Kalemimi elime almıştım. Kalemimi parmaklarımın arasında raks ettirirken, kalemimden vazgeciyor, sanki keskin bir bıçakmış gibi görüyordum gözümde. Bembeyaz kağıtta ki her bir seyri; kusursuz bir kesici darbe indirirmişcesine.
Karşımda dalgalanan saçlarının omuzlarından aşağı düşüsüyle; kelimelerimi unutturuyor, dilimin ucunda bir lâl duygusu olup yanıbaşıma misafir oluyordu. Kurulacak hayaller kaçınılmaz oluyor, kurulan her bir hayal kapanan gözlerime sanki gözkapaklarımın altından yansıyor ve gecenin bir vakti ayışığıma karışıyor, odama doluyordu. Hayallerimde saçlarını hırçın Karadenizi kıskandırırcasına dalgalandırıyor, narin ince parmaklarıyla kavradığı bıçağıyla bir yemeğin tadı tuzu oluyordu. Olduğum yerde durmuş onu izliyordum. Bıçagın metaline çarpan güneş yüzüne çarpıyor, belirgin ve çıkık elmacık kemiklerinde sahneliyordu kendini. Sessizliği bozamıyor, çığlıklarla anlatacak olsam zihnimde ki çığlıklar iki dudağımın arasından kurtulamadan derin bir sessizliğe bürünüyordu. Duruyordum ama orada değildim sanki. Hayatım boyunca nerede ne güzellik gördüysem ziyaret ediyordum. Bir anda azmak çayının yeşilin her bir tonunda , bir anda bodrumun yükseltilerine uzanmış beyaz evlerinde ve bazen de Şirincenin ahşap evlerinde ki bir kahvaltı sofrasındayken burnuma çarpan şarap kokusunda buluyordum kendimi. Gece olsa ay saçlarına dolanırdı kadının. Yıldızlar yarışırdı birbiriyle bir toka misali her dağılışında toplamak için. Nerede olduğumu unutup, sıyrılıp olduğum yerden; fenerleri sönmüş bir balıkçı teknesinde buluyordum kendimi. Bir masa, hazırlanmış yemekler, kahdehler, bir bardak su ve nereden geldiğini hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadığım Sıla besteleri. En sevdiğim şarkıyı yakalıyor tam eşlik edecekken ağzımdan dökülen ilk nakaratta kendimi yine onu seyrederken buluyor ve bu geçişlere bir anlam veremiyordum. Ani bir hareketle yürümeye başlıyor, yanıbaşına gidip omuzundan tutuyor, kendime doğru çeviriyordum. Dönerken havada savrulan saçları yüzüme çarpıyor ve ben hayalperestim diyenlere taş çıkartacak kadar naçizane bir hayale ayna olan toprak kahvesi gözlerinde buluyordum kendimi. Onu ilk gördüğüm anı, ona ulaşan ilk kelimemi yazmadan onu nasıl dakikalarca seyrettiğimi, uyku akan gözlerimin nasıl güldüğünü, geceme nasıl dolduğunu ve o gece kendimi vurmak istediğim uykuları nasıl unuttuğumu anlatıyordum ona. Sonra farkediyordum; onu ilk nasıl gördüysem hala aynıyım. Ne kıpırdamış ne de zerre nefes almışım. Her ne yaşadıysam içimde yaşamışım , içime konuşmuşum da izlemek ağır basmış masumiyetini.
Farkettim ki;
En büyük hata düşündelerimdi bana karşı yapılan. Kendi ellerimle hatalı düşünceler büyütmüş, bir tek ben kabullenememiştim. Hayallerimi kurmadan; kıracak her şeyi kendi ellerimle bir araya getirip ortasına bırakıveriyormuşum da kendime söylemeye korkuyormuşum. Korkuyor muşum göz göze gelmekten umutlarla. Tüm cesareti kırılmış sus pus bir halde karanlığına çekilen her ne kadar düş varsa göz kapaklarımın altına çizdiğim; karşısına dikilmeye de cesaret edemedim. Dört gözle aradığım bahaneler, ihtiyaç duyduğum avuntular ve ardına saklandığım keşkeler. Saklayamıyor beni benden. Nereden bakarsam bakayım görüyorum, ben baktıkça saydamlaşıyor ifşa ediyor beni tüm yenilişler. Karanlığın kirpiklerime bir fırça misali bulanıp, enine boyuna boyadığı odamda saklanmak istiyorum ancak en zifirisinde bile kendimi açık ediyorum kendime. Tamam yeter artık… Vazgeçiyorum. Yoruldum da. Bu tek kişilik manganın tek üyesi olduğum bu istikamette ki idam sehpasında; darağacında olan da, sehpaya inen tekme ve o yağlı urganda hepsi bendim. Çok kişi ararken hep kendimi bulduğum bu vazgeçmişliğimin tek sorumlusu evet sadece bendim.
En çokta uyumayı özledim.
Vurur vurmaz kafamı yastığa.
Söz geçiremeden göz kapaklarıma,
Sinirden fark etmeyip, dalmak uykulara.
Yürümeyi özledim kaybolmadan.
Gittiğim istikamette ne güzellik varsa,
Hey gece. Saat 03:38 hala buradayım. Yanan sigara sonuncu mu bilmem ama gözlerimin devrildiği yerde sonuncusuda ufak bir sallantıdan sonra devrilmiş şişelerin. Gün sabah başlamış yormuş ve bu yorgunluk kollarını uzattırmış gözkapalarımın alttakinin üstündekine. Ben hala buradayım. Bir çift gözkapağına düşman olmadığım kalmıştı. Tebrik ederim ben beni bir başıma. Her zaman ki gibi. Gecenin bir vakti; sayısının hesabını unutmadığım ama karıştırdığım gecelerin birisinde yine işte farklı başlayıp yine aynı biten kayboluş seanslarının ucu bucağı gözükmez yolunda yürüyorum, istikamet yine aynı. İlerisi uçurum ilerisi enkaz. Gece sıyrılıp kendimden, kopmak isteyip herşeyden ne yaptıysam elimden gelen; hic bir şey olmadı sen bari anla beni ey Gece en azından bir gece. Son dinlediğim melodi de bahsettiği gibi kulağıma gelişi güzel doluşu gibi hani yarın bu çarşambanında ölüşü gibi yalnızlık ömür boyu.
Hayat sana karşı durmuş sende hayata savaş açmışsın. Başlamış muharebe. İlk vurgunu sen yersin ilk o şaşmaz. Bayağı bir sendelersin. Hayat durur mu yerinde. Kesmez ataklarını. Gardını nereden yukarıda tutarsan o diğer taraftan saldırır. Dersin ki bir kerede es geçsin. Sanki bu savaşta ben bana karşı savaşıyorum hayatla. Bir müddet böyle devam eder. Sonralarında dişlerini sıkıp sende ufaktan atağa geçersin. Hayat bi şaşırır bi afallar. Sen baskınsındır artık vurdukça vurursun. Ardı ardına darbeler indirir bu sefer sen onu sendeletirsin. Bi bakarsın karşında sallanıyor, yere düştü düşecek. Yüzüne o anda bi tebessüm yerleşir. O tebessüm gardını ufak ufak düşürür aşağı. İşte o gülümseme varya…. O gülümsemeyi yapmamalıydık. Beklediği buydu vermemeliydik. O gülümseme bir kardelenin güneşi gördüğünde ki telaşı. Günün sonunda yerle bir olmuşuz, bir kardelen misali toprağa gömülüp kendimizi boğmuşuz. Hepimizin yorgunuz biliyorum en az birbirimiz kadar.! Şimdi inziva vakti, gitme vakti, susma vakti. Şimdi bir süre, beklenmedik bir güneş sökene dek bir dağın tepesinde; bir karanlığın zifirisini üstümüze giyme vakti. Geçecek ama zor geçecek. Şimdi o güneşin umuduyla her sabah bir birimizi günaydınlara uyandırma vakti… Güçlü olmalıyız ve de cesur en az bir kardelen kadar. Bu zamana dek ne anlatırsak anlatalım soluksuz. Bir güneş doğmazsa neye yarar…
Hiç beklenen olmadım ben bu hayatta. Eller sallandığında; hep sırtım dönüktü benim. sanırım bu sebepten gülün peşine sürekli bir ek ekledim, güle güle gittim. hiç bir ani yankılanan ses merak uyandırmadı bende, dönmedim arkama hiç bir suretle. Her yolculukta bıraktığım gözlerim oldu benim yoluma giderken. Çıktığım yolların herhangi bir dönüşünde merak uyandıracak veyahut ta bir vuslatı yaşatacak gözlerim de olmadı. O gözlere hep bir yetim, hep bir yitiktim...
Hiç beklenen olmadım ben bu hayatta. Adımdan dökülmedi zerre damla su, süzülmedi asfaltta. hep tek yönlüydü istikametlerim,hep ardı ardına... Ardına bakmaksızın önümde yalnızlık yol boyu uzanır boylu boyunca.
Uykusuzluk
Sonumuz olucak bir gün bu suskunluk
Bir şiiri bitiremeden soluksuz, bir cümleyi noktalayamadan güçsüz ve bir yeryüzünü terkederken yine sakin , sessiz ve kimsesiz. Gideceğiz.
Geldiğinde belki ben açacağım sana kapıyı gel diyeceğim
Burayı tahsil ettiler bize, burda soluklanır yarım yamalak kalplerin taşıyıcıları.
Öyle işte.
Göz göze gelmediğimiz bir anda kırıyorsun beni.
Senin görmediğin bir anda huzur kendini aşağı bırakıyor göz pınarlarımdan.
Sen farkında olmadan kırıyorsun tutunacak her dalı.
Yerle bir olup, faili meçhul uzanıyorum gözler önünde işte boylu boyunca.
Üstüme vuruyor sen aksi istikamette olduğunda en uzakta ki deniz feneri.
Eskiden etrafımı saran gözler bile göz ardı ediyor beni,
En çokta izlemeyi severdim Modada ki o tarihi çay bahçesinden hayatı. Zaman buldukça , aradığımı şeyin ne olduğunu bulamadığım zamanlarda bir anda kendimi bulduğum o çaybahçesi. Deniz başka bir yerde buluşmayı kabul etmez , sadece orada gösterirdi bana çaldığı gök mavisini. Bugün Modadan döndüm. Saat bu saat olmuş. Ellerimde zerre mavi yok. Saatlerdir boş bakmışım. Bir tutam mavinin bile değmediği gözkapaklarımın altına uykuları çizmek ve kendimi uykulara vurmak istedğim anda geliverdin pardon çarpıverdin gözlerime. Günbatımında güneşin Marmaraya döktüğü kızılı hatırlatmayan bir kırmızı dudağın , durgun denizin üzerinde aksamüstü martıların dönüş telaşının yandığı ve denize bakarak izlediğim gökyüzünü unutturan dudağının üstünde ki benin ve her insanın yüreğini burkan o intihar sözcüğünü en güzel cümlelerde kullandırtabilecek her bir saç telinin omuzlarından aşağı düşüşü ve son olarak en usta sanatçıların , en pahalı perdelerin yanına yanaşamayacağı o gülüşünün yüzünde sahne alışıyla çarpıverdin. Bu sebepten yatağa uzandığımda kendimi vurmayı istediğim uykuları unuttum.
Seninle bir rüyadayım sanki;
Her ne kadar kafamı koyamasam da göğsüne; ne zaman dalsam rüyana; gözlerini üstüme örterim. Ağzından çıkan ilk söz önsözüdür gece hikayelerimin. Ben bir kahraman olmak istedim seninle olan hikayemde. Sana olan ve seninle yaşayacağım her ne kadar hayalim varsa gökyüzümün güvercinlerini ankaya dönüştürdü kanatları alevden. Aklıma ne zaman düşsen; ellerinden tutup umut tohumu da düştü yalnızlığın kurak topraklarına. Özlem çiçekleriyle bahara boyandı dallarım. Vazgeçişlerin tıka basa doldurduğu bir mahkeme salonunda şimdi masumiyetini savunuyor sana karşı bakışlarım. Hakimi olduğun bu celsenin her duruşmasında, her savunmam sırra kadem basıyor hakimiyetinin karşısında. Sen yüreğimin en yürekli direnişini bir anda örseliyorsun. Hükmen yeniliyorum her defasında kendi evimde.
Kadın; daha fazla germe ellerinle; hürriyetimin boynuna geçirdiğin urganı. Yetmezmiş gibi mesafeler; yokmuş gibi aramızda şehirler ; bırak çöle dönsün düşlerim. En derin rüyalarımdan faydalanıp yağma topraklarıma. Yoksa ölüp gideceğim bir baharın tam ortasında karanfiller yatağında…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!