Tuna Kafkas Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Anto ...

  • ortaköy

    14.07.2023 - 15:29

    https://pin.it/4pGNor0

  • farabi

    14.07.2023 - 15:23

    https://pin.it/BWy5Zmk

  • okumak

    14.07.2023 - 15:18

    https://pin.it/4NSBmpf

  • eflatun

    14.07.2023 - 01:57

    ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktu,
    tuzlu kocaman gözleriyle ve,
    atlı karınca döndükçe,
    hareleri oyuncak çemberiydi ne malum,
    ve mutlu çocuk yüzleri biriktirdi
    ve yasladı yüzünü parlak bir yıldızın yanağına;
    zaman pastasını bir kez daha keserken…,

    gök; matem giysisini geçirip üstüne,
    tülden siyah örtüsüyle,
    sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden,
    ve üfledi mumu…,
    bir dilek panayıra düştü,
    belki de bir düştü…,
    kaybolmuş bir çocuktu kendi karanlık ormanında
    ve yağmur kokusu avuç içlerinde,
    alnı buz gibi,
    ve bir kerameti kendinden menkul eli öptü,
    gömüldü; yürek boşluğuna,
    uysal kalbinin kuş tüyleri…,

    ki panayırda kaybolmuş çocuktu,
    korku tünelindeki gürültü,
    içinden hızla geçerken,
    aralık kapılar bırakıyordu,
    ve hep o; aralık kapılardan süzüldü
    o/nun ol tecellisi,
    her seferinde açık kalan o kapılardan…,

    ve haylaz bir çocuk gibi,
    sak/lan/baç zamanı derdi;
    - çık ortaya…,

    tebessümü ılık taze süt kokusu,
    yüzünde iki mürdüm eriği…,
    elma yanağında yıldız izi…;
    parıl parıl parıldıya koşardım ona,
    panayırda kardeşini bulmuş çocuk gibi,
    koşardım ona,
    ciğerindeki yara izlerini takip ederek...,
    yok ki kimsenin böyle bir muhabbet ve
    özlemek sandığı,

    en yaşanmış ve en yaşanmamış düşlerle,
    pamuklara sarılıp saklanmış ki,
    kemirmesin sohbetin s/özünü tahta kuruları ve,
    lavanta koksun her daim,
    düşümüz…,

    ve buluşuruz düşte bir yerde,
    lavanta tak o kalabalıkta göğsüne ki,
    kokun yaslansın yüreğime peygamber torunu,
    ve istediğimiz kadar çok sarılalım,
    ağaçlar gibi ayakta ölebilen evvel gidenlere…,
    eflatun/mor ve sonsuz bir uykuda,
    ah;

  • tekrar

    14.07.2023 - 01:55

    sabahları yürüdüğüm,
    ankara radyosu yolunu örten,
    uzun yaşamış bir insan ömrü kadar,
    yaşlı çınar ağaçlarının rengi geçkin yaprakları,
    henüz güze boyun eğmiş değillerken
    iyi kalpli eylülde,
    çıksam da baksam yâren;
    o hurma endamlı çınarın,
    zarif yaprakları arasında mısın ki…,

    yâr ile hemdem iken,
    âyârın verdiği eziyete,
    katlanmaktır aşk…,
    usulca avuçlarından öpmek,
    ve hafifçe koklamaktır ayrılığı ve,
    sürekli anıp, hep hatırda tutmaktır yâri…;
    gamsız bakmak hiçbir yere ve,
    her yere muhabbet serpmektir,

    ve şöyle mi tarih düşelim,
    hz.muhammed efendimizin hicretinin,
    ardından geçmiş bindörtyüz seneye,
    yirmiyedi ilaveyle,
    henüz senenin başı muharrem hilâlinden,
    yirmibeş akşam geçmişken ve keza,
    hz.isa peygamberin ise,
    buna beşyüzyetmişdokuz yıl ilaveli senesi,
    kaç gün olacağı istikrarsız ayının,
    yirmidördüncü günü,
    ve günlerden cumaydı;
    böyle kritik bir ikindi vakti ertesiydi yine
    ve kentin en bölücü meydanında duyduğum,
    kâfûr kokulu sesinin geldiği yöne baktım…,
    ki o an ölmenin hemen öncesiydi,
    ah;

    sak/lan/baç çiçekleri körebesinin köşe kapmacasında,
    uzun eşeğin üstünden ırmakta taş sektirdiği,
    ve çelik çomaktan bıkkınken,
    micozun kırdığı biricik mavi bilyesinin,
    talihsizliğine içerlemiş,
    ve dahası kanatlılar bilmecesindeki bıçak da,
    dar boğazına saplanmışken,
    bir kasabalı elektronik beyinin,
    yine yerini bulamadığı uşak,
    yap/boz/yap memleket haritasında kayıpken,
    bir insan anatomisindeki iç organların yeri bile,
    gözü kapalı bulunabiliyordu artık,
    tekrar, tekrar ve tekrardan…,

  • bestekâr

    14.07.2023 - 01:53

    XIV
    kurduğum ilk göz temasım,
    şehri kaplayan dumanlı bakışlarınaydı ilk,
    ve siy/ah hakikatli nazarın,
    yurdundan çıkarılmış,
    gurbet vazifeli sesine karışıyordu…;

    oysa göz göze gelmeye korkuyordum,
    atalarım ve canım sana feda olsun demeyen,
    ve kalbime itaatsiz dilimden mahcup…,

    asırlar önce başıma gelmiş gibiydi,
    /herşeyliğin;
    o puslu ve gavur meydanı,
    sarmıştı yedi yönden muhabbet,
    ne akrep, ne de yelkovanın,
    nerelerde gezdiğini bilmiyordum,
    dijital çağın saatleriniyse zaten sallamıyordum,
    ki sarkaçsızdılar…;

    tavırlı; pek çalımlıydım,
    gökte ararken yerde bulmuşlar kadar…,
    bir elmanın iki yarısı olamazdı yankılarımız,
    /tekbir/ sadalı bir mahrem çağrının,
    içine sığıyorduk,
    dağlar ardında ve,
    haftaları kovalayan haftalarda bile,
    kesintisiz irtibatta kaldık,
    ki beraberdik bu meyanda, ayrılmadık…;
    bazı türküler ve allahın besteleri dışında,
    gönülden anlaştık…,

  • sakarya

    14.07.2023 - 01:37

    bir dağ ardındaki cevizin,
    en erişilmez dalına,
    as uykunu kalplerin tabîbi,
    tatlı bir rüya dolsun gözkapaklarına,

    ey aşk;
    soylu sevdalara yakışmaz
    yalandan kefen giymeler,
    varsın ipil ipil yağsın üstümüze firak,
    nasısa gezinirsin sen bu sakar taşranın,
    gül bahçelerinde,
    ah;

  • kabristan

    14.07.2023 - 01:35

    hüdâ katından yollanan ilahî bir tesellidir,
    ah;

    ki özleyiş yaz öncesinde,
    baharın orta ertesi gemini deminde,
    farklı şehirlerin/ayrı kıtaların/zıt kutupların,
    ayrı gayrı evlerinde de olsalar,
    muhipler,
    aslında birliktedir her daim…,

    tuhaf olan şudur ki;
    bu düş ikizleri,
    göz kapaklarının üstüne,
    kalın bordo bir perde çekerler,
    üç kat;
    uyumadan önce ve,
    her gece,
    hiç bıkmadan,
    ve perdeler çekilir çekilmez
    en nihayetinde,
    hep aynı düşü görürler…,
    düş düşü doğurur,
    artık sığmaz olur uykulara,
    ve ayrı gayrı şehirlerde azizim,
    göz kapaklarımız açılır kapanır;
    mevsim yaza döner…,

    elleri boğum boğum bir çocuk uçurtma uçurur,
    ve mavi uçurtma, pamuk bir buluta aşık olur,
    yüzü kırış kırış bir adam erik toplar,
    bir nine eriği tuza banar,
    kalbi;
    yamamaktan yorulmuş bir iffetli dul,
    kabristan ziyaretinden çıkar…,

    düş buya,
    bir ormanın içindeki mezarını bul dediğin,
    anacığım şiir yazar,
    ki garipsenmesin;
    böylesi özlemek,
    ve böylesi sevmek…,

  • Dipnot

    14.07.2023 - 01:33

    XIII
    boyu dahi orta yollu, bal lisanlı, serzâkir,
    aç bir martı kadar utangaç ve müstağnî,
    ve başına buyruk
    bir mecnûn küheylan kadar,
    özgürlüğüne düşkün ve heybetli,
    erciyesin doruğundan gelen,
    kar suları kadar,
    coşkulu ve vefa alemi ruhlu ve,
    kuytularda şırıldayıp duran,
    delişmen ve güleç yüzlü,
    efkârlı bir göçebe konak ateşinin közlerine inat;
    buz gibi ve içimi doyumsuz,
    kendiyle halvette akan,
    bir ince nakışlı keder deresi ve,
    sevdalı süreyya gözlerin ışıltısını,
    ne yıldızlardan, ne aydan, ne de güneşten aldığı,
    bir çift buğulu, ve lapis lazuli gözde;
    bütün bildiklerini unutan,
    hem aşkı kendinde kayboluş bilen iyi kalpli bir sine…,
    ve zamanın ilişemediği bir yanık buğday yüreğe
    ve nadasa bırakılmış gariban bir gönle,
    çisil çisil ve ansızın yağan bir rahmet gibi sıcak,
    can/an;

    istem dışılıkla da olsa yaralı ve incitilmiş,
    ve her hevesi boğazında düğüm düğüm,
    ser verilip sır verilmemiş,
    tedaviye cevap vermeyeceği belli,
    bir maraza düçârlığın burukluğu ve,
    hicivli bir gülümsemenin yüzü maskelediği,
    yalnızca;
    her rastladığı insanın gözlerindeki
    derinliğe bakabilecek,
    o temiz yüreklilerin farkına varabilecekleri
    böylesine içine düşülmüş
    dermansız haliyle,
    hayatındaki hayatların verdiği
    mukavemetle nefeslerini sürdürebilen,
    dünyalar garibi ve içine kapanık,
    ve fakat yedi kat semaya açık,
    dildâr ve dostunun mihmânı
    özge bir hayat sırtında,
    sendeleyip duran ve yıkılmamak için,
    umut bağlayıp tutunduğu avuntuların,
    bir bir çözülüp dağıldığı ve terk ettiği dipsizlikte,
    ıssız ve kör karanlıkta kalmış
    haline yanmaktan da malûl,
    pusulası kayıp, sevgisiz…,
    ve hem yetim hem öksüz kalmış,
    perişan göz pınarları kurumuş,
    gücenik ve suskun bir can/a,

  • ihtilâl

    14.07.2023 - 01:23

    oysa mey,
    dudaklarındaki
    esrarlı cigarayla
    özerkti dünyadan
    ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
    yürüdü,
    onun gök kubbesine,
    bir izmariti çiğner gibi,
    bir leşi tepeler gibi,
    bastı başına,
    kutupları ve ekvatoruna kadar,
    kirli postalarının izini bırakarak,
    had bildirdi atmosferine,
    ah;

    öyle çok seviyorum ki seni,
    öyle çok,
    sensin benim gökyüzüm
    ve süreyya yıldızım,
    yön duygum,
    iç görüm…,

    ne diyordum;
    /ve,
    çaldı dünyanın makasını
    /ve,
    kesti sevdalı parmaklarıyla
    /ve,
    söktü iplikleri…;

    öyle çok seviyorum ki seni,
    öyle çok;
    sensin benim güzel ve zarif turnam,
    ve yoktu,
    zahirin ne çizgisi,
    /ne sınırı,
    ne de minimal bir raconu,
    ah;

    kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü,
    akarız ki birbirine…,
    ve kanarsın;
    sen, bende bakan okyanus gözlerime,
    ve bir hekim tebessümüne
    ben de…;

    ah sevgili marjinalim,
    boğuluyo/rum,
    ki rotasız gemi,
    ma/ss/mavi ummanına
    atıyor demir…,
    ah;

  • Yokuş

    14.07.2023 - 01:21

    gözlerinin uçurumuna bakmayı göze aldım,
    o havasına güven olmaz kentin kış günü,
    üşümüyordum ve çıkıp iniyordum koşarak,
    o kaldırımları kırık dökük sokağın yokuşundan…,
    ne geçmişte gözüm vardı, ne de gelecekte;
    sağanak bir rahmet içime işliyordu,
    ve baygındım,
    ah;

    /ve dikişleri yeni alınmıştı,
    gökyüzünün/

    dünyanın;
    çizgili pijamasının
    beli sıkmıştı ki,
    gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
    ayırmıştı gövdesini ikiye;
    /kuzey,
    güney,
    savaş,
    sıcak,
    soğuk,
    erkek,
    kadın,
    aşk/

    dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
    yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
    her şeyi planladı, kurguladı;
    ölçtü/biçti/tarttı ve;
    /denizlerin,
    ülkelerin,
    göğün,
    toprağın,
    aşkların,
    insanların,
    hayatın/
    kenarlarına makine çekti
    ve kesti sarkan iplikleri,

    dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
    ve öyle güzel dikmişti ki
    herkesin göğünü kendine;
    /kimseye,
    bir başkasının göğündeki
    turnayı sevmek,
    hakkını tanımıyordu…,

  • âzâd

    14.07.2023 - 01:12

    XII
    yedi kat göğünde semanın,
    bir tek aşk parlıyordu;
    iki gün iki gecelik,
    o şubat byzantion ayazında…,
    sonra yeryüzüne indi vuslat,
    ve yeri göğü kavuran,
    o temmuz sıcağında samornanın,
    ki nihayet başak burcundayken hilâl,
    sevgiye aktı aktı vuslat,
    ve greklerin çapasında serinledi hayat,

    aşk nerdesin,
    bıraktığın yerde kalamadım ki ben,
    acaba ne haldesin,
    gittiğin yerde misin ki sen…,
    sürgüne uğramış aşkın,
    hatırında bir yâr vardır,
    gurbetidir yârinin olmadığı her mekân meftûnun,
    zaman solgun, küskün ve ölgündür sürekli,
    ve donakalır zaman,
    bozkırın güz güneşi altında…,

    gidin bulutlar akdeniz sahillerine,
    aşkın yurduna,
    su serpin yangın yeri kömür gözlü pîrin yüreğine,
    rahmet yüklü hava kütlesi,
    sende yerinde kal
    ki,
    iri ve ılık yağmurumla,
    her iklimden azâdım artık…,

  • dost

    13.07.2023 - 03:26

  • farabi

    13.07.2023 - 03:22

  • Ayetler

    13.07.2023 - 03:18

  • şarkı

    13.07.2023 - 03:13

  • türkü

    13.07.2023 - 03:08

  • yatarak kitap okumak

    13.07.2023 - 03:03

    https://www.dr.com.tr/kitap/taksim/edebiyat/siir/turk-siiri/urunno=0002052614001

  • fidayda

    13.07.2023 - 02:57

  • ceviz

    13.07.2023 - 02:54

    ki özleyiş yaz öncesinde,
    baharın orta ertesi gemini deminde,
    farklı şehirlerin/ayrı kıtaların/zıt kutupların,
    ayrı gayrı evlerinde de olsalar,
    muhipler,
    aslında birliktedir her daim…,

    tuhaf olan şudur ki;
    bu düş ikizleri,
    göz kapaklarının üstüne,
    kalın bordo bir perde çekerler,
    üç kat;
    uyumadan önce ve,
    her gece,
    hiç bıkmadan,
    ve perdeler çekilir çekilmez
    en nihayetinde,
    hep aynı düşü görürler…,
    düş düşü doğurur,
    artık sığmaz olur uykulara,
    ve ayrı gayrı şehirlerde azizim,
    göz kapaklarımız açılır kapanır;
    mevsim yaza döner…,

    elleri boğum boğum bir çocuk uçurtma uçurur,
    ve mavi uçurtma, pamuk bir buluta aşık olur,
    yüzü kırış kırış bir adam erik toplar,
    bir nine eriği tuza banar,
    kalbi;
    yamamaktan yorulmuş bir iffetli dul,
    kabristan ziyaretinden çıkar…,

    düş buya,
    bir ormanın içindeki mezarını bul dediğin,
    anacığım şiir yazar,
    ki garipsenmesin;
    böylesi özlemek,
    ve böylesi sevmek…,

    bir dağ ardındaki cevizin,
    en erişilmez dalına,
    as uykunu kalplerin tabîbi,
    tatlı bir rüya dolsun gözkapaklarına,

    ey aşk;
    soylu sevdalara yakışmaz
    yalandan kefen giymeler,
    varsın ipil ipil yağsın üstümüze firak,
    nasısa gezinirsin sen bu sakar taşranın,
    gül bahçelerinde,
    ah;

  • yaz

    13.07.2023 - 02:53

    XIII
    boyu dahi orta yollu, bal lisanlı, serzâkir,
    aç bir martı kadar utangaç ve müstağnî,
    ve başına buyruk
    bir mecnûn küheylan kadar,
    özgürlüğüne düşkün ve heybetli,
    erciyesin doruğundan gelen,
    kar suları kadar,
    coşkulu ve vefa alemi ruhlu ve,
    kuytularda şırıldayıp duran,
    delişmen ve güleç yüzlü,
    efkârlı bir göçebe konak ateşinin közlerine inat;
    buz gibi ve içimi doyumsuz,
    kendiyle halvette akan,
    bir ince nakışlı keder deresi ve,
    sevdalı süreyya gözlerin ışıltısını,
    ne yıldızlardan, ne aydan, ne de güneşten aldığı,
    bir çift buğulu, ve lapis lazuli gözde;
    bütün bildiklerini unutan,
    hem aşkı kendinde kayboluş bilen iyi kalpli bir sine…,
    ve zamanın ilişemediği bir yanık buğday yüreğe
    ve nadasa bırakılmış gariban bir gönle,
    çisil çisil ve ansızın yağan bir rahmet gibi sıcak,
    can/an;

    istem dışılıkla da olsa yaralı ve incitilmiş,
    ve her hevesi boğazında düğüm düğüm,
    ser verilip sır verilmemiş,
    tedaviye cevap vermeyeceği belli,
    bir maraza düçârlığın burukluğu ve,
    hicivli bir gülümsemenin yüzü maskelediği,
    yalnızca;
    her rastladığı insanın gözlerindeki
    derinliğe bakabilecek,
    o temiz yüreklilerin farkına varabilecekleri
    böylesine içine düşülmüş
    dermansız haliyle,
    hayatındaki hayatların verdiği
    mukavemetle nefeslerini sürdürebilen,
    dünyalar garibi ve içine kapanık,
    ve fakat yedi kat semaya açık,
    dildâr ve dostunun mihmânı
    özge bir hayat sırtında,
    sendeleyip duran ve yıkılmamak için,
    umut bağlayıp tutunduğu avuntuların,
    bir bir çözülüp dağıldığı ve terk ettiği dipsizlikte,
    ıssız ve kör karanlıkta kalmış
    haline yanmaktan da malûl,
    pusulası kayıp, sevgisiz…,
    ve hem yetim hem öksüz kalmış,
    perişan göz pınarları kurumuş,
    gücenik ve suskun bir can/a,

    hüdâ katından yollanan ilahî bir tesellidir,
    ah;

  • yaz

    13.07.2023 - 02:51

    XIII
    boyu dahi orta yollu, bal lisanlı, serzâkir,
    aç bir martı kadar utangaç ve müstağnî,
    ve başına buyruk
    bir mecnûn küheylan kadar,
    özgürlüğüne düşkün ve heybetli,
    erciyesin doruğundan gelen,
    kar suları kadar,
    coşkulu ve vefa alemi ruhlu ve,
    kuytularda şırıldayıp duran,
    delişmen ve güleç yüzlü,
    efkârlı bir göçebe konak ateşinin közlerine inat;
    buz gibi ve içimi doyumsuz,
    kendiyle halvette akan,
    bir ince nakışlı keder deresi ve,
    sevdalı süreyya gözlerin ışıltısını,
    ne yıldızlardan, ne aydan, ne de güneşten aldığı,
    bir çift buğulu, ve lapis lazuli gözde;
    bütün bildiklerini unutan,
    hem aşkı kendinde kayboluş bilen iyi kalpli bir sine…,
    ve zamanın ilişemediği bir yanık buğday yüreğe
    ve nadasa bırakılmış gariban bir gönle,
    çisil çisil ve ansızın yağan bir rahmet gibi sıcak,
    can/an;

    istem dışılıkla da olsa yaralı ve incitilmiş,
    ve her hevesi boğazında düğüm düğüm,
    ser verilip sır verilmemiş,
    tedaviye cevap vermeyeceği belli,
    bir maraza düçârlığın burukluğu ve,
    hicivli bir gülümsemenin yüzü maskelediği,
    yalnızca;
    her rastladığı insanın gözlerindeki
    derinliğe bakabilecek,
    o temiz yüreklilerin farkına varabilecekleri
    böylesine içine düşülmüş
    dermansız haliyle,
    hayatındaki hayatların verdiği
    mukavemetle nefeslerini sürdürebilen,
    dünyalar garibi ve içine kapanık,
    ve fakat yedi kat semaya açık,
    dildâr ve dostunun mihmânı
    özge bir hayat sırtında,
    sendeleyip duran ve yıkılmamak için,
    umut bağlayıp tutunduğu avuntuların,
    bir bir çözülüp dağıldığı ve terk ettiği dipsizlikte,
    ıssız ve kör karanlıkta kalmış
    haline yanmaktan da malûl,
    pusulası kayıp, sevgisiz…,
    ve hem yetim hem öksüz kalmış,
    perişan göz pınarları kurumuş,
    gücenik ve suskun bir can/a,

    hüdâ katından yollanan ilahî bir tesellidir,
    ah;

    ki özleyiş yaz öncesinde,
    baharın orta ertesi gemini deminde,
    farklı şehirlerin/ayrı kıtaların/zıt kutupların,
    ayrı gayrı evlerinde de olsalar,
    muhipler,
    aslında birliktedir her daim…,

    tuhaf olan şudur ki;
    bu düş ikizleri,
    göz kapaklarının üstüne,
    kalın bordo bir perde çekerler,
    üç kat;
    uyumadan önce ve,
    her gece,
    hiç bıkmadan,
    ve perdeler çekilir çekilmez
    en nihayetinde,
    hep aynı düşü görürler…,
    düş düşü doğurur,
    artık sığmaz olur uykulara,
    ve ayrı gayrı şehirlerde azizim,
    göz kapaklarımız açılır kapanır;
    mevsim yaza döner…,

  • okyanus

    13.07.2023 - 02:35

    oysa meşk,
    dudaklarındaki
    esrarlı cigarayla,
    özerkti dünyadan/
    başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
    yürüdü;
    onun gök kubbesine,
    ve ama evet,
    dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
    ve öyle güzel dikmişti ki
    herkesin göğünü kendine/
    kimseye,
    bir başkasının göğündeki
    turnayı sevmek,
    hakkını tanımıyordu…;

    oysa mey,
    dudaklarındaki
    esrarlı cigarayla
    özerkti dünyadan
    ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
    yürüdü,
    onun gök kubbesine,
    bir izmariti çiğner gibi,
    bir leşi tepeler gibi,
    bastı başına,
    kutupları ve ekvatoruna kadar,
    kirli postalarının izini bırakarak,
    had bildirdi atmosferine,
    ah;

    öyle çok seviyorum ki seni,
    öyle çok,
    sensin benim gökyüzüm
    ve süreyya yıldızım,
    yön duygum,
    iç görüm…,

    ne diyordum;
    /ve,
    çaldı dünyanın makasını
    /ve,
    kesti sevdalı parmaklarıyla
    /ve,
    söktü iplikleri…;

    öyle çok seviyorum ki seni,
    öyle çok;
    sensin benim güzel ve zarif turnam,
    ve yoktu,
    zahirin ne çizgisi,
    /ne sınırı,
    ne de minimal bir raconu,
    ah;

    kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü,
    akarız ki birbirine…,
    ve kanarsın;
    sen, bende bakan okyanus gözlerime,
    ve bir hekim tebessümüne
    ben de…;

    ah sevgili marjinalim,
    boğuluyo/rum,
    ki rotasız gemi,
    ma/ss/mavi ummanına
    atıyor demir…,
    ah;

  • dikiş atmak

    13.07.2023 - 02:33

    XII
    yedi kat göğünde semanın,
    bir tek aşk parlıyordu;
    iki gün iki gecelik,
    o şubat byzantion ayazında…,
    sonra yeryüzüne indi vuslat,
    ve yeri göğü kavuran,
    o temmuz sıcağında samornanın,
    ki nihayet başak burcundayken hilâl,
    sevgiye aktı aktı vuslat,
    ve greklerin çapasında serinledi hayat,

    aşk nerdesin,
    bıraktığın yerde kalamadım ki ben,
    acaba ne haldesin,
    gittiğin yerde misin ki sen…,
    sürgüne uğramış aşkın,
    hatırında bir yâr vardır,
    gurbetidir yârinin olmadığı her mekân meftûnun,
    zaman solgun, küskün ve ölgündür sürekli,
    ve donakalır zaman,
    bozkırın güz güneşi altında…,

    gidin bulutlar akdeniz sahillerine,
    aşkın yurduna,
    su serpin yangın yeri kömür gözlü pîrin yüreğine,
    rahmet yüklü hava kütlesi,
    sende yerinde kal
    ki,
    iri ve ılık yağmurumla,
    her iklimden azâdım artık…,

    gözlerinin uçurumuna bakmayı göze aldım,
    o havasına güven olmaz kentin kış günü,
    üşümüyordum ve çıkıp iniyordum koşarak,
    o kaldırımları kırık dökük sokağın yokuşundan…,
    ne geçmişte gözüm vardı, ne de gelecekte;
    sağanak bir rahmet içime işliyordu,
    ve baygındım,
    ah;

    /ve dikişleri yeni alınmıştı,
    gökyüzünün/

    dünyanın;
    çizgili pijamasının
    beli sıkmıştı ki,
    gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
    ayırmıştı gövdesini ikiye;
    /kuzey,
    güney,
    savaş,
    sıcak,
    soğuk,
    erkek,
    kadın,
    aşk/

    dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
    yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
    her şeyi planladı, kurguladı;
    ölçtü/biçti/tarttı ve;
    /denizlerin,
    ülkelerin,
    göğün,
    toprağın,
    aşkların,
    insanların,
    hayatın/
    kenarlarına makine çekti
    ve kesti sarkan iplikleri,

    dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
    ve öyle güzel dikmişti ki
    herkesin göğünü kendine;
    /kimseye,
    bir başkasının göğündeki
    turnayı sevmek,
    hakkını tanımıyordu…,

Toplam 728 mesaj bulundu