-ağrıdan soluğum kesildiği zaman istiyorum O’nu, kendimi insan hissetmediğim zaman; 
	duvara vurduğumda elimi kaldırıp zorla, hem de ne hissedeceğimi bilmeden (ah hiç olmazsa kendi yarattığım acıyı) ,
	hiç bir şey ama hiç bir şey hissedemediğim zaman; 
	kendimi düşleyemediğim, karşımda duran kapıdan usulca içeriye süzülüp ağırca ve sopsoluk yere saçıldığımı göremediğim zaman; 
	eksik kaldığı zaman ve eksik kalmayanın ne olduğunu düşünemediğim,
	başkalarının giysileriyle çırılçıplak, bir hayalet gibi bir anda kendi gözlerimde beliriverdiğim; 
	ah başka yerde olamadığım,başka yerde olamadığım zaman istiyorum O’nu,
	bir insanın, senin imgeni, O’nu.-
	az önce geldiler, susuzluğumu giderdiler
	onlara teşekkür ettim, güldüler
	yemeğimi koydular önüme: ekmek.
	anımsadım bunu, heyecanlandım
	gözlerim doldu, sordum:
	“aralarında yaşadığım insanların
 	tarlalarından geldi değil mi bu? ”
	onlara teşekkür ettim, yanıt vermediler
	ve anladım, sustum
	ama artık kimse yoktu
	sadece ben ve ekmek
	iki hayal gibi betonun üstündeki suyun
	niye böyle acı çekiyor gövdem
	suç nereme gizlenmiş
	daha kaldı mı
	ayak tırnaklarımdan çekip çıkardılar onu
	ve ellerimden
	en duyarlı yerlerimde sinirli karıncalar dolaştı
	ve tamamlandı heykel en kısa sürede
	parmaklarının ucuna kadar kımıltısız
	kırık omuzlu
	ve güneş ve su ve insanlar
	sert elleriyle sevmişti onu
	hiç bir anı, hiç bir sözcük
	imgelerini besleyecek bir nesne
	bırakılmamıştı konduğu dar meydana
	kafası düşünemeyecek kadar yorgundu
	nereye gizlenmiş suçu, nereye gizlenmiş suçu...
	iniltiler duyuluyordu hala, biraz sonra
	o geldi yaşadığım yere
	yürüdükçe kısalan gövdesiyle
	karanlıkta ayak sesleri
	su damlaları gibiydi kulaklarımda.
	yüzümü göremedim,
	kollarım saklıyordu yüzümü.
	ağır kapı gıcırtısı, hissetmeyen yüreğim
	birden bir ses duydum karnımda
	güçsüz, kapıyı açamayan bir inilti sonra
	bir küfür ve uzayan gövdenin sesi
	ve uzaklaşan düşüncelerim
	ve anladım
	uzaktan iniltiler geliyordu hala
	benim iniltilerim.
	önce dudağıma değdi sonra gövdeme
	toprağı öper gibi
	siyah, simsiyah, verimli; 
	“yeni döller barındırır içinde bu gövde
	 yeni düşler”
	önce koluma yerleşti
	karnıma, bacaklarımın arasına
	çırılçıplaktı
	ve duvarın çizgileri kadar yakın
	ve gövdemden daha sıcak
	tutkuyla sevdi beni, sevişti
	bütün bir gece ve geldiği gibi gitti gündüze yakın
	uyandım, geceydi duvarların arasında ertesi gün
	nereye gidiyoruz buradan
	nereye götürüyorsunuz beni
	gece bitti, başka hangi geceye
	hiçbirşey kalmadı işte öteden bu yana
	herşeyi yeniden öğrendim diye mi
	bu yeni korkutmaca
	nereye götürüyorsunuz beni
	tam sevmişken yerimi.
	ışık, dağılan görüntüler
	uykusuzluk, tedirginlik
	ayaklarımı sürüyorlar, kanıyor
	derilerim, iz bırakıyor
	aldatıcı sessizlik, kaba sığmaz, derin
	arkamdan beni izler gibi
	uzun, yorucu ve denetimsiz
	bir su damlıyor, kesiyor soluğumu
	küçülmüş gözbebekleri
	şaşkınlık, hayallerimden alıyorlar beni
	ve uykuya sürükleniyorum kollarında
	sallıyorlar, kalkıyor başım
	ışık, karışan biçimler
	sürünüyor bacaklarım iki yana açık
	ayaklarım çıplak
	deri döküntüleri ve iz gibi duruyor ardımda 
	dört duvarlı küçük bir karanlık.
	ah, soluğuma yakın durmalısın şimdi
	tükenebilir çünkü her an
	söyleyemem sana istediklerimi
	sesim asılır kalır karanlıkta
	bir hayalet gibi ve seni bekler
	beni bulamayınca onu alıp götürürler
	oturturlar ışığın altına
	ama öğretemezler insan olmadığını
	öğretinceye kadar tutmak isterler
	dikbaşlıdır, öğretemezler
	ah, soluğuma yakın durmalısın şimdi
	tükenebilir çünkü her an
	ve kapalı kalır
	duyamazsın bir daha sesimi.
(Uzağa Gidenin Şarkıları - III. Bölüm -Yapraklar-)
Cumhur BoratavKayıt Tarihi : 5.3.2004 23:43:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
 


TÜM YORUMLAR (3)