- A lot of people kid themselves, you know... They know when they were born, they know where they're goin', they know whether they're gonna go to heaven, whether they're gonna go to hell... They think they know that... They kid themselves... But the only people who are, you know, happy are the people who are comfortable... What's your truth is my falsehood... What's my falsehood is your truth and vice versa... I'm only happy when I'm angry, when I'm sad, when I can play the fool, when I can be what people want me to be rather than be myself... Doesn't matter who you are or what personality you choose... Choose a personality... Get dressed... We'll do a great show... We'll smile, we'll cry, big, glistening tears that pour onto the stage and we'll make their lives a little happier... So they won't have to face themselves... They can pretend to be somebody else... Be happy... Be joyous... Come on... You... Maestro... Give me the downbeat...
Does not the motive in the bass of this Prelude (in two parts with a double bar) remind us of Beethoven's 'Eroica' in measures 1 and 2 and again in measures 8-9 and 28-29? Above the bass comes a procession of appoggiaturas... Measures 4 to 8 and 16 to 20 clearly reveal writing for the two keyboards of the harpsichord... This has escaped the notice of commentators... Even worse, how could this weaving of broken chords, so characteristic of the harpsichord, be mistaken for an accompaniment of an imaginary sentimental melody or turned into rapid passage-work? Appoggiaturas, broken chords, measures 20 to 24, the entrancing progressions (measures 36 to 39) -all these are proof enough that the piece ought to be played, if not slowly, at least in a moderate tempo... And what can be said of the last two measures? Are they not almost an implied recitative?
The Fugue in F minor sways us by the continuity of its sharp, dancelike rhythm and, like the Fugue in E minor, Book I, does not display any device of counterpoint...
No.4 - Les Fées sont d'exquises danseuses (Periler Alışılmamış Danşçılardır) : Re bemol Majör tonda, 3/8'lik ölçüde, hızlı ve hafif (Rapide et léger) tempodaki prelüdde ise Debussy, Arthur Rackham'ın J.M. Barrie'nin 'Peter Pan'ın Kensington Gardens' (Peter Pan Kensington Bahçelerinde) adlı kitabı için yaptığı resimlerden esinlenmiştir... Masalsı bir hava içinde, uçucu figürlerle, Oberon'dan bir korno motifini de içeren büyülü ve çabuk trillerle, eşit olmayan ritimlerle hayal dünyasındaki bir dansı yanstır...
...ve bilimin de önünde sonunda ideolojik bir kategori olduğunu ve egemen ideolojilerin bilimi kendi koltuk değneği olarak kullandığı net olarak görülmeye başlandı...
Aslında işin erbabı bunun böyle olduğunu zâten biliyordu ama seslerini bir türlü duyuramıyor, daha doğrusu sesleri siyonist-emperyalist şeytan tarafından boğuluyordu...
Aynı ideolojik zulüm tripodu bir sürü bilimsel ödülü de ihdas etti... Nobel ödülleri gibi... Olayın aslında ideolojik-politik bir savaş olduğuna ilişkin bilim dünyasından bazı örnekleri aşağıda vereceğiz...
Ama ne yazık ki, insanlık bütün bunları bilemedi, ideolojik kimlikleri olan insanlar ise ciddi bir ufuk problemi yaşayarak bu gelişmelerin üstüne gitmediler ve İslâmcı çevreler yahudi bilimine yakın durdular...
Fizik biliminde devrim niteliğindeki en önemli dönüm noktalarından biri 'Relativity' (Görelilik, izâfiyet, bağıllık) teorisidir ve bu teoriye imzasını atan isim de Albert Einstein'dır... Albert Einstein bir yahudidir...
Einstein'ın başarısı iki yönlüdür: Quantum teoremi ve Relativity teoremi... Einstein, Quantum (Zerre) teoremiyle, sanılanın aksine aslında 'determinist' ideolojinin etkisi altında kalmıştır... Einstein, İndeterminizm (Kesinsizlik) e karşıdır... Büyük Birleşik Alanlar Teorisi ve Gizli Değişkenler Teorisi, 'Materyalist Fizik'in karşısındadır...
Fakat İzâfiyet fomüllerinde ise, Einstein tamamen materyalist ideolojinin yanında yeralmıştır... Onun biyografisine göz attığımızda bazı ipuçlarına rastlıyoruz: Paranoid düzeyde Alman ve Alman ideolojisi düşmanı (özellikle anti-Hegelian) . Reformist... Bu düşüncelerinin yahudi kırımı ile ilgisi de yok, zira, olaylardan çok öncelere dayanıyor...
Yine üstelik, Almanlar tarafından çok seviliyor... Kozirev ise Einstein'i direkt olarak karşısına alır: 'Einstein, Almanlar'ın (Alman Aryen ideolojisinin) bütün bilim ve fiziği tek başlarına temsil etmelerine çok kızıyordu...
Dünya Yahudi örgütlerinin Einstein'ı sıkıştırdığı ve bir yahudi fiziğini geliştirmesi konusunda zorladığı, bunu finanse etmeye de hazır olduğu da biliniyordu...
Yahudi fiziğinden kasıt, Siyonist ideolojinin bilim alanlarındaki tahakküm istemidir...
Bu baskıların sonucu Einstein, Uzay'ın saf vakum (boşluk) olduğunu, sırf Esir'e yer vermemek için zorâki olarak belirtti... Oysa orthodox bir musevîydi veya öyle bir imaj veriyordu... Yani Einstein inançlarını zorluyordu...
Bunun nedeni ideolojik yetmezliğiydi... Olaylara tam olarak anlam veremiyor, yahudilerin kendini neden baskı altında tuttuğunu bir türlü anlayamıyordu... Einstein, Esir'e inanıyordu... Taktiğe göre, yalnızca Madde vardı; Uzay ise 'HİÇ BİR ŞEY'den ibâretti!
Einstein gibi bir ustanın böyle bir saçmalığa inanması rasyonel değildir... Üstelik tam da o sırada, Uzay'ın tıkabasa enerji alanları ve elektromanyetik dalgalardan oluştuğu netleşmişken... Einstein, bu gerçekliğe de anlaşılmayan bir biçimde direndi ve yahudi tezini dayatmaya devam etti...
Oyunun kuralı gereği, bir diğer yahudi fizikçi devreye girdi ve sözde Einstein'ı yalanladı ve Uzay'ın vakum (boşluk) değil, enerjetik alanlardan oluştuğunu, yeni bir buluş gibi sunarak, güyâ bir rekâbet yarattı... İki taraf da yahudi olduğu için başarı yahudi ideolojisininmiş gibi göründü... Aslında, Einstein Uzay'ın genişlediğini bizzat saptamış, fakat bir ölü (statik) uzayın canlanmasından, yahudi ideolojisi ürktü... Bu ürküntü sebepsiz değildi zira, durağan (statik) bir evren yerine dinamik bir evren, Başlangıç-Son veya Yaradılış-Kıyâmet gibi kavramların gündemleşmesine yol açacak seviyede dinî postulatları hatırlatıyordu... Bu, dev maddî (kapitalist) dünya yatırımlarını boşa düşürmek anlamını taşıyordu ve materyalist ideolojiyi, kendi soyunun dışında bütün dünyaya yayma politikası güden yahudi ideolojisinin hem prestiji hem de protokolleri sarsılacaktı...
Einstein talimât almakta gecikmedi ve bir kozmolojik sabir üretip bunu formüllerine ekledi ve Uzay'ı durdurmaya kalkıştı ve bundan dolayı da hayli acı çekti...
Kozirev ve Friedmann -ki, her ikisi de Alman'dır ve Einstein'ın arkadaşlarıdır- Einstein'ın foyasını ortaya çıkardılar ve Uzay'ın genişlediğini bildirdiler... Bu, 'K' sabiti'ne karşı bir manifesto niteliğindeydi... Einstein hatasını kabul etti ve özür diledi ama bu olan bitenleri kimse duymadı, duyamadı... Kol kırıldı yen içinde kaldı! Evren genişliyordu... Öyle ki, uzak galaksiler ışıktan da hızlı olarak bizden kaçıyordu! Einsteinistler, halâ 'Hiçbirşey ışıktan daha hızlı olamaz' diye galaksi hızlarında da, Einstein'ın kendisinin reddettiği 'K sabiti'ni kullanıyorlar...
Einstein, E=M.c2 formülünü, nasıl yalnızca madde-enerji eşdeğerliliği üzerine kurarak, boşluktaki enerji alanlarının da bir kütlesi olduğunu ve bunların da formüle eklenmesini es geçmişse, birçok şeyi de maksatlı olarak yarım bırakmıştır... Zaman'ın ve Çekim'in tensörünü (gercisini) ölçme güçlüklerini bildiğinden kurnazlıklara kalkıştı... Einstein, tekzip edilene kadar 'Efsane' olmayı planladı...
İdeoloji uyarınca Esîr inancını saklaması gerekiyordu... Esîr'e karşı çıkışını, 'Michelson-Morley deneyi'ne (Michelson da yahudidir) dayandırdı... Bu ikilinin, ışığın hızını bir masada aynalarla ölçmeleri, ışık hızının bulunması için hârikaydı ama, Esîr adına tam bir skandaldı... Çünkü, ışık gibi süper bir hız, bir deney masasında değil; uzaya çıkıp uzayda dağılmayan bir ışık huzmesiyle çok geniş, en azından 186.000 millik bir mesafe içinde ölçümlenmelidir... O zaman, iki ışık demeti arasında, FAZ farkının interferansı olup olmadığı anlaşılır... Einstein hep, denenmesi ileri teknikleri gerektirenleri ortaya atmış ve nâmının yürümesi için zaman kazanmıştır... Einstein, Fitzgerald ve Lorenz dönüşün formüllerini İzâfiyet için istismar ederek kendine mâl etmeye kalkıştı...
Nasıl ki, Gauss ve Riemann'ın matematik uzayını, Minkowsky'nin Zaman boyutunu birleştirip uzay-zamanını ileri sürüp Lorenz'in omuzlarına bastı, başaramayınca da evreni kısıtlamaya çalıştı...
Işık hızıyla giden bir cetvelin boyunu sıfırladı, zamanını ebediyyen durdurdu, kütlesini sonsuzlaştırdı ve denklemlerinin sonucu hep sonsuz çıktığı için, matematik tekilliğin (singularity) çözümsüzlüğüne bıraktı...
Oysa, bu sonsuzun çözümsüzlüğünün üçü de aşılabilir... Son tahlilde, bilim hiçbir aristokratik çevrenin, uluslararası sermaye çevrelerinin veya kafatasçı ideolojilerinin tekelinde olmamalıdır ancak geçinen aşamada maalesef durum böyle değildir ve emperyalizm bilime hükmetmektedir... Bilimi, çıkarcı ve tekelci bir ırkın tahrifinden uzak tutmak en önemli koşuldur...
Feinberg, Geinberg ve Bilaniuk, ışıktan hızlı gidilmesinin madde için bile mümkün olduğunu matematik olarak gösterdiler...
Ama şu bir gerçek ki, egemen ideolojiler hiç de yenilgiyi kabul etmek istemeyeceklerdir... Asıl mücadelemiz egemen ideolojilerle olmalıdır...
No.5 - Bruyéres (Fundalıklar) : La bemol Majör tonda, 3/4'lük ölçüde sakin (Calme) tempodaki parça, kendine özgü bir duygusallıkla, güneşin kavurduğu fundalığın yalnızlığını pastoral havada yansıtır... Biraz arabesk tarzda, inatçı bir monotonluğun da renkli olabileceğini zarif ve duygulu anlatımla ispatlar...
Örneğin, Leonardo da Vinci'nin 'Böğürtlenler Önünde Genç Bir Kadının Portresi' adlı tablosu... Ayna'da babanın savaş sırasında çocuklarıyla kısa bir süre için buluştuğu sahnede yer verdiğim tablo...
...
Leonardo'nun tablosunu öğelerine ayırmaya çalışmak gereksiz bir çaba olurdu; en azından hiçbir şey açıklamazdı... Çünkü özellikle açık ve kesin sonuçlar çıkarma olanaksızlığı bu kadın portresinin bıraktığı duygusal etkiye temel oluşturmaktadır... Bu tablodaki herhangi bir ayrıntıyı bütünden koparıp çıkartmak ya da o an edinilen izlenimi diğer bir izlenime yeğleyerek bunu nihai bir şey olarak kesinleştirmek ve bütün bunları burada sunulan görüntü ile dengeli bir ilişki kurmak adı altında yapmak, kesinlikle yanlıştır... Tablo bize, sonsuzlukla aramızda bir ilişki kurma olanağı veriyor ve bu olanağı yakalamak da önemli bir sanat eserinin en yüce amacıdır...
Benzer bir duyguyu da resimdeki bütünsellik yaratıyor, bütünsellik ise etkisini işte bu bölünmezliğinden alıyor... Tekbaşına ele alındığında, bütünden ayrılmış bir öğe ölüdür... Buna karşılık resimdeki en önemsiz öğede bile, kendi içinde kapalı resmin bütününe hakim olan özelliklerin aynısı tespit edilebilir... Bu özellikler, anlamları birleşik kaplar benzeri birinden ötekine akan uzlaşmaz öğelerin karşılıklı etkileşiminin bir sonucudur: Leonardo'nun resmettiği kadın çehresi yüce düşüncelerin izlerini taşır, ne var ki kadına belli bir sıradanlık da hakimdir, sanki düşük ihtirasların pençesine düşmüş biridir kadın... Bu portre bize içinde sonsuzluk kadar çok şey görme olanağı sunuyor... Anlamı ve özü peşinde koşarken insan, çıkışı olmayan dev bir labirentte kaybolup gidiyor... Bu portrenin, en son noktası hiçbir zaman açıklığa kavuşturulamayacak tükenmez bir kaynağa sahip olduğunu duygusal olarak kavramamız, zaten gerçek bir haz duymamızın başlıca nedenleridir... Otantik bir görüntü düşüncesi, izleyicisinde aynı anda hem son derece karmaşık hem de çelişkili, hatta zaman zaman birbirini tamamen dışlayan duygular yaratır...
Olumlunun tersine dönüştüğü veya olumsuzun olumlunun içine nüfuz ettiği anı yakalamak mümkün değildir... Sonsuzluk görüntünün çatısına içkin bir şeydir... Ancak insan günlük hayatında kaçınılmaz olarak birini ötekine yeğleyebiliyor, seçiyor ve sanat eserini kendi kişisel deneyimleri bağlamında ele alıyor... Ve nasıl insan, davranışlarında ister istemez faydacılığı ön planda tutuyorsa, yani önemli önemsiz her konuda kendi gerçeğini savunuyorsa bir sanat eserine karşı da keyfince davranıyor... Eseri kendi hayatı bağlamında görüp belli bazı düşünsel formüllerle arasında bir bağ oluşturuyor... Çünkü büyük sanatsal başyapıtlar doğaları gereği değişkendir ve birbirinden apayrı sayısız inceleme şekillerine olanak sağlarlar...
Kasıtlı eğilimselcilik, bir sanatçıyı her zaman bir görüntü sistemine boyun eğmeye zorlayan o dogmatizm benim hiç dayanamadığım bir şeydir... Ayrıca, bence, bir sanatçının kullandığı yöntem hiçbir zaman anlaşılmamalıdır...
'Spiegelfuge' (Ayna Füg) olarak yazılan XVI. Contrapunctus önce asıl formunda (rectus) , üç sesli müzikal bir trio biçiminde, tema temel şekilde ve dönüşlü (Umkehrung) olarak duyurulur... Sonra da Inversus'ta, sanki bir aynadan yansırcasına orta seslerdeki parti tize, bas partisi orta seslere ve Rectus'un tiz partisi de bas seslere geçer; tüm hareket dönüşümlü olarak sergilenir...
İlk kez 27 Kasım 1931'de Viyana'da Paul Wittgenstein tarafından yorumlanan konçerto tek bölümlü olmasına rağmen Lento (ağır) , Allegro (çabuk) tempoda Scherzo tarzı ve Lento final olarak üçe ayrılabilir... Lento tempodaki girişte, ağır ve tutkulu havadaki Sarabande teması bas yaylıların eşliğinde kontrfagotla duyurulur... La Valse'i anımsatan biçimde, görkemli bir marş gibi yavaşça gelişir ve solo çalgının girişi için gerekli dramatik gerilimi sağlar... Piyano, adeta vahşi vuruşlu, kısa bir kadansla girer; bunu orkestra caz unsurunu sergileyen bir anlatımla cevaplar... Sarabande temasının varyasyonlarla gelişen bir tekrarını sunan orkestrayı sonra, daha ağır (piu lento, espressivo) bölme izler... Tonalite Si minöre dönüşür; tek kornoyla klarinet en baştaki temayı piyanonun süslediği arpejler üzerinde duyurur... Bunu izleyen çabuk (Allegro) bölmede yaylı çalgıların berrak pizzicato'su eşliğindeki trompetler, tümü etkileyen kısa temayı duyurur... Piyanonun bunu cevaplamasından sonra, ritmin değişkenliğiyle sergilenen Ragtime benzeri tema, -özellikle bir caz tenor saksafoncusu gibi- titizce, fagotun serbest ritmiyle vurgulanır... Bunu duygulu (espressivo) trombon izler... Daha sonra tüm üfleme ve vurma çalgılarla desteklenen bölmede piyano da geri kalmaz... Bu fırtına zirveye ulaşınca yeniden, ağır sarabande havası, bu kez değişik orkestrasyonla belirgin (sostenuto) ve duygulu (espressivo) duyurulur... Piyanonun ikinci virtüoz kadansı da bu değişimle ilgilidir... Kadansın sonu da sarabande'ın görkemli havasını oluşturur ve son beş mezürdeki çabuk (Allegro) finalle eser sona erer...
berzah
16.09.2008 - 22:44Caliphornia dreaming...
buzdan hayaller
16.09.2008 - 22:39'Edward Scissorhands' (1990)
Tim Burton
zamana yenik düşmek
16.09.2008 - 22:36Firuze...
film replikleri
16.09.2008 - 22:25- A lot of people kid themselves, you know... They know when they were born, they know where they're goin', they know whether they're gonna go to heaven, whether they're gonna go to hell... They think they know that... They kid themselves... But the only people who are, you know, happy are the people who are comfortable... What's your truth is my falsehood... What's my falsehood is your truth and vice versa... I'm only happy when I'm angry, when I'm sad, when I can play the fool, when I can be what people want me to be rather than be myself... Doesn't matter who you are or what personality you choose... Choose a personality... Get dressed... We'll do a great show... We'll smile, we'll cry, big, glistening tears that pour onto the stage and we'll make their lives a little happier... So they won't have to face themselves... They can pretend to be somebody else... Be happy... Be joyous... Come on... You... Maestro... Give me the downbeat...
(The Killing of a Chinese Bookie)
well tempered clavier
16.09.2008 - 22:23Prelude and Fugue XII in F Minor
Does not the motive in the bass of this Prelude (in two parts with a double bar) remind us of Beethoven's 'Eroica' in measures 1 and 2 and again in measures 8-9 and 28-29? Above the bass comes a procession of appoggiaturas... Measures 4 to 8 and 16 to 20 clearly reveal writing for the two keyboards of the harpsichord... This has escaped the notice of commentators... Even worse, how could this weaving of broken chords, so characteristic of the harpsichord, be mistaken for an accompaniment of an imaginary sentimental melody or turned into rapid passage-work? Appoggiaturas, broken chords, measures 20 to 24, the entrancing progressions (measures 36 to 39) -all these are proof enough that the piece ought to be played, if not slowly, at least in a moderate tempo... And what can be said of the last two measures? Are they not almost an implied recitative?
The Fugue in F minor sways us by the continuity of its sharp, dancelike rhythm and, like the Fugue in E minor, Book I, does not display any device of counterpoint...
film replikleri
14.09.2008 - 23:38- Dying together is even more personal than living together...
(Lifeboat)
iktidar
14.09.2008 - 23:31'Duel' (1971)
Steven Spielberg
teknikler ve mistikler
14.09.2008 - 23:26No.4 - Les Fées sont d'exquises danseuses (Periler Alışılmamış Danşçılardır) : Re bemol Majör tonda, 3/8'lik ölçüde, hızlı ve hafif (Rapide et léger) tempodaki prelüdde ise Debussy, Arthur Rackham'ın J.M. Barrie'nin 'Peter Pan'ın Kensington Gardens' (Peter Pan Kensington Bahçelerinde) adlı kitabı için yaptığı resimlerden esinlenmiştir... Masalsı bir hava içinde, uçucu figürlerle, Oberon'dan bir korno motifini de içeren büyülü ve çabuk trillerle, eşit olmayan ritimlerle hayal dünyasındaki bir dansı yanstır...
rejim
14.09.2008 - 23:19...
...ve bilimin de önünde sonunda ideolojik bir kategori olduğunu ve egemen ideolojilerin bilimi kendi koltuk değneği olarak kullandığı net olarak görülmeye başlandı...
Aslında işin erbabı bunun böyle olduğunu zâten biliyordu ama seslerini bir türlü duyuramıyor, daha doğrusu sesleri siyonist-emperyalist şeytan tarafından boğuluyordu...
Aynı ideolojik zulüm tripodu bir sürü bilimsel ödülü de ihdas etti... Nobel ödülleri gibi... Olayın aslında ideolojik-politik bir savaş olduğuna ilişkin bilim dünyasından bazı örnekleri aşağıda vereceğiz...
Ama ne yazık ki, insanlık bütün bunları bilemedi, ideolojik kimlikleri olan insanlar ise ciddi bir ufuk problemi yaşayarak bu gelişmelerin üstüne gitmediler ve İslâmcı çevreler yahudi bilimine yakın durdular...
Fizik biliminde devrim niteliğindeki en önemli dönüm noktalarından biri 'Relativity' (Görelilik, izâfiyet, bağıllık) teorisidir ve bu teoriye imzasını atan isim de Albert Einstein'dır... Albert Einstein bir yahudidir...
Einstein'ın başarısı iki yönlüdür: Quantum teoremi ve Relativity teoremi... Einstein, Quantum (Zerre) teoremiyle, sanılanın aksine aslında 'determinist' ideolojinin etkisi altında kalmıştır... Einstein, İndeterminizm (Kesinsizlik) e karşıdır... Büyük Birleşik Alanlar Teorisi ve Gizli Değişkenler Teorisi, 'Materyalist Fizik'in karşısındadır...
Fakat İzâfiyet fomüllerinde ise, Einstein tamamen materyalist ideolojinin yanında yeralmıştır... Onun biyografisine göz attığımızda bazı ipuçlarına rastlıyoruz: Paranoid düzeyde Alman ve Alman ideolojisi düşmanı (özellikle anti-Hegelian) . Reformist... Bu düşüncelerinin yahudi kırımı ile ilgisi de yok, zira, olaylardan çok öncelere dayanıyor...
Yine üstelik, Almanlar tarafından çok seviliyor... Kozirev ise Einstein'i direkt olarak karşısına alır: 'Einstein, Almanlar'ın (Alman Aryen ideolojisinin) bütün bilim ve fiziği tek başlarına temsil etmelerine çok kızıyordu...
Dünya Yahudi örgütlerinin Einstein'ı sıkıştırdığı ve bir yahudi fiziğini geliştirmesi konusunda zorladığı, bunu finanse etmeye de hazır olduğu da biliniyordu...
Yahudi fiziğinden kasıt, Siyonist ideolojinin bilim alanlarındaki tahakküm istemidir...
Bu baskıların sonucu Einstein, Uzay'ın saf vakum (boşluk) olduğunu, sırf Esir'e yer vermemek için zorâki olarak belirtti... Oysa orthodox bir musevîydi veya öyle bir imaj veriyordu... Yani Einstein inançlarını zorluyordu...
Bunun nedeni ideolojik yetmezliğiydi... Olaylara tam olarak anlam veremiyor, yahudilerin kendini neden baskı altında tuttuğunu bir türlü anlayamıyordu... Einstein, Esir'e inanıyordu... Taktiğe göre, yalnızca Madde vardı; Uzay ise 'HİÇ BİR ŞEY'den ibâretti!
Einstein gibi bir ustanın böyle bir saçmalığa inanması rasyonel değildir... Üstelik tam da o sırada, Uzay'ın tıkabasa enerji alanları ve elektromanyetik dalgalardan oluştuğu netleşmişken... Einstein, bu gerçekliğe de anlaşılmayan bir biçimde direndi ve yahudi tezini dayatmaya devam etti...
Oyunun kuralı gereği, bir diğer yahudi fizikçi devreye girdi ve sözde Einstein'ı yalanladı ve Uzay'ın vakum (boşluk) değil, enerjetik alanlardan oluştuğunu, yeni bir buluş gibi sunarak, güyâ bir rekâbet yarattı... İki taraf da yahudi olduğu için başarı yahudi ideolojisininmiş gibi göründü... Aslında, Einstein Uzay'ın genişlediğini bizzat saptamış, fakat bir ölü (statik) uzayın canlanmasından, yahudi ideolojisi ürktü... Bu ürküntü sebepsiz değildi zira, durağan (statik) bir evren yerine dinamik bir evren, Başlangıç-Son veya Yaradılış-Kıyâmet gibi kavramların gündemleşmesine yol açacak seviyede dinî postulatları hatırlatıyordu... Bu, dev maddî (kapitalist) dünya yatırımlarını boşa düşürmek anlamını taşıyordu ve materyalist ideolojiyi, kendi soyunun dışında bütün dünyaya yayma politikası güden yahudi ideolojisinin hem prestiji hem de protokolleri sarsılacaktı...
Einstein talimât almakta gecikmedi ve bir kozmolojik sabir üretip bunu formüllerine ekledi ve Uzay'ı durdurmaya kalkıştı ve bundan dolayı da hayli acı çekti...
Kozirev ve Friedmann -ki, her ikisi de Alman'dır ve Einstein'ın arkadaşlarıdır- Einstein'ın foyasını ortaya çıkardılar ve Uzay'ın genişlediğini bildirdiler... Bu, 'K' sabiti'ne karşı bir manifesto niteliğindeydi... Einstein hatasını kabul etti ve özür diledi ama bu olan bitenleri kimse duymadı, duyamadı... Kol kırıldı yen içinde kaldı! Evren genişliyordu... Öyle ki, uzak galaksiler ışıktan da hızlı olarak bizden kaçıyordu! Einsteinistler, halâ 'Hiçbirşey ışıktan daha hızlı olamaz' diye galaksi hızlarında da, Einstein'ın kendisinin reddettiği 'K sabiti'ni kullanıyorlar...
Einstein, E=M.c2 formülünü, nasıl yalnızca madde-enerji eşdeğerliliği üzerine kurarak, boşluktaki enerji alanlarının da bir kütlesi olduğunu ve bunların da formüle eklenmesini es geçmişse, birçok şeyi de maksatlı olarak yarım bırakmıştır... Zaman'ın ve Çekim'in tensörünü (gercisini) ölçme güçlüklerini bildiğinden kurnazlıklara kalkıştı... Einstein, tekzip edilene kadar 'Efsane' olmayı planladı...
İdeoloji uyarınca Esîr inancını saklaması gerekiyordu... Esîr'e karşı çıkışını, 'Michelson-Morley deneyi'ne (Michelson da yahudidir) dayandırdı... Bu ikilinin, ışığın hızını bir masada aynalarla ölçmeleri, ışık hızının bulunması için hârikaydı ama, Esîr adına tam bir skandaldı... Çünkü, ışık gibi süper bir hız, bir deney masasında değil; uzaya çıkıp uzayda dağılmayan bir ışık huzmesiyle çok geniş, en azından 186.000 millik bir mesafe içinde ölçümlenmelidir... O zaman, iki ışık demeti arasında, FAZ farkının interferansı olup olmadığı anlaşılır... Einstein hep, denenmesi ileri teknikleri gerektirenleri ortaya atmış ve nâmının yürümesi için zaman kazanmıştır... Einstein, Fitzgerald ve Lorenz dönüşün formüllerini İzâfiyet için istismar ederek kendine mâl etmeye kalkıştı...
Nasıl ki, Gauss ve Riemann'ın matematik uzayını, Minkowsky'nin Zaman boyutunu birleştirip uzay-zamanını ileri sürüp Lorenz'in omuzlarına bastı, başaramayınca da evreni kısıtlamaya çalıştı...
Işık hızıyla giden bir cetvelin boyunu sıfırladı, zamanını ebediyyen durdurdu, kütlesini sonsuzlaştırdı ve denklemlerinin sonucu hep sonsuz çıktığı için, matematik tekilliğin (singularity) çözümsüzlüğüne bıraktı...
Oysa, bu sonsuzun çözümsüzlüğünün üçü de aşılabilir... Son tahlilde, bilim hiçbir aristokratik çevrenin, uluslararası sermaye çevrelerinin veya kafatasçı ideolojilerinin tekelinde olmamalıdır ancak geçinen aşamada maalesef durum böyle değildir ve emperyalizm bilime hükmetmektedir... Bilimi, çıkarcı ve tekelci bir ırkın tahrifinden uzak tutmak en önemli koşuldur...
Feinberg, Geinberg ve Bilaniuk, ışıktan hızlı gidilmesinin madde için bile mümkün olduğunu matematik olarak gösterdiler...
Ama şu bir gerçek ki, egemen ideolojiler hiç de yenilgiyi kabul etmek istemeyeceklerdir... Asıl mücadelemiz egemen ideolojilerle olmalıdır...
berzah
11.09.2008 - 23:38'Kaze no tani no Naushika' (1984)
Hayao Miyazaki
köy anıları
11.09.2008 - 23:09...
Bu dağlar eze dağlar
Yar gele geze dağlar
Suları şarap olmuş
Çiçeği meze dağlar
...
Ertelenmiş Hayatlar
11.09.2008 - 22:51'Stranger Than Paradise' (1984)
Jim Jarmusch
içimizdeki hüzün devi
09.09.2008 - 23:44Black - Wonderful Life...
Bleeding me
09.09.2008 - 23:34I Want You (She's So Heavy)
kült film
09.09.2008 - 23:31'Häxan' (1922)
Benjamin Christensen
teknikler ve mistikler
09.09.2008 - 23:30No.5 - Bruyéres (Fundalıklar) : La bemol Majör tonda, 3/4'lük ölçüde sakin (Calme) tempodaki parça, kendine özgü bir duygusallıkla, güneşin kavurduğu fundalığın yalnızlığını pastoral havada yansıtır... Biraz arabesk tarzda, inatçı bir monotonluğun da renkli olabileceğini zarif ve duygulu anlatımla ispatlar...
hasret
09.09.2008 - 23:28O ki, kadını var kadına hasret;
Hasret, kelimeye, kelimelerde.
Bir damla bal tadsa, tadına hasret;
Peşinden koştukça ufuk ilerde.
Allah'ım eşyanın hicâbındasın!
Sensin suda, kuşta, telde ses veren.
Nice hasret varsa gıyabındasın;
Aynalarda sensin seni gösteren...
NFK
ilham kaynağı olmak
09.09.2008 - 23:22...
Örneğin, Leonardo da Vinci'nin 'Böğürtlenler Önünde Genç Bir Kadının Portresi' adlı tablosu... Ayna'da babanın savaş sırasında çocuklarıyla kısa bir süre için buluştuğu sahnede yer verdiğim tablo...
...
Leonardo'nun tablosunu öğelerine ayırmaya çalışmak gereksiz bir çaba olurdu; en azından hiçbir şey açıklamazdı... Çünkü özellikle açık ve kesin sonuçlar çıkarma olanaksızlığı bu kadın portresinin bıraktığı duygusal etkiye temel oluşturmaktadır... Bu tablodaki herhangi bir ayrıntıyı bütünden koparıp çıkartmak ya da o an edinilen izlenimi diğer bir izlenime yeğleyerek bunu nihai bir şey olarak kesinleştirmek ve bütün bunları burada sunulan görüntü ile dengeli bir ilişki kurmak adı altında yapmak, kesinlikle yanlıştır... Tablo bize, sonsuzlukla aramızda bir ilişki kurma olanağı veriyor ve bu olanağı yakalamak da önemli bir sanat eserinin en yüce amacıdır...
Benzer bir duyguyu da resimdeki bütünsellik yaratıyor, bütünsellik ise etkisini işte bu bölünmezliğinden alıyor... Tekbaşına ele alındığında, bütünden ayrılmış bir öğe ölüdür... Buna karşılık resimdeki en önemsiz öğede bile, kendi içinde kapalı resmin bütününe hakim olan özelliklerin aynısı tespit edilebilir... Bu özellikler, anlamları birleşik kaplar benzeri birinden ötekine akan uzlaşmaz öğelerin karşılıklı etkileşiminin bir sonucudur: Leonardo'nun resmettiği kadın çehresi yüce düşüncelerin izlerini taşır, ne var ki kadına belli bir sıradanlık da hakimdir, sanki düşük ihtirasların pençesine düşmüş biridir kadın... Bu portre bize içinde sonsuzluk kadar çok şey görme olanağı sunuyor... Anlamı ve özü peşinde koşarken insan, çıkışı olmayan dev bir labirentte kaybolup gidiyor... Bu portrenin, en son noktası hiçbir zaman açıklığa kavuşturulamayacak tükenmez bir kaynağa sahip olduğunu duygusal olarak kavramamız, zaten gerçek bir haz duymamızın başlıca nedenleridir... Otantik bir görüntü düşüncesi, izleyicisinde aynı anda hem son derece karmaşık hem de çelişkili, hatta zaman zaman birbirini tamamen dışlayan duygular yaratır...
Olumlunun tersine dönüştüğü veya olumsuzun olumlunun içine nüfuz ettiği anı yakalamak mümkün değildir... Sonsuzluk görüntünün çatısına içkin bir şeydir... Ancak insan günlük hayatında kaçınılmaz olarak birini ötekine yeğleyebiliyor, seçiyor ve sanat eserini kendi kişisel deneyimleri bağlamında ele alıyor... Ve nasıl insan, davranışlarında ister istemez faydacılığı ön planda tutuyorsa, yani önemli önemsiz her konuda kendi gerçeğini savunuyorsa bir sanat eserine karşı da keyfince davranıyor... Eseri kendi hayatı bağlamında görüp belli bazı düşünsel formüllerle arasında bir bağ oluşturuyor... Çünkü büyük sanatsal başyapıtlar doğaları gereği değişkendir ve birbirinden apayrı sayısız inceleme şekillerine olanak sağlarlar...
Kasıtlı eğilimselcilik, bir sanatçıyı her zaman bir görüntü sistemine boyun eğmeye zorlayan o dogmatizm benim hiç dayanamadığım bir şeydir... Ayrıca, bence, bir sanatçının kullandığı yöntem hiçbir zaman anlaşılmamalıdır...
...
berzah
09.09.2008 - 23:19'I Know Who Killed Me' (2007)
Chris Sivertson
harflerin halleri
09.09.2008 - 23:16...
'Spiegelfuge' (Ayna Füg) olarak yazılan XVI. Contrapunctus önce asıl formunda (rectus) , üç sesli müzikal bir trio biçiminde, tema temel şekilde ve dönüşlü (Umkehrung) olarak duyurulur... Sonra da Inversus'ta, sanki bir aynadan yansırcasına orta seslerdeki parti tize, bas partisi orta seslere ve Rectus'un tiz partisi de bas seslere geçer; tüm hareket dönüşümlü olarak sergilenir...
...
Sevda Sözleri
09.09.2008 - 23:04Screamin' Jay Hawkins - I Put a Spell on You...
karanlık enerji
09.09.2008 - 22:57...
İlk kez 27 Kasım 1931'de Viyana'da Paul Wittgenstein tarafından yorumlanan konçerto tek bölümlü olmasına rağmen Lento (ağır) , Allegro (çabuk) tempoda Scherzo tarzı ve Lento final olarak üçe ayrılabilir... Lento tempodaki girişte, ağır ve tutkulu havadaki Sarabande teması bas yaylıların eşliğinde kontrfagotla duyurulur... La Valse'i anımsatan biçimde, görkemli bir marş gibi yavaşça gelişir ve solo çalgının girişi için gerekli dramatik gerilimi sağlar... Piyano, adeta vahşi vuruşlu, kısa bir kadansla girer; bunu orkestra caz unsurunu sergileyen bir anlatımla cevaplar... Sarabande temasının varyasyonlarla gelişen bir tekrarını sunan orkestrayı sonra, daha ağır (piu lento, espressivo) bölme izler... Tonalite Si minöre dönüşür; tek kornoyla klarinet en baştaki temayı piyanonun süslediği arpejler üzerinde duyurur... Bunu izleyen çabuk (Allegro) bölmede yaylı çalgıların berrak pizzicato'su eşliğindeki trompetler, tümü etkileyen kısa temayı duyurur... Piyanonun bunu cevaplamasından sonra, ritmin değişkenliğiyle sergilenen Ragtime benzeri tema, -özellikle bir caz tenor saksafoncusu gibi- titizce, fagotun serbest ritmiyle vurgulanır... Bunu duygulu (espressivo) trombon izler... Daha sonra tüm üfleme ve vurma çalgılarla desteklenen bölmede piyano da geri kalmaz... Bu fırtına zirveye ulaşınca yeniden, ağır sarabande havası, bu kez değişik orkestrasyonla belirgin (sostenuto) ve duygulu (espressivo) duyurulur... Piyanonun ikinci virtüoz kadansı da bu değişimle ilgilidir... Kadansın sonu da sarabande'ın görkemli havasını oluşturur ve son beş mezürdeki çabuk (Allegro) finalle eser sona erer...
ilham kaynağı olmak
09.09.2008 - 22:52Penny Lane...
film replikleri
09.09.2008 - 22:44- Çekici bir sadakat, senin en önemli özelliklerinden biri...
(Spellbound)
Toplam 3989 mesaj bulundu