Yokluğuna düştüğümden beri güneşe hasret kaldı senli söylenen nağmelerim. Yazıyorum yine sana senden habersiz yokluğuna gebe. Bu kaçıncı doğuracağım çocuk kim bilir sensizlikten? Yarim, derin yaram, katran karam, biraz aldanışım, bir çok kandırılışım, sızım, yüksek kanayışım. Ben sana ne çok kanmışım, ne çok yanmışım.
Leyl ışıkları vuruyor beyaz kağıdıma, gözyaşlarım eşlik ediyor mısralarıma, mürekkep misali söylemeden yazıyor yürekten kanayanları. Öyle ya gönülden inmez mi gözyaşları? Sırrına ermişim işte gözbebeklerimin, bir adım atınca gözlerimin içinde hemen suretine rastlıyorum ilk köşede.
Bir sükut-u hayal sana kavuşmak şimdi, inceden yüreğe dokunan bir sızı. Yanan, kanayan, acıtan, ağlatan ve her defasında gerisin geri dönen adımlar. Resminin cümbüşünde kaybolalı çok olmuş, yittiğinden beri bende tüm renklerimi saklambaç oynamaya gönderdim. Tek renk tanıyorum artık yarına dair zifiri bir siyah.
Gemilerimi göndermiyorum adının geçtiği limanlara, kayıp bir gemiyim artık uçsuz bucaksız denizlerde. Karaya vuran gülüşlerim var sadece benden geriye kalan öyle ya bir avuç toprakta yitirmiştim tüm mutluluklarımı. Süpürüldü gökyüzünden şen kahkahalarım, celladım oldu bir kara bulut benim.
yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi seviyorum diyorsun,
güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
Rüzgarı seviyorum diyorsun,
rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...