Cimri bir insana Zekatın faziletinden bahsetmek nekadar beyhude ise,
Allah'a imanı tam kavileşmemiş insanlara, tesettürün faziletinden bahsetmek bir okadar zordur...
Nübüvvetin ilk emrinin 'oku' olması, peygamberliğin 8.senesinde Namazın Farz kılınması, tesettürün ise 17.senede farz kılınmış olması Allah katında emirlerin sıralanış prensibi açısından dikkate değer bir konudur.
'Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor... (Zümer Suresi, 5) '
Bu ayette 'sarıp örtmek' olarak tercüme edilen Arapça kelime, 'tekvir'dir. Tekvirin tam karşılığı ise 'yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak'tır. Dolayısıyla ayette, gece ve gündüzün dünyanın üzerinde tekvir edildiği bildirilerek dünyanın yuvarlak olduğuna işaret edilmektedir.
Oysa Kuran’ın indirildiği dönemde ise Dünya düz bir yüzey olarak düşünülüyordu. Dünyanın yuvarlak olduğu bilinmiyordu.
Bu devirde vahyedilen Kuran'ın dünyanın yuvarlaklığına işaret etmesi, Kutsal Kitabımızın Allah'ın sözü olduğunun sayısız delilinden birid
'İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor? Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-yeniden düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 3-4) '
Şu an dünya üzerinde yaşayan ve tarih boyunca yaşamış olan insanları düşünelim.
Bu insanların herbirinin parmak izleri birbirinden farklıdır.
Hatta aynı DNA dizilimine sahip olan bu tek yumurta ikizlerinin bile...
Çünkü parmak izinde çok özel bir tasarım vardır.
Parmak izi doğumdan önce cenin üzerinde son şeklini alır ve kalıcı bir yaralanma olmazsa ömür boyu sabit kalır.
İşte bu nedenledir ki parmak izi, herkese özel, çok önemli bir 'kimlik kartı' sayılır. Bilim adamları bu önemli özelliği ancak 19. yüzyılın sonlarında keşfetmişlerdir.
Fakat bundan 1400 yıl önce indirilen Kuran'da, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izlerinin önemi açıkça vurgulanmıştır:
Günümüzde ileri teknoloji sayesinde yapılan araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenle ilgili birçok sırrı aydınlığa çıkarmaktadır.
Bunlardan biri de, evrenin sürekli genişlemekte olduğudur.
Bu genişleme ilk kez 20. yüzyılın başlarında gündeme geldi. Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Daha sonra bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı:
Amerikalı astronom Edwin Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken ilginç bir gerçekle karşılaştı.
Yıldızlar ve galaksiler sürekli olarak birbirlerinden uzaklaşıyordu.
Bu, astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biriydi.
Çünkü her şeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren, sürekli 'genişleyen' bir evren anlamına gelmekteydi.
Evrendeki cisimler tıpkı şişirilen bir balonun yüzeyindeki noktalar gibiydi.
Balonun yüzeyindeki noktalar balon şiştikçe birbirlerinden nasıl uzaklaşıyorsa evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden öyle uzaklaşıyordu.Kuran-ı Kerim’in indirildiği 14 asır öncesinde ne teknoloji gelişmişti ne de astoronomi bilimi… Henüz hiçbir insan bu bilimsel gerçeğin farkında değildi.Ama ayetlerde evrenin genişlediği açıkça bildiriliyordu:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz onu genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Kuran-ı Kerimi bir beşer kelamı olduğunu iddia edenlere duyrulur....
Bugün Fethullah Gülen Hocaefendiyi; kendisinin uzattığı onca Zeytin Dallarına rağmen, anlamak istemeyen insanlar var. Bu onların problemi. Türkiye Cumhuriyeti bir Hukuk devletidir. Şu an aleyhinde herhangi bir Hukuki kesinleşmiş bir ceza olmayan biri aleyhinde, gizli faaliyetlerde bulunmak veya devleti yıkmak gibi komedi ithamlar bulunmak, CİDDİYETSİZ ithamlardır.
Sayın Ecevitin dediği üzere, devleti (rejimi) yıkmak isteyen bir insan, Amerika'da, Rusya'da, Türki Cumhuriyetlerinde, Afrika'da, Asya'da Türk Kolejlerini ve Dil kurslarını açmaz, tüm hedeflerini ülke içinde değerlendirir. Yani iddia sahipleri illa birşey iddia edeceklerse şunu iddia edebilirler: Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi Dünya'ya talib... Bizde deriz ki: Evet, doğrudan dünya'ya değil ama dünyaya Allah'ı tanıtmaya ve sevdirmeye talib.....
Tabiat Kanunları ve Sebepler, Sonsuz İlâhî San’Atı Nazara Vermek İçin Yaratılmıştır
San’atkârın büyüklüğü, eserinin kıymetiyle takdir edilir. Cıvıl cıvıl kuşlar, rengârenk çiçekler ve en küçük varlıkta müşahede edilen hârika san’at incelikleri ve daha neler neler! . Evet, bütün bunlarda Allah (cc) , tabiat diliyle isim ve sıfatlarını terennüm ettiriyor ve bu isim ve sıfatların tecellilerini sebepler adı altında teşhir ederek, şuurlu varlıklarına seyrettiriyor.. Kendisi de, onların hayret ve hayranlıklarını seyrediyor.
Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek ister. Dünyada, beşerin pür-kusur san’-atkârlarında dahi görülen böyle bir hazza meftuniyet, galeri ve sergiler adı altında teşhir ediliyor ve bu galeri ve sergilerden hergün biri kapanıp, diğeri açılıyor. Halbuki beşerdeki cemâl ve kemâl, Mutlak Cemâl ve Kemâl Sahibi’ni anlamada bir ölçü birimi olarak, hem de en asgari seviyede bulunmaktadır. Bununla beraber, böyle bir ölçü adesesiyle dahi olsa, Mutlak Cemâl ve Kemâl sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ın kendi cemâl ve kemâlini görme ve gösterme isteğiyle tabiatı bir teşhir salonu hâline getirmesindeki yüce irade ve meşîetini idrak edip anlamak, her zaman mümkündür. Bu idrak ve anlayıştır ki, insanı O’nun tesbih ve takdisine sevkeder. Cenâb-ı Hakk'ı tesbih ve takdis etmek, ibadet ve kulluk şuurundan kaynaklanır. Böyle bir kulluk ise, insanın, hattâ bütün varlığın yaratılış gayesidir. İşte sebepler merdiveni, bizi böyle bir gayeye doğru yol aldırıp ufka yaklaştırması bakımından da önemlidir..
***********************************************
İman hem Nurdur hem Kuvvettir,
Hakiki imanı elde eden insan
Kainata meydan Okuyabilir. (Bediüzzaman)
*************************************************
Varın ispatı yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddiâ eden kimse bütün yeryüzünü, hattâ kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkânsızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki, yok hiçbir zaman ispat edilemez...
İki ispat edici, binlerce nefy ve inkâr ediciye tercih edilir. İki kişi aynı hakikatte ittifak etmişse, binlerce insanın kendi dar pencerelerinden şahsî bakışlarıyla onu inkârları hiçbir değer ifâde etmez.
Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkârcı, devamlı sûrette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyâlarına kapalıdır. Mü’min için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın! ... Zaten 999’u herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve o delîllerden ilki: Âlem, mümkinât nev’indendir. Yani varlık ve yokluğu müsâvidir. Varolduğu gibi, olmayabilir de. Varolurken de, hadsiz oluş keyfiyetlerinden herhangi birinin olması imkân dahilindedir. Yani en az varolan kadar olmayan da varolma şansına sahiptir. Her mümkün ise, kendi dışındaki bir sebebe bağlıdır. Öyleyse önce varolmayı, sonra da varolma şekil ve keyfiyetini, olmamaya ve olması mümkün diğer şekil ve keyfiyetlere tercih eden birisi vardır. O da Allah'tır (cc) .
***********************************************************************
Allah'ı tanıyan ve itaat eden ZİNDANDA dahi olsa bahtiyardır.
Onu unutan SARAYLARDA dahi olsa zindandadır.
************************************************************************
Efendimiz'in(SAV) Şecaat(yiğitlik) ve Şefkat Ufku - 1
Efendimiz’in (sav) zahirde birbirine zıt gibi görünen sıfatları olduğu gibi, birbirini takviye edip destekleyen vasıfları da vardır.
Birbirine zıt gibi görünen bu sıfatları, Din-i Mübin-i İslâm’da mühim bir esas olan “sırat-ı müstakîm” yorumu çerçevesinde ele almak ve öyle değerlendirmek mümkündür. Meselâ Efendimiz (sav) , her şeyden evvel bir şecaat ve cesaret abidesi idi. Öyle ki, muharebe meydanlarının Haydar-ı Kerrâr’ı Hz. Ali (ra) , O’nun bu yanını ifade ederken; “Biz, muharebelerde başımız sıkıştığı zaman Resûl-i Ekrem’e (sav) sığınırdık.” der. Nitekim Huneyn’de öyle olduğu gibi Uhud’da da, bir yönüyle kırılıp dökülmüş ve âdeta felç olmuş cemaatini, düşmanın içine korku salacak şekilde yeniden harekete geçirmiş; geçirmiş ve âdeta و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ ح َ ي ّ َ م ِ ن َ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت ِ و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت َ م ِ ن َ ا ل ْ ح َ ي ِ ّ “Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın.” (Âl-i İmrân, 3/27) hakikatinin mazharı olarak, o sarsılmış, kırılmış ve dökülmüş cemaatten, dipdiri ve taptaze bir ordu çıkararak yeniden düşmanı yakın takibe almış ve Mekke’ye kadar kovalamıştır. İşte bu, O’nun şecaat-i kudsiyesinin ifadesidir ve sahasında nazîrsizdir.
Bir örnek olarak Efendimiz’le Gavres ismindeki bir kâfir arasında geçen hâdise, O’nun korkusuzluk, şecaat ve cesaretinin azametini resmetme bakımından yeter zannediyorum: Allah Resûlü (sav) , bir ağacın altında istirahat buyururlarken, Gavres, O’nun uykuda olmasından istifade ederek, ağaca asılı bulunan kılıcını alır ve müstehzî bir edâ ile: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? ” der. Onun bu sorusuna karşılık Allah Resûlü, hiçbir panik emaresi göstermeden ve kendisinden gayet emin olarak öyle bir “Allah” der ki, O’nun orada sergilediği bu teslimiyet, yakîn ve Allah’a itimat, elindeki kılıçla karşısında duran Gavres’i sarsar ve kılıç elinden yere düşer. Bu defa düşen bu kılıcı, İnsanlığın İftihar Tablosu eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak? ” Adam korkusundan sıtmalı hasta gibi titremeye başlamıştır ki, o esnada, Allah Resûlü’nün sesini duyanlar oraya koşarlar; koşar ve gördükleri manzara karşısında hayrette kalırlar. Onların Allah’a karşı iman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada görüp duyduğu şeylerle “el-Emin”e güven sözü verir ve Allah Resûlü’nün şecaat ve cesaretine hayranlık hisleri içinde oradan ayrılır.[1]
Meşhur mütefekkir Bernard Shaw, Allah Resûlü’nün Allah’a olan bu teslimiyetini ve korkusuzluğunu anlatırken hislerini şu takdirkâr ifadelerle dile getirir: “Hz. Muhammed, çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı tam mânâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.”
(***)
Efendimiz'in(SAV) Şecaat(yiğitlik) ve Şefkat Ufku - 1
Efendimiz’in (sav) zahirde birbirine zıt gibi görünen sıfatları olduğu gibi, birbirini takviye edip destekleyen vasıfları da vardır.
Birbirine zıt gibi görünen bu sıfatları, Din-i Mübin-i İslâm’da mühim bir esas olan “sırat-ı müstakîm” yorumu çerçevesinde ele almak ve öyle değerlendirmek mümkündür. Meselâ Efendimiz (sav) , her şeyden evvel bir şecaat ve cesaret abidesi idi. Öyle ki, muharebe meydanlarının Haydar-ı Kerrâr’ı Hz. Ali (ra) , O’nun bu yanını ifade ederken; “Biz, muharebelerde başımız sıkıştığı zaman Resûl-i Ekrem’e (sav) sığınırdık.” der. Nitekim Huneyn’de öyle olduğu gibi Uhud’da da, bir yönüyle kırılıp dökülmüş ve âdeta felç olmuş cemaatini, düşmanın içine korku salacak şekilde yeniden harekete geçirmiş; geçirmiş ve âdeta و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ ح َ ي ّ َ م ِ ن َ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت ِ و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت َ م ِ ن َ ا ل ْ ح َ ي ِ ّ “Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın.” (Âl-i İmrân, 3/27) hakikatinin mazharı olarak, o sarsılmış, kırılmış ve dökülmüş cemaatten, dipdiri ve taptaze bir ordu çıkararak yeniden düşmanı yakın takibe almış ve Mekke’ye kadar kovalamıştır. İşte bu, O’nun şecaat-i kudsiyesinin ifadesidir ve sahasında nazîrsizdir.
Bir örnek olarak Efendimiz’le Gavres ismindeki bir kâfir arasında geçen hâdise, O’nun korkusuzluk, şecaat ve cesaretinin azametini resmetme bakımından yeter zannediyorum: Allah Resûlü (sav) , bir ağacın altında istirahat buyururlarken, Gavres, O’nun uykuda olmasından istifade ederek, ağaca asılı bulunan kılıcını alır ve müstehzî bir edâ ile: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? ” der. Onun bu sorusuna karşılık Allah Resûlü, hiçbir panik emaresi göstermeden ve kendisinden gayet emin olarak öyle bir “Allah” der ki, O’nun orada sergilediği bu teslimiyet, yakîn ve Allah’a itimat, elindeki kılıçla karşısında duran Gavres’i sarsar ve kılıç elinden yere düşer. Bu defa düşen bu kılıcı, İnsanlığın İftihar Tablosu eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak? ” Adam korkusundan sıtmalı hasta gibi titremeye başlamıştır ki, o esnada, Allah Resûlü’nün sesini duyanlar oraya koşarlar; koşar ve gördükleri manzara karşısında hayrette kalırlar. Onların Allah’a karşı iman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada görüp duyduğu şeylerle “el-Emin”e güven sözü verir ve Allah Resûlü’nün şecaat ve cesaretine hayranlık hisleri içinde oradan ayrılır.[1]
Meşhur mütefekkir Bernard Shaw, Allah Resûlü’nün Allah’a olan bu teslimiyetini ve korkusuzluğunu anlatırken hislerini şu takdirkâr ifadelerle dile getirir: “Hz. Muhammed, çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı tam mânâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.”
Bir sarayın kapılarından 999’u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemiyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur yoktur...Yeter ki gözlerini yummasın!
İnsanlığın İftihar Tablosu (SAV) vefat ettiğinde 140.000 Sahabe-i Kiram ona tabi olmuş ve dine sahip çıkmıştı. Bunlar içinde sadece 10.000 in civarının isimleri ve Kabirleri bilinmektedir. Bu onların yaptıklarının kendilerine alkış olmak için değil, sırf Allah rızası için yaptıklarından ve dünyanın dört bir yanına bu dini yayma azminden ileri geldiğinden kimin tereddütü olabilirki?
allah (c.c)
26.12.2004 - 16:12Allah varlığına delil olacak okadar çok husus varki, insan vicdan ve akıl sahibi ise, bunu bulmaması mümkün değildir.
Tesadüflerin varlığına inanıp, Allahın varlığına inanmamak, önyargı ile cehaletin izdivacının ürünüdür.
türban
21.12.2004 - 17:21Cimri bir insana Zekatın faziletinden bahsetmek nekadar beyhude ise,
Allah'a imanı tam kavileşmemiş insanlara, tesettürün faziletinden bahsetmek bir okadar zordur...
Nübüvvetin ilk emrinin 'oku' olması, peygamberliğin 8.senesinde Namazın Farz kılınması, tesettürün ise 17.senede farz kılınmış olması Allah katında emirlerin sıralanış prensibi açısından dikkate değer bir konudur.
kuran-ı kerim
18.12.2004 - 15:49Kuran konuşuyor Atesit Sarsılıyor - 3
DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI
'Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor... (Zümer Suresi, 5) '
Bu ayette 'sarıp örtmek' olarak tercüme edilen Arapça kelime, 'tekvir'dir. Tekvirin tam karşılığı ise 'yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak'tır. Dolayısıyla ayette, gece ve gündüzün dünyanın üzerinde tekvir edildiği bildirilerek dünyanın yuvarlak olduğuna işaret edilmektedir.
Oysa Kuran’ın indirildiği dönemde ise Dünya düz bir yüzey olarak düşünülüyordu. Dünyanın yuvarlak olduğu bilinmiyordu.
Bu devirde vahyedilen Kuran'ın dünyanın yuvarlaklığına işaret etmesi, Kutsal Kitabımızın Allah'ın sözü olduğunun sayısız delilinden birid
kuran-ı kerim
16.12.2004 - 15:22Kuran Konuşuyor Ateist SARSILIYOR -2
PARMAK İZİNDEKİ KİMLİK
'İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor? Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-yeniden düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 3-4) '
Şu an dünya üzerinde yaşayan ve tarih boyunca yaşamış olan insanları düşünelim.
Bu insanların herbirinin parmak izleri birbirinden farklıdır.
Hatta aynı DNA dizilimine sahip olan bu tek yumurta ikizlerinin bile...
Çünkü parmak izinde çok özel bir tasarım vardır.
Parmak izi doğumdan önce cenin üzerinde son şeklini alır ve kalıcı bir yaralanma olmazsa ömür boyu sabit kalır.
İşte bu nedenledir ki parmak izi, herkese özel, çok önemli bir 'kimlik kartı' sayılır. Bilim adamları bu önemli özelliği ancak 19. yüzyılın sonlarında keşfetmişlerdir.
Fakat bundan 1400 yıl önce indirilen Kuran'da, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izlerinin önemi açıkça vurgulanmıştır:
kuran-ı kerim
15.12.2004 - 18:14Kuran Konuşuyor Ateist SARSILIYOR -1
EVRENİN GENİŞLEMESİ
Günümüzde ileri teknoloji sayesinde yapılan araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenle ilgili birçok sırrı aydınlığa çıkarmaktadır.
Bunlardan biri de, evrenin sürekli genişlemekte olduğudur.
Bu genişleme ilk kez 20. yüzyılın başlarında gündeme geldi. Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Daha sonra bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı:
Amerikalı astronom Edwin Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken ilginç bir gerçekle karşılaştı.
Yıldızlar ve galaksiler sürekli olarak birbirlerinden uzaklaşıyordu.
Bu, astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biriydi.
Çünkü her şeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren, sürekli 'genişleyen' bir evren anlamına gelmekteydi.
Evrendeki cisimler tıpkı şişirilen bir balonun yüzeyindeki noktalar gibiydi.
Balonun yüzeyindeki noktalar balon şiştikçe birbirlerinden nasıl uzaklaşıyorsa evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden öyle uzaklaşıyordu.Kuran-ı Kerim’in indirildiği 14 asır öncesinde ne teknoloji gelişmişti ne de astoronomi bilimi… Henüz hiçbir insan bu bilimsel gerçeğin farkında değildi.Ama ayetlerde evrenin genişlediği açıkça bildiriliyordu:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz onu genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Kuran-ı Kerimi bir beşer kelamı olduğunu iddia edenlere duyrulur....
fethullah gülen
15.12.2004 - 02:31Bugün Fethullah Gülen Hocaefendiyi; kendisinin uzattığı onca Zeytin Dallarına rağmen, anlamak istemeyen insanlar var. Bu onların problemi. Türkiye Cumhuriyeti bir Hukuk devletidir. Şu an aleyhinde herhangi bir Hukuki kesinleşmiş bir ceza olmayan biri aleyhinde, gizli faaliyetlerde bulunmak veya devleti yıkmak gibi komedi ithamlar bulunmak, CİDDİYETSİZ ithamlardır.
Sayın Ecevitin dediği üzere, devleti (rejimi) yıkmak isteyen bir insan, Amerika'da, Rusya'da, Türki Cumhuriyetlerinde, Afrika'da, Asya'da Türk Kolejlerini ve Dil kurslarını açmaz, tüm hedeflerini ülke içinde değerlendirir. Yani iddia sahipleri illa birşey iddia edeceklerse şunu iddia edebilirler: Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi Dünya'ya talib... Bizde deriz ki: Evet, doğrudan dünya'ya değil ama dünyaya Allah'ı tanıtmaya ve sevdirmeye talib.....
allah (c.c)
15.12.2004 - 01:4381 yaşına gelmiş, daha yeni bir Yaratıcının varlığını kabullenmeye başlamış.....Buda bir gelişme.....Antolojideki çıraklara duyrulur....
allah (c.c)
13.12.2004 - 12:39Tabiat Kanunları ve Sebepler, Sonsuz İlâhî San’Atı Nazara Vermek İçin Yaratılmıştır
San’atkârın büyüklüğü, eserinin kıymetiyle takdir edilir. Cıvıl cıvıl kuşlar, rengârenk çiçekler ve en küçük varlıkta müşahede edilen hârika san’at incelikleri ve daha neler neler! . Evet, bütün bunlarda Allah (cc) , tabiat diliyle isim ve sıfatlarını terennüm ettiriyor ve bu isim ve sıfatların tecellilerini sebepler adı altında teşhir ederek, şuurlu varlıklarına seyrettiriyor.. Kendisi de, onların hayret ve hayranlıklarını seyrediyor.
Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek ister. Dünyada, beşerin pür-kusur san’-atkârlarında dahi görülen böyle bir hazza meftuniyet, galeri ve sergiler adı altında teşhir ediliyor ve bu galeri ve sergilerden hergün biri kapanıp, diğeri açılıyor. Halbuki beşerdeki cemâl ve kemâl, Mutlak Cemâl ve Kemâl Sahibi’ni anlamada bir ölçü birimi olarak, hem de en asgari seviyede bulunmaktadır. Bununla beraber, böyle bir ölçü adesesiyle dahi olsa, Mutlak Cemâl ve Kemâl sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ın kendi cemâl ve kemâlini görme ve gösterme isteğiyle tabiatı bir teşhir salonu hâline getirmesindeki yüce irade ve meşîetini idrak edip anlamak, her zaman mümkündür. Bu idrak ve anlayıştır ki, insanı O’nun tesbih ve takdisine sevkeder. Cenâb-ı Hakk'ı tesbih ve takdis etmek, ibadet ve kulluk şuurundan kaynaklanır. Böyle bir kulluk ise, insanın, hattâ bütün varlığın yaratılış gayesidir. İşte sebepler merdiveni, bizi böyle bir gayeye doğru yol aldırıp ufka yaklaştırması bakımından da önemlidir..
fethullah gülen
09.12.2004 - 12:57***********************************************
İman hem Nurdur hem Kuvvettir,
Hakiki imanı elde eden insan
Kainata meydan Okuyabilir. (Bediüzzaman)
*************************************************
cümlelerini Pratiğe döken Hak Dostu.
hz.muhammed
07.12.2004 - 06:4523 senelik Peygamberlik dönemine, 23 asırlık insanlık, ahlak, vicdan, ahde vefa, sadakat ve en önemlisi Allah'a imanı zerk eden Peygamberler Efendisi......
fethullah gülen
07.12.2004 - 06:35Vicdanı Kirlenmemiş insanlarca takdir toplayan bir Hak Dostu....
fethullah gülen
07.12.2004 - 06:33O Hoşgörü ve Dialog insanı
allah (c.c)
02.12.2004 - 06:021) İmkân Delîli
Varın ispatı yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddiâ eden kimse bütün yeryüzünü, hattâ kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkânsızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki, yok hiçbir zaman ispat edilemez...
İki ispat edici, binlerce nefy ve inkâr ediciye tercih edilir. İki kişi aynı hakikatte ittifak etmişse, binlerce insanın kendi dar pencerelerinden şahsî bakışlarıyla onu inkârları hiçbir değer ifâde etmez.
Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkârcı, devamlı sûrette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyâlarına kapalıdır. Mü’min için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın! ... Zaten 999’u herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve o delîllerden ilki: Âlem, mümkinât nev’indendir. Yani varlık ve yokluğu müsâvidir. Varolduğu gibi, olmayabilir de. Varolurken de, hadsiz oluş keyfiyetlerinden herhangi birinin olması imkân dahilindedir. Yani en az varolan kadar olmayan da varolma şansına sahiptir. Her mümkün ise, kendi dışındaki bir sebebe bağlıdır. Öyleyse önce varolmayı, sonra da varolma şekil ve keyfiyetini, olmamaya ve olması mümkün diğer şekil ve keyfiyetlere tercih eden birisi vardır. O da Allah'tır (cc) .
ateist
28.11.2004 - 14:17***********************************************************************
Allah'ı tanıyan ve itaat eden ZİNDANDA dahi olsa bahtiyardır.
Onu unutan SARAYLARDA dahi olsa zindandadır.
************************************************************************
(Bediüzzaman)
fethullah gülen
28.11.2004 - 07:18DUA ZAMANI
'Ey merhametlilerin en merhametlisi,
düzenbazların entrikalarından bizi koru,
kafirlerin küstahlıklarını, facirlerin komplolarını,
ve münafıkların saldırılarını başımızdan def et' (***)
hz.muhammed
28.11.2004 - 07:07' Nasıl Yaşarsanız Öyle
Ölürsünüz, Nasıl Ölürseniz
Öyle Dirilirsiniz'
türban
27.11.2004 - 20:22Efendimiz'in(SAV) Şecaat(yiğitlik) ve Şefkat Ufku - 1
Efendimiz’in (sav) zahirde birbirine zıt gibi görünen sıfatları olduğu gibi, birbirini takviye edip destekleyen vasıfları da vardır.
Birbirine zıt gibi görünen bu sıfatları, Din-i Mübin-i İslâm’da mühim bir esas olan “sırat-ı müstakîm” yorumu çerçevesinde ele almak ve öyle değerlendirmek mümkündür. Meselâ Efendimiz (sav) , her şeyden evvel bir şecaat ve cesaret abidesi idi. Öyle ki, muharebe meydanlarının Haydar-ı Kerrâr’ı Hz. Ali (ra) , O’nun bu yanını ifade ederken; “Biz, muharebelerde başımız sıkıştığı zaman Resûl-i Ekrem’e (sav) sığınırdık.” der. Nitekim Huneyn’de öyle olduğu gibi Uhud’da da, bir yönüyle kırılıp dökülmüş ve âdeta felç olmuş cemaatini, düşmanın içine korku salacak şekilde yeniden harekete geçirmiş; geçirmiş ve âdeta و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ ح َ ي ّ َ م ِ ن َ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت ِ و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت َ م ِ ن َ ا ل ْ ح َ ي ِ ّ “Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın.” (Âl-i İmrân, 3/27) hakikatinin mazharı olarak, o sarsılmış, kırılmış ve dökülmüş cemaatten, dipdiri ve taptaze bir ordu çıkararak yeniden düşmanı yakın takibe almış ve Mekke’ye kadar kovalamıştır. İşte bu, O’nun şecaat-i kudsiyesinin ifadesidir ve sahasında nazîrsizdir.
Bir örnek olarak Efendimiz’le Gavres ismindeki bir kâfir arasında geçen hâdise, O’nun korkusuzluk, şecaat ve cesaretinin azametini resmetme bakımından yeter zannediyorum: Allah Resûlü (sav) , bir ağacın altında istirahat buyururlarken, Gavres, O’nun uykuda olmasından istifade ederek, ağaca asılı bulunan kılıcını alır ve müstehzî bir edâ ile: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? ” der. Onun bu sorusuna karşılık Allah Resûlü, hiçbir panik emaresi göstermeden ve kendisinden gayet emin olarak öyle bir “Allah” der ki, O’nun orada sergilediği bu teslimiyet, yakîn ve Allah’a itimat, elindeki kılıçla karşısında duran Gavres’i sarsar ve kılıç elinden yere düşer. Bu defa düşen bu kılıcı, İnsanlığın İftihar Tablosu eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak? ” Adam korkusundan sıtmalı hasta gibi titremeye başlamıştır ki, o esnada, Allah Resûlü’nün sesini duyanlar oraya koşarlar; koşar ve gördükleri manzara karşısında hayrette kalırlar. Onların Allah’a karşı iman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada görüp duyduğu şeylerle “el-Emin”e güven sözü verir ve Allah Resûlü’nün şecaat ve cesaretine hayranlık hisleri içinde oradan ayrılır.[1]
Meşhur mütefekkir Bernard Shaw, Allah Resûlü’nün Allah’a olan bu teslimiyetini ve korkusuzluğunu anlatırken hislerini şu takdirkâr ifadelerle dile getirir: “Hz. Muhammed, çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı tam mânâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.”
(***)
türban
27.11.2004 - 03:18Bir dönem, türbanlı türbansız kamplaşmasına maruz kalınan o talihsiz dönemi ALLAH bize tekrar yaşatmasın.
hz.muhammed
27.11.2004 - 02:35Efendimiz'in(SAV) Şecaat(yiğitlik) ve Şefkat Ufku - 1
Efendimiz’in (sav) zahirde birbirine zıt gibi görünen sıfatları olduğu gibi, birbirini takviye edip destekleyen vasıfları da vardır.
Birbirine zıt gibi görünen bu sıfatları, Din-i Mübin-i İslâm’da mühim bir esas olan “sırat-ı müstakîm” yorumu çerçevesinde ele almak ve öyle değerlendirmek mümkündür. Meselâ Efendimiz (sav) , her şeyden evvel bir şecaat ve cesaret abidesi idi. Öyle ki, muharebe meydanlarının Haydar-ı Kerrâr’ı Hz. Ali (ra) , O’nun bu yanını ifade ederken; “Biz, muharebelerde başımız sıkıştığı zaman Resûl-i Ekrem’e (sav) sığınırdık.” der. Nitekim Huneyn’de öyle olduğu gibi Uhud’da da, bir yönüyle kırılıp dökülmüş ve âdeta felç olmuş cemaatini, düşmanın içine korku salacak şekilde yeniden harekete geçirmiş; geçirmiş ve âdeta و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ ح َ ي ّ َ م ِ ن َ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت ِ و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت َ م ِ ن َ ا ل ْ ح َ ي ِ ّ “Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın.” (Âl-i İmrân, 3/27) hakikatinin mazharı olarak, o sarsılmış, kırılmış ve dökülmüş cemaatten, dipdiri ve taptaze bir ordu çıkararak yeniden düşmanı yakın takibe almış ve Mekke’ye kadar kovalamıştır. İşte bu, O’nun şecaat-i kudsiyesinin ifadesidir ve sahasında nazîrsizdir.
Bir örnek olarak Efendimiz’le Gavres ismindeki bir kâfir arasında geçen hâdise, O’nun korkusuzluk, şecaat ve cesaretinin azametini resmetme bakımından yeter zannediyorum: Allah Resûlü (sav) , bir ağacın altında istirahat buyururlarken, Gavres, O’nun uykuda olmasından istifade ederek, ağaca asılı bulunan kılıcını alır ve müstehzî bir edâ ile: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? ” der. Onun bu sorusuna karşılık Allah Resûlü, hiçbir panik emaresi göstermeden ve kendisinden gayet emin olarak öyle bir “Allah” der ki, O’nun orada sergilediği bu teslimiyet, yakîn ve Allah’a itimat, elindeki kılıçla karşısında duran Gavres’i sarsar ve kılıç elinden yere düşer. Bu defa düşen bu kılıcı, İnsanlığın İftihar Tablosu eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak? ” Adam korkusundan sıtmalı hasta gibi titremeye başlamıştır ki, o esnada, Allah Resûlü’nün sesini duyanlar oraya koşarlar; koşar ve gördükleri manzara karşısında hayrette kalırlar. Onların Allah’a karşı iman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada görüp duyduğu şeylerle “el-Emin”e güven sözü verir ve Allah Resûlü’nün şecaat ve cesaretine hayranlık hisleri içinde oradan ayrılır.[1]
Meşhur mütefekkir Bernard Shaw, Allah Resûlü’nün Allah’a olan bu teslimiyetini ve korkusuzluğunu anlatırken hislerini şu takdirkâr ifadelerle dile getirir: “Hz. Muhammed, çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı tam mânâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.”
ateist
25.11.2004 - 07:39Bir sarayın kapılarından 999’u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemiyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur yoktur...Yeter ki gözlerini yummasın!
Zaten 999’u herkese açık.....
hz.muhammed
25.11.2004 - 06:51İnsanlığın İftihar Tablosu (SAV) vefat ettiğinde 140.000 Sahabe-i Kiram ona tabi olmuş ve dine sahip çıkmıştı. Bunlar içinde sadece 10.000 in civarının isimleri ve Kabirleri bilinmektedir. Bu onların yaptıklarının kendilerine alkış olmak için değil, sırf Allah rızası için yaptıklarından ve dünyanın dört bir yanına bu dini yayma azminden ileri geldiğinden kimin tereddütü olabilirki?
ateist
25.11.2004 - 06:46Ateist, görmediği şeye inanmadığından, aklını ve zekasını da görmediği için, kendini akılsız ve aptal yerine koyandır.
ateist
24.11.2004 - 17:37SORU: 1 kg pamuk mu ağır, yoksa 1 kg demirmi?
1-) DİNDARIN CEVABI: ikiside eşit (aklın ve mantığın yolu)
2-) ATEİSTİN CEVABI: ispat et....(görmediği şeye inanmaz (!))
ateist
24.11.2004 - 17:34ATEİST ebedi yok olmak ile ebedi cehennem arasında sıkışmış zavallı bir Kumarbazdır.
Toplam 121 mesaj bulundu