***^^Ürperirsin ya üşüyünce
Ellerin titrer korktuğunda bir şeyden
Gözlerini kaparsın düşününce
İç çekersin,aklına geçmiş gelince
Bir zamanlar böyleymişim demek dersin
Dersin ve kendine gülersin
Geçmiş kapanan bir kapıdır ardından
Artık geri dönemezsin^^***
Güzel bir hayaldi….evet…ama ulaşılmazdı….geçmiş….geçmişti çünkü….
Artık bugün vardı…
Hayatın modifiye oluşu gibi kaçınılmazdı bugünü dejenere bir halde yaşamak…
Sahillerimde ayak izlerin kalıyor.
Ayak izlerin sıradan değil, biliyormusun?
“Demek, sıradan olmayanların ayak izleri de sıradan olmuyormuş” diyorum.
Ayak izlerini seviyorum! ..
Ve içimdeki deniz; yalayıp durmakta, sahilimde kalan öpülesi ayaklarının izlerini! ..
Ve de usul usul sokulup, sana dokunup durmakta...
Güneş vurmuş gibi kızarmış yanaklarını; utanmış olmalı, diyorum! ..
Tek aşinası sensin kumsallarımın... Nedendir bilmem, senden başka kimsecikler uğramaz buralara.
Ya da tek sana açılıyor bu sahilin kapıları. Ve de olanca güzelliği bir tek sana sunmakta...
Makuldür...
Sabahın ilk saatleri bu.
Gecelerim; koyu lacivert renklerinden ilk sana soyunmakta. Ve; günün ilk ışıklarıyla birlikte; hayalinin rengiyle bütünleşip, pastel tonların, muhayyilendeki tonunu kuşanmakta...
Yosun kokuyor martıların sesleri! ..
İyi ki, varsın diyorum.
Zira yokluğunda, fırtınalarım kum savururdu buralarda...
İyi ya; ya senin içindeki denizden ne haber?
O da beni gezdiriyor mu kıyılarında?
Ve ayak izlerime ve bana dokunup duruyor mu? ..
Gizli gizli okşuyor mu hayallimi? ..
Ve; uyutuverecekmiş gibi bağrında beni, mahmurlaştırıyor mu senin gözlerin gibi benim gözlerimi? ..
Suss...
Konuşma...
Sen hep sus! .. kokusunu duyduğun yosunlar gibi sus! ..
Martıları kim anladı bugüne kadar?
Üstelik de çığlıkla anlattıklarının sırrına kim erdi?
Ama, sabahın bu ilk saatlerinde, martılarımın ilk çığlığını, bir demet halinde, iyot kokan sahillerimin ilk sana duyurmakta...
Yosun kokuyor martıların sesleri...
Ayak izlerine bitiyorum...
Sularım çalkantıda!
Ayak izlerine doluyorum!
Ayak izlerine bir sandal, iki de martı düşürüyorum.
Seni seviyorum...
Bu yosun kokuları hiç bitmesin...
Ve sen; gönlümün kıyılarından hiç eksik olma diyorum!
Terledikçe açıl denizlerime, zira ihtiyacımsın...
Mahrum kalmasın suyum tuzundan, mahrum kalmasın sahillerim ve yosunlarım kokusundan.
Ve yoksun...
Geceler yalnız..
Gündüzler de öyle değil mi sanki...
Ve ben yine her gece umutsuzca sisli şehirdeki binaların arasından kayan bir yıldızın peşine düşüyorum...
Bir gün sana kavuşmayı dilemek için...
Özledim...
Özlemim içimde kor bir alev...yangınlarla külleniyor yağmur ormanları bile...
Sen....ayak izlerin...yoksunuz...
Ve ben gene yalnız...kimsesiz...yıkıntılar arasından ellerini uzatıp ailesini arayan bukleleri yüzüne gelen...saçları gözyaşlarına karışan minik bir kız çocuğu gibi...
Hep kötü anlarımda gelirdin Hızır misali…karanlıklarım aydınlıklara döner…İçimdeki siyahlar griye çalmaya başlar….Sonraysa maviyi öğretirdin bana….Mavi düşleri….
Al diyorum…Al….Tüm varlığım ruhum…ve o artık sana emanet…
Beni mavi düşler ülkesine götür…
Beynimin kuytularında Richard Clayderman’dan Nostalgy çalıyor..Sonsuz bir sükünetteyim artık…
Huzur…bir su altı şehri manzarasındaki yitik hazinem…beni sarmalasın artık…diyorum içimden….hazırım çünkü….içimde büyüttüğüm aydınlıklarım o kadar büyük ki…
Hazırım…
Kelebeğimin şevkat ve sevgiyle uzattığı elini tutuyorum…Beraberce gökyüzüne yükselmeye başlıyoruz….
Kaf dağının ardındaki mavi düşler ülkesine doğru….
^^Sevenin yolu açık olsun sevgilim…
Biz aşkı aşktan daha çok sevdik sevgilim
Uzun sahiller boyunca….Yürüsek sessiz usulca…
Sığınacağım liman yok... Sevgilim senden başka…
Ben ne sahiller dolaştım denizler fırtınalarda…
Ve bir sahile ulaştım..kimse yok benden başka...
Benim bütün rüyalarım seninle, her sabah uyanırsın benimle…
Sen beni hatırlarsın, şarkılar yazardı dersin....
Aklında öyle kalsın.......^^
Ben öyle sevmek istedim ki seni…
Ellerimle yüzünü avuçlarımın içine alıp…tam gözlerinin içine bakmalıydım…gözlerini gözlerimden kaçırmana izin vermeden…sıcacık gülümsememi ve sevgiyle dolu yüreğimi gözlerimin kahverengi ebruli aynasına yansıtıp…
^^Seni seviyorum…hep sevdim…..sonsuza kadar da seveceğim…
Beni severken yorulmayacaksın…senden karşılık beklemeyeceğim…sadece sınırsız ve beklentisiz....ve sonsuza kadar….Seni seveceğim….^^ demeliydim…
Ve önce tek tek gözlerine ve sonra yanaklarına birer öpücük kondurup sözlerimi gözyaşlarımla mühürlemeliydim…
Buydu sadece tek arzum ve emelim….buydu kelimelerin kifayetsiz kaldığı…ve anlatamadığım…
Çıkarsız ve masum…hatta küsmelerle bezenmiş… biraz çocukça ve şımarıkça….ilgi arsızı…sevgi bağımlısı…şevkat vurgunu….ama her haliyle tertemiz ve bembeyaz bir sevda masalıydı anlattığım ve dinlemediğin…ellerinle ağzımı her kapatışında sana sarılmak geçerdi içimden…kollarını açıp beni bekleme ihtimalini severdim ben sun-i teneffüs saatlerinde.…
Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi…
^^Ben seninle birgün..
Van'daki bir kahvaltı salonunda...
Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında...
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında..
Ben seninle herhangi bir insan evinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim..
Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim! ^^
^^Sen… sen… sen…
Sen bir ömre bedel…
Yok… yok… yok….
Gitme gitme… gel….Eylül’de gel…..^^
Artık kabul etmeliyim…şarkıların avutmadığını…ve hatta kanayan yarama bir dirhem daha tuz bastığını…Artık zaman…kabullenme zamanı…ve gerçeklerle yüzleşme….
Artık kabul etmeliyim…telefonu elime her alışımda senden gelme ihtimali olan mel-un ve sıradan bir mesaj için bile umutla beklediğimi…..
Ve ıssız gecelerde…karanlık, yalnızlığımla umarsızca tango yaparken….çiziktirdiğim satırların sana olan hasretimle dolduğunu….ve hiçbirşeyin beni avutmaya muktedir olmadığını…gözyaşlarımı silemediğini…
Ve güneş battığında…yalnızlığım beni üşüttüğünde..dişlerim biribirine vurup…titrediğimde..hayalinin bile sarmalamasına hasret bedenimin….senin sıcak nefesin ve seninle geçecek sadece beş dakika için bile yanıp tutuştuğunu…Artık kabul etmeliyim...
Paris yakınlarında, orta halli bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Tıpkı Mozart, Mendelsshon ve Schubert gibi bir dahi çocuktu. Müzik yeteneğini amatör bir müzisyen olan annesi keşfetti. Şan öğretmeni ve peruk imalatçısı olan babası ile annesi ona ilk müzik eğitimini verdiler.
4 yaşında nota okumayı öğrendi. 10. yaş gününden birkaç gün önce Paris Konservatuarı’na kabul edildiğinde, konservatuarın tecrübeli öğretmenleri bu yetenekli öğrenciye ders vermek için yarışa girdiler. Öyle ki, ünlü opera bestecisi Charles Gounod, ona ders vermek için emekli olmaktan vazgeçti. Georges Bizet, Marmontel`den piyano, Pierre Zimmermann ve damadı Charles Gounod’dan armoni, Jacques Halévy’den kompozisyon dersleri aldı.
Bizet, konservatuardan 1852’da piyano dalında, 1855’te flüt org ve füg dallarında birincilikle mezun olmuştu.
17 yaşında ilk senfonisini besteledi. Genç besteciler için önemli bir ödül olan Roma Ödülü’nü kazandı. Bu ödülün sağladığı burs sayesinde Roma’ya gidip ekonomik endişeleri olmaksızın İtalya’da seyahat etti ve bestelerine ilham kaynağı olacak pek çok yeri gördü, Don Procopio operasını besteledi. Bizet’in piyano çalmadaki ustalığı büyük piyanist ve besteci Franz Liszt de dahil olmak üzere pek çok kişi tarafından ayakta alkışlanıyordu. Ancak zamanla depresyona girerek kendi sanatsal değerini sorgulamaya başladı, endişeleri nedeniyle bazı projelerinden vazgeçti, bestelediği bazı operaları yaktı.
1860’da Paris’e döndüğünde, annesinin ölümü onun için büyük bir darbe oldu. Roma Ödülü’nden gelen paranın da sonu geldiği için yoğun bir çalışma temposuna içinde sanatsal değeri olmayan bazı besteler yaparak ve özel ders vererek geçimini sağlamaya çalıştı. Yetenekli bir piyanist olmasına rağmen bir besteci olarak kariyerine zarar verir düşüncesi ile halk önünde konserler vermekten kaçındı. Geçinme gayreti ile yaptığı yoğun çalışması, besteci olarak kendini geliştirmesini yavaşlattı.
1863’de İnci Avcıları operasını besteledi. Eserin gösterimi başarılı geçtiyse de eleştirmenler tarafından yerden yere vuruldu. 1866’da bestelediği ve 1867’de sahneye konan Perth’li Güzel Kız operası ise hem halk, hem de eleştirmenler tarafından beğenildi. Sağlığı gittikçe bozulmakta olan Bizet, 1866 yazını Paris dışında bir yazlıkta geçirdi. Bu tatil sırasında tanıştığı ve bir gönül ilişkisine girdiği Chabrillian, Bizet’in ilerde yaratacağı Carmen karakterinin oluşmasında rol oynadı.
Bizet, 1867’de öğretmeni Haleviy’nin kızı Genevieve ile evlenmek istediyse de son anda nişan bozuldu, ancak iki yıl sonra kız tarafının ikna olması ile evlenebildiler. 1870’de Fransa- Prusya savaşı nedeniyle Bizet, Ulusal Muhafızlar’a katıldı. Savaş sırasında Genevieve’in ruhsal dengesi bozuldu.
Bizet, 1871’de Çocuk Oyunu suitini tamamladı. 1872 yılında tek perdelik Djamilla (Cemile) operası ve sahne müziğini yazdığı Alphonse Daudet’in L'arlésienne (Arles’li kız) oyunu sahnelendi ancak başarısız oldu. Ancak Bizet, Cemile operası ilerde opera başyapıtı Carmen’de de takip edeceği müzikal anlamda doğru yolu bulduğuna inanmıştı. L'arlésienne eserinden aldığı çeşitli bölümlerden bestelediği süit ise ilk çalındığında büyük ilgi gördü ve günümüzde en sevilen eserlerinden olan L`Arlesienne Süitleri böylece doğdu.
1873’de Don Rodrique operasını yazdı ama opera binasındaki yangın yüzünden sahneleyemedi. Bizet, bu arada Carmen operası üzerinde çalışmaya başladı. Prosper Merimée’nin Carmen romanınından çok etkilenen Bizet, bu romanı operaya uyarladı. Eseri 1874’de tamamladı, temsil ise 1875’de gerçekleşebildi ancak konusu nedeniyle çok ağır eleştiriler aldı.
Eserin 31. temsil gününde (3 Haziran 1875) yıllardır kronik boğaz enfeksiyonu nedeniyle rahatsız olan Bizet, kalp krizi geçirerek 36 yaşında hayatını kaybetti.
Bir pastanın üç-otuz paraya satıldığı günlerde 10 yasinda bir çocuk pastaneye girdi. garson kız hemen koştu. çocuk sordu:
-'çukulatalı pasta kaç para? ..'
-'50 cent! ..' çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. bir
Daha sordu: -'peki dondurma ne kadar..'
-'35 cent' dedi garson kız sabırsızlıkla..dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek basına koşuşturuyordu. bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki.
çocuk parasını bir daha saydı;
-'bir dondurma alabilir miyim lütfen' dedi. kız dondurmayı getirdi. fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. çocuk dondurmasını bitirdi. fişi kasaya ödedi. garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden. masayı sanki akan yaşlar temizleyecekti.
Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 cent'lik bahşiş duruyordu.....
Mavinin dansını izliyorum ayaklarımın altındaki denizde..gözümün gördüğü her yanda yakamozlar var alabildiğine…
Deniz…Turkuaz….
Arada bir yunus fırlıyor uzaklardan…bir çırpınış görüyorum..Sonra kayboluyor…Yunusların ne kadar sevimli olduğunu düşünüyorum nedense…merak ediyorum acaba bir gün bir yunus balığının başını okşamak kısmet olacak mı diye….mutlu kılıyor bunu düşünmek beynimi…rahatlıyorum…
Yukarıda….Güneş…
İçimi ısıtıyor…sanki ruhum titreme nöbetlerinden çıkmış gibi….fazla adrenalin yorgunu…
Güneşe hasretmiş gibi bir sükunet kaplıyor bedenimi apansız…rüzgarda dalgalanan saçlarımdan başlayarak parmak uçlarımda biten bir ısınma furyası…sanki bir şifacı gelmiş…bana reiki vermek için dokunmuş gibi bir his….dalga dalga yayılıyor yüreğime….Isınıyorum…..
Güneş var mı yok mu? ...aslında kimin umrunda…
Ben hayalimdeki kırmızı kiremitli…bahçesinde renk renk katmeri misk kokulu güllerin oynaştığı, ebruli hanımelleri ve yaseminler olan evimde…. şöminenin önündeki pufıdık yastıklarımın olduğu kanepede oturuyor gibiyim…
Hayat tiyatrosunda kancıkça oynanan bir rol olabilir bu sadece...
Çürüyen canlı bedenlerin nasıl acı çektiğini çok iyi bilirim... Ve sinapslar(sinir iletileri) ....non stop devam eder inadına...
Ne ölebilirsin ne yaşayabilirsin...ruhun aralarda kalmış re-enkarne olmayı bekleyen zavallı bir yaratık misali dolaşır....konacak dal bulamaz....
Anesthetic madde olmaksızın...yaşarken kıvranarak....
Yaraya tuz basmak ve hatta çarpmakta olan bir kalbe intravenöz Potasyum yapmak gibi bir şey....
Yaşarken ölmek....veya...
Daha da kötüsü....yaşamaya müebbet hapis olup...
Düşünüyorum da acaba aşk, ruhumuzun derinliklerinde yaratılan koca bir yalan mı? Şiirde, müzikte ya da sözde, nerede aşk varsa orada bir de yalan yok mu? Aşk ve yalan, güzel ile çirkin, iyi ile kötü gibi birbirini besleyen, değiştiren ve dönüştüren; biri olmadan diğeri varolamayan ya da anlamsız kalan evrimin tiyatrosu değil mi?
“Seni seviyorum” derken, aslında içimizde yarattığımız en güzel yalana övgüler mi düzüyorduk, kendimize olan hayranlığımızı mı dile getiriyorduk.gerçekle yalanı ayırt edememişliğin sancısı çökerken üstümüze.
Aşk, uydurduğumuz en güzel yalanmıydı! Ve aşk, yalan varsa aşk mıydı..?
Doğrular ne kadar da az cezbediyor bizi. Yasaklı ya da yanlış ne varsa, yaptıklarımız hanesine yazmak isteriz. Yalanı bazen istem dışı kullanırız. Söyleyen biz değilizdir ama, söyleten ta kendimizdir.İçimizdeki yasaklı kimliktir O: benliğimize yapışmıştır...
Pembedir, mavidir ve daha çok kırmızı. Cıvıl cıvıldır, yerinde duramaz. Yaz gibidir: Islak ve sıcak. Zaafları vardır, yasak ve güzel olan herşeye.
O cennetteki en güzel elmayı tadan, ilk ihaneti gerçekleştirendir.
Kısacası O, yaşayan tarafımızdır...ne kadar yanlışlığından üzülsek ve sıkıntı çeksekte....
Oldum olası sevmişimdir bardakları…Bir markete gittiğimde mutlaka bardak reyonuna gidip biriki tane seçer, koleksiyon yapar misali katarım diğer bardaklarımın yanına…
Mavi, yeşil, papatya şeklinde, kareli çıkıntıları olan, kesme, gül desenli, kırmızı, kalp şeklinde, pembe, büyük, küçük, dar, geniş, şarap bardağı, çay bardağı, kupa, müzikli bardak, sıcak su koyunca rengi değişen bardak…yüzbin çeşit bardak…
Her birinin ayrı bir yeri vardır rafta..papatya desenliler..yeşil gül şeklinde olanların yanıda durur.onun yanında kırmızı küçükler…ince belliler…kahve fincanları ve kupalar…
Bu duruma karşı olan afinitem sevenlerim tarafından fark edildiğinde vaadler gelirdi bana..mesela kızkardeşim..’’ablacım doğumgününde seni Paşabahçe’ye götürüp orada unutucam..sen sevdiklerini seçtikten sonra da gelip faturayı ödiycem’’ derdi hep mesela…gülümserdik….bir öpücük kondururdum yanağına…sarılırdık..
Bardaklarin kalplere benzediğini sonradan fark ettim ben…belki de buydu onların bendeki çekim etkisini yaratan şey…başta anlamamıştım oysa….kalp kırmak sıradan bir bardak kırmaktan farksızdı..
Oysa o bardak sıradan değildi ki…alım zamanı ve alım yeri..kimin hediye ettiği ve içinde içtiğin sıvı ve o sıvıyı paylaştıgın insan bile birçok şey katıyordu aslında o bardağa..bir değer katıyordu vesselam..
Ve kalp kırmak aslında bir bardak kırmaya benziyordu..
İki şekli vardı:
Stage I:
Anne içeri girer..
Genç ve asi kızının odası gene ve her zamanki gibi dağınıktır..
Yatak toplanmamış..Duvarlarda heavy metal gruplarının nahoş(anne bakış açısıyla) posterleri durmaktadır..
Okul çantası okuldan gelindiği gibi bir kenara fırlatılmış, okul birincisi geldiği zaman hediye edilen çift kasetçalarlı teyp bile yan durmaktadır..sağında solunda dizi dizi kasetler…kimi kabından çıkarılmış..ve serpiştirilmiş..aynanın önündeyse tam bir keşmekeş..
Düzensizliğin düzeni hakim odaya bir göz gezdirir anne..
Derin bir iç çeker..ve seslenir…
^^Aypeeeeriiiiiii……..^^
Ayperi girer odadan içeri..uzun kıvırcık saçlarını geriye atarak…Uslu bir çocuktur aslında..ama haksızlıklara dayanamayan yapısı başına beladır her zaman…
^^Efendim anne..ne oldu? ..^^
Annesi konuşmaya başlar..bakışlarında öyle bir eda gizlidir ki…tokat atılsa inanın çok mutlu olacaktır Ayperi…
^^Ne bu odanın hali kızım? ..
Koskoca genç kız oldun..hala benim toplamamı mı bekliyorsun odanı..Ayıp artık kızım…Ben gördükçe utanıyorum inan..sen nasıl giriyorsun bu odaya…nasıl ders çalışıyorsun anlamıyorum..English History dersi kitabı bir uçta..Human Biology öbür yanda…hele bu kasetler…nerden buluyorsun aradığını bu hengamenin arasında...? ...Aynanın önü de dolu..saç bakım kremleri bile yan duruyor..kaç tane tarak kullanıyorsun sen kızım? ..çekmece diye bir şey var bu odada biliyorsun…aynanın önünde duruyor..içine koymak neden bu kadar zor…Allah’ım çıldıracağım…hergün işten geliyorum..bir gün de odayı tertipli bulup sevineyim be kızım…zaten yemek…çamaşır..bulaşık..hışım çıkıyor her gün…koca kızlar oldunuz hala burnuma üfürdüğünüz yok…Sıçanın sidiği denize fayda edermiş kızım…En azından odanı toplasan ona da razıyım…^^
Ayperi üzgün ve buruk bir ifadeyle yerin dibine geçmiş bir şekilde…
^^Ama annecim..ben aslında dün gece toplamıştım uzun uzun ama…gene dağılmış.. naapabilirim.. tekrar toplarım ben..sen üzülme...^^
Anne cevap verir..
^^Of kızım..hep böyle diyorsun..bıktım artık inan..canımdan bezdim…saçımı süpürge ettim sizler için…yine de yaranamıyorum..en ufacık şeyi bile on defa söylememi bekliyorsunuz...ama bir gün siz de anne olacaksınız..işte o zaman beni anlayacaksınız^^..diye bir beddua kondurur…ve dışarı yürür..
Ayperi mahzun gözlerle başı öne eğik..içindeki isyanlara söz geçirmeye çalışarak kalakalmıştır odada..döner ve bir daha bakar…aslında pek de düzensiz değildir oda….
^^Beş dakikada düzeltilecek bir odaya amma çok laf sıraladı şu annem de..ne kadar anlayışsız..oysa ben onu üzmek istememiştim ki^^… diye geçirir aklından ve teybine en sevdiği kaseti takarak müzik eşliğinde odayı düzenlemeye girişir..
Stage II:
Anne içeri girer..
Genç ve asi kızının odası gene ve her zamanki gibi dağınıktır..
Odaya bir göz gezdirir…Derin bir iç çeker..ve seslenir…
^^Aypeeeriiiiiiii……..^^
Ayperi yanında biter hemen…^^Efendim anne..ne oldu? ..^^
^^Yavrucum ne bu odanın hali Allahasen..Bak senin gibi genç ve güzel bir küçük hanıma yakışıyor mu? ...Bi bak…Sen beğeniyor musun bu odanın halini bana dürüstçe söyle lütfen..^^
^^Ih ıh..Toparlanması lazım biraz…Gülperi de dağıtmış hafiften..(kızkardeşi) ..ama o daha küçük..aklı bi karış havada..bi el atıyım ben iyisimi…^^
^^Aferin benim güzel kızıma…seninle gurur duyuyorum ben zaten..Hadi bi güzelce toparla bakalım…sonra da beraber başbaşa türk kahvesi içer sohbet ederiz birazdan ha..ne dersin? …sen odayı hallet ben çamaşırı…mutfakta buluşalım…hadi benim güzel kızım…^^
Ayperi hemen şaha kalkar…içinden geçirmektedir..
^^Ya annemi çok seviyorum yaa…bu kadın var ya en tembel adamı bile tatlı diliyle gaza getirir..insan adam yerine konunca nasıl da mutlu oluyor..hemen düzenleyeyim şu odayı da annem görünce beğensin..pırıl pırıl olmalı..bana verdiği sorumlulukları tam olarak yerine getirdiğimi görsün….ya ne kadar şanslı bir kızım ben ya…çok şanslıyım çok..canım annem benim.…^^
Benim canım annem ne çok aksi, ne de çok anlayışlı bir kadındı dürüstçesi… hakkını yememek lazım…yine de hep orta yolu bulurdu..vefakar, cefakar annem…özlemim... gurbetim.. canözüm.. ciğerimin köşesi..omuzlarımda kırk defa Mekke’ye de götürsem yine de sütünün hakkını ödeyemem ki zaten…
Anlatmak istediğim şu ki..
Bir lafı etmeden önce der annem ^^boğaz dokuz boğumdur kızım..^^-Gerçekten de cervikal omurlar 7 tanedir, bir de atlasla axis vardır başlangıçta anatomik olarak..kabaca dokuz yani-^^Dokuz defa düşünüp sonra söyleyeceksin..düşünüp taşınıp tartacaksın..^^…derdi.
Kalpler özel ve değerli bardaklara benzer..onu yere atarsan tuz buz olma ihtimalini göze almışsın demektir..Bu yüzden birisine kırmadan vermem gereken bir mesaj olduğunda bunu ^^lütfen^^ sözcüğünü kullanarak yaparım ben…veya rica ederek..bilirim ki kalpler madden ve manen değerli bardaklara benzer..ve onları ne japon yapıştırıcısı ne de 404 yapıştıramaz kimi zaman..Bir bardağa öyle bir fiske vurmalısın ki, tıpkı bir hacıyatmaz gibi fiske sonrasında tekrar eski haline dönebilsin…
Kırılmış bir bardak derideki skar dokularına(yara izi) benzer..Deride bir yara açıldığında ve iyileştiğinde o derinin esnekliği ve özellikleri diğer sağlam deriye göre %80’in üstüne asla çıkamaz..ve eski sağlamlığına tam olarak kavuşamaz..ne kadar özenle ve ne kadar ince iplikle estetik olarak dikerseniz dikin bu mümkün değildir…
Tıpkı kırılan kalp şeklindeki bir bardağı japon yapıştırıcısıyla yapıştırdıktan sonra olduğu gibi…
Stage III:
***Baba kapıdan içeri girer..
Küçük 6 yaşındaki kız elindeki küçük ve kapaklı kutuyu gizli gizli büyükçe bir yaldızlı kağıda sarmaya çalışmaktadır..Bir yanda selobant..bir yanda küçük kağıt makası..küçük bir parça rafya…habire kesip yapıştırmaya çalışmaktadır..
Baba gergin ve sinirli sorar..
^^Kızım..ne bu dağınıklık..
Ne o elindeki rafya bakiyim..ne karıştırıyorsun sen orda…? ^^
Küçük kız minik gözlerini kocaman açarak cevap verir..yüzünde burukluk..dudaklarını büzüştürmüştür..bütün şirinliğiyle cevap verir..
^^Ama…ama… ben sana hediye hazırlıyordum babacığım…^^
Baba hala kızgın..
^^Boşa emek kızım..ver bakayım o kutuyu…bu muydu bana hediyen? ^^
Küçük kız minik hareketlerle başını sallar..evet anlamında..yüzüne ışık gelmiş gibi yayılan kocaman bir gülümsemeyle minik ellerindeki kapaklı kutuyu iki eliyle babasına uzatır..Baba kutuyu açar..içi boştur..Şaşkınlık ve artmış bir kızgınlıkla..
^^Boş bir kutu için mi bu kadar uğraşıyordun sen kızım? ^^..diye sorar..
Küçük kız cevap verir..şirin gözlerinden artık sicim gibi yaşlar akmaktadır..
^^Ama ben o kutunun içine öpücüklerimi koymuştum…^^***
Gotta leave you all behind and face the truth.
Mama,
Anyway the wind blows.....
I don't want to die.I sometimes wish I'd never been born at all
I see a little silhouetto of a man
Sizleri arkamda bırakmalı ve gerçeklerle yüzleşmeliyim artık…Anneciğim..herşeye rağmen..rüzgar esmeye devam ediyor..(hayat devam ediyor..)
Ölmek istemiyorum…Hatta bazen…Hiç doğmamış olmayı diliyorum..
Bir adamın küçük siluetini görüyorum.
Rüzgar esmeye devam ediyor…
Ne yaparsak yapalım …Ağzımızla kuş da tutsak, her şey olacağına ve varacağı en güzel yere varıyor….
Hayat iniş ve çıkışlarla dolu…Hangimizin değil bir günü, bir anı bir anına uyuyor ki…Sorarım size…Hangimiz kendimizi rutin hayatın monotonluğuna terk edip, hayatın gaileleriyle yoğrulmuyoruz ki…
Önemli olan umut tohumlarını yüreğimize ekmek…Ve her geçen gün onları sevgiyle…mutlulukla…hoşgörüyle sulamak… Sonra yüreğinizdeki umuttan açan çiçekleri birer birer toplamak ve çevrenize dağıtmak…Çünkü kalbimiz çarpıyor ve nefes alıyorsak eğer…Ne olursa olsun yaşamaya değer..…
Çok insanın gözlerinde gördüm ölümü..Yanıbaşımda bekledi Azrail çoğu zaman.. Gelir bir bir toplardı ruhları sanki bazen….Sonbahardaki yaprak dökümü gibi dayanılmaz olurdu günler…İçine atmak acı verirdi..Paylaşamazdın da… Büyürdün…Yaşlanırdın.. Tecrübe kazanırdın belki ama paylaşamazdın….
Her gün eksilir azalırdın duyarsızlaşmanın güç olduğunu görünce.…Saklayamazdın bazen… Olsundu… Ağlamak da insana mahsustu….Hem yıkanırdı arınırdı belki ruhun o yağmur damlalarıyla....Ağlardın…Sabırla beklerdin yağmurdan sonra toprak kokusu duyma ihtimalini…..Olmayacak olsa da umardın…
Hep yarın ölecekmiş gibi yaşamaya çalıştım bu yüzden…Hayattan yarın ölecekmiş gibi zevk almaya…Hayat çok kısa….Zamansa bizlere bahsedilmiş bir nimet...
Ve ne demiş Baki…^^Baki kalan bu kubbede, Hoş bir seda imiş^^…Ne güzel, ne hoş sedalar bırakmış bazıları bu kubbeye…Kimbilir belki bir gün, bizlerin arkasından da hoş sedalar edilirse… İnsanlar bize hayır dua okur, Allah taksiratını affetsin derlerse….İşte o zaman değer bir ömrü buna sevgiyle vakfetmeye…
Şekeri ilk kestiğimde bir yudumdan sonra kupayı bırakıyordum..
Geçen gün yanlışlıkla çayıma şeker atmışlar...
Olamaz böyle bir tat..ben yıllarca çayı şerbet gibi içip kendimi paralamışım...
gak diyince ekmek..guk diyince su getirir gibi...aşeren anneye çilek diyince çilek..erik diyince erik...karpuz diyince turfanda karpuz yaratma zorunluluğu olan...ama bunu zevkle yapan...
henüz doğmamış bebeğe övgüler dizip başını annenin göbeğinin üzerine dayayarak masallar anlatan....ona şarkılar söyleyen...
dünyanın en büyük çocuğudur...
PS:....Öyle olmalıdır....yoksa hiçbir bayan anne olmak istemezdi...:=))
Küçük bir mücevher kutusuydu kalbinin tüm güzelliklerini sığdırdığı.. Orada sevgi,ilgi ve şevkatlerini istifler..yumuşacık kırmızı kadifeler arasına kimsenin dokunup kıramayacağı şekilde saklardı…. Umarsız eller yorgunuydu…haşin ve gaddardı ...
geçmiş
05.05.2006 - 13:05Geçmişin geçmişte kaldığını fark etmek Latince bir anatomi kitabını tıpla alakası olmayan birinin okumasına benzerdi…
Processus spinosi…..Foramen vertebrale…uncus corporis…ligamenta alaria…
Cruciforme Atlantis…articulatio atlanto axialis…
Musculus longissimus..humerus…femur…medulla spinalis…umblicus…rectus abdominis…vasa lymphatica superficialis…aponeurosis….
Pleura mediastinalis…nodi lymphatici…cordis…prominentia laringea…
Bronchus principalis dextra-sinistra….symphisis pubis…vesica urinaria….os cuneiforme…os naviculare…
***^^Ürperirsin ya üşüyünce
Ellerin titrer korktuğunda bir şeyden
Gözlerini kaparsın düşününce
İç çekersin,aklına geçmiş gelince
Bir zamanlar böyleymişim demek dersin
Dersin ve kendine gülersin
Geçmiş kapanan bir kapıdır ardından
Artık geri dönemezsin^^***
Güzel bir hayaldi….evet…ama ulaşılmazdı….geçmiş….geçmişti çünkü….
Artık bugün vardı…
Hayatın modifiye oluşu gibi kaçınılmazdı bugünü dejenere bir halde yaşamak…
Flame
unutmadım
05.05.2006 - 13:01Seni unutmadım tabii....
Gönlümün kıyılarına gezinip durmakta hayalin...
Sahillerimde ayak izlerin kalıyor.
Ayak izlerin sıradan değil, biliyormusun?
“Demek, sıradan olmayanların ayak izleri de sıradan olmuyormuş” diyorum.
Ayak izlerini seviyorum! ..
Ve içimdeki deniz; yalayıp durmakta, sahilimde kalan öpülesi ayaklarının izlerini! ..
Ve de usul usul sokulup, sana dokunup durmakta...
Güneş vurmuş gibi kızarmış yanaklarını; utanmış olmalı, diyorum! ..
Tek aşinası sensin kumsallarımın... Nedendir bilmem, senden başka kimsecikler uğramaz buralara.
Ya da tek sana açılıyor bu sahilin kapıları. Ve de olanca güzelliği bir tek sana sunmakta...
Makuldür...
Sabahın ilk saatleri bu.
Gecelerim; koyu lacivert renklerinden ilk sana soyunmakta. Ve; günün ilk ışıklarıyla birlikte; hayalinin rengiyle bütünleşip, pastel tonların, muhayyilendeki tonunu kuşanmakta...
Yosun kokuyor martıların sesleri! ..
İyi ki, varsın diyorum.
Zira yokluğunda, fırtınalarım kum savururdu buralarda...
İyi ya; ya senin içindeki denizden ne haber?
O da beni gezdiriyor mu kıyılarında?
Ve ayak izlerime ve bana dokunup duruyor mu? ..
Gizli gizli okşuyor mu hayallimi? ..
Ve; uyutuverecekmiş gibi bağrında beni, mahmurlaştırıyor mu senin gözlerin gibi benim gözlerimi? ..
Suss...
Konuşma...
Sen hep sus! .. kokusunu duyduğun yosunlar gibi sus! ..
Martıları kim anladı bugüne kadar?
Üstelik de çığlıkla anlattıklarının sırrına kim erdi?
Ama, sabahın bu ilk saatlerinde, martılarımın ilk çığlığını, bir demet halinde, iyot kokan sahillerimin ilk sana duyurmakta...
Yosun kokuyor martıların sesleri...
Ayak izlerine bitiyorum...
Sularım çalkantıda!
Ayak izlerine doluyorum!
Ayak izlerine bir sandal, iki de martı düşürüyorum.
Seni seviyorum...
Bu yosun kokuları hiç bitmesin...
Ve sen; gönlümün kıyılarından hiç eksik olma diyorum!
Terledikçe açıl denizlerime, zira ihtiyacımsın...
Mahrum kalmasın suyum tuzundan, mahrum kalmasın sahillerim ve yosunlarım kokusundan.
Esirgeme ayak izlerini sahillerimden.
Ayaklarını; izlerini, seviyorum! ..
Alıntı...
yoksun
05.05.2006 - 12:59Ve yoksun...
Geceler yalnız..
Gündüzler de öyle değil mi sanki...
Ve ben yine her gece umutsuzca sisli şehirdeki binaların arasından kayan bir yıldızın peşine düşüyorum...
Bir gün sana kavuşmayı dilemek için...
Özledim...
Özlemim içimde kor bir alev...yangınlarla külleniyor yağmur ormanları bile...
Sen....ayak izlerin...yoksunuz...
Ve ben gene yalnız...kimsesiz...yıkıntılar arasından ellerini uzatıp ailesini arayan bukleleri yüzüne gelen...saçları gözyaşlarına karışan minik bir kız çocuğu gibi...
Teknem rüzgarına hasret...
Martılarım limanlarına...
Başım omuzlarına...
Saçlarımsa ellerine...
Ve gözlerimden akan inciler...artık yitik bir su altı şehrinin yolunu bulamaz olmuş...
Flame
seni seviyorum
05.05.2006 - 12:57**^^Seni seviyorum …
Seni seviyorum diye senden önce hiç kimseye söylemedim dersem. Yalan olur...
Hiç hesapsız, çılgınca …Seni seviyorum
Bazen bir çocuğun..karanlıktan korktuğu gibi …Seni sevmekten korkuyorum
Gözlerim …Az önce …İflas etti..
Issız, tenha… üşüyorum …
Isıtmak için içimi, içimden..hiç aralık vermeden …Seni seviyorum diyorum
Söylememem lazım biliyorum…
Ama hoşuma gidiyor …İçimi ısıtıyor ….söylüyorum
Canımın istediği …İçimin titrediği ….Bu ilk defa, öncesi yok
Amacım beni sana sevdirmek olsa…ki bu çok kolaydı
Ben seni sevmenin …tadını çıkarıyorum
Aklımdayken...... Dün akşam o kadına.. Gü-lüm-se-me-dim.
Çünkü dün akşam da …Bu sabah gibi …Seni seviyordum.^^**
düş
05.05.2006 - 12:55Hep kötü anlarımda gelirdin Hızır misali…karanlıklarım aydınlıklara döner…İçimdeki siyahlar griye çalmaya başlar….Sonraysa maviyi öğretirdin bana….Mavi düşleri….
Al diyorum…Al….Tüm varlığım ruhum…ve o artık sana emanet…
Beni mavi düşler ülkesine götür…
Beynimin kuytularında Richard Clayderman’dan Nostalgy çalıyor..Sonsuz bir sükünetteyim artık…
Huzur…bir su altı şehri manzarasındaki yitik hazinem…beni sarmalasın artık…diyorum içimden….hazırım çünkü….içimde büyüttüğüm aydınlıklarım o kadar büyük ki…
Hazırım…
Kelebeğimin şevkat ve sevgiyle uzattığı elini tutuyorum…Beraberce gökyüzüne yükselmeye başlıyoruz….
Kaf dağının ardındaki mavi düşler ülkesine doğru….
Eternalflame
yokluğun
05.05.2006 - 12:53yokluğum yokluğuna perdedir
varlığım varlığına gebe olduğu gibi
bırak umarsız, hercai menekşeler çırpınsın biraz
belki birgün umudun tohumları bir kardelende yeşerir...
rüya
05.05.2006 - 12:50^^Sevenin yolu açık olsun sevgilim…
Biz aşkı aşktan daha çok sevdik sevgilim
Uzun sahiller boyunca….Yürüsek sessiz usulca…
Sığınacağım liman yok... Sevgilim senden başka…
Ben ne sahiller dolaştım denizler fırtınalarda…
Ve bir sahile ulaştım..kimse yok benden başka...
Benim bütün rüyalarım seninle, her sabah uyanırsın benimle…
Sen beni hatırlarsın, şarkılar yazardı dersin....
Aklında öyle kalsın.......^^
seni sevmek
05.05.2006 - 12:49Ben öyle sevmek istedim ki seni…
Ellerimle yüzünü avuçlarımın içine alıp…tam gözlerinin içine bakmalıydım…gözlerini gözlerimden kaçırmana izin vermeden…sıcacık gülümsememi ve sevgiyle dolu yüreğimi gözlerimin kahverengi ebruli aynasına yansıtıp…
^^Seni seviyorum…hep sevdim…..sonsuza kadar da seveceğim…
Beni severken yorulmayacaksın…senden karşılık beklemeyeceğim…sadece sınırsız ve beklentisiz....ve sonsuza kadar….Seni seveceğim….^^ demeliydim…
Ve önce tek tek gözlerine ve sonra yanaklarına birer öpücük kondurup sözlerimi gözyaşlarımla mühürlemeliydim…
Buydu sadece tek arzum ve emelim….buydu kelimelerin kifayetsiz kaldığı…ve anlatamadığım…
Çıkarsız ve masum…hatta küsmelerle bezenmiş… biraz çocukça ve şımarıkça….ilgi arsızı…sevgi bağımlısı…şevkat vurgunu….ama her haliyle tertemiz ve bembeyaz bir sevda masalıydı anlattığım ve dinlemediğin…ellerinle ağzımı her kapatışında sana sarılmak geçerdi içimden…kollarını açıp beni bekleme ihtimalini severdim ben sun-i teneffüs saatlerinde.…
Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi…
^^Ben seninle birgün..
Van'daki bir kahvaltı salonunda...
Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında...
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında..
Ben seninle herhangi bir insan evinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim..
Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim! ^^
Flame
gel
05.05.2006 - 12:47^^Sen… sen… sen…
Sen bir ömre bedel…
Yok… yok… yok….
Gitme gitme… gel….Eylül’de gel…..^^
Artık kabul etmeliyim…şarkıların avutmadığını…ve hatta kanayan yarama bir dirhem daha tuz bastığını…Artık zaman…kabullenme zamanı…ve gerçeklerle yüzleşme….
Artık kabul etmeliyim…telefonu elime her alışımda senden gelme ihtimali olan mel-un ve sıradan bir mesaj için bile umutla beklediğimi…..
Ve ıssız gecelerde…karanlık, yalnızlığımla umarsızca tango yaparken….çiziktirdiğim satırların sana olan hasretimle dolduğunu….ve hiçbirşeyin beni avutmaya muktedir olmadığını…gözyaşlarımı silemediğini…
Ve güneş battığında…yalnızlığım beni üşüttüğünde..dişlerim biribirine vurup…titrediğimde..hayalinin bile sarmalamasına hasret bedenimin….senin sıcak nefesin ve seninle geçecek sadece beş dakika için bile yanıp tutuştuğunu…Artık kabul etmeliyim...
Flame
aşk
28.04.2006 - 15:15Delibes'ten Flower duet from Lakme'yi dinlerken gözlerini kapatıp o anı ölümsüzleştirmek....
aşk
28.04.2006 - 15:13operada Bizet'ten İnci Avcılarını dinlerken gözyaşlarına hükmedememen ve o anı durdurmak istemen belki....
georges bizet
28.04.2006 - 15:09Paris yakınlarında, orta halli bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Tıpkı Mozart, Mendelsshon ve Schubert gibi bir dahi çocuktu. Müzik yeteneğini amatör bir müzisyen olan annesi keşfetti. Şan öğretmeni ve peruk imalatçısı olan babası ile annesi ona ilk müzik eğitimini verdiler.
4 yaşında nota okumayı öğrendi. 10. yaş gününden birkaç gün önce Paris Konservatuarı’na kabul edildiğinde, konservatuarın tecrübeli öğretmenleri bu yetenekli öğrenciye ders vermek için yarışa girdiler. Öyle ki, ünlü opera bestecisi Charles Gounod, ona ders vermek için emekli olmaktan vazgeçti. Georges Bizet, Marmontel`den piyano, Pierre Zimmermann ve damadı Charles Gounod’dan armoni, Jacques Halévy’den kompozisyon dersleri aldı.
Bizet, konservatuardan 1852’da piyano dalında, 1855’te flüt org ve füg dallarında birincilikle mezun olmuştu.
17 yaşında ilk senfonisini besteledi. Genç besteciler için önemli bir ödül olan Roma Ödülü’nü kazandı. Bu ödülün sağladığı burs sayesinde Roma’ya gidip ekonomik endişeleri olmaksızın İtalya’da seyahat etti ve bestelerine ilham kaynağı olacak pek çok yeri gördü, Don Procopio operasını besteledi. Bizet’in piyano çalmadaki ustalığı büyük piyanist ve besteci Franz Liszt de dahil olmak üzere pek çok kişi tarafından ayakta alkışlanıyordu. Ancak zamanla depresyona girerek kendi sanatsal değerini sorgulamaya başladı, endişeleri nedeniyle bazı projelerinden vazgeçti, bestelediği bazı operaları yaktı.
1860’da Paris’e döndüğünde, annesinin ölümü onun için büyük bir darbe oldu. Roma Ödülü’nden gelen paranın da sonu geldiği için yoğun bir çalışma temposuna içinde sanatsal değeri olmayan bazı besteler yaparak ve özel ders vererek geçimini sağlamaya çalıştı. Yetenekli bir piyanist olmasına rağmen bir besteci olarak kariyerine zarar verir düşüncesi ile halk önünde konserler vermekten kaçındı. Geçinme gayreti ile yaptığı yoğun çalışması, besteci olarak kendini geliştirmesini yavaşlattı.
1863’de İnci Avcıları operasını besteledi. Eserin gösterimi başarılı geçtiyse de eleştirmenler tarafından yerden yere vuruldu. 1866’da bestelediği ve 1867’de sahneye konan Perth’li Güzel Kız operası ise hem halk, hem de eleştirmenler tarafından beğenildi. Sağlığı gittikçe bozulmakta olan Bizet, 1866 yazını Paris dışında bir yazlıkta geçirdi. Bu tatil sırasında tanıştığı ve bir gönül ilişkisine girdiği Chabrillian, Bizet’in ilerde yaratacağı Carmen karakterinin oluşmasında rol oynadı.
Bizet, 1867’de öğretmeni Haleviy’nin kızı Genevieve ile evlenmek istediyse de son anda nişan bozuldu, ancak iki yıl sonra kız tarafının ikna olması ile evlenebildiler. 1870’de Fransa- Prusya savaşı nedeniyle Bizet, Ulusal Muhafızlar’a katıldı. Savaş sırasında Genevieve’in ruhsal dengesi bozuldu.
Bizet, 1871’de Çocuk Oyunu suitini tamamladı. 1872 yılında tek perdelik Djamilla (Cemile) operası ve sahne müziğini yazdığı Alphonse Daudet’in L'arlésienne (Arles’li kız) oyunu sahnelendi ancak başarısız oldu. Ancak Bizet, Cemile operası ilerde opera başyapıtı Carmen’de de takip edeceği müzikal anlamda doğru yolu bulduğuna inanmıştı. L'arlésienne eserinden aldığı çeşitli bölümlerden bestelediği süit ise ilk çalındığında büyük ilgi gördü ve günümüzde en sevilen eserlerinden olan L`Arlesienne Süitleri böylece doğdu.
1873’de Don Rodrique operasını yazdı ama opera binasındaki yangın yüzünden sahneleyemedi. Bizet, bu arada Carmen operası üzerinde çalışmaya başladı. Prosper Merimée’nin Carmen romanınından çok etkilenen Bizet, bu romanı operaya uyarladı. Eseri 1874’de tamamladı, temsil ise 1875’de gerçekleşebildi ancak konusu nedeniyle çok ağır eleştiriler aldı.
Eserin 31. temsil gününde (3 Haziran 1875) yıllardır kronik boğaz enfeksiyonu nedeniyle rahatsız olan Bizet, kalp krizi geçirerek 36 yaşında hayatını kaybetti.
cennetin çocukları
25.04.2006 - 15:25Bir pastanın üç-otuz paraya satıldığı günlerde 10 yasinda bir çocuk pastaneye girdi. garson kız hemen koştu. çocuk sordu:
-'çukulatalı pasta kaç para? ..'
-'50 cent! ..' çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. bir
Daha sordu: -'peki dondurma ne kadar..'
-'35 cent' dedi garson kız sabırsızlıkla..dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek basına koşuşturuyordu. bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki.
çocuk parasını bir daha saydı;
-'bir dondurma alabilir miyim lütfen' dedi. kız dondurmayı getirdi. fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. çocuk dondurmasını bitirdi. fişi kasaya ödedi. garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden. masayı sanki akan yaşlar temizleyecekti.
Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 cent'lik bahşiş duruyordu.....
aşk
25.04.2006 - 13:11Özlemim....gel artık....
Kurtar bu zavallı ruhumu zalimlerin elinden....
Elimden tut...ve mavi ummanlara götür beni....
Yeşil ormanlara götür...
Gökkuşaklarını göster bana....
Göster ki...
Artık üşümesin yüreğim....
Ağlamasın gözlerim.....
Varlığınla....can ver bana......
O kadar ki....
Ana rahmine dönen kalbimden...
Bir bebek doğsun dünyaya...
Ve o bebeğin adı....AŞK....olsun....
Flame
huzur
25.04.2006 - 13:10Mavinin dansını izliyorum ayaklarımın altındaki denizde..gözümün gördüğü her yanda yakamozlar var alabildiğine…
Deniz…Turkuaz….
Arada bir yunus fırlıyor uzaklardan…bir çırpınış görüyorum..Sonra kayboluyor…Yunusların ne kadar sevimli olduğunu düşünüyorum nedense…merak ediyorum acaba bir gün bir yunus balığının başını okşamak kısmet olacak mı diye….mutlu kılıyor bunu düşünmek beynimi…rahatlıyorum…
Yukarıda….Güneş…
İçimi ısıtıyor…sanki ruhum titreme nöbetlerinden çıkmış gibi….fazla adrenalin yorgunu…
Güneşe hasretmiş gibi bir sükunet kaplıyor bedenimi apansız…rüzgarda dalgalanan saçlarımdan başlayarak parmak uçlarımda biten bir ısınma furyası…sanki bir şifacı gelmiş…bana reiki vermek için dokunmuş gibi bir his….dalga dalga yayılıyor yüreğime….Isınıyorum…..
Güneş var mı yok mu? ...aslında kimin umrunda…
Ben hayalimdeki kırmızı kiremitli…bahçesinde renk renk katmeri misk kokulu güllerin oynaştığı, ebruli hanımelleri ve yaseminler olan evimde…. şöminenin önündeki pufıdık yastıklarımın olduğu kanepede oturuyor gibiyim…
Flame
acı çekiyormuş gibi yapmak
25.04.2006 - 13:07Hayat tiyatrosunda kancıkça oynanan bir rol olabilir bu sadece...
Çürüyen canlı bedenlerin nasıl acı çektiğini çok iyi bilirim... Ve sinapslar(sinir iletileri) ....non stop devam eder inadına...
Ne ölebilirsin ne yaşayabilirsin...ruhun aralarda kalmış re-enkarne olmayı bekleyen zavallı bir yaratık misali dolaşır....konacak dal bulamaz....
Anesthetic madde olmaksızın...yaşarken kıvranarak....
Yaraya tuz basmak ve hatta çarpmakta olan bir kalbe intravenöz Potasyum yapmak gibi bir şey....
Yaşarken ölmek....veya...
Daha da kötüsü....yaşamaya müebbet hapis olup...
ÖLEMEMEK.......
aşk
25.04.2006 - 13:03Düşünüyorum da acaba aşk, ruhumuzun derinliklerinde yaratılan koca bir yalan mı? Şiirde, müzikte ya da sözde, nerede aşk varsa orada bir de yalan yok mu? Aşk ve yalan, güzel ile çirkin, iyi ile kötü gibi birbirini besleyen, değiştiren ve dönüştüren; biri olmadan diğeri varolamayan ya da anlamsız kalan evrimin tiyatrosu değil mi?
“Seni seviyorum” derken, aslında içimizde yarattığımız en güzel yalana övgüler mi düzüyorduk, kendimize olan hayranlığımızı mı dile getiriyorduk.gerçekle yalanı ayırt edememişliğin sancısı çökerken üstümüze.
Aşk, uydurduğumuz en güzel yalanmıydı! Ve aşk, yalan varsa aşk mıydı..?
Doğrular ne kadar da az cezbediyor bizi. Yasaklı ya da yanlış ne varsa, yaptıklarımız hanesine yazmak isteriz. Yalanı bazen istem dışı kullanırız. Söyleyen biz değilizdir ama, söyleten ta kendimizdir.İçimizdeki yasaklı kimliktir O: benliğimize yapışmıştır...
Pembedir, mavidir ve daha çok kırmızı. Cıvıl cıvıldır, yerinde duramaz. Yaz gibidir: Islak ve sıcak. Zaafları vardır, yasak ve güzel olan herşeye.
O cennetteki en güzel elmayı tadan, ilk ihaneti gerçekleştirendir.
Kısacası O, yaşayan tarafımızdır...ne kadar yanlışlığından üzülsek ve sıkıntı çeksekte....
bir kalp kırıldığında
25.04.2006 - 13:00KIRILAN KALP ŞEKLİNDE BİR BARDAK…
Oldum olası sevmişimdir bardakları…Bir markete gittiğimde mutlaka bardak reyonuna gidip biriki tane seçer, koleksiyon yapar misali katarım diğer bardaklarımın yanına…
Mavi, yeşil, papatya şeklinde, kareli çıkıntıları olan, kesme, gül desenli, kırmızı, kalp şeklinde, pembe, büyük, küçük, dar, geniş, şarap bardağı, çay bardağı, kupa, müzikli bardak, sıcak su koyunca rengi değişen bardak…yüzbin çeşit bardak…
Her birinin ayrı bir yeri vardır rafta..papatya desenliler..yeşil gül şeklinde olanların yanıda durur.onun yanında kırmızı küçükler…ince belliler…kahve fincanları ve kupalar…
Bu duruma karşı olan afinitem sevenlerim tarafından fark edildiğinde vaadler gelirdi bana..mesela kızkardeşim..’’ablacım doğumgününde seni Paşabahçe’ye götürüp orada unutucam..sen sevdiklerini seçtikten sonra da gelip faturayı ödiycem’’ derdi hep mesela…gülümserdik….bir öpücük kondururdum yanağına…sarılırdık..
Bardaklarin kalplere benzediğini sonradan fark ettim ben…belki de buydu onların bendeki çekim etkisini yaratan şey…başta anlamamıştım oysa….kalp kırmak sıradan bir bardak kırmaktan farksızdı..
Oysa o bardak sıradan değildi ki…alım zamanı ve alım yeri..kimin hediye ettiği ve içinde içtiğin sıvı ve o sıvıyı paylaştıgın insan bile birçok şey katıyordu aslında o bardağa..bir değer katıyordu vesselam..
Ve kalp kırmak aslında bir bardak kırmaya benziyordu..
İki şekli vardı:
Stage I:
Anne içeri girer..
Genç ve asi kızının odası gene ve her zamanki gibi dağınıktır..
Yatak toplanmamış..Duvarlarda heavy metal gruplarının nahoş(anne bakış açısıyla) posterleri durmaktadır..
Okul çantası okuldan gelindiği gibi bir kenara fırlatılmış, okul birincisi geldiği zaman hediye edilen çift kasetçalarlı teyp bile yan durmaktadır..sağında solunda dizi dizi kasetler…kimi kabından çıkarılmış..ve serpiştirilmiş..aynanın önündeyse tam bir keşmekeş..
Düzensizliğin düzeni hakim odaya bir göz gezdirir anne..
Derin bir iç çeker..ve seslenir…
^^Aypeeeeriiiiiii……..^^
Ayperi girer odadan içeri..uzun kıvırcık saçlarını geriye atarak…Uslu bir çocuktur aslında..ama haksızlıklara dayanamayan yapısı başına beladır her zaman…
^^Efendim anne..ne oldu? ..^^
Annesi konuşmaya başlar..bakışlarında öyle bir eda gizlidir ki…tokat atılsa inanın çok mutlu olacaktır Ayperi…
^^Ne bu odanın hali kızım? ..
Koskoca genç kız oldun..hala benim toplamamı mı bekliyorsun odanı..Ayıp artık kızım…Ben gördükçe utanıyorum inan..sen nasıl giriyorsun bu odaya…nasıl ders çalışıyorsun anlamıyorum..English History dersi kitabı bir uçta..Human Biology öbür yanda…hele bu kasetler…nerden buluyorsun aradığını bu hengamenin arasında...? ...Aynanın önü de dolu..saç bakım kremleri bile yan duruyor..kaç tane tarak kullanıyorsun sen kızım? ..çekmece diye bir şey var bu odada biliyorsun…aynanın önünde duruyor..içine koymak neden bu kadar zor…Allah’ım çıldıracağım…hergün işten geliyorum..bir gün de odayı tertipli bulup sevineyim be kızım…zaten yemek…çamaşır..bulaşık..hışım çıkıyor her gün…koca kızlar oldunuz hala burnuma üfürdüğünüz yok…Sıçanın sidiği denize fayda edermiş kızım…En azından odanı toplasan ona da razıyım…^^
Ayperi üzgün ve buruk bir ifadeyle yerin dibine geçmiş bir şekilde…
^^Ama annecim..ben aslında dün gece toplamıştım uzun uzun ama…gene dağılmış.. naapabilirim.. tekrar toplarım ben..sen üzülme...^^
Anne cevap verir..
^^Of kızım..hep böyle diyorsun..bıktım artık inan..canımdan bezdim…saçımı süpürge ettim sizler için…yine de yaranamıyorum..en ufacık şeyi bile on defa söylememi bekliyorsunuz...ama bir gün siz de anne olacaksınız..işte o zaman beni anlayacaksınız^^..diye bir beddua kondurur…ve dışarı yürür..
Ayperi mahzun gözlerle başı öne eğik..içindeki isyanlara söz geçirmeye çalışarak kalakalmıştır odada..döner ve bir daha bakar…aslında pek de düzensiz değildir oda….
^^Beş dakikada düzeltilecek bir odaya amma çok laf sıraladı şu annem de..ne kadar anlayışsız..oysa ben onu üzmek istememiştim ki^^… diye geçirir aklından ve teybine en sevdiği kaseti takarak müzik eşliğinde odayı düzenlemeye girişir..
Stage II:
Anne içeri girer..
Genç ve asi kızının odası gene ve her zamanki gibi dağınıktır..
Odaya bir göz gezdirir…Derin bir iç çeker..ve seslenir…
^^Aypeeeriiiiiiii……..^^
Ayperi yanında biter hemen…^^Efendim anne..ne oldu? ..^^
^^Yavrucum ne bu odanın hali Allahasen..Bak senin gibi genç ve güzel bir küçük hanıma yakışıyor mu? ...Bi bak…Sen beğeniyor musun bu odanın halini bana dürüstçe söyle lütfen..^^
^^Ih ıh..Toparlanması lazım biraz…Gülperi de dağıtmış hafiften..(kızkardeşi) ..ama o daha küçük..aklı bi karış havada..bi el atıyım ben iyisimi…^^
^^Aferin benim güzel kızıma…seninle gurur duyuyorum ben zaten..Hadi bi güzelce toparla bakalım…sonra da beraber başbaşa türk kahvesi içer sohbet ederiz birazdan ha..ne dersin? …sen odayı hallet ben çamaşırı…mutfakta buluşalım…hadi benim güzel kızım…^^
Ayperi hemen şaha kalkar…içinden geçirmektedir..
^^Ya annemi çok seviyorum yaa…bu kadın var ya en tembel adamı bile tatlı diliyle gaza getirir..insan adam yerine konunca nasıl da mutlu oluyor..hemen düzenleyeyim şu odayı da annem görünce beğensin..pırıl pırıl olmalı..bana verdiği sorumlulukları tam olarak yerine getirdiğimi görsün….ya ne kadar şanslı bir kızım ben ya…çok şanslıyım çok..canım annem benim.…^^
Benim canım annem ne çok aksi, ne de çok anlayışlı bir kadındı dürüstçesi… hakkını yememek lazım…yine de hep orta yolu bulurdu..vefakar, cefakar annem…özlemim... gurbetim.. canözüm.. ciğerimin köşesi..omuzlarımda kırk defa Mekke’ye de götürsem yine de sütünün hakkını ödeyemem ki zaten…
Anlatmak istediğim şu ki..
Bir lafı etmeden önce der annem ^^boğaz dokuz boğumdur kızım..^^-Gerçekten de cervikal omurlar 7 tanedir, bir de atlasla axis vardır başlangıçta anatomik olarak..kabaca dokuz yani-^^Dokuz defa düşünüp sonra söyleyeceksin..düşünüp taşınıp tartacaksın..^^…derdi.
Kalpler özel ve değerli bardaklara benzer..onu yere atarsan tuz buz olma ihtimalini göze almışsın demektir..Bu yüzden birisine kırmadan vermem gereken bir mesaj olduğunda bunu ^^lütfen^^ sözcüğünü kullanarak yaparım ben…veya rica ederek..bilirim ki kalpler madden ve manen değerli bardaklara benzer..ve onları ne japon yapıştırıcısı ne de 404 yapıştıramaz kimi zaman..Bir bardağa öyle bir fiske vurmalısın ki, tıpkı bir hacıyatmaz gibi fiske sonrasında tekrar eski haline dönebilsin…
Kırılmış bir bardak derideki skar dokularına(yara izi) benzer..Deride bir yara açıldığında ve iyileştiğinde o derinin esnekliği ve özellikleri diğer sağlam deriye göre %80’in üstüne asla çıkamaz..ve eski sağlamlığına tam olarak kavuşamaz..ne kadar özenle ve ne kadar ince iplikle estetik olarak dikerseniz dikin bu mümkün değildir…
Tıpkı kırılan kalp şeklindeki bir bardağı japon yapıştırıcısıyla yapıştırdıktan sonra olduğu gibi…
Stage III:
***Baba kapıdan içeri girer..
Küçük 6 yaşındaki kız elindeki küçük ve kapaklı kutuyu gizli gizli büyükçe bir yaldızlı kağıda sarmaya çalışmaktadır..Bir yanda selobant..bir yanda küçük kağıt makası..küçük bir parça rafya…habire kesip yapıştırmaya çalışmaktadır..
Baba gergin ve sinirli sorar..
^^Kızım..ne bu dağınıklık..
Ne o elindeki rafya bakiyim..ne karıştırıyorsun sen orda…? ^^
Küçük kız minik gözlerini kocaman açarak cevap verir..yüzünde burukluk..dudaklarını büzüştürmüştür..bütün şirinliğiyle cevap verir..
^^Ama…ama… ben sana hediye hazırlıyordum babacığım…^^
Baba hala kızgın..
^^Boşa emek kızım..ver bakayım o kutuyu…bu muydu bana hediyen? ^^
Küçük kız minik hareketlerle başını sallar..evet anlamında..yüzüne ışık gelmiş gibi yayılan kocaman bir gülümsemeyle minik ellerindeki kapaklı kutuyu iki eliyle babasına uzatır..Baba kutuyu açar..içi boştur..Şaşkınlık ve artmış bir kızgınlıkla..
^^Boş bir kutu için mi bu kadar uğraşıyordun sen kızım? ^^..diye sorar..
Küçük kız cevap verir..şirin gözlerinden artık sicim gibi yaşlar akmaktadır..
^^Ama ben o kutunun içine öpücüklerimi koymuştum…^^***
Artık baba ne derse desin geç kalınmıştır…
Ve perde iner….
Eternalflame
rüzgara kapılmak
25.04.2006 - 12:52Gotta leave you all behind and face the truth.
Mama,
Anyway the wind blows.....
I don't want to die.I sometimes wish I'd never been born at all
I see a little silhouetto of a man
Sizleri arkamda bırakmalı ve gerçeklerle yüzleşmeliyim artık…Anneciğim..herşeye rağmen..rüzgar esmeye devam ediyor..(hayat devam ediyor..)
Ölmek istemiyorum…Hatta bazen…Hiç doğmamış olmayı diliyorum..
Bir adamın küçük siluetini görüyorum.
Bohemian Rhapsody/Queen
rüzgara kapılmak
25.04.2006 - 12:49Rüzgar esmeye devam ediyor…
Ne yaparsak yapalım …Ağzımızla kuş da tutsak, her şey olacağına ve varacağı en güzel yere varıyor….
Hayat iniş ve çıkışlarla dolu…Hangimizin değil bir günü, bir anı bir anına uyuyor ki…Sorarım size…Hangimiz kendimizi rutin hayatın monotonluğuna terk edip, hayatın gaileleriyle yoğrulmuyoruz ki…
Önemli olan umut tohumlarını yüreğimize ekmek…Ve her geçen gün onları sevgiyle…mutlulukla…hoşgörüyle sulamak… Sonra yüreğinizdeki umuttan açan çiçekleri birer birer toplamak ve çevrenize dağıtmak…Çünkü kalbimiz çarpıyor ve nefes alıyorsak eğer…Ne olursa olsun yaşamaya değer..…
Eternal..
ölüm
25.04.2006 - 12:47Çok insanın gözlerinde gördüm ölümü..Yanıbaşımda bekledi Azrail çoğu zaman.. Gelir bir bir toplardı ruhları sanki bazen….Sonbahardaki yaprak dökümü gibi dayanılmaz olurdu günler…İçine atmak acı verirdi..Paylaşamazdın da… Büyürdün…Yaşlanırdın.. Tecrübe kazanırdın belki ama paylaşamazdın….
Her gün eksilir azalırdın duyarsızlaşmanın güç olduğunu görünce.…Saklayamazdın bazen… Olsundu… Ağlamak da insana mahsustu….Hem yıkanırdı arınırdı belki ruhun o yağmur damlalarıyla....Ağlardın…Sabırla beklerdin yağmurdan sonra toprak kokusu duyma ihtimalini…..Olmayacak olsa da umardın…
Hep yarın ölecekmiş gibi yaşamaya çalıştım bu yüzden…Hayattan yarın ölecekmiş gibi zevk almaya…Hayat çok kısa….Zamansa bizlere bahsedilmiş bir nimet...
Ve ne demiş Baki…^^Baki kalan bu kubbede, Hoş bir seda imiş^^…Ne güzel, ne hoş sedalar bırakmış bazıları bu kubbeye…Kimbilir belki bir gün, bizlerin arkasından da hoş sedalar edilirse… İnsanlar bize hayır dua okur, Allah taksiratını affetsin derlerse….İşte o zaman değer bir ömrü buna sevgiyle vakfetmeye…
şekersiz çay
25.04.2006 - 10:27Şekeri ilk kestiğimde bir yudumdan sonra kupayı bırakıyordum..
Geçen gün yanlışlıkla çayıma şeker atmışlar...
Olamaz böyle bir tat..ben yıllarca çayı şerbet gibi içip kendimi paralamışım...
Çayın tadı..şekersizken ortaya çıkıyor.....
27 numara
23.04.2006 - 17:19Doğa Rutkay'ın başrollerini oynadığı...21 Nisanda Ankara Anatolia Showland'da gösterilmiş olan tiyartro eseri...
hamile kadının kocası
21.04.2006 - 12:07gak diyince ekmek..guk diyince su getirir gibi...aşeren anneye çilek diyince çilek..erik diyince erik...karpuz diyince turfanda karpuz yaratma zorunluluğu olan...ama bunu zevkle yapan...
henüz doğmamış bebeğe övgüler dizip başını annenin göbeğinin üzerine dayayarak masallar anlatan....ona şarkılar söyleyen...
dünyanın en büyük çocuğudur...
PS:....Öyle olmalıdır....yoksa hiçbir bayan anne olmak istemezdi...:=))
Toplam 2464 mesaj bulundu