“Kır zincirini” demek vardı
Ya da kopmalıydı inceldiği yerden
Veya içip gitmeliydin
Kendi damıttığımız zehirden…
Bahar geliyormuş
Leylekler göçüyormuş
Benzer kederlerle bezenmiş bir pavyon neonu gibiyiz…
Sıkıntımız, aynı parlaklığı ile yanıp sönüyor durmadan…
Ve aynı gamlı ateşböceklerini çekiyoruz birbirimize...
Herkes her telden çalıp söylüyor...
Bir biz çekip perdesini suskunluğun...
Kutlu olsun bana
Tüm zıt enerjilerimi
Oturttum ve
Kavuştu ve tutundu her biri
Hayatımın diğer yarısına
Bu kaçıncı aynı soru ey yar?
Bilmez misin?
Bu can
Bu
Canan
Adak niyetine keskin kılıcını
Arsız bir sarmaşık gibi
Dolanıyor bedenimde
Zehirden acı ne varsa…
Ve
Karışıyor parmaklarımın
Tiryaki edası,
Evdeki saatin tik tak ı gibi
Aklıma gelip gidişin…
Saniye farkla kaçırıyorum
Bir önceki düşündüğüm sen ile
Bir sonra düşünecek olduğum seni…
Öyle bir masal ki
Bu diyar…
Bu kayboluş…
Hiç belli değil,
“Marienkäfer” acaba
Debelendiği çamurda mı doğmuş?
Mevsimlerden aşk yaklaşıyor,
Bahar; eteğinde zillerle uğurlarken sezonluk hevesini,
Yine gülüp geçecek virane halimize
Gizleyemeyeceğiz gözyaşlarımızın rengini…
Bitli kafayı delirten
Kaşıntı gibi
Şu zihnimin içine
Kazıdığınız sözler.
Bilinenin aksine
Konuşup paylaştıkça
Gözümün pınarında ılık bir gözyaşı gibisin
Asılı kaldın yokluğun boyunca…
Yoruldum ağlamamak için tutmaktan kendimi
Gel de yol bulsun gözyaşım çorak bağrımda…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!