'...fakat,Legrandin bu adı duyar duymaz,baktım ki,dostumuz mavi gözlerinin ortasında,sanki,bunlar gizli bir iğnenin ucuyla delinivermişçesine bir küçük ve siyah kertik peyda oldu ve gözbebekleri gök rengi dalgacıklarla bunu gidermeğe çalışırken göz kapaklarının halkaları kararıp kapandı...Bana öyle geldi ki,ağzı da acı bir ifade ile burkulmuş; fakat Legrandin,yüzünün bu noktasında kendini daha çabuk toplayıp gülümsemişti: 'Hayır,tanımam onları.' demiştir ve bunu söylerken,gözleri vücuduna oklar saplanmış bir güzel martirin ıstıraplı bakışlarını muhafaza etmekteydi ve 'Hayır,tanımam onları...' sözündeki sertlik,bu sade,mahiyeti itibariyle bu kadar az şaşırtıcı bir suale verilmesi lazım gelen cevabın tabii ve harcıalem edasından epeyce uzaktı...Hususiyetle,bu sözü söylerken -güya Guermantes'ları tanımamış olmak vakıası son derece garip bir tesadüfün eseriymiş gibi- kelimelerin üstüne birer birer öyle bir başı eğilerek,kafasıyla selamlar vererek,karşısındakine hakikatte zıt bir iddiayı mutlaka hakikat olarak kabul ettirmek istiyormuşçasına bir ısrar edişi ve yahut da,çok vakitten beri kendisini üzen sıkıntılı bir durumu nihayet açığa vurmak zorunda kalıp da başkalarına,böyle bir itirafta bulunmaktan hiç utanmadığını,hatta bunu kolay,hoş ve tabii bulduğunu göstermek isteyen bir kimsenin yapmacıklı tantanasıyla bir ifade ediş tarzı vardı ki beni hayretten hayrete düşürmüştü...Evet,bence; Legrandin,Guermantes'larla tanışmamış olmayı,kendi arzusu hilafına başına gelip çektiği bir mahrumiyet gibi değil,fakat,bir takım ahlak prensipleri veya bazı mistik adaklar namına onu Guermantes'larla düşüp kalkmaktan meneden bir aile töresine itaat ederek kendi isteğiyle,kendi iradesiyle yarattığı bir vaziyet olarak göstermek istiyordu...Nitekim,deminki,sözünü şu suretle biraz daha genişleterek tekrar etti: 'Hayır,hayır; onları tanımam; hiçbir zaman da tanımak istemedim; daima istiklalimi,tam istiklalimi muhafazaya çalıştım...Bilirsiniz ki,benim jakobin bir kafam vardır...Çok kişi bana başvururdu; böyle yabani pek kaba tavırlar takınmada,bir ihtiyar ayı gibi köşeye çekilip kalmada mana yok; git şu Guermantes'larla görüş,dedi...Eğer adım bir ihtiyar ayıya çıkmışsa ne ala; ben bu halimden ve böyle görünmekten hiç korkmam,zira ben gerçekten buyumdur...Dünyada sevdiğim ve alaka duyduğum birkaç eski kiliseden,iki üç kitaptan,iki üç tablodan ibarettir... Bir de,sizin gençliğinizin taze yelini ihtiyar gözlerime artık görünmez olmuş bahçe tarhlarından şu mehtaplı geceye getirmiş olduğu kokuları severim.' Lakin ben,zaten tanımadığımız kimselerin evine gitmemek için neden istiklalimize tutunmak lazım geleceğini ve bundan dolayı neden bir yabancıya,bir ihtiyar ayıya benziyeceğimi anlamıyorum...Fakat,anladığım bir şey varsa,o da Legrandin,hayatta yalnız kiliseleri,mehtabı ve gençliği sevdiğini söylemekte tam hakikati ifade etmiş olmuyordu...O,pek ala şato sahiplerini de seviyordu; hatta o kadar ki,onların yanında bulunduğu vakit hoşlarına gitmeyecek bir şey yapmaktan ödü kopuyor; onların yanında bulunduğu vakit,bir takım burjuva dostlara,noter veya sarraf oğullarına selam vermekten çekiniyor ve bu gibi kimselerle düşüp kalkmak ayıbı,hiç değilse kendi arkasından meydana çıksın da,yüzüne vurulmasın diye,başını önüne eğip geçiyordu...Hiç şüphesiz,bu adam snobun biriydi...Fakat,bizimle konuşurken kullandığı tatlı dilde,bu taraflarından hiçbirini sezdirmiyordu ve ben,ona: 'Guermante'ları tanır mısınız? ' diye sorunca,bu tatlı dilli Legrandin: 'Hayır; diyordu...Onları tanımam; hiçbir zaman da tanımak istemem.' Ama,öbür Legrandin,bizimkinin snobizmasına dair kimbilir ince tehlikeli ve yüz kızartıcı hikayeler bilen ikinci Legrandin,yani öz ve hakiki Legrandin,demincek benim sorduğum sual üzerine bakışı yaralanan,ağzı burkulan ve sesiyle sözüne adeta bir facia aktörünün,şişkin edasını veren,vücuduna binlerce ok saplanmış snobizmanın o zavallı Saint-Sebastien'i idi...Ve bu martir bana diyordu ki: 'Aman,hayatımın en büyük yarasını deşmeyiniz; bu sualinizle kalbimi örselediniz,acıttınız...Hayır,heyhat,Guermantes'ları tanımıyorum.' Ve böyle söyleyecek olan asıl Legrandin,için için,bir yaramaz çocuktan,bir madrabazdan başka bir şey olmadığı için,öbürü gibi güzel lafla söyleyemezdi; fakat,buna mukabil sözü daha ani,daha insiyakiydi; tatlı dilli,hoşsohbet Legrandin,onu susturmadan evvel,o çoktan diyeceğini demiş bulunurdu ve bizim dostumuz,öbür benliğinin bu patavatsızlıklarının boş yere önüne geçmek istiyor ve belki,neticeden ancak başkaları üstünde yaptığı kötü tesiri biraz hafifletebilmekle kalıyordu...'
'Gamından anlayan elem çekmiş dostların varsa gam yeme...Mademki yârin var,gamın boynunu kır...Ey gamın zebunu olanlar! Size dostların dostluğu sağlam bir dayanaktır...İki kişi bir an için dost olunca o anda yüz gam bile olsa yok olur...
...
Birkaç kalpazan kalkmış,sahte bir kalıp dizmişler...
İşkembeye benzeyen o gibilere yalnız yüz tarafından bak...Sırlarını onların parmağına dolamaktan sakın...Onlar,karşında nurdan daha saf görünür,arkanda gölgeden daha münafık yürürler...Mumdan daha doğru,fakat ödağacından daha düğümlü; sade görünüşlü,fakat içten pazarlıklıdırlar...Eksik tarafını görür,iyiliklerini unuturlar,daima kusur arayan şikayetçidirler...Sana sevgi ve muhabbet gösterirler,kinlerini düğümleyerek içlerine saklarlar...
Bir aşık ki,topraktan daha donuk kalbli,bir yiğit ki gönlü gibi ölü,onların dostluklarını gönül mihengine vurma...Sarhoş değilsen ayağını bu çamura basma...Onlar dağların hazine bekçisidir...Yanlarında sırrını açma,rüsvaylık istemiyorsan onlara seslenme...Dalkavuklukla ağzından bir şey kaparlar,sonra kendilerini senden daha üstün göstermeye çalışırlar...Bir edepsizle nasıl barışabilirsin? Böyle bir barışı Allah kahretsin...
Menfaat kaygısıyla karışık her söz,düşmanlıkla karışık bir dostluğun ifadesidir...Senlik benlik duygularından hasıl olan (menfaate dayanan) dostluğun daima düşmanlıkla ilgisi vardır...Dost,rahatlık veren bir merhemdir...Yoksa bir takım bayağıların sözünü etme...Dost senin kusurunu hüner,zehrini şeker görür...Nasıl ki kedi yavrularını fazla sevmesi yüzünden etlerini yer...
Dost kimdir? Sır saklayan...Şu sahte dostlar ise rüzgar gibi hep gizli perdeleri açarlar...Onlar hep sana nasıl üstün geleceklerini düşünmekte,işinin kazancını hangi efsunla aşıracaklarını sayıklamaktadırlar...Yüzüne karşı sana aşık görünür,fakat dar vakitte yan çizerler...Sana açıktan açığa dostluk gösteren bir kimsenin sevgisini kalbin inkar ederse o dost değil,bir düşmandır...Gerçek dostun kim olduğunu ceset ne bilsin? Vefalı dostu ancak kalb tanır...
Bir kalbin,yüz bin gamın var,solgun bir gül,yüz diken yarası...Ülke çok,ama Feridun bir tane...Hoş kokular bol,fakat dimağ küçük alemde her varlık perde içindedir...Senin sırrına da ancak kalbin aşinadır...Kalbinde anahtar yoksa ona başkalarının kalbinden ne çare arıyorsun? Dar kalbli değilsen sırrını güneş gibi ovaya yaymak...Niçin? Bu hatadır...
Kalbin,sakladığı sırlardan birinin açıklarsa şaşma...Şarapla dolu şişe içindekini gizleyemez...Sana herhalde gerçek bir dost gerekli ise bunu kendinde ara! Mutlak başka bir dost bulmaya karar verdiysen çalış ki iyi bir yoldaş seçsin...Dostunun içyüzünü anlamadan sakın gizli cevherlerini saçma...
...
Akrebin düşmanlığı ejderhadan beterdir...Çünkü o senden gizlenmiştir...Öteki ise görünür bir düşmandır...Gaflet,ondan daha büyük bir hatadır...Düşmana karşı kinini azaltma...Onu küçük görürsen sonra sen küçük düşersin...Karınca o küçüklüğü ve kuvvetsizlği ile beraber yılan yavrusunun gözüne mil çeker...Ev hırsızlarla dolu,cevahirlerini sakla...Çölü gulyabaniler kaplamış,tesbih ve duaya çalış...'
'...lisede ben arkadaşlarımın -o zamanki tabirle- haleti ruhiyelerini anlamak merakında idim...Bu bende bir delilik halinde idi...Bahçeden sınıfa girdiğimiz zaman,yerlerine oturmak için yanımdan geçenlerin yüzlerine,dikkatimi sezdirmeden bakmak adetimdi...Teneffüste,talebe grupları içinde susar ve söylenen sözlerden ziyade gizlenen temayülleri anlamaya çalışırdım...Arkadaşlarımı kendime göre birtakım mizaç,huy,karakter zümrelerine ayırmıştım...O zaman yazdığım şeyleri hala saklarım...Bu dikkatlerin ve bu notların sonraları insanları daha iyi anlamak için bana çok faydaları olmuştur...'
'...ABD'nin yıllar önce yeşil kuşak projesinin eleğinden ve mektebinden geçen bu cemaatler,iki kutuplu dünyanın soğuk savaş yıllarında ABD'nin SSCB işgaline karşı olan tüm politikalarının arkasında yer almışlardı...Bu cemaatler SSCB işgaline karşı direnen Afgan halkının direnişine 'maddi ve manevi' destek vermişler hatta yayın organlarında,mücahidleri yere göğe sığdıramayan haberlere yer vermişlerdi...Özellikle Gülen cemaatinin,baştan aşağı sıkıntı menşeli dergisi SIZINTI'nın 1985-87 yılları arasındaki sayılarında mücahidlere sık sık yer vermiş,onları özlü sözlerle yücelterek ön ve arka kapaklarına taşımışlardı...SSCB'ye karşı direnen mücahidlerin cephesi,bugün ABD'ye karşı yönelince,aynı cemaatin yayın organları başta Zaman gazetesi olmak üzere mücahidleri terörist ilan ettiler...Benzer fraksiyona sahip cemaatlerde aynı tutumu sergilediler...Zira ılımlı İslam patentini aldıkları patronları Washington,yeni düşmanını SSCB'den sonra Müslümanlar olarak tayin etmişti...Fethullah Gülen ve cemaati komprador bir tavırla Filistin ve Irak meselesi karşısında da aynı tavrı sergilemiş,direniş gösteren mücahileri 'bir avuç terörist ve kendini bilmezler' olarak tasvir etmiştir...Yine Beyazıt meydanlarında müslüman bacımın tesettürü için eylem yapan,duyarlı müslüman gençliğe 'sarhoş kılıklılar' diyen aynı adamdır ki bu belleğimizden asla silinmeyecek! F.Gülen,Clinton'un yukarıdaki ifadesinde yerini bulan,hıristiyanların papasına karşın,İslam dünyası için tüm Müslümanları zapt ve teshir altına alma selahiyetine sahip olarak Washingtonca tayin edilmiş,10 yıldır hilafet eğitimi aldığı ABD'den yeni halifeliğinin merkezine ineceği günü beklemekte...Halifeliğinin ilk nüvelerini dinler arası diyalog safsatasıyla başlatan bu adam ilk ziyaretini Papa'ya yaptı...Ahmet Yasin ve Üsame Bin Ladin gibi Müslüman şahsiyetler karşısında yakın dostu Bülent Ece-bit'in Merve Kavakçı'ya olan kuduzluğu misali kin ve öfke kusan bu adam,Papa kafirinin karşısında saygı ve muhabbetten kırılacak kadar hassastı...'
'...arabacı geri geldi,fakat,Swann'ın önünde durduğu anda,o buna: 'O bayanı buldunuz mu? ' demedi de: 'Yarın sabah bana odun ısmarlamayı hatırlatınız,zannederim ki mevcudu azalmaya başlamış olmalıdır...' dedi...İhtimal,Swann düşünüyordu ki,şayet Remi,Odette'i kendisini beklediği bir kahvede bulmuş olsaydı,uğursuz akşamın sonu,mutlu akşamın başlamış olan gerçekleşmesiyle unutulmuş olurdu ve kendisi de zorla ve emin bir yerde ele geçirilmiş -artık kaçamayacak olan- bir saadete erişmeye acele etmek ihtiyacında bulunmazdı...Fakat bu,aynı zamanda da,atalet kuvvetinin sevkiyle idi: hani bir darbeden kaçınacakları,elbiselerinden bir alevi uzaklaştıracakları,acele harekette bulunacakları anda,ilkönce vakit geçiren,bir dayanak bulmak,hamle almak içinimişçesine bir saniye eski vaziyetlerinde duran kimseler yok mudur? Bu gibilerin vücutlarındaki gibi,Swann'ın ruhunda da bir esneklik noksanı vardı...Ve şüphesiz,arabacı 'Bu bayan şurada' diyerek sözünü kesseydi Swann cevap verirdi: 'Ha! Evet,doğru,sizi gönderdiğim iş...Tuhaf,hiç ummazdım...' Ve sonra,duymuş olduğu heyecanı ondan gizlemek,kendini kaygıdan kurtarmaya vakit bulmak ve nefsini saadete teslim etmek için ona odun mevcudundan bahse devam ederdi...'
'...öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki,yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil,eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum...Yalana herşey isyan etmelidir...Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır,ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır,camlar kırılmalıdır,hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan...Zavallı mürahik...
Nüzhet bana yalan söyledi...
Ah ben ruhumun içindeki o ikinci ruhu bilirim,esrarı gören gözleriyle ve esrarı duyan kulaklariyle herşeyi sezer ve bana sezdirir ve beni aldatamaz,ah,içim beni aldatamaz...
Ben o gün odaya girer girmez herşeyi sezdim...Aynalı dolap kapısının gıcırtısı,Nüzhet'in dizleri ve Nurefşan'ın gözleri bana üç münadi gibi haykırdlar...
Hakikati seviniz,o da sizi sever; hakikati arayınız,o da sizi arar ve üstüne yalan Çin setleri gibi kalın duvarlar örsün,altında kalan hakikat bir ince iniltiyle,bir hafif rüzgar dalgasiyle,herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: 'Ben buradayım! ' der...
Nüzhet bana yalan söyledi...
Hem de ne çabuk yaratılmış,ne mükemmel,ne güzel yalan! Annesi,aynalı dolabın içinde çıplakmış! Yalanlarla besli bir muhayyile hakikatin unsurlarını ne çabuk buluyor,etraftaki eşyayı,hadiseleri kendi gayesine göre ne çabuk tertip ediyor ve malzemesi hakikat olan,hakiki toprakla,alçıyla,suyla yoğrulan bu abide en kuvvetli gözleri nasıl aldatıyor,ne san'at,ne san'at!
'Bak sen ne vesveseli adamsın! ' ha? Düşün,düşün de anla! 'Senden gizli hiçbir şey konuşmuyorduk...Annem soyunuyordu...Sen odadan içeri girince aynalı dolabın içine saklandı...Ben sana işaret ettim,görmedin...Şimdi anladın mı? '
goblin
10.02.2007 - 23:57vodnik...op.107...
varyemez amca
10.02.2007 - 10:50bknz:ele verir talkını kendi yutar salkımı
dumbo
10.02.2007 - 10:13newton...
ISABELLE HUPPERT
10.02.2007 - 09:51-Neden ağlıyorsun,Marie? Bu kez niye ağlıyorsun?
-Haftalık kazancımın neredeyse tamamını kuaföre verdim ama saçımı hiç farketmedin...Kocam olarak sen bile...
-Şimdi yeniden kocan mı oldum?
damarına basmak
10.02.2007 - 00:28'...fakat,Legrandin bu adı duyar duymaz,baktım ki,dostumuz mavi gözlerinin ortasında,sanki,bunlar gizli bir iğnenin ucuyla delinivermişçesine bir küçük ve siyah kertik peyda oldu ve gözbebekleri gök rengi dalgacıklarla bunu gidermeğe çalışırken göz kapaklarının halkaları kararıp kapandı...Bana öyle geldi ki,ağzı da acı bir ifade ile burkulmuş; fakat Legrandin,yüzünün bu noktasında kendini daha çabuk toplayıp gülümsemişti: 'Hayır,tanımam onları.' demiştir ve bunu söylerken,gözleri vücuduna oklar saplanmış bir güzel martirin ıstıraplı bakışlarını muhafaza etmekteydi ve 'Hayır,tanımam onları...' sözündeki sertlik,bu sade,mahiyeti itibariyle bu kadar az şaşırtıcı bir suale verilmesi lazım gelen cevabın tabii ve harcıalem edasından epeyce uzaktı...Hususiyetle,bu sözü söylerken -güya Guermantes'ları tanımamış olmak vakıası son derece garip bir tesadüfün eseriymiş gibi- kelimelerin üstüne birer birer öyle bir başı eğilerek,kafasıyla selamlar vererek,karşısındakine hakikatte zıt bir iddiayı mutlaka hakikat olarak kabul ettirmek istiyormuşçasına bir ısrar edişi ve yahut da,çok vakitten beri kendisini üzen sıkıntılı bir durumu nihayet açığa vurmak zorunda kalıp da başkalarına,böyle bir itirafta bulunmaktan hiç utanmadığını,hatta bunu kolay,hoş ve tabii bulduğunu göstermek isteyen bir kimsenin yapmacıklı tantanasıyla bir ifade ediş tarzı vardı ki beni hayretten hayrete düşürmüştü...Evet,bence; Legrandin,Guermantes'larla tanışmamış olmayı,kendi arzusu hilafına başına gelip çektiği bir mahrumiyet gibi değil,fakat,bir takım ahlak prensipleri veya bazı mistik adaklar namına onu Guermantes'larla düşüp kalkmaktan meneden bir aile töresine itaat ederek kendi isteğiyle,kendi iradesiyle yarattığı bir vaziyet olarak göstermek istiyordu...Nitekim,deminki,sözünü şu suretle biraz daha genişleterek tekrar etti: 'Hayır,hayır; onları tanımam; hiçbir zaman da tanımak istemedim; daima istiklalimi,tam istiklalimi muhafazaya çalıştım...Bilirsiniz ki,benim jakobin bir kafam vardır...Çok kişi bana başvururdu; böyle yabani pek kaba tavırlar takınmada,bir ihtiyar ayı gibi köşeye çekilip kalmada mana yok; git şu Guermantes'larla görüş,dedi...Eğer adım bir ihtiyar ayıya çıkmışsa ne ala; ben bu halimden ve böyle görünmekten hiç korkmam,zira ben gerçekten buyumdur...Dünyada sevdiğim ve alaka duyduğum birkaç eski kiliseden,iki üç kitaptan,iki üç tablodan ibarettir... Bir de,sizin gençliğinizin taze yelini ihtiyar gözlerime artık görünmez olmuş bahçe tarhlarından şu mehtaplı geceye getirmiş olduğu kokuları severim.' Lakin ben,zaten tanımadığımız kimselerin evine gitmemek için neden istiklalimize tutunmak lazım geleceğini ve bundan dolayı neden bir yabancıya,bir ihtiyar ayıya benziyeceğimi anlamıyorum...Fakat,anladığım bir şey varsa,o da Legrandin,hayatta yalnız kiliseleri,mehtabı ve gençliği sevdiğini söylemekte tam hakikati ifade etmiş olmuyordu...O,pek ala şato sahiplerini de seviyordu; hatta o kadar ki,onların yanında bulunduğu vakit hoşlarına gitmeyecek bir şey yapmaktan ödü kopuyor; onların yanında bulunduğu vakit,bir takım burjuva dostlara,noter veya sarraf oğullarına selam vermekten çekiniyor ve bu gibi kimselerle düşüp kalkmak ayıbı,hiç değilse kendi arkasından meydana çıksın da,yüzüne vurulmasın diye,başını önüne eğip geçiyordu...Hiç şüphesiz,bu adam snobun biriydi...Fakat,bizimle konuşurken kullandığı tatlı dilde,bu taraflarından hiçbirini sezdirmiyordu ve ben,ona: 'Guermante'ları tanır mısınız? ' diye sorunca,bu tatlı dilli Legrandin: 'Hayır; diyordu...Onları tanımam; hiçbir zaman da tanımak istemem.' Ama,öbür Legrandin,bizimkinin snobizmasına dair kimbilir ince tehlikeli ve yüz kızartıcı hikayeler bilen ikinci Legrandin,yani öz ve hakiki Legrandin,demincek benim sorduğum sual üzerine bakışı yaralanan,ağzı burkulan ve sesiyle sözüne adeta bir facia aktörünün,şişkin edasını veren,vücuduna binlerce ok saplanmış snobizmanın o zavallı Saint-Sebastien'i idi...Ve bu martir bana diyordu ki: 'Aman,hayatımın en büyük yarasını deşmeyiniz; bu sualinizle kalbimi örselediniz,acıttınız...Hayır,heyhat,Guermantes'ları tanımıyorum.' Ve böyle söyleyecek olan asıl Legrandin,için için,bir yaramaz çocuktan,bir madrabazdan başka bir şey olmadığı için,öbürü gibi güzel lafla söyleyemezdi; fakat,buna mukabil sözü daha ani,daha insiyakiydi; tatlı dilli,hoşsohbet Legrandin,onu susturmadan evvel,o çoktan diyeceğini demiş bulunurdu ve bizim dostumuz,öbür benliğinin bu patavatsızlıklarının boş yere önüne geçmek istiyor ve belki,neticeden ancak başkaları üstünde yaptığı kötü tesiri biraz hafifletebilmekle kalıyordu...'
film replikleri
08.02.2007 - 00:34-Kendimi tekrarlamaktan nefret ederim...İnsanı aptal gösterir...
(8 mm)
film replikleri
08.02.2007 - 00:32-Gördüklerini asla silip atamazsın...
(8 mm)
film replikleri
08.02.2007 - 00:20-Şeytanla dans edersen o değişmez,sen değişirsin...
(8 mm)
adaptasyon
07.02.2007 - 22:12orkide...
rené jacobs
07.02.2007 - 22:07irène jacob...
frank darabont
07.02.2007 - 10:35mapus...
ünlü'dür ne dese yeridir
06.02.2007 - 01:54'Evet, bugün perşembe, haftanın son günü, yani bugünü saymazsak...”
(Pınar Altuğ)
'Siz ben olmuşum, ben siz olmuşsunuz...”
(Esra Ceyhan, Huysuz Virjin’e rüyasını anlatıyor)
“Tuğba Özay’ı alkışlayan gruba bakıyorum... Büyük bir çoğunluğunu kadın ve erkekler oluşturuyor...”
(Ece Erken, Passaparola’da)
“Bütün o elektronik şeyler aslında biraz mekanik kaçıyor...”
(Gülben Ergen, SMS, e-card gibi yöntemlerden hoşlanmadığını belirtmek istiyor)
“Yani şimdi sizin annenizin bütün evliliklerinden elde ettiği toplam çocuk sayısı kaç? ”
(Sinan Çetin, Film Gibi programında konuğa)
'Makul ağla! ..”
(Savaş Ay, A Takımı’nda sinir krizi geçirttiği Niran Ünsal’a)
“Bu çocuk üçünüzden! ..”
(Erman Toroğlu, Karar Anı adlı programda, karı-koca ve sevgiliye söylüyor)
“Müzikte tek eksiğim opera...”
(Doğuş)
“Her sene bir sene daha geçiyor...”
(Tarkan)
“Ben, yıllardır süregelen ve gitgide gerileyen arabesk türkücü imajını roketlemek istiyorum... Arabaların torpidolarında en arkada duran kasetleri önlere çıkartmak istiyorum...”
(Özcan Deniz)
“Ses, bedende en geç yaşlanan organdır...”
(Nükhet Duru)
'Yıllardır olmamıştı, uzun zamandan beri ilk defa tek partili koalisyon oluyor...”
(Nil Karaibrahimgil, Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu)
“Benim o kültürsüz insanlarla işim olmaz, zaten şimdi ultrasyondan çıktım çok mutluyum...”
(Ceylan)
“Kel miyim, topal mıyım gidip de yasak bir ilişki yaşayayım...”
(Didem Taslan)
“Bu tür şeyler gerçek hayatta da, normal hayatta da yanına yaklaşmam artı sevmem...”
(Tuğba Özay)
“Tangoya başlarken kadınlar sağ ön, erkekler sol arka ayaklarıyla başlar...”
(İpek Tuzcuoğlu)
'Filmin finalini soran anketler internetlerde yayınlandı...”
(Özcan Deniz)
“Ağzınla kuş tutsan... ne kuşu? ! Ejderha tutsan bunlara yaranamazsınız...”
(Ahmet Çakar)
'Hayırlı vilayetler...”
(Ziya Şengül, İstanbul Valisi ile konuşurken)
“İyi püskürtmüş! ..”
(Şansal Büyüka, hakeme tüküren oyuncu için)
'Yani ne bileyim, doksan bile değil yüz derece döndüm o olaydan sonra...'
(Kuşum Aydın)
'Dokunuşu vuruşu şut orta karışımı vuruş şutu...'
(Şansal Büyüka)
henri murger
06.02.2007 - 01:46mimi...
nizami
04.02.2007 - 10:33'Gamından anlayan elem çekmiş dostların varsa gam yeme...Mademki yârin var,gamın boynunu kır...Ey gamın zebunu olanlar! Size dostların dostluğu sağlam bir dayanaktır...İki kişi bir an için dost olunca o anda yüz gam bile olsa yok olur...
...
Birkaç kalpazan kalkmış,sahte bir kalıp dizmişler...
İşkembeye benzeyen o gibilere yalnız yüz tarafından bak...Sırlarını onların parmağına dolamaktan sakın...Onlar,karşında nurdan daha saf görünür,arkanda gölgeden daha münafık yürürler...Mumdan daha doğru,fakat ödağacından daha düğümlü; sade görünüşlü,fakat içten pazarlıklıdırlar...Eksik tarafını görür,iyiliklerini unuturlar,daima kusur arayan şikayetçidirler...Sana sevgi ve muhabbet gösterirler,kinlerini düğümleyerek içlerine saklarlar...
Bir aşık ki,topraktan daha donuk kalbli,bir yiğit ki gönlü gibi ölü,onların dostluklarını gönül mihengine vurma...Sarhoş değilsen ayağını bu çamura basma...Onlar dağların hazine bekçisidir...Yanlarında sırrını açma,rüsvaylık istemiyorsan onlara seslenme...Dalkavuklukla ağzından bir şey kaparlar,sonra kendilerini senden daha üstün göstermeye çalışırlar...Bir edepsizle nasıl barışabilirsin? Böyle bir barışı Allah kahretsin...
Menfaat kaygısıyla karışık her söz,düşmanlıkla karışık bir dostluğun ifadesidir...Senlik benlik duygularından hasıl olan (menfaate dayanan) dostluğun daima düşmanlıkla ilgisi vardır...Dost,rahatlık veren bir merhemdir...Yoksa bir takım bayağıların sözünü etme...Dost senin kusurunu hüner,zehrini şeker görür...Nasıl ki kedi yavrularını fazla sevmesi yüzünden etlerini yer...
Dost kimdir? Sır saklayan...Şu sahte dostlar ise rüzgar gibi hep gizli perdeleri açarlar...Onlar hep sana nasıl üstün geleceklerini düşünmekte,işinin kazancını hangi efsunla aşıracaklarını sayıklamaktadırlar...Yüzüne karşı sana aşık görünür,fakat dar vakitte yan çizerler...Sana açıktan açığa dostluk gösteren bir kimsenin sevgisini kalbin inkar ederse o dost değil,bir düşmandır...Gerçek dostun kim olduğunu ceset ne bilsin? Vefalı dostu ancak kalb tanır...
Bir kalbin,yüz bin gamın var,solgun bir gül,yüz diken yarası...Ülke çok,ama Feridun bir tane...Hoş kokular bol,fakat dimağ küçük alemde her varlık perde içindedir...Senin sırrına da ancak kalbin aşinadır...Kalbinde anahtar yoksa ona başkalarının kalbinden ne çare arıyorsun? Dar kalbli değilsen sırrını güneş gibi ovaya yaymak...Niçin? Bu hatadır...
Kalbin,sakladığı sırlardan birinin açıklarsa şaşma...Şarapla dolu şişe içindekini gizleyemez...Sana herhalde gerçek bir dost gerekli ise bunu kendinde ara! Mutlak başka bir dost bulmaya karar verdiysen çalış ki iyi bir yoldaş seçsin...Dostunun içyüzünü anlamadan sakın gizli cevherlerini saçma...
...
Akrebin düşmanlığı ejderhadan beterdir...Çünkü o senden gizlenmiştir...Öteki ise görünür bir düşmandır...Gaflet,ondan daha büyük bir hatadır...Düşmana karşı kinini azaltma...Onu küçük görürsen sonra sen küçük düşersin...Karınca o küçüklüğü ve kuvvetsizlği ile beraber yılan yavrusunun gözüne mil çeker...Ev hırsızlarla dolu,cevahirlerini sakla...Çölü gulyabaniler kaplamış,tesbih ve duaya çalış...'
film replikleri
04.02.2007 - 01:33-Kendi kararımı verememektense hataların en büyüğünü işlemeye razıyım...
(son mohikan)
film replikleri
04.02.2007 - 01:31-Bence onlar canları istediği anda hukuku bir kenara koyabiliyorlarsa o hukukun üstümüzde haklı bir otoritesi olamaz...
(son mohikan)
film replikleri
04.02.2007 - 01:29-Umduğunu bulamamana üzüldüm...
-Hayır, tersine...Hayal ettiğim şeylerin farklı çıkması,tüm hayallerin ötesinde çok daha derinden işledi içime...
(son mohikan)
gözümden kaçmaz
03.02.2007 - 16:44'...lisede ben arkadaşlarımın -o zamanki tabirle- haleti ruhiyelerini anlamak merakında idim...Bu bende bir delilik halinde idi...Bahçeden sınıfa girdiğimiz zaman,yerlerine oturmak için yanımdan geçenlerin yüzlerine,dikkatimi sezdirmeden bakmak adetimdi...Teneffüste,talebe grupları içinde susar ve söylenen sözlerden ziyade gizlenen temayülleri anlamaya çalışırdım...Arkadaşlarımı kendime göre birtakım mizaç,huy,karakter zümrelerine ayırmıştım...O zaman yazdığım şeyleri hala saklarım...Bu dikkatlerin ve bu notların sonraları insanları daha iyi anlamak için bana çok faydaları olmuştur...'
Gremlins
03.02.2007 - 14:01-Gece 12'den sonra sakın besleme...
-Suya yaklaştırma...
-Altını temiz tut...
Dinler Arası Diyalog
02.02.2007 - 10:23'...ABD'nin yıllar önce yeşil kuşak projesinin eleğinden ve mektebinden geçen bu cemaatler,iki kutuplu dünyanın soğuk savaş yıllarında ABD'nin SSCB işgaline karşı olan tüm politikalarının arkasında yer almışlardı...Bu cemaatler SSCB işgaline karşı direnen Afgan halkının direnişine 'maddi ve manevi' destek vermişler hatta yayın organlarında,mücahidleri yere göğe sığdıramayan haberlere yer vermişlerdi...Özellikle Gülen cemaatinin,baştan aşağı sıkıntı menşeli dergisi SIZINTI'nın 1985-87 yılları arasındaki sayılarında mücahidlere sık sık yer vermiş,onları özlü sözlerle yücelterek ön ve arka kapaklarına taşımışlardı...SSCB'ye karşı direnen mücahidlerin cephesi,bugün ABD'ye karşı yönelince,aynı cemaatin yayın organları başta Zaman gazetesi olmak üzere mücahidleri terörist ilan ettiler...Benzer fraksiyona sahip cemaatlerde aynı tutumu sergilediler...Zira ılımlı İslam patentini aldıkları patronları Washington,yeni düşmanını SSCB'den sonra Müslümanlar olarak tayin etmişti...Fethullah Gülen ve cemaati komprador bir tavırla Filistin ve Irak meselesi karşısında da aynı tavrı sergilemiş,direniş gösteren mücahileri 'bir avuç terörist ve kendini bilmezler' olarak tasvir etmiştir...Yine Beyazıt meydanlarında müslüman bacımın tesettürü için eylem yapan,duyarlı müslüman gençliğe 'sarhoş kılıklılar' diyen aynı adamdır ki bu belleğimizden asla silinmeyecek! F.Gülen,Clinton'un yukarıdaki ifadesinde yerini bulan,hıristiyanların papasına karşın,İslam dünyası için tüm Müslümanları zapt ve teshir altına alma selahiyetine sahip olarak Washingtonca tayin edilmiş,10 yıldır hilafet eğitimi aldığı ABD'den yeni halifeliğinin merkezine ineceği günü beklemekte...Halifeliğinin ilk nüvelerini dinler arası diyalog safsatasıyla başlatan bu adam ilk ziyaretini Papa'ya yaptı...Ahmet Yasin ve Üsame Bin Ladin gibi Müslüman şahsiyetler karşısında yakın dostu Bülent Ece-bit'in Merve Kavakçı'ya olan kuduzluğu misali kin ve öfke kusan bu adam,Papa kafirinin karşısında saygı ve muhabbetten kırılacak kadar hassastı...'
frodo
02.02.2007 - 00:32-You broke my heart Frodo...You broke my heart...
kamuflaj
01.02.2007 - 00:46'...arabacı geri geldi,fakat,Swann'ın önünde durduğu anda,o buna: 'O bayanı buldunuz mu? ' demedi de: 'Yarın sabah bana odun ısmarlamayı hatırlatınız,zannederim ki mevcudu azalmaya başlamış olmalıdır...' dedi...İhtimal,Swann düşünüyordu ki,şayet Remi,Odette'i kendisini beklediği bir kahvede bulmuş olsaydı,uğursuz akşamın sonu,mutlu akşamın başlamış olan gerçekleşmesiyle unutulmuş olurdu ve kendisi de zorla ve emin bir yerde ele geçirilmiş -artık kaçamayacak olan- bir saadete erişmeye acele etmek ihtiyacında bulunmazdı...Fakat bu,aynı zamanda da,atalet kuvvetinin sevkiyle idi: hani bir darbeden kaçınacakları,elbiselerinden bir alevi uzaklaştıracakları,acele harekette bulunacakları anda,ilkönce vakit geçiren,bir dayanak bulmak,hamle almak içinimişçesine bir saniye eski vaziyetlerinde duran kimseler yok mudur? Bu gibilerin vücutlarındaki gibi,Swann'ın ruhunda da bir esneklik noksanı vardı...Ve şüphesiz,arabacı 'Bu bayan şurada' diyerek sözünü kesseydi Swann cevap verirdi: 'Ha! Evet,doğru,sizi gönderdiğim iş...Tuhaf,hiç ummazdım...' Ve sonra,duymuş olduğu heyecanı ondan gizlemek,kendini kaygıdan kurtarmaya vakit bulmak ve nefsini saadete teslim etmek için ona odun mevcudundan bahse devam ederdi...'
Kadın zekası
31.01.2007 - 10:46'...öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki,yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil,eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum...Yalana herşey isyan etmelidir...Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır,ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır,camlar kırılmalıdır,hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan...Zavallı mürahik...
Nüzhet bana yalan söyledi...
Ah ben ruhumun içindeki o ikinci ruhu bilirim,esrarı gören gözleriyle ve esrarı duyan kulaklariyle herşeyi sezer ve bana sezdirir ve beni aldatamaz,ah,içim beni aldatamaz...
Ben o gün odaya girer girmez herşeyi sezdim...Aynalı dolap kapısının gıcırtısı,Nüzhet'in dizleri ve Nurefşan'ın gözleri bana üç münadi gibi haykırdlar...
Hakikati seviniz,o da sizi sever; hakikati arayınız,o da sizi arar ve üstüne yalan Çin setleri gibi kalın duvarlar örsün,altında kalan hakikat bir ince iniltiyle,bir hafif rüzgar dalgasiyle,herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: 'Ben buradayım! ' der...
Nüzhet bana yalan söyledi...
Hem de ne çabuk yaratılmış,ne mükemmel,ne güzel yalan! Annesi,aynalı dolabın içinde çıplakmış! Yalanlarla besli bir muhayyile hakikatin unsurlarını ne çabuk buluyor,etraftaki eşyayı,hadiseleri kendi gayesine göre ne çabuk tertip ediyor ve malzemesi hakikat olan,hakiki toprakla,alçıyla,suyla yoğrulan bu abide en kuvvetli gözleri nasıl aldatıyor,ne san'at,ne san'at!
'Bak sen ne vesveseli adamsın! ' ha? Düşün,düşün de anla! 'Senden gizli hiçbir şey konuşmuyorduk...Annem soyunuyordu...Sen odadan içeri girince aynalı dolabın içine saklandı...Ben sana işaret ettim,görmedin...Şimdi anladın mı? '
İşte şimdi anladım...Ah,küçük aşifte! '
CLAUDE CHABROL
30.01.2007 - 01:38yeni-dalga...
Toplam 983 mesaj bulundu