bir kesik ki iki ucunu birbirine kavuşturacak iğnesi de ipi de yok. Can almayan bir kan kaybının yerle bir olmuş değil de ayakları üzerinde katledilmiş makdülüyüm. Bakmayın failin meçhulum. Meçhul bir bıçağın kesiğiyim. Suçlayamam konuşamam. Budur diyemem ki bu sebepten susmalarım. Dipdiri görünüp kan kaybından bilmediğiniz bir anda öleceğim haberiniz yok. Bir anda diye başlayan şaşkınlığınızın konusu olacağım. Anlamamış bir fikir sahibi olamamış gidişimle geçmeyen vakitlerinizi öldüren vesile olacağım haberiniz yok....
Neden kapattım ki gözlerimi,
Bir hayal peşinde koşup, bilmeden sürmüşüm bir mermiyi şakaklarıma dayalı silahın namlusuna. Her umuda ateş edip yaralı bırakmışım. Bir gerçekle öldürmüşüm hepsini aynı anda. Omuzlarım bir anda düşmüş, bir boş bakış ve yarım gülüşün;yarınların mezarını kazma çabasıyla bir başıma kalmışım. Gözlerimin devrildiği yerde hayalinin gölgesi bile alıp başını gidiyor gibi. Akrep yelkovanın üstüne yığılmış, zaman sızmıyor artık ikisinin arasından. Bir araf kalmış bana ağzından dökülen sözcükler sonrası. Zamanım erken dalmış dünya uykusuna. Ben en güzel detayına geç kalmışım. Kendimi ne kadar vurmak istediğim uyku varsa şimdi muaf hepsi bu rüyadan. Sen böyle ulaşılmaz, sen böyle geç kalıp, güzde uykuya dalıpta yetişememiş bir tomurcuksun bahara denk gelen doğum günümde. Sen şimdi karşımdayken bile gölgeni esirgiyorsun ya benden. Omuzlarından doğsa güneş, parıldamaz yangın yeri bedenimden.
Gecenin bir yarısı. Zaman yine kasıtlı şekilde hızını almış giderken avuçlarımın arasında , yine bir başımayım bir odanın tavanının altında ezik , büzük. Karanlığı zifiri , sessizliği kulak yırtan , yalnızlığı ay ışığını silip atan odamın camından. Öyle bir gece ve bilmiyorum böyle bir gecenin yansıdığı kaçıncı haziran. Sonbahar demini çekmiş bir ağacın yapraklarının terkettiği günler gibi geçiyorken günler , rüzgarlar esiyorken başımın üzerinde pervasızca. Bu kaçıncı kayboluşum içimin ara sokaklarında. Ellerimin uzandığı her bir kitabın tozlu sayfalarında , birbirinden farklı onca kelimeler çarpıyorken gözlerime , okuduğumda alıyorum ki her bir kelime literatüre yalnızlık olarak geçiyor benim nezdimde. Eski bir plak olsa ne mutlu olurdum hal bu ki , eski birşeyler dolsa kulaklarıma eski usulle , ondan ötesi, ondan yenisi ne kadar da emanet duruyor üzerimde. Hakkını yememek lazım yeni şarkıların , kim bilir hangi plağın gölgesinde ki bir yüreğe yansıdı da yazıldı satır satır ve bağışlandı pas tutan duygulara. Ne kadar büyük bir iş bağışlamak. Kelimeler bağışlamak mesela. Ölümsüzlük gibi birşey belki de , keşke bulunmasaydı mezar taşları , öldüğümüzde en sevdiğimiz kitaplar konulsaydı kabrimize. Bir kitap olmak isterdim , okullarda dağıtılmasa da her zaman oturup denizi izlediğim moda da ki o çay bahçesinde. Sevenlerim bir bardak çayla hatırlasın beni , demleneyim bende yüreklerinde...
Kalemimi elime almıştım. Kalemimi parmaklarımın arasında raks ettirirken, kalemimden vazgeciyor, sanki keskin bir bıçakmış gibi görüyordum gözümde. Bembeyaz kağıtta ki her bir seyri; kusursuz bir kesici darbe indirirmişcesine.
Karşımda dalgalanan saçlarının omuzlarından aşağı düşüsüyle; kelimelerimi unutturuyor, dilimin ucunda bir lâl duygusu olup yanıbaşıma misafir oluyordu. Kurulacak hayaller kaçınılmaz oluyor, kurulan her bir hayal kapanan gözlerime sanki gözkapaklarımın altından yansıyor ve gecenin bir vakti ayışığıma karışıyor, odama doluyordu. Hayallerimde saçlarını hırçın Karadenizi kıskandırırcasına dalgalandırıyor, narin ince parmaklarıyla kavradığı bıçağıyla bir yemeğin tadı tuzu oluyordu. Olduğum yerde durmuş onu izliyordum. Bıçagın metaline çarpan güneş yüzüne çarpıyor, belirgin ve çıkık elmacık kemiklerinde sahneliyordu kendini. Sessizliği bozamıyor, çığlıklarla anlatacak olsam zihnimde ki çığlıklar iki dudağımın arasından kurtulamadan derin bir sessizliğe bürünüyordu. Duruyordum ama orada değildim sanki. Hayatım boyunca nerede ne güzellik gördüysem ziyaret ediyordum. Bir anda azmak çayının yeşilin her bir tonunda , bir anda bodrumun yükseltilerine uzanmış beyaz evlerinde ve bazen de Şirincenin ahşap evlerinde ki bir kahvaltı sofrasındayken burnuma çarpan şarap kokusunda buluyordum kendimi. Gece olsa ay saçlarına dolanırdı kadının. Yıldızlar yarışırdı birbiriyle bir toka misali her dağılışında toplamak için. Nerede olduğumu unutup, sıyrılıp olduğum yerden; fenerleri sönmüş bir balıkçı teknesinde buluyordum kendimi. Bir masa, hazırlanmış yemekler, kahdehler, bir bardak su ve nereden geldiğini hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadığım Sıla besteleri. En sevdiğim şarkıyı yakalıyor tam eşlik edecekken ağzımdan dökülen ilk nakaratta kendimi yine onu seyrederken buluyor ve bu geçişlere bir anlam veremiyordum. Ani bir hareketle yürümeye başlıyor, yanıbaşına gidip omuzundan tutuyor, kendime doğru çeviriyordum. Dönerken havada savrulan saçları yüzüme çarpıyor ve ben hayalperestim diyenlere taş çıkartacak kadar naçizane bir hayale ayna olan toprak kahvesi gözlerinde buluyordum kendimi. Onu ilk gördüğüm anı, ona ulaşan ilk kelimemi yazmadan onu nasıl dakikalarca seyrettiğimi, uyku akan gözlerimin nasıl güldüğünü, geceme nasıl dolduğunu ve o gece kendimi vurmak istediğim uykuları nasıl unuttuğumu anlatıyordum ona. Sonra farkediyordum; onu ilk nasıl gördüysem hala aynıyım. Ne kıpırdamış ne de zerre nefes almışım. Her ne yaşadıysam içimde yaşamışım , içime konuşmuşum da izlemek ağır basmış masumiyetini.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!