nurşin hoş geldin kızım dedi
dede ben nurşin değilim
baktı
güçsüzlükten eğik dudağını hafifçe oynattı
gülmeye çalıştığını anladım
zaten sana demedim der gibi baktı
yanındakine
yasin okuyun yasin dedi
azrail odada
yuvarlak yüzlü kadın
yeni gelmişti uzun yoldan
bir diğeri ağzını kapamıştı
göz altları morarmıştı uykusuzluktan
belki de yaşlılıktan
ben ise izliyordum avuçlarımdan ömrümü
avuçlarım yaşlı şimdi
terden değil
terleyen gözlerim
gözlerim kerpiç evlerin duvarlarında huysuz bir kireç parçası
su katılmamış acıları yudumluyorum
dinle diyor masanın diğer tarafındaki kadın
dudakları eğik onun da
güçsüzlükten değil çok içtiğinden
son durak beyler diye bağırdı bir ses
her şairin bir otobüs dolusu sözcüğü var
ben otuz beşinci sıradayım
yanımda limon yiyen akdeniz güzeli
önümde çam sakızı çiğneyen beyaz tülbentli kadın
arkamdakini göremiyorum
iniyoruz yavaş yavaş
tanıdık simalar arıyoruz
ürküyoruz gözüm akdeniz güzeline ilişiyor
limon yemeye devam ediyor
hafifçe gülüyor
damağındaki tadı
ağzımda hissediyorum
nurşin hoş geldin kızım diyor dedem
nohutlu şekerim babamın gizli sandığında
annem bile habersiz
demir parmaklığın değil görüntülerin ardında olduğumdan.
azrail odada diyor yuvarlak yüzlü kadın
başlıyor okumaya sadece dudakları kıpırdıyor
diğerleri ağlıyor şaşkın şaşkın
kerpiç odada bir milyon insan var
hiçbiri ben değilim
çam sakızı çiğner misin evladım
tükürüğü bulanmış
ağzımda çam sakızı
limonumsu hayatlar
beyaz tülbendinden çocukluğum dökülüyor
tespihini çıkarıyor uzaktaki derviş
dinle dedim sana tekrarlıyor birkaç cümleyi
bir yanılsama içindeyiz sen de yoksun
ben de yokum aslında
sadece görüntüler var
gerisi otobüs dolusu kelime
ben sadece senin yanında oturuyorum
sen ise her yerde
nurşin hoş geldin kızım
ben nurşin değilim dede
ben kimim
sen dinlemiyorsun ki beni
kızmıştı masanın diğer tarafındaki kadın
tazeleyelim mi efendim dedi
uzaktaki derviş elimdeki kadehe bakarak
perdeyi kaldırman lazım daha derin üfle
biraz daha yumuşak
avuçlarım terliyor
gün boyu dinlemedin beni
daha derine sok
niye böylesin anlamıyorum ki
hey ağzıma üfleme
uzattı
bir dilim limonu yüzüne sürdü
diğerini bana uzattı
ön kapıdan ineceksiniz diye bağırdı bir ses
çırılçıplaktı karşımda
otur şu sandalyeye dedi
tahtadan mavi sandalyeye
bir mavi orman ağlıyordu kemiklerimin içinde
verniksiz küfürler iliştiriyordu bakışlarına
tespihin püskülünde adım yazılıydı
mezar taşımı okuyorum
peygamber duası mırıldanan yüz bin tohum yeşeriyor alnımda
alnım üçüncü bir lavantaya ev sahipliği yapacaktı
sandalyenin ayağı kırık diyorum
bakıyorum
çırılçıplak görüntüsüne
iyi misin diye soruyor
o da benim görüntüme bakıyor
iradem dışı dökülen yaşlarımı takvim yaprağına
çam sakızı tadındaki tükürüğümle yapıştırmaya çalışırken
çıplağım çırılçıplak
avuçlarımdan sahrayı
gözlerimden akdenizi döküyorum
nurşin hoş geldin kızım diyor
ben nurşin değilim dede
göz altları morarmış kadın kerpiç yiyor
babam sandığını karıştırıyor
annem babamı izliyor
ben ise mezar taşımla konuşuyorum
ölüler çabuk soğur
kefenlemek lazım hemen diyor
kahveye gidiyorum
tabutu taşımama yardım edebilir misiniz
birkaç genç ayaklanıyor hemen
gözlerim bulanıklaşıyor
mezarımda limon tadı var
sahra ben iyi değilim
tuzlu suyla yıka beni
biraz elma sirkesi dök avuçlarıma
yok içmeyeceğim artık teşekkür ederim
gözleriniz hiç yabancı gelmiyor bana
kerpiçten mi yaptınız
şaşırıyor
şaşırır
şalını düşürdün sahra
nurşin hoş geldin kızım
çam sakızını getirdin mi
bir de limon fidesi
getirdim diyorum
getirdim cebimde
lavanta kokan nefesimle üflüyorum
sahraya akdenize
mezarımda kocaman bir çam ağacı
Kayıt Tarihi : 27.5.2020 00:03:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.