ŞİZOFRENİK YALNIZLIĞIM
(Arafta Yananlar Risalesi – I)
Ben bir sedir ağacıyım —
göğe yaslanmış, yere kırgın,
bir ormanın içinden dışlanmış kök gibi,
kendi gövdemde büyümüş yalnızlık benim adım.
Kokum odunsu,
biraz turunç, biraz adaçayı…
ama en çok
yanık bir akıl kokuyorum.
Ne vakit gözlerimi kapasam
kulağımda sağır eden sessiz çığlıklar,
ne vakit susacak olsam
ağzımda paslı bir leşin tadı.
Bir kuyudayım —
kör, dipsiz, zincirli...
Ne yeşile gözüm değiyor
ne göğe ruhum varıyor.
Karanlık içimi içimden kemiriyor.
Ve ben
bir cesedin içinde canlıyım.
Çürümüş hayallerin kaburgasında
aç, susuz, uykusuz —
geceler boyu selâm okunur üstüme,
ama ne gelen var
ne de ben geçip gidebiliyorum.
Araftayım.
Ne cennete yaraşır suçsuzum,
ne cehenneme layık bir günahkâr.
Ama ruhum
cehennemin yedinci katında üşüyor!
Yanması gereken yer
buz tutmuş!
Ben,
cehennemde bile üşüyen bir garip…
Sırat’tan geçtim bir gece rüyada —
arkamda dünyadan arta kalan
sınırsız şehvet,
sınırsız içki,
sınırsız boşluk…
Ve önümde:
günahlarım tüy gibi hafif,
masumiyetim dağlar kadar ağırdı.
Bir şeyler ters!
Cennete girdim:
Manzaralıydı,
ama sıkıcıydı...
Çünkü orada da
ben yoktum.
Ruhumdan geriye kalan ne varsa
cehennemin dibine savruldu.
HAVİYE!
Odunları günahlardan yapılmış
bir ateşte yanıyor insanlar…
Benimse o ateşim,
soğukla yakıyor.
Bir kutup gibi
donduruyor yüreğimi.
Kanıyorum,
ama kesik görünmüyor.
Sızım, bir kâğıt kesiği gibi;
gözle görülmez ama
içeriden kanatır.
Derken…
Şehit düşmüş sevgilim geliyor rüyama,
döşüme yatıyor usulca.
Kalbimde bir köy türküsünün kokusu
tarhana gibi siniyor geceye.
Kadife çiçeği saçlarında
merhametin yasını tutuyorum.
Bir yanda
bir çocuğun avuçlarındaki serçeye benziyor
dokunuşun...
Öte yanda
bir fahişenin kaburgalarımı kıran arzusu.
Bir tanrıça gibi tenin,
ama altında
bir mezar gibi sessizlik.
Ve ben
ölü bir leşle sevişiyorum,
aşk değil bu —
deliliğin kendisi.
Güzellik,
mermerden bir heykele hapsedilmiş,
ben o heykele âşık olmuşum.
Ama sabah,
gözümü açınca döşümdesin hâlâ.
“Gitmem gerek,” diyorsun
ve gidiyorsun…
Keşke rüya olsan!
Rüya olsan bu kadar acıtmazdın.
Ama sen…
benim beş duyumda yoksun,
yine de kemiklerime kadar seni yaşıyorum.
CENNETTE DE ÜŞÜYENLER VAR
(Arafta Yananlar Risalesi – II)
Ben oradaydım.
Cennette…
Her şey sınırsızdı:
Işık, gökyüzü, af…
Şarap nehirleriyle sulanmış bir bahçenin içindeydim.
Ama üşüyordum.
Evet, üşüyordum.
Melekler tebessüm ediyor,
huriler gülümsüyordu —
ama ben,
donmuş bir çocuğun nefesindeydim hâlâ.
Yüreğimde kırağı vardı,
çocukluğumun üşüdüğü bir odada
tanrı bile yoktu…
Bir kuş ötüyordu sonsuzluk ağacında,
dilini bilmiyordum.
Çünkü günahlarımdan çok,
suskunluklarım vardı.
Ben oradaydım.
Cennette…
Ama ruhum hâlâ
enkaz altındaki dualarda sıkışmıştı.
Aç, susuz, uykusuz —
vicdanım diri diri toprağa gömülmüştü.
Bir hurinin teni değdi avucuma,
ürperdim.
Cehennemin soğuk tarafı
avuçlarımdaydı.
“Günahtan arındın” dediler,
ama ben biliyordum:
Arınmak, unutmak değil…
Unutamıyordum.
Şehvetli saraylar içinde,
bir yetimin aç bakışı vardı göz kapaklarımda.
Bir kadının çığlığına
sessiz kaldığım her gece,
cennet biraz daha soğuyordu içimde.
Üşüyordum…
çünkü affedilmek,
hak etmek anlamına gelmiyordu.
Çünkü
Cennette de üşüyenler vardı.
Ağaçların gölgesinde
bir karanlık bekliyordu beni.
Ruhumun en dibinde
hâlâ Hâviye’ye bakan bir pencere vardı.
Ben gülümsesem de,
gözlerimde hâlâ
cehennemin külleri uyuyordu.
Ve şimdi biliyorum:
Cennet, herkesin yurdu değil.
Bazıları için,
sadece güzelce işlenmiş bir sürgün…
SELÂM OKUNAN ENKAZLAR
(Arafta Yananlar Risalesi – III)
Geceler boyu selâm okunur üzerime,
diri diri toprağa gömülmüş bir ceset gibiyim.
Yerin altında kalmış sesim,
sessizliğe karışır;
ama sesim, çığlık değil,
suskunluk.
Toz ve taş arasında,
kırılmış hayatlarımın molozunda,
kimsesiz bir gölgeyim.
Beni arayan yok,
bana dokunan yok.
Kardeşlerim, dostlarım,
hepsi bu enkazda kaldı.
Gözlerim, birer gözyaşı nehri,
ama kimse görmez onları.
Selâm okunur,
ama kimse kurtarmaz.
Sesim, mezar taşlarının altında,
hasretin ağırlığıyla bükülür.
Bir çocuğun düşüydüm bir zaman,
şimdi ise unutulmuş bir ağıt.
Diri diri toprağa gömülmek,
en büyük yalnızlıktır.
Ama ben hâlâ varım,
küllerimle, enkazımla,
suskunluğumla.
Selâm okuyanlar, duysun beni:
Ben buradayım!
Kaybolmadım.
İstersen, dördüncü şiire geçebiliriz:
“Tanrıçayla Sevişmek: Günahın Estetiği” ya da başka bir başlık önerin var mı?
Yol senin!
TANRIÇAYLA SEVİŞMEK: GÜNAHIN ESTETİĞİ
(Arafta Yananlar Risalesi – IV)
Tenin tenime değdiğinde,
dünyanın bütün günahları üzerimize çöker.
Bir tanrıça gibi kutsal,
bir leş gibi kırılgansın.
Gözlerin ateş,
dokunuşun fırtına;
sevgiyle günahın
dans ettiği bir orman gecesinde
biz, iki ruh, iki beden,
bir ölü bedenin sıcaklığında.
Karanlığın içinde parıldayan
bir mum ışığı gibisin;
ama o ışık,
günahların gölgesini büyütür.
Bir öpücükle cenneti ve cehennemi tadıyoruz,
dudaklarımızda günahın tuzu,
tenimizde masumiyetin sancısı.
Aşkımız,
hem kutsal hem lanetli;
bir yandan diriltirken,
bir yandan öldürüyor bizi.
Seninle sevişmek,
günahın en güzel estetiği;
çünkü aşk,
hem affeder hem yakar.
Ve biz,
bu alevde yanarken,
günahı kutsuyoruz,
masumiyeti lanetliyoruz.
RÜYA BİLE ACITIYORSA
(Arafta Yananlar Risalesi – V)
Rüya bile acıtıyorsa,
gerçek nedir artık?
Uykunun kucağında
kanayan bir yara gibiyim.
Sabahın soğuk nefesinde,
döşümde bir hayalet,
gitmem gerek derken,
dönüp bir kez daha bakıyor.
Gözlerimi kapattım,
dost olamadım karanlıkla.
Rüyalarımın içinde bile
senin kokun var,
kanımda, tenimde, ruhumda.
Bir serçe gibi kırılgan,
bir fırtına gibi hırçın.
Her gece uykuya yenilmek,
her sabah acıyla uyanmak.
Rüya olsan,
bu kadar acıtmazdın beni.
Ama sen,
gerçeğin kendisi oldun;
ve ben,
her gece yeniden yanıyorum.
Dilersen, altıncı şiire geçelim:
“Kutupta Yananlar” ya da başka bir önerin varsa paylaşabilirsin.
KUTUPTA YANANLAR
(Arafta Yananlar Risalesi – VI)
Cehennemin ateşi değil,
buz gibi soğuk yakar bizi.
Kutup rüzgarları gibi keskin,
ruhumun en derininde.
Alev değil, buzla yanmak,
en zalim azap belki de bu.
Yüreğim titrerken,
soğuğun kucağında sessiz.
Kanıyor içim, ama donuyor da,
acıyla buzun dansında.
Bir çığlık yok dışarda,
sadece sessizlik var.
Yananlar biziz,
ama ateş değil soğukla.
Bir yanımız cehennemde,
öte yanımız kutupta.
Buz gibi üşürken,
ateşle yanmak isteriz.
Çünkü en azından ateş,
bir anlığına da olsa, yaşattırır.
Kutupta yanmak,
sonsuz bir yalnızlıktır.
Hiçbir ses, hiçbir ışık,
sadece soğuk ve karanlık.
ARAFTA BİR ÇOCUK VARDI
(Arafta Yananlar Risalesi – VII / Final)
Arafta bir çocuk vardı,
ne günahı vardı ne suçu.
Ama ne cennete girebildi,
ne cehennemin kapısını aşabildi.
Yalnızdı,
ama yalnızlık bile yük gibiydi sırtında.
Masumiyetin ağırlığını taşırken,
dünyanın yükünü omuzluydu.
Bir gülüşü vardı,
gülüşüyle karanlığı delerdi.
Ama kimse onu duymadı,
kimse ona el vermedi.
Arafta bekledi,
karanlıkla aydınlık arasında.
Ve biz,
onu unutmaya mahkûmuz.
Ama çocuk susmaz,
bir gün yankılanacak sesi.
Ve o gün,
günahlar da affedilecek,
masumiyet de sonsuza değin korunacak.
Dünya Yükünün Hamalı
Kayıt Tarihi : 2.8.2025 19:38:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!