Yeni Ortadoğu ve Dünya Projesi veTürkiye ...

Dursun Elmas
458

ŞİİR


21

TAKİPÇİ

Yeni Ortadoğu ve Dünya Projesi veTürkiyeye Biçilen Rol (8)

II. MODEL:İNCİL (BUGÜNKÜ HIRİSTİYANLIK YORUMU)

Aslında başkalaştırılmış bu ikinci modelde de İsa Peygambere Yarı –Tanrı bir sıfat kazandırılmıştır. Hıristiyanlık Yetki hiyerarşisinde, İsa’dan sonra gelen Ruhban sınıfı yine Allah ve İsa adına her türlü kararı verme potansiyeline sahip kılınmıştır. Hatta o denli ileri gidilmiştir ki, papazlar Allah adına insanları yargılayıp, affetmek veya her türlü cezayı vermek ve uygulamak görevini üstlenmişlerdir. Allah’ın ve İsa’nın tercümanlığını yapmak cüreti göstermek, Hıristiyan ruhban sınıfını hala hiç rahatsız etmemektedir.Bugün bile Allah’la insan arasındaki her türlü ilişkiyi düzenlemeyi,ruhban sınıfının idare ettiği (adeta iki taraf arasında köprü kurduklarını iddea ederek) kimin af olup,kimin olmayacağına Allah ve İsa adına Ruhbanların karar verdiği Hıristiyanlık alemi,bu ikinci modelde yine bir önceki modelin bir benzeri şekilde,diğer tüm insanlardan üstün tutulmuştur.Öyle ki “İsa Tanrı’nın oğludur, biz de onu takipçileri ve bekleyenleriyiz.” diyen her Hıristiyan,Hıristiyanlık inancına göre ve eğer ruhbanları izin verirse,cennete girecektir.Ancak buna katılmayan,ömrünü dünya insanlarının iyiliğine,faydasına harcamış birisi ise cehennemi boylayacaktır.Çünkü cennetin anahtarları yalnızca Papazların boynunda asılıdır. Peki, dünya bu ikinci modelden hareketle, nihayi olarak nereye varır? Hıristiyan ruhban sınıfının idari ve ekonomik yönden her zaman ön saflarda yer aldığı, siyasetçilere ortak olacağı, Dünyanın tepesine oturmuş, olabildiğince zengin müreffeh ve mutlu olarak sonsuza dek yaşayacak Hıristiyan Birliğidir nihayi amaçlanan. Bu birliğe dahil olanlar,Dünyanın Kumandanları olacaklardır.(Şu anda AB ile kısmen bu yapılmak isteniyor.)
Bu görüşten hareket, insanlığı, Hıristiyan olmayan diğer milletlerin, devletlerin güçlü birlikler oluşturamadığı, Hıristiyanların her zaman altında kaldığı ve kalacak olduğu, ayrıca zaten olması gerektiği bir sömürü düzenine götürür.”Sömürgecilik anlayışı” bu yüzden Hıristiyan dünyasında kendine bu denli yer bulabilmiştir.”Tanrı,İsa,sevgi” bu uğurda dejenere edilmiş,kullanılmışlardır.
Burada da gördüğümüz “Onlar ve Biz “ yaklaşımını yine 1.modelin bir benzeri olarak,insanlığı bu sefer Hıristiyan çıkarlarına uygun şekilde parçalanmaya götüren, özü demokratik olmayan bir yapıdır.
NOT: Ne Yahudilik ne de Hıristiyanlık kadınlar için adil bir demokrasi getirmemiştir.Erkeklerde eşitlik veya denklik gibi kavramların her iki dinde adı bile edilmez.Hiç bir kadın piskopos veya haham göremezsiniz.Gerçekte Müslümanlıkla hiçbir alakası olmayan,eski bir Yahudi geleneği olan ve Tevrat’ta da yeri bulunan Recm(Ceza olarak taşlıyarak adam öldürmek) en çok tarihte Yahudilerce, kadınlara da uygulanmıştır.Haçlı seferleri sırasında ise Hıristiyan orduları yaklaşık 5 milyon kadını, kilisenin emri ile cadı ilan ederek,çoğunu yakarak acımasızca öldürmüşlerdir.

II. MODEL: KUR’AN (EVRENSEL YORUMU)

Allah koyduğu kurallara karşı işlenen hatalarda bile bağışlama mercii olarak herhangi bir aracı kabul etmez (Hoca, İmam, Ruhban sınıfı tarikat başı, İran’da olduğu gibi Şeriat meclisleri, krallar prensler vs.) . Bunların hiçbiri Allah adına insanları yargılayamaz, yönlendiremez, yaptırım uygulayamaz; Allah adına cezalandıramazlar. Ancak maalesef bu günkü Müslüman adı altında ki ülkelerin birçoğunda, mevcut bulunan uygulamalar, Kur’an la tamamen zıtlık oluşturmaktadır.
Kur’an da Allah, kulu (İnsan) ile arasına herhangi bir engel koymamıştır. “Ben size Şah damarınızdan bile yakınım” denmektedir. Kur’an da ifade edildiği gibi insanla-insan, toplumla-toplum arasına da bir engel, aracı koymamıştır ve insanın hür iradesine seçme hakkına büyük saygı gösterilmiştir. Dolayısıyla insanlar ve toplumlar aralarında ki ilişkileri düzenleyecek kuralları oluşturmakta ki bu kurallar Laik Hukuk Kurallarıdır, insanlar, toplumlar özde serbest bırakılmışlardır. Yeter ki hatalardan af dilenirken ve telafisine çalışırken samimi, içten olunsun; ayrıca Evrensel kurallar ve gerçekler de göz ardı edilmesin.
(Ortadoğu ülkelerinin zengin kaynaklarına rağmen gelişmedikleri ortadadır; nedeni ise yönetim sistemlerinin laik olmamasıdır. Dolayısıyla birçok ülkede Kur-an’ı gölgeleyen bir Müslümanlık bugün hüküm sürmektedir. İslam ülkelerinin arasında gelişmesine en üst düzeye taşımış Türkiye’nin sırrı yarım yamalak uygulansa da laiklik ilkesindendir.

Kur-an’da insan, büyük insanlık ailesinin bir parçası olarak, ırk, sınıf, zümre ayrımı gözetmeksizin diğer varlıklardan üstün tutulmuştur. Bireysel hak ve özgürlükler bir kurum, bir zümre (ruhban sınıfı vb.) ya da bir kral-kraliçe’ye devredilmemiştir. Her bireyin özgürlüğü ancak diğer bireylerin özgürlüğüyle sınırlandırılmıştır. Yani Kur-an’a ne kadar özgürüz? Başkalarının özgürlük alanına tecavüz etmeyecek, çiğnemeyecek kadar özgür bırakılmışızdır. Bu nedenledir ki Kur-an’da zorlama yoktur, baskı yoktur; insanların hür iradesine büyük saygı vardır. Ancak yanlışı seçmekte ısrar etmek, insanların cezalandırılmasını gerekli kılacaktır.
Kur-an’daki bu ilkelerden, prensiplerden hareket ederek varacağımız nihai nokta ise ne krallıklar, ne prenslikler ne de şeriat meclisleridir; nihai nokta yalnızca Sosyal Demokrasi İle İdare Edilen Laik Cumhuriyet rejimidir. Bireye azami saygı göstererek, insanlığı bir bütün olarak ele alan Kur-an inancının okunun amacı “demokratik laik sosyal cumhuriyetlerden” oluşan bir “Dünya Konfederasyonu” na taşıyacaktır insanlığı. Bireysel özelliklere olduğu gibi toplumsal, kültürel özelliklere de saygı gösterilen, yardımlaşmanın, dayanışmanın esas alındığı, bir birlik anlayışıdır bu. Kur-an “Emperyalist Kapitalizm”’in sonsuza denk karşısındadır.
Bu bağlamda, gelecekte BM ‘lerin statüsünün artırılıp, tüm devletler bu oluşuma(BM nezdinde) dahil edilmelidir. Bugün Dünya ekonomisindeki dalgalanmalar bütün devletleri az ya da çok etkilemektedir. Dolayısıyla belli aralıklarla, özellikle Dünya ekonomisini en çok etkileyen ülkelerden çoğunlukla seçilecek, görev süresi ve yetkisi “Uluslar Arası Hukukta” belirtilip, garanti altına alınacak,”Bir Dünya Başkanı” ayrıca bütün Dünya insanları tarafından seçilmelidir. Savaşların son bulması, problemlerin daima barışçıl yollarla çözülmesi, açlığın, hastalıkların, eğitimsizliğin bitmesi, sömürünün son bulması ve bilimin insanlık yararına ilerlemesi ancak bu şekilde mümkün olabilecektir.
Kur-an’da kadın ve erkeğin yani iki cinsin aynı olmadığı ifade edilmiştir. Ancak çıkar çevreleri eşit değiller (#) diye yorumlamıştır. Eşitlik “aynılık” anlamına gelmektedir, oysaki iki insan da özellikleri açısından asla birbirinin aynı değildir. Herkes Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Leonardo Da Vinci veya Mozart olabiliyor mu? Evet, kadın ve erkek aynı değildir, ancak Kur-an inancına göre denktirler () . Yani kadınsı ve erkeksi özelliklerinden kaynaklanan rolleri, insan olmaktan gelen doğal hakları ve hürriyetleri ile toplandığında denktirler. Birinin bir yönü fazla iken diğerinin diğer yönü fazla gelir ve dengelenirler. Aksini düşünmek ise evrensel Kur-an inancından uzaklaşmak demektir.
Kur-an Atatürk’ün ifade etmeye çalıştığı gibi evrensel bakış açısı ile bilimsel olarak değerlendirilmelidir. Oysaki bugün Dünyada bunu aksi bir Müslümanlık yaşatılıyor. Bir bıyığa, sakala, cübbeye veya türbana sıkıştırılıp sınırlandırılmış, içi çıkar ve menfaatlerin peşinde boşaltılmış, sözde, sembollerin ağırlığında ezdirilmiş bir Müslümanlık tırmandırılıyor. Seccadeler bayrak yerine göndere çekilmeye çalışılıyor. Bilimden ve akli-salimden kopartılmış böyle bir Müslümanlık, dünyanın efendisi veya komutanı olmak isteyenler tarafından da, yükselen değer yapılmaya çalışılıyor. Bunun için her türlü maddi, manevi, siyasi destek sağlanıyor. Niçin? Daha da geri bırakmak, sonlara itmek, bölmek, parçalamak, yutmak, yok etmek için.
Kur-an “müminliğe” giden en doğru yolun İslamiyet olduğunu ifade eder.
Bu yüzden baskı-zulüm ve zorla din değiştirtmek Kur-an’a tersdir.
“Mümin insan”, Allah’a peygamberlerine, gönderilen kitaplara, evren içinde ki başka boyutlara ve boyutlarda ki canlılık özelliklerine, aktif bir kaderin var olduğuna (insana seçme şansı tanınan) , karşımıza çıkan hayır ve şer yani doğru ve yanlışların, bizim için bizi olgulaştıracak birer sınav olduğuna samimi olarak inan kişidir. Müminler insanlığa yararlar ve faydalar üretmekte birbiri ile yarışan, insanların işini kolaylaştıran (bürokratik engelle melerden uzak duran, elindeki gücü doğruluğa dürüstlüğe, hakkaniyete kullanan) , çalışmanın en büyük ibadet olduğunu bilerek çok çalışan, haklıya kim olursa olsun her zaman hakkını veren insanlar demektir. Böyle mümin insanlar her dinde mevcut olabilir..

DİNCİLİK ÇEMBERİ İLE KUŞATILMAYA ÇALIŞILAN TÜRKİYE

Ülkemizin aydınlık yarınlarının önündeki büyük engellerden olan Dinci Takiyeciler; kötülükler kalplerinde ve beyinlerinde cirit atıyor iken,ahlaklı,erdemli olmayı,yalnızca bir örtünün,bir bıyığın altına saklanmak olarak algılatıyorlar bize.Halbuki kadın ve erkek olarak birbirimizden kaçarak,ne kendi ne de karşımızdakinin nefsini terbiye edebiliriz. Olsa olsa daha çok merak ve ilgi uyandırırız. Birbirimize de böyle davranmakla hiçbir katkımız olmadığı gibi, aramızda ki iletişim zayıflar, sadece kadın erkek ilişkisine takılır kalırız. İki cins olarak insani boyutta iletişim kurmamız, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmamız için, şeklimizi değil, her şeyden önce bakış açımızı değiştirmemiz lazım.
Ayrıca toplu güvenoyu diye bir şey de yok ABD’de. Yani bizde ki ya hep ya hiç metodu kullanılmıyor. ABD başkanı, tamamını senato dışından seçtiği bakanları senatoya sunuyor ve bakanlar tek tek onaylanıp, ayrı ayrı güvenoyu alıyor. Uygun bulunmayan bir bakan senato tarafından geri çevrilebiliyor. Yani özgürlükler ülkesi olduğunu iddea eden ABD’de sadece yasamayı bile meclis tek başına yapamıyor. Yürütmeyi de hükümet tek başına yapamıyor. Mahkemeler ise hakimler, savcılar ve avukatlar dışında, halkın temsilcileri jüri üyeleri ile daha da bağımsız hale getirilmiş. Her konuya ayrı mahkemeler bakıyor; mahkemeler branşlaşmış. Böylece yargı da kolay ve kısa yoldan sonuca gidebiliyor.
Bizde de mevcut anayasayı daha da kötüleştirerek yasama, yürütme ve yargı gücünü tek elde, dinci bir hükümetin elinde toplama çalışmaları yapılıyor. Düşünülmesi gereken diğer konu ise kendilerinde ki durum bizimkinden 180 derece zıt iken, ABD’nin Türkiye’deki bu ve benzeri gelişmelere neden sıcak baktığı? Daha doğrusu Türkiye’nin geleceği için bu çok olumsuz gelişmelerin, ABD’de alkışlanmasının nedenlerini halen göremiyoruz, ya da görmek mi istemiyoruz acaba?

Siyonist Yahudilerin bize söyleyebileceği bundan sonrası için en iyi sözler şöyle olabilir: “Ne yapalım, sizinle böyle olsun aslında istemezdik. Siz Türkler bize tarihin her döneminde hep dostluk yaptınız ancak tek kusurunuz, topraklarınızın bir bölümünün bizim Tevrat’ta vaad edilmiş Kenan Ülkemizin üstünde olmasıdır. Bu durumda bizimde elimiz kolumuz bağlanıyor. Tercihen bu oyunları size oynayıp, sizi yıkıp parçalamayı hiç istemezdik ama buna ülkemize kavuşmak için mecburuz. Size yapmak zorunda kaldıklarımızdan dolayı üzgünüz ama kendimiz için yapmalıyız, yapacağız da! ” Peki, sınır tanımayan egosunun peşindeki timsahın, gözyaşları karşısında, bizim cevabımız ne olmalı, ne olacak? Beyaz olduğunu idea eden parti gibi “Buyurun gelin” mi? Yoksa Atatürk’ün dediği gibi “Hattı müdafaa yoktur, Sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” mı? İşte bütün mesele bu! (Evet gerçekten de bizi “domuz yiyenlerden” ve hatta tüm Müslümanlardan daha çok seviyorlar. “Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap”. Bu doğru ama küçük bir sorun var; kendilerini çok, çok daha fazla seviyorlar ve herkesten, her şeyden önce kendileri için yürüyorlar. Bizde kendimiz için yürümeliyiz ve de çok dikkatli, politik olmalıyız.Yoksa Türkiye’yi çok daha hızlı bir bitirme planını, devreye sokacaklardır) .

DİASPORA VE KÜRTÇÜLÜK SÖYLEMLERİ İLE PARÇATILMAK İSTENEN TÜRKİYE

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nu yanlış anlamak için, neredeyse tüm Türkiye, güç ve iş birliği yaptı. Üstelik mevcut siyasi partiler arasında da, böylece ilk kez bir birlik sağlanabilmiş oldu. Bütün bu olanlar da, rahmetli Aziz Nesin’in ruhunu yeteri kadar şaad etmiştir. Toplumsal delirmenin, körlüğün de dozu, sınırı olur, ama bizde yok.
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, tamamen kendi imkânlarını seferber ederek ve kendi mekânıyla bir araştırma yapmış. Üstelik araştırmasının sonuçları Ermeni Diasporası’nın birçok iddea ve iftirasını çürütecek nitelikte, Biz bununla uğraşmıyoruz da yok Kürt, yok Türkmen, yok Alevi, yok Sünni, vay hakaret,,yok bilim değil vs. saçmalarımızla böylesi bir gerçekliği hiçleştirmeye kalkıyoruz. Ne söylendi; biz ne anladık; ne anlamamız gerekiyordu? Biz konuyu, ana fikri her şeyi kaçırıyoruz. Bizden gayrı herkes bu dünya da öküzün altında buzağı arıyor, ama biz buzağıyı görmezden geliyoruz, hatta kesmeye kalkıyoruz. Fırsat verseydik ve dinlemesini bilseydik, Profesörümüzün haklılığını anlayıp, Dünyaya da Diaspora’nın tezlerini tersine çevirmeye yardım edecek, bu verileri anlatabilirdik. Her fırsatı kaçırmak zorunda mıyız acaba?
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 1600’lü yıllarda Osmanlı İmparatorluğunda 1.600.000(birmilyonaltıyüzbin) Ermeni yaşadığını, belgelerden araştırmış bulmuş. Aşağı yukarı üreme, çoğalma hızlarını da hesaplayarak günümüze kadar geldiğinde, dünyaya yayılıp, çeşitli yerlerde yaşamakta olan Ermenileri (ABD, Fransa, Rusya başta olmak üzere) ve Ermenistan Ermenilerini topladığında sayının eksik olduğunu düşünmüş. Diasporanın, iddeası asıl burada devreye giriyor ve bu kayıp Ermenilerin hepsi, Osmanlı tarafından tecritte öldürüldü diyorlar. Hatta bu rakamı gitgide abartarak tırmandırıyorlar.500 binden, 1 Milyona, şimdilerde de neredeyse 2 Milyona kadar bu sayı ulaştırılmış, dayandırılmış durumda. Biz ise böyle bir rakamın olmadığını, göç sırasında hastalıktan, koşulların zorluğundan, bölge halkı ile çatışmalarından en fazla 150 – 200 bin arasında hayatını kaybeden Ermeni olabileceğini; ancak bunun en az 2 katı kadar Türkün ‘de, isyan çıkartan Ermenilerce kadın, çocuk demeden vahşice katledildiğini tarihi belgelere dayanarak ifade etmekteyiz. Elbette ki yaşanılanlar her iki taraf içinde çok acıdır ve birbirimize büyük bir özür borcumuz var, Ama Türk ulusu tarihin hiçbir sayfasında katliam yapmamıştır. Yapsaydı ve Sömürseydi de zaten bugün bu durumda olmazdı; çok daha zengin, daha geniş sınırlara sahip ve refah içinde olurdu. Ancak yakın tarihte Karabağ’da, Dünyanın alkışlamaları ve yüreklendirmeleri arasında binlerce Azeri Türk’ün katledildiği, taptaze bir soykırım yaşandı. AB’nin ileri gelenleri, tıpkı Bosna Katliamında olduğu gibi Müslümanların, Hıristiyan kardeşleri tarafından katledilmelerine yine seyirci kaldılar, göz yumdular. Dünyada “en güçlü olanların en haklı kabul edildiği” çarpık düzen devam ettiği süre içinde, daha çok Karabağlar, Bosnalar yaşanır.
Araştırmalarını yaygınlaştıran değerli Profesörümüzün ulaştığı kayıtlar ve belgelerin ışığı altında, söylemeye çalıştığı şey ise, Osmanlının son döneminde yerinden, yurdundan tecrit edilmemek için önemli sayıda Anadolu Ermenisinin kimliklerini Alevi-Kürt adı altında gizlemiş olduğudur. Bunda da hiçbir kötülük yoktur. İnsanların yerinden yurdundan olmamak için başvurdukları akıllıca, insani bir çaredir. Ayrıca sonrasında da, alevi Müslümanlığı, Hıristiyanlıktan çok daha yeterli ve güzel bulup, yollarına bu şekilde devam etmeleri de ayrı bir hoşluktur. Hepimiz kendimize soralım, biz onların yerinde olsaydık, böyle bir şey yapar mıydık, yapmaz mıydık? Çoğunluğumuzun samimi yanıtı evet olacaktır.
Yani ne olmuş, mevcut Alevi-Kürtlerimizin bir kısmı Ermeni kökenliyse. Onlar da bizim kardeşimiz. Ermenilerin adı Osmanlı’da “Hıristiyan Türkler” di. Bize İmparatorluk halkları içinde her bakımdan en çok benzeyen, kültür ve yaşam biçimi olarak en yakın olanlar Ermeniler olmuştur her zaman. Osmanlı Döneminde birçok devlet adamı ve ünlü sanatçı yetişmiştir onlardan. Bu büyük dostluğun, kardeşliğin “din sömürgecilerine” takılması ve onlar tarafından kışkırtılmaları, kandırılmaları, ne büyük acıdır bugün iki taraf içinde. Karşılıklı özürlerimizi dileyip bitirmeliyiz bu uzayan konuyu ve pembe bir sayfa açmaya çalışmalıyız artık. Ancak Dünya Ermenilerinin tamamına yakını, iplerini Sömürgecilere tümüyle kaptırmış durumdalar. Bu sebepten Diasporacılar mı Sömürgecileri etkiliyor, çekiyor; Sömürgeciler mi Diasporacıları yönlendirip yönetiyor? Kim kimi kullanıyor bugün birbirine daha da karışmış durumda. Yaşanılan sıkıntılara neden olanlar ise, bu konunun iki taraf arasında çözümlenmesini istemeyenlerdir. Çünkü bunlar, taraf olarak kendilerini iki ulusun arasına sıkıştırarak, temas etmelerine çeşitli şekillerde mani olarak ve halen kışkırtıcı kararlar alıp, iki ulus arasında düşmanlığı pekiştirmeye çalışanlar, bundan menfaat umanlardır. Bunlar çeşitli oyunlarla Türkiye toprakları üzerinde, halen Sevr Antlaşmasında ki gibi Ermenilerin sırtından pay elde etmeyi isteyenlerdir. Rahmetli Sn.Hrank Dink’inde hatırlattığı gibi dün Ermeniler, bugün Kürtler, yarın Laik-Dinciler derken, eğer biz uyanık olmazsak, üzerimizde oynanan bu oyunlarla pastadan pay kapmak isteyenler hiç bitmeyecek, tükenmeyecek.
Profesörümüzün araştırmasının diğer kısmı da Sünni Kürtlerin Türkmen kökenli olduğudur. Bu zaten hiç tarih bilmiyor olsak ta, son derece mantıklı bir açıklama. Bilinen en eski yazılı tarih Sümerlere ait M.Ö 4000–5000–6000 yıllarına ait kalıntıların, yazıtların incelenmesi göstermiştir ki, Sümerler Asya’dan Anadolu (Yunanlıların ataları Dorlar’dan 3000–4000 yıl daha önce) ve Mezopotamya’ya oradan da Arabistan içlerine kadar uzanarak ilerlemişler, bu toprakların tamamında Büyük Sümer İmparatorluğu kurmuşlardır. Binlerce yıl buralarda hüküm sürerek, tarihin en büyük medeniyetlerinden birini oluşturmuşlardır. Dil kökü, yaşayış ve kültürlerine bakarak, artık bugün Sümerlerin Türklerin, bu topraklarda ki ilk ataları olduğu kesinlik arz etmektedir. Evet, Mezopotamya ve Anadolu Sümerlerden sonra birçok işgal görmüştür; ancak bilinen tarihten beri Mezopotamya’da yaşadıklarını iddea eden Kürt’lerde Türklerle aynı atalardan soy almışlardır. Tabii ki Sömürgecilerin ve Siyonistlerin oyunlarıyla, aralarında paravan veya tetikçi olarak kullanılmakta sakınca görmeyenler, ayrı bir devlet olmak için, ayrı bir millet olmaya zorlamaktadırlar. Dile gelince, diller de istilalar sonucunda birçok değişikliğe uğrar, kaldı ki tek bir Kürtçeden de söz etmek imkânsızdır. İki Kürt yan yana geldiğinde birbirinin dilinden bir şey anlayamayabiliyor.
Kürtçelerin içinde Türkçeden en az 1000 kelime, Arapca ve Farsça dan da kelimeler bulunmaktadır. Zaten 800–900 kelime bile bir dilin gündelik hayatta konuşulabilmesini sağlamaya yetmektedir. O halde bütün bu gerçeklerin ışığı altında, bugün Ortadoğu ve Kürtler üzerinde oynanan oyunların tamamına yakını kasıtlı değil midir?
AÇIKLAMALAR: Yunanlıların ataları Dorlar ilk olarak tarih sayfasına M.Ö. 2000’lerde Girit’te ortaya çıktılar ve oradan, önce şimdiki Yunanistan’da (Miken Uygarlığı) , sonra da o zamanlar “Asialılar” diye adlandırılan,muhtemelen Sümerler’den – Hititler’den kalma insanların serpintiler halinde, göçer olarak veya köylerde yaşamakta oldukları Ege kıyılarını istilaya başladılar.Belki Atatürk’ün de araştırdığı batık kıtalar “Atlantis,Mu” dan birinden,tufan felaketi sonrasında kaçarak,çeşitli yerlerde molalayıp,iç denize,Girit’e demirleyen,sığınan bu denizci kavim,Anadolu’ya farklı bir medeniyet ve uygarlığı da beraberinde getirmiş oldu. Ancak AB, yazılı tarihin başlangıcını, Homeros’un yazdıklarına dayandırdığı için, Yunanlıların da Anadolu’ya bir yerlerden göçerek geldikleri gerçeğini ekarte etmektedir.
NOT: Hititler’de tıpkı Sümerler gibi Asyalı bir kavimdir.Doğu Karadeniz üzerinden Anadolu’ya yayılarak, devlet kurdukları bilinmektedir. Atatürk, Yunanlılardan çok önce, Anadolu’nun her yerinde yaşamış, medeniyet oluşturmuş, devlet kurmuş, Sümerleri ve Hititleri (Etileri) , halkımıza unutturmamak için, Sümerbank ve Etibank’ı kurmuştur. Yani Atamızın yaptığı, söylediği hiçbir şey tesadüfî değildir.

TESPİTLER

Türkiye maalesef bu şekilde giderse tarihi sürecini Demokrasi ile tamamlayacak. Zira mevcut iktidar partisinin başı da, tabanı da demokratik tanımının hiçbir zaman kapsamında olamayacak durumdadır.
Türkiye gibi halen halkının %70’i sadece okuryazarlık düzeyinde olan ülkelerde, anti demokratik yapılanmalar çok daha kolay zemin bulmaktadır. Atatürk İlke ve İnkılâplarının önemi ile Laik Demokrasinin gerçekleri, gereklilikleri maalesef halkımızın anlayabilirlik seviyesinde, bugüne kadar yeterince izah edilememiştir. Bu sebeptendir ki, halkımız bilimsellikten hızla uzaklaştırılıp, batıla teslim edilmiştir. Dolayısıyla dün ve bugün bizde ki, çok partili meclisler, maalesef cahil bıraktıkları halkımızın sırtından, beslendikleri için, son 50 yıldır halkın doğru bilinçlenmesi, eğitilmesi için yeterli düzgün adımlar atmamışlardır. Tribünlere oynamak, oy kaygısı, gerçekleri paylaşmamak, halka karşı dürüst olmamak, olmayan pembe tablolar çizmek, yaşayış ve tüketim açısından topluma yanlış örnek olmak; borç harç içinde yüksek faizlerle alınan, olmayan paralarımız ile, özellikle seçim dönemlerinde halkımızın ağzına bir karış bal çalmak; adam kayırmacılık, yemece- içmece, rüşvet gibi doğru olmayan her ne varsa, basireti eksik, çoğu satılmış siyasetçilerimiz tarafından, ülkemize ve halkımıza karşı daimi suç işlenmektedir ve son yıllarda da bu durumlar, üstelik dini de alet ederek iyiden iyiye tırmanışa geçirilmiştir.
%47 gibi görünen halkımızın bilinçsizce çöpe attığı oylarda ki bilinçsizlik yüzdesi, bilinçli AKP’lilerin yüzdesinden çok daha fazla olup; bir taraftan gerçek merkez sağ yok edilirken, diğer taraftan merkez sağ saptırması yapılmış ve yaptırılmaktadır. Ayrıca ülkemizde merkez sağ ve merkez sol tanımlamalarının arasında, sadece birkaç adımlık bir mesafe olduğu için, yanılgı içinde ki ve iyi şeyler ummak isteyen insanlarımız, farkına varmadan; ulusal kimliğini kaybetmiş basın yayın ve iletişim organlarımızın da, hatalı yönlendirmeleri ile, yanlış adrese kanalize olmuşlardır. Zira eski cumhurbaşkanlarımızdan Sn. Süleyman Demirel’in belki de tek doğru sözü “Dün Dündür, Bugün Bugündür” ü hatırlayalım. Türk halkı maalesef özellikle son 50 yıldan beri “Balık Akıllı” yapılmıştır. Her şeyi çok çabuk unutuyoruz. Düşmanımızı, dostumuzu, kendimize yapılan iyilikleri, kötülükleri, mağlubiyetlerimizi, zaferlerimizi; Osmanlı’nın geri kalması ve sonlanmasına neden olan yobazlığı, genç Türkiye Cumhuriyet’inin yıkıntılar arasından şahlanıp kalkışını hazırlayan Atatürk’ün İnkılap ve ilkelerini de, çok çabuk unutuyoruz; unutturuyorlar bize…Çünkü “ders almamıza,doğru adımlar atmamıza” mani olmak istiyorlar. Biz hep yanılalım, kör kalalım, kıymet kadir bilmeyelim, yönümüzü seçemeyelim ve nereye gittiğimizi göremeyelim; istenen bu! (Bu amaçlı faaliyetler son yıllarda Milli Eğitim Kitaplarının müfredatlarını,ABD’den gelen ABD’li yetkililerle görüşülerek belirlenmesine kadar vardırılmıştır.)
Unutmamak, hafızamızı tazelemek için ne gerekirse yapmalıyız. Anıtlar dikmeliyiz, filmler çekmeliyiz, tiyatro eserleri sahnelemeliyiz, kitaplar yazmalıyız, şarkılar – marşlar bestelemeliyiz ve en önemlisi Milli Bayramlarımızı şevk ve heyecan içinde kutlamalıyız. Yoksa unuturuz ve unutursak ta “Tarih tekerrürden ibarettir” olur.

------

Ne zaman alınacağımız, alınıp alınmayacağımız bile ucu açık bırakılmış AB yerine; çok muhtemeldir ki, önümüzde ki 20–30 yıl içinde dünyanın cazibe merkezi, ters yöne dönecek ve bu durumda herkes Avrupa yerine Asya’ya, Çine, Hindistan, Japonya’ya yönelecektir. Bu gerçekleşirse AB’nin de öneminin azalacağı çok muhtemeldir. Hiç unutmamalıyız ki her şey bekleyebilir. AB’DE BEKLEYEBİLİR; ANCAK TÜRKİYE BEKLEYEMEZ.

------

Bir taraftan vergi oranları makul,ödenebilir,çalmaya tenezzül ettirmeyecek değerlere çekilirken; diğer taraftan da kontrol,yargı ve ceza sistemi güçlendirilmelidir ki işe yarasın.Kimse vergi kaçırma ihtiyacı duymamalıdır; yine de kaçırmaya kalkan olursa da öyle bir deşifre edilmeli,lanetlenmelidir ki, ve en az 15-20 yıldan başlamak üzere,afsız hapis cezasına çarptırılmalıdırlar ki,millete ibret-i alem olsun.Yine rüşvet alan da,veren de aynı kabul edilip,aynı şekilde ağır cezalara maruz bırakılırsa ancak, bu toplum adam olur
____________devam edecek_________________

Dursun Elmas
Kayıt Tarihi : 22.10.2007 22:34:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Asiye Abay
    Asiye Abay

    nefesimi tuttum ve bu güzel calışmanızı zevkle ve hayretle okudum....calışmanızı bizlerle paylaştığınız için tşk .... flaşdikte cebimde dostlarımla paylaşıyorum ..
    türk milleti ve milli birliğimize yazınlarınızla ışık tutan kaleminize sağlık .....saygılar

    Cevap Yaz
  • Veysel Alkan
    Veysel Alkan

    Türk Milletinin Kurtuluşuna ışık tutacak tespitleri yazan kalemler susmamalı.Kurtuluş umudumuz biter yoksa.Saygılar..

    Cevap Yaz
  • Fatma Aras
    Fatma Aras

    DOLU YÜREĞE SELAM OLSUN

    Cevap Yaz
  • Fatma Alageyik
    Fatma Alageyik

    DEĞERLİ HOCAM O YÜREĞİNİZİ KUTLUYORUM DEVAMINI OKUMAK DİLEĞİMLE TEBRİKLER.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

Dursun Elmas